Avrupa’da Sağ-Popülizm ve Rus Etkisi

 “Batılı ülkeler, Rusya’nın Suriye’deki askeri faaliyetlerine olumsuz yaklaşıyor. Çünkü bu faaliyetler, Rusya’ya karşı yürütülen büyük kampanyayı bozuyor. Batı’nın 2-3 sene önce yapması gereken adımları hayata geçiren Putin, Batı’ya hatalarını gösteriyor.” 1

“Şi’nin (Çin lideri Cinping) nihai ana planı açık: Rusya-Çin-Almanya ticaret ittifakı. Alman siyasetçiler hala mesajı alamamasına rağmen, Alman iş dünyası bunu fena halde istiyor. Şi -ve Putin- Avrasya zemininde, çok önemli siyasi, ekonomik ve stratejik dalları ile dolu olan yeni bir ekonomik gerçeklik inşa ediyor.

Tabii ki, bu zorlu bir yol olacak. Henüz Batılı şirket medyasına düşmedi ama, Avrupa’daki bağımsız zihinli akademisyenler (evet, onlar varlar, nerdeyse gizli bir tarikat gibi) Kainatın Efendileri tarafından geliştirilen kaotik, entropik, sert neoliberalizm/kumarhane kapitalizminin karşı alternatif bir model olmadığına ilişkin giderek artan bir şekilde alarm veriyorlar.

Avrasya entegrasyonu uzun vadede galip gelse ve Wall Street yerel bir menkul kıymetler borsasına dönüşse dahi, Çinliler ve yükselen çok kutuplu dünya hala mevcut neoliberal modele bağlı kalacak gibi görünüyor.” 2

“Batı Asya’da, Suriye, Irak, İran ve Rusya aynı cephededir. Almanya da onlarla birliktedir. ABD’nin Volkswagen’i hedef alarak Almanya sanayisine açtığı savaş stratejik düzlemdedir. Berlin, Washington’a direniyor. Bu direnme, yalnız ekonomi alanında değil, her cephededir.

(…)

Toplam olarak baktığımız zaman, Batı Asya’da bölge ülkeleri ile Rusya, Almanya ve Çin ortak cephede buluştu. Artık Suriye, Avrasya’nın, başka deyişle Avrupa+Asya’nın ön cephesi oldu. Ön cephe kuşkusuz bölge genişliğindedir.” 3

Fransa’nın faşizme çalan sağcı partisi Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen ile NATO/ABD kampına karşı amansız bir mücadele veren antiemperyalist Pepe Escobar ve Vatan Partisi’nin ebedi şefi Doğu Perinçek’i yan yana getiren şeyin ne olduğunu incelemenin, her şeyin ötesinde insanı eğlendiren bir tarafı var. Öyle ya, 40 küsur yıllık siyasi macerası “müttefik olsun da çamurdan olsun”dan ibaret olan Aydınlık hareketinin baktığı yerle “solcu” Escobar ve “sağcı” Le Pen’in vizyonlarının aşağı yukarı ortaklaşması, başlı başına entelektüel bir tatmin konusu.

Ancak bunun ötesinde, özellikle Avrupa sathında mayalanan ve yukarıdaki üçlüyle sınırlandıramayacağımız ve onların ötesine geçen dikkat çekici bir gelişme var. Bu, yaşlı kıtada sağlı sollu yükselen popülist dalga ve artan “Rusçu” eğilimler. Ancak, bu gelişmelerden doğan tartışmalarda, bizim ülkemiz açısından talihsiz bir yön bulunuyor. Dünyada “solcular” ve “sağcılar” yeni durumdan ama doğru, ama yanlış, çeşitli stratejiler geliştirirken, bizdeki siyaset ve düşünce dünyasının baskın Batıcı zemini, tartışmanın Türkiye için afakî ya da gereksiz olduğunu düşündürüyor.

Yine de, tartışmanın Türkiye’de -batıcılar haricinde- gerçek taraflara sahip olmaması, Türkiye komünist hareketinin konuyu incelemesini gereksiz hale getirmiyor. Getirmiyor, çünkü dünyadaki dizilime bakarak kurgulanan yeni stratejiler, haliyle buralara da uğruyor, çeşitli kırılmalar ve görünümler altında Türkiye solunun da formasyonuna etki ediyor. Üstelik, Türkiye, uzunca bir süredir Türkiye’den ibaret değil. Yunanistan’dan Suriye’ye, İspanya’dan İran’a kadar uzanan bir hatta olup bitenlerin tam ortasında yer alıyor ve bütün değişiklikler, yalnızca Türk siyasal sistemine değil, aynı zamanda solun bütününe etki ediyor.

Bir hatırlatma

Tam bu noktada, kısa bir tarihî hatırlatma yapmakta fayda var. Hatırlatmamız, iki dünya savaşı arasındaki dönemle ilgili.

Birinci Dünya Savaşı’nın mağlupları arasında başta gelen Almanya, savaşa kadar yükselen bir emperyalist güç olarak “revizyonist” bir uluslararası siyaset izliyordu. Revizyonist uluslararası siyasetten kastım, askeri, ekonomik, siyasal ve kültürel olarak bir bütün halinde inşa edilen emperyalist hiyerarşiye sonradan katılmak için tüm gücünü seferber eden Almanya’nın, tam da bu geç kalmışlık nedeniyle emperyalist uluslararası statükoyu kırmaya, ona çomak sokmaya, kendi rakiplerini (İngiltere, Fransa, Rusya vd.) boşa düşürmeye çalışarak yer yer “oyunbozan” bir role bürünmesi. Yükselen ya da yükselmek isteyen bir emperyalist gücün en önemli özelliklerinden birisi, uluslararası sistemde kendini yer açmak için bozucu ve ittifak dağıtıcı (aynı anlama gelmek üzere, yeni ittifaklar oluşturucu) bir siyaset izlemesidir. Bu revizyonizmin, topyekûn ya da bölgesel savaşlarla sonuçlanması ise neredeyse kaçınılmazdır.

Bir bütünün içerisine yerleştirilmesi gereken emperyalistler arası rekabetin yanı sıra, bir başka revizyonist güç de ortaya çıkabilir. Bu güç, yine iki dünya arasındaki savaşta, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) idi. Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı ulusal mücadeleleri desteklemesinden tutun da, Avrupa’daki işçi sınıflarını “kışkırtmasına” kadar, SSCB uluslararası siyasete yeni kurallar koyan bir unsur olmuştu. Ancak daha önemlisi, SSCB tüm dünyaya kapitalizm dışında yeni bir siyasi, ekonomik ve toplumsal model sunuyordu. Bu örnekte, revizyonist dış politikanın kaynağı “geç kalmak” değil, bambaşka bir dünyayı inşa ediyor olmaktı.

Sadede geliyorum. Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan ve meşhur anlaşması ile anılan “Versay Barışı”nın kalıcı bir barışı tesis edemeyeceği en başından beri biliniyordu. Galip emperyalist devletlerin mağlup Almanya’ya bir daha gün yüzü göstermemek üzerine kurduğu bu statüko, bir dizi cenahtan saldırıya uğrayacaktı.

Bugünden bakınca tuhaf gelebilir ama, bu cenahın en bilinen unsurlarından birisi SSCB’ydi. “Emperyalistler arası çelişkilere oynamak”tan daha fazlasıydı Bolşeviklerin yaptığı. Versay sisteminin kurucu unsurları olan İngiltere ile Fransa, genç sosyalist ülkenin başlıca düşmanlarıydı. Bu sisteme çomak sokma faaliyetleri arasında, yalnızca Asya’daki İngiliz karşıtı hareketleri desteklemek yoktu. Avrupa’yı 20 yıl boyunca diken üstünde tutacak olan Versay statükosuna karşı, örneğin ulusal gururu yerlerde sürüklenen Almanya’yı Fransa’ya karşı desteklemek de bu revizyonist siyasete dahildi. Komintern’in Fransız komünistlerine uzun yıllar boyunca anti-Fransa ve Alman yanlısı politikalar telkin etmesinin başlıca nedeni buydu. SSCB, İngiliz-Fransız emperyalizmine karşı, Avrupa’da kendisine “soluk alma kanalları” açıyordu.

Fazla ileri gitmek istemem; ancak Nazi yükselişinin çok çok kısa bir süre için ve yalnızca yukarıda konuşulan bağlamda SSCB’de “statüko kırıcı” bir dalga olarak değerlendirilmiş olabileceği akılda tutulmalıdır. Yeniden ayağa kalkan, hırslı, yayılmacı ve açgözlü Alman burjuvazisi, kabına sığmamaya başlıyor ve yukarıda bahsettiğim Birinci Dünya Savaşı öncesi “aranışçı” kimliğini yeniden kazanmaya başlıyordu. Alman Ostpolitik’i Avrupa’nın doğusundan Sovyet müslümanlarına, oradan da Ortadoğu’ya kadar uzanıyor ve emperyalistler arasında yeni bir mücadele başlığı oluşuyordu.

Hatırlatmayı burada kesiyorum. Bizim örneğimizle bağlantısı açık olsa gerek. Yalnızca, Türkiye Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin 2012 yılında yazdığı “tezler”den bir alıntı eklenmeli:

Emperyalizm bir olgu olarak tarih sahnesine çıktığından bu yana, başat emperyalist ülke ile yükselmekte olan emperyalist ülke ya da ülkeler arasındaki ilişki ve çelişkiler karmaşık olmakla birlikte, bazı baskın eğilimlere sahip olmuştur. Almanya’nın iki dünya savaşı sürecindeki denemeleri, ABD’nin İngiltere’nin yerine emperyalist hiyerarşinin tepesine yerleşmesi şunu göstermektedir: Emperyalist hiyerarşideki yer değiştirmeler, yükselmekte olan ve özellikle ekonomik kriterler açısından verili dünya sistemindeki sınırlamaları kabullenmeyen bir aktörün şiddet içeren “değişim” arayışlarının yol açtığı keskin çatışmalar sonrasında gerçekleşir. Doğal olarak, başat emperyalist ülke statükocu, yükselişte olan ve daha fazlasını talep eden emperyalist ülke ya da ülkeler ise revizyonist bir karakter kazanmaktadırlar. Bugünün dünyasındaysa ekonomik açıdan kendi hegemonyasını tehdit altında gören ABD’nin, Avrupa Birliği’nin ve yeni bazı aktörlerin bu hegemonyayı tehdit etme olasılığının bertaraf edilmesi için sürekli inisiyatif aldığını görmekteyiz. Bu tabloda Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti, askeri ve siyasi açıdan ABD’yle kıyaslandığında düşük profil sergilemeyi sürdürmektedirler. Hindistan ve Brezilya’yı dahil edersek, bu ülkelerin rekabetin ekonomik düzlemden siyasi ve askeri düzleme taşınmasını tercih etmediklerini söylemek mümkündür. Oysa, emperyalizm tek başına ekonomik kriterlere hapsedilemeyecek bir olgudur. 4

Popülizm ve Rusya: Neoliberalizmin çöküşü

Dünya kapitalizminin son 40 yılına damga vuran neoliberalizmin, özellikle 2008 krizi ile birlikte gerilemeye başladığı, yalnızca ekonomik düzeyde olmayan yeni aranışların ortaya çıktığı bir sır değil.

Kriz ekonomilerinin ABD ve (Almanya hariç) Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden oluşması, neoliberalizmin kalelerinin ekonomik ve siyasi bir darboğazın içine yuvarlandıklarını gösteriyor. Bunun yanı sıra, Ortadoğu’daki her yönüyle Amerikancı rejimlerin bir toplumsal patlama ile sarsılması, bağımlı ülkelerdeki neoliberal dönemin alacakaranlığına girdiğimizi düşündürüyor. 5

AB ülkelerinde, uzun yıllara yayılan borç ödeme ve kemer sıkma pratikleri, hemen hemen tüm üye ülkelerde bir “kemer sıkma karşıtı” siyasetin ortaya çıkmasına neden oldu. Bunları, avroseptikler ve neoliberalizm düşmanları da takip etti. İngiltere’de sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ve Fransa’da neo-faşist Ulusal Cephe, bu cephenin AB’nin merkez ülkelerindeki temsilcileri. Bunlara Yunanistan’daki Altın Şafak’ı, iktidar partisi olarak Macaristan’ın Fidesz’ini dahil edebiliriz. Hepsinin ortak özelliği, kemer sıkma karşıtı olmaları, AB’nin merkez kurumlarına şüpheyle yaklaşmaları (bazı örneklerde AB’den çıkışı savunmaları) ve dış politikada ABD’ye değil, Rusya’ya (bazen de Almanya’ya) meyletmeleri ve demagojik de olsa bir ulusal egemenlik fikrini propaganda etmeleri.

Örneğin, Deutsche Bank’ın (DB) hazırladığı bir raporda, Avrupa’daki popülist hareketlerin profilleri çıkartılıyor. Rapor, AB içindeki popülist partilerin birbirlerinden çok farklı olduğunu, ancak temel olarak Avrupa içindeki kurulu siyasi sisteme bayrak açtıklarını ve Avrupa ile daha ileri düzeyde entegrasyona karşı çıktıklarını vurguluyor. DB raportörleri, popülist partilerin Avrupa çapında istikrarlı bir ittifak kuramadıklarını, ancak halihazırda kurulu düzen partilerini dahi AB içinde bir “ulusal çıkarlar” söylemine alan açmak zorunda bıraktıklarını kaydediyor. DB, bu partilerin kurucu olmaktan çok bozucu olduklarına dikkat çekiyor. 6

Kemer sıkma karşıtlığı ile “regülasyon” talep eden ekonomi politikaları ile bir bağlantı olduğu açık. Rusya’nın, ya da şu andaki Rus yönetiminin bu anlamda avantaja sahip olduğunu düşünebiliriz. Bir taraftan oligarşik bir kapitalist ekonomiyi yöneten Putin ve ekibi, öte taraftan 90’lı yıllardaki Sovyet-sonrası Yeltsin rezaletini 2000’li yılların başından itibaren kapitalizmle uyumlu bir şekilde tamir etmeyi ve kapitalist Rusya’yı geçiş rejiminin krizinden kurtarmayı başardı. Bunda, 2008 krizi kendisini de vurmasına rağmen uzun vadeli ve devlet müdahalesini ön plana çıkartan bir kriz reçetesi çıkartmasının da büyük payı var. Bu tarzın Avrupa’daki en mümtaz temsilcisi Macar lider Viktor Orban. Orban, liberal ekonomik modelin rekabet edebilir olmaktan çıktığını, “refah toplumları”nı, “istihdam/çalışma toplumları”na dönüştürmek istediğini söylemişti. Sağcı lider, daha önce de enerji şirketleri ve bankalarla başa çıkabilmek için merkezi kontrolün artması gerektiğini belirtmişti. Orban, “borç köleliği”nden kurtulmak ve Macaristan’ı “AB’nin sömürgesi” haline getirmemek için uğraşıyordu. Orban, toplumu düzenlemede liberal metot ve ilkelerle dünyaya liberal yoldan bakmayı terk etmekten bahsediyordu. 7

Demagojik bir anti-ABD söylemleri bulunan bu partilerin, ABD ve AB patentli Rus karşıtı politikalara karşı çıkması şaşırtıcı değil. Zira Avrupa’daki sağlı sollu popülist partiler, “liberal olmayan demokrasilere” ilişkin pratik ve teorik gıdalarını Putin ve Putincilikten alıyor. Yeltsin’in yarattığı Sovyet sonrası kriz Rusyası’na bir “çözüm” olarak icat edilmiş reçetenin krizin göbeğindeki Avrupa’ya yaklaşımda iş görüyor olması da bununla ilgili.

Yunanistan örneği

Bu noktada Yunanistan’ı hatırlamak gerekiyor. Hükümetteki iki parti, abi SYRIZA ile yavru ANEL, sağlı sollu popülizmlerin nasıl bir araya geldiğine ilişkin iyi bir örnek oluşturuyor.

Avrupa’da popülistlerin temel ayrım noktaları, “çelişki”yi kemer sıkma yanlılığı ile karşıtlığı arasında tarif etmeleridir. Buna yeni yeni yeni avro-ulusal para ikiliği ekleniyor olsa da, konumuz açısından fark etmiyor. Yunanistan’da kemer sıkma karşıtlığını popülist çizginin temeli haline getiren yalnızca “solcu” SYRIZA değildi. Solcu geçinenlerin aralarında uyuma şaşırmasına rağmen, ANEL’i SYRIZA’nın yanına ekleyen ve “kardeşleştiren” de bu kemer sıkma karşıtlığı oldu.

James Petras bu siyaseti şöyle özetliyor:

Aşağı sınıflara kayan orta sınıfın öfkesini hedef alan bu hareketten çıkan İspanya’daki Podemos, Yunanistan’daki Syriza ve İtalya’daki Beş Yıldız, “onur ve saygı”nın onarılması sözü vererek iktidardan kopan herkesin beğenisini kazandı. “Kemer sıkmanın bitmesi” için biçimsiz çağrılar yaparken yalnızca muğlak biçimde yeni işler yaratacaklarını açıkladılar.

Ancak solcu olmayan solun liderliği açıkça aşağı sınıflara kaymakta olan orta sınıfın radikal olmayan duygularından etkileniyor.

Onlar asla sınıf mücadelelerine dahil olmuyorlar ve sınıf ideolojisini reddediyorlar. Solcu olmayan solun liderlerine göre toplumsal kutuplaşma seçmen tabanı yaratmak için bir araçtır. Onların küçük ölçekli yerel mücadelelere katılımı solcu olmayan solun liderlerinin gerçek toplumsal amaçları olduğunun “kanıtı” olarak sunuluyor. 8

Sağcı ve solcu sayılan iki partinin kemer sıkma karşıtlığında buluşması, popülizmin muğlak ve müphem siyasi söyleminin tipik bir örneği. Tüm sınıfları kesme iddiasıyla hareket eden ve özellikle orta sınıfın korumacı (ve çoğunlukla gerici) vizyonuna yaslanan popülizm, Yunanistan’da yalnızca sağdan ve soldan birer popülist partiyi iktidara getirmekle kalmadı, aynı zamanda faşist partinin de önünü açtı.

Perry Anderson’a göre, “anti-sistemik hareketler” olarak tanımladığı sağ ve sol popülizmlerin iki net ortak özelliği vardı: Kemer sıkma karşıtlığı ve ulusal egemenlik savunusu. 9 Yunanistan’da da SYRIZA ile ANEL’in ortak olan bu pozisyonları, hükümetin Almanya karşısında el pençe divan durmasıyla birlikte, büyük bir hızla Altın Şafak’a alan açtı. Buna, SYRIZA’nın erken seçimde, kaybedebileceği oyları “kompanse” edebilmek için faşist tabana seslenme kaygısı gütmesini de ekleyince, Altın Şafak’ın oylarını artırdığı, ama daha da önemlisi kurulu siyasi sistemde bir meşruiyet alanının ortaya çıktığı bir tablo yaratıldı. 10

Dış politika başlığında da, Altın Şafak’ın Rus kozunu çok daha iyi oynadığı görülüyor. 11 Rusya’nın Kırım’ı kendi bünyesini katmasını “işgal” ya da “ilhak” olarak nitelendiren medyayı “Amerikan-Siyonist medya ve onların Yunanistan’daki paralı uşakları” olarak nitelendiren Altın Şafak’ın ilgili açıklaması, hemen Avrasyacılığın peygamberi Aleksandr Dugin tarafından kişisel Facebook hesabından paylaşılmıştı. 12 Öte yandan, Altın Şafak lideri Mihalolyakos ile Dugin arasındaki münasebet zaten sır da değil. Faşist lider ile Dugin’in mektuplaştıkları daha önce gündeme gelmişti. 13 Bir başka Altın Şafak-Dugin buluşmasında, faşist partinin Rusya’nın “doğal müttefiki” olduğu belirtilmiş ve partinin “Amerikan yayılmacılığına karşı savaştığı” ileri sürülmüştü. 14 Eğer ABD hükümetinin fonladığı Radio Free Europe/Radio Liberty’nin ortaya çıkarttığı yazışmalara inanacak olursak, Dugin ve Avrasyacılık’ın neferlerinden Georgy Gavrish, ANEL lideri Panos Kammenos ile Dışişleri Bakanı Nikos Kocyas ile iyi ilişkilere sahipti. Buna göre Dugin, Rusya’ya sempati ile bakan bir Avrupalı siyasetçiler kuşağının yaratılması için elinden geleni yapıyordu. 15

Ancak Rusya ile Altın Şafak’ın bağlarının zannedildiğinden fazla olduğuna ilişkin daha fazla iddia var. Örneğin, geçen Mart ayında St. Petersburg’da toplanan “Uluslararası Rus Muhafazakar Forumu”nun katılımcıları arasında, Avrupa’daki birçok neofaşist partinin yanında Altın Şafak da vardı. 16 Bu “forum”un ilginç bir ayrıntısı var: Etkinliğe evsahipliği yapan parti Rodina (Anayurt), açıkça Yahudi karşıtı ve ırkçı bir siyaseti savunuyor. Sergey Glazyev’in kurucusu olduğu (ne yazık ki kendisi eski bir RFKP üyesi!) bu partinin bazı milletvekilleri, 2005 yılında Rus başsavcısına ülkedeki tüm Yahudi örgütlerinin kapatılmasını isteyen bir dilekçe vermişti. Aynı yılın sonunda, partinin reklamlarındaki ırkçı temalar nedeniyle yapılan şikayetler sonuç vermiş ve Anayurt’un seçimlere katılması yasaklanmıştı (Daha sonra, Putin’e desteklerini açıklamalarının ardından seçim yasakları kaldırıldı). 17 İşte bu partinin kurucusu Glazyev ve Dmitriy Rogozin, daha sonra Putin yönetiminde hızla kariyer basamaklarını tırmanacaktı. Rogozin, başkan yardımcısı bile oldu!

Rus istihbaratının da Altın Şafak ile bağlantılı olabileceğine dair iddiaları abartılı saysak bile 18 , Avrupa’nın sağ-popülist ve “radikal sistem karşıtı” hareketleri ile Rusya arasında ideolojik bir yakınlaşma olduğu su götürmez. Bunda, Putinciliğin eşcinsellik karşıtı, kilise-devlet yakınlaşmasını savunan, ekonomide devlet regülasyonundan yana, “kültürel korumacı” ve anti-ABD yaklaşımının büyük payı var.

Sona doğru

James Petras, yakın zamanda yazdığı bir makalede, kapitalizmin iki yüzü olduğunu savunuyor. Bu yüzlerden birisi, ABD ve AB’nin başını çektiği, İsrail’in, Körfez krallıklarının Latin Amerika, Afrika ve Asya’daki bir dizi rejimin dahil olduğu kamp. Diğeri ise başını Rusya ile Çin’in çektiği, İran, Suriye ve Lübnan’ın da dahil olduğu bir kamp.

Petras, bu her iki kapitalist dünyanın da “sol”u etkilemek için çaba gösterdiğine dikkat çekiyor. Özellikle Rusya-Çin kampının ekonomik araçlarla (yüklü krediler, büyük altyapı yatırımları) Latin Amerika ülkelerine girdiğine dikkat çeken Petras, bu kapitalist rekabetin bağımsız sol hükümetler açısından bazı ekonomik seçenekler yarattığını, ancak sınıf savaşımının yararına olmadığını vurguluyor. Yazara göre bunun nedeni açık: İki blok da pazar paylarını genişletecek, karlarını artıracak ve emeği sömürecek bir kapitalist strateji izliyordu.

Petras’ın buradan çıkardığı strateji, “ekonomik yollarla mücadele eden” kapitalist blokla ilişki kurmanın ehven-i şer olacağı. Ona göre, bu bloklar arası mücadele, sola tek kutuplu dünyada olduğundan daha fazla olanak açıyor. Kapitalist devletlerle iş tutmak, solun kendi kimliğini kaybetmesine neden olabilir, tamam; ancak solcular bağımsızlık ve seçenek kısmına odaklanabilirdi. 19 Pazar odaklı kapitalist blok, sol hükümetler için ekonomiyi sosyalistleştirmenin bir aracı olabilirdi; ancak ABD bloğu, yalnızca askeri bir tehdit sayılırdı. Petras’a göre güvenli olmayan bir dünyada, kurulu emperyalist düzene karşı yükselen kapitalist ülkelerle ittifak kurmak taktiksel olarak en iyisiydi.

Petras’ın strateji önerisi genel olarak sol hükümetleri kapsıyor ve bu tip taktiksel ittifaklar anlaşılır sayılabilir. Bununla birlikte, “bloklararası salınım” ve ittifak ilişkisi yalnızca sol/halkçı hükümetlere özgü değil. Birçok hareket, hatta bazı komünist partiler, “çıkış”ı Rusya-Çin ekseninde görebiliyor, örneğin. Dahası, yukarıda çizilen tabloda, Avrupa’daki sağ-popülist hareketlerle Rusya arasındaki ideolojik ve yer yer pratik yakınlaşma, dünya işçi sınıfı hareketi açısından ciddi bir tehlike oluşturuyor. Bu noktada Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) tutumunu hatırlamak önemli. KKE, bir yandan Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara karşı dururken, bir yandan da komünist hareketin ve işçi sınıfı siyasetinin bloklararası kapışmadan bağımsızlığını koruyor.

Burada söylemek istediğim, “zaten hepsi aynı” kolaycılığı değil. Bu kolaycılık bugünlerde kılı kırk yaran analizlerden daha iyi bile olabilir. Ancak emperyalist ittifaklar sistemi dağılır ve yenileri oluşmaya başlarken, dünyada bir savaş rüzgarı eserken, hala tam anlamıyla olmasa da “revizyonist” eğilimler göstermeye başlayan yükselen kapitalist ülkelerin ipiyle kuyuya inilmeyeceğini akılda tutmakta fayda var.

TKP’nin 2012 yılında saptadığı şu durum, bugün de büyük oranda geçerlidir:

Bir diğer zorluk, işgal ya da askeri müdahale seçeneklerini sürekli canlı tutan günkü örneğimizde en başta ABD) emperyalist ülkeleri kendi çıkarları doğrultusunda dizginlemek ya da engellemek için çeşitli ittifak arayışlarına giren güçlerle ilgilidir. Bugün Rusya Federasyonu’nun ya da Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD’yi bazı saldırgan açılımlardan caydırdığı, bazılarında ise (örneğin Osetya’da) başarısızlığa uğrattığı örneklerle karşılaşılmaktadır. Bu hesaplaşmalara konu olan ülkelerde komünistler “eşit uzaklık” ilkesiyle hareket edemezler. Odaklanılması gereken, ülkedeki siyasal dengeleri uluslararası sermaye lehine en fazla değiştirmek isteyen ve bölgesel açıdan devrimci güçleri en fazla tehdit eden aktördür. Bununla birlikte, komünistler şu ya da bu uluslararası gücün bekası uğruna emekçi sınıfların çıkar ve haklarını savunmaktan vazgeçmemeli, şu ya da bu uluslararası gücün hesabına çalışır duruma düşmemelidir. Burada komünistlere kılavuzluk edecek olan devrimin çıkarlarıdır. Bugün NATO’nun yayılması ve operasyonlarını daha geniş bir coğrafyaya taşıması, ABD’nin farklı ülkelerde hükümetleri “sivil” operasyonlarla değiştirmesi gibi olgular komünistler açısından en fazla devrimci olanakları daralttığı, emekçi sınıfları siyasal ve ideolojik açıdan gerilettiği için “tehdit” olarak algılanmalıdır. Bu anlamda emperyalist saldırganlığı yalnızca “ulusal” düzlemde değerlendirip, bu saldırganlığın sınıfsal köklerini ve sonuçlarını görmezden gelen yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Devrimi güncel bir mesele olarak görmemek, ülkedeki siyasal dengelerin emekçi sınıfların alabildiğine aleyhine oluşuna dair farkındalığın yol açtığı bir gerçekçiliğin değil, sınıf perspektifini yitirmenin sonucudur.

 

Dipnotlar

  1.  Le Pen: IŞİD’le mücadeleye Putin liderlik etmeli, Sputnik Türkiye, 28 Eylül 2015, http://tr.sputniknews.com/avrupa/20150928/1017995855.html.
  2.  Pepe Escobar, All China Wants for Christmas Is a Beijing-Moscow-Berlin Axis, Russia Insider, 24 Aralık 2014, http://russia-insider.com/en/2014/12/24/2140.
  3.  Doğu Perinçek, Vatan Partisi’nin 4 Ekim 2015 tarihli basın bülteninden.
  4.  Emperyalizm, Türkiye ve Komünist Hareketin Görevleri – TKP Merkez Komite tezleri, 15 Şubat 2012, http://www.tkp.org.tr/emperyalizm-turkiye-ve-komunist-hareketin-gorevleri-tkp-merkez-komite-tezleri-1744.
  5.  Örneğin, Mısır’da Müslüman Kardeş Muhammed Mursi’yi iktidara taşıyan seçimlerde, sürpriz bir şekilde sol-Nasırcı Hamdin Sabahi yüzde 21 oy almıştı. Sabahi’nin siyasi programı, alelade bir “milli kapitalizm”i çağrıştırıyordu.
  6.  Deutsche Bank Research, A profile of European populist parties, 28 Nisan 2015, https://www.dbresearch.com/PROD/DBR_INTERNET_EN-PROD/PROD0000000000354812/A+profile+of+Europe%E2%80%99s+populist+parties%3A+Structures.PDF.
  7.  Erman Çete, Avrupa’da restorasyonlar ve illiberal demokrasiler, soL Haber Portalı, 29 Haziran 2015, http://haber.sol.org.tr/dunya/avrupada-restorasyonlar-ve-illiberal-demokrasiler-120966.
  8.  James Petras Avrupa’yı yazdı: Solcu olmayan solun yükselişi, soL Haber Portalı, 24 Haziran 2015, http://haber.sol.org.tr/dunya/james-petras-avrupayi-yazdi-solcu-olmayan-solun-yukselisi-120531.
  9. Avrupa’da restorasyonlar ve illiberal demokrasiler…
  10.  Galip Munzam, Yunanistan seçimleri üzerine yedi not, soL Haber Portalı, 22 Eylül 2015, http://haber.sol.org.tr/blog/serbest-kursu/galip-munzam/yunanistan-secimleri-uzerine-yedi-not-130490.
  11. Örneğin eski SYRIZA’lı Stathis Kuvelakis, Çipras’ın bir dönemki Rus flörtünün “samimi” olmadığını itiraf ediyor: http://haber.sol.org.tr/dunya/kuvelakis-syrizanin-rusya-ile-yakinlasma-goruntusu-bloftu-128397.
  12. İlgili bağlantı için bkz. https://www.facebook.com/alexandr.dugin/posts/760335743976468.
  13. Bkz. https://goo.gl/WdCxAX
  14. Bkz. https://xaameriki.wordpress.com/2014/05/15/golden-dawn-in-moscow-we-set-the-foundations-of-greek-russian-cooperation/.
  15.  Robert Coalson, New Greek Government Has Deep, Long-Standing Ties with Russian ‘Fascist’ Dugin, Radio Free Europe/Radio Liberty, 28 Ocak 2015, http://www.rferl.org/content/greek-syriza-deep-ties-russian-eurasianist-dugin/26818523.html.
  16. Katılımcılar arasında kimler yoktu ki: İngiltere’deki faşist parti BNP, Alman neo-Naziler (Ulusal Demokratik Parti), İtalya’dan Forza Nuova… Katılımcıların ortak noktası, “ABD ve onların Avrupa’daki kuklalarına karşı mücadele” idi. Ayrıca, Fransız Ulusal Cephe’nin Rusya’dan para aldığı iddia edilmişti. Bkz. http://www.theweek.co.uk/europe/61498/russia-funds-french-national-front-is-moscow-sowing-european-unrest. Diğer sağ-popülist partilerin de bu paradan aldığı öne sürülüyor.
  17. Bu reklamlardan birinde, bir siyahi karpuz yerken görülüyordu. Karpuz kabuğunu yere atan kişi, bunu “Rusların” temizlemesini istiyordu.
  18. Örneğin, Christopher Lawrence, aşırı sağcı ve istihbarat kontrollü Russky Obraz ile Altın Şafak arasındaki ilişkilere dikkat çekiyor: http://www.truth-out.org/opinion/item/18239-greeces-golden-dawn-a-wake-up-call-for-europe.
  19. James Petras, The Two Faces of Capitalism and Left Options, 9 Haziran 2015, http://petras.lahaine.org/?p=2051.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×