Bir Yeni Yıl Yazısı

2016’nın bazı şeyleri geride kalan yıla bırakıp, yoluna bu yüklerden arınmış olarak devam etmesini dileyelim. Bu dileğin gerçek olması için çok neden var.

Haziran direnişinden sola kalan, izleyen 2 yıl boyunca ezber edilen büyük yanlışlar var. Bunları 2015’te bırakmamız mümkün olacak gibi görünüyor.

Yenilenmiş kendiliğindencilik

Kitle direnişinin hesapsız, samimi ve ölçüsüz muhteşemliği karşısında kendini kaybetmek kaderimiz değildi. Devrimciliğin “fıtratında” olduğunu da söyleyemeyiz. Harekete, toplumsal hareketin potansiyellerine duyarlı olmanın çok ötesine geçen bir yenilenmiş kendiliğindencilik Haziran direnişinin sonucu olarak solda boy attı. Bunun yeni yıla geçerken 2015’te bırakılacağını söyleyebiliriz.

Bunu şöyle açayım: Haziran Direnişi’nde iradi olanın, örgütlü olanın eksikliği ortalama(cı) sol tarafından sadece taktik ve operasyonel bir sorun olarak görüldü. Keşke daha örgütlü olsaydık, keşke örgütler daha güçlü girselerdi, keşke hareketi pratik olarak yönlendirme konusunda daha güçlü bir örgütlü inisiyatif oluşabilseydi. Çıkarılan ders bununla sınırlı kaldı. Hatta yer yer ters yönde ötesine geçti: Keşke Haziran’da sadece direniş ortaklığına dayalı yeni bir örgüt haline gelebilseydik hepimiz ve bu örgüt hepimizi sevk ve idare etseydi!

Oysa direnişin sorunu pratik olarak örgütlü olma düzeyinde değildi. Direnişi politik olarak yönlendirecek, onun politik hattını çekebilecek bir örgütlü müdahale bu çocukça ve ortalamacı yaklaşım içinde önemsizleştirildi, 2015’e kalan da, bir politik programla tanımlanan örgütlü hareketin değersizleşmesi oldu.

Yani, 2016’nın geride bırakacağı bir yük, bu sefer çok keskin bir biçimde politik program sorununu perdeleyen, solun zaten çok teşne olduğu ideolojik belirsizliklere açıklığını pompalayan, liberalizme kapıyı ardına kadar açan yeni kendiliğindenciliktir.

Andığımız değersizleşmenin hemen arkasından gelen şüphesiz devrimci sınıf ideolojisinin, Marksizmin düşünsel, ideolojik ve politik mirasının değersizleştirilmesi.

Programatik radikalizm

Haziran’ın gösterdiği, yanlış görüldü. “Ne güzeldi Türkiye (allah için öyleydi) ve bu Türkiye her şeyi biliyordu. Özgürlükse özgürlük, eşitlikse eşitlik. Gözü kara Haziran kitleleri bu topraklarda devrimin cephanesi olacak ideolojik mevzilenmeyi de onun mücadele programını da oluşturmuştu. Üstelik bunu solun, sosyalist hareketin ‘dip yaptığı bir sırada’ yapmıştı. Demek devrimci solun biriktirdikleri o kadar da önemli değildi ve ‘program’ sorunu üzerine yıllarca yırtınmanın bir alemi yoktu. Kitleler programı da sokakta yazıvermiş ve hayata geçirmeye başlamıştı.”

“Solda kimsenin beklemediği bir zamanda hiç öngörmediği bir şekilde patladı Haziran” saçmalığına 1 eşlik eden bu değerlendirmenin birden çok sonucu var. Birisi yukarda andığım yenilenmiş kendiliğindencilik. Bir diğer sonucu ise, tam da Haziran direnişinde kendini gösteren komünistliğin 2 toplumsal birikimde tuttuğu köşeleri, oluşturduğu etkiyi görmemek. Haziran, para geçmeyen parklarıyla, ortaya konulup hep birlikte paylaşılan kumanyalarıyla “komünistliğin” etkisi altındaydı. 3 

2015, Haziran’ın büyük kitle direnişinin önemli bir sözü yüksek perdeden söylediğinin ama bu topraklarda toplumsal kurtuluşun yolunun sadece bu sözle döşenemeyeceğinin anlaşıldığı, daha doğru bir deyişle hazmedildiği bir kapanışa işaret etmelidir.

2016, kitlesel hareket ve pratik radikalizme dönük şekilsiz bağlanmaları geride bırakarak radikal hesaplaşma, düzenden keskin bir kopuş, gerçekten devrimci bir “başka alem” mücadelesine yer açacaktır. Kitleleri ateşleyen tepkiselliğin, kalıcı, sistematik ve tutarlı bir hedef radikalizmi ile buluşturulması sorununu unutanlar hatırlayacaktır. Hatırlayanlar yürüyecektir.

2016 ile birlikte geride kalacak olanlardan birisi de şüphesiz ordusuz generallerin düzen karşıtı sol içinde yarattıkları karmaşa.

1980’li yılları andıran argümanlarla sahne alan örgüt ve ideoloji düşmanlığı ne diyordu: Kürt hareketine dönük sınıf kuşkuculuğu ve siyasal programı merkeze alan bir doktrinerlik, kitle hareketinin ve toplumsal muhalefetin başarısı önündeki temel engellerdir!

TKP heyecanı (!) çabuk tükendi

2015’e bu iklimle girdik. Türkiye Komünist Partisi’nde yaşanan likidasyon girişimi, bu iklime ek bir güç vermişti. Sınıf hareketinin ve onun siyasal öncüsünün ideolojik, politik ve örgütsel bağımsızlığı fikri 2000’li yıllarda TKP’de cisimleşiyordu. Kimi “bağımsız” sosyalistler ve Kürt hareketinin çevresinde kümelenerek başarı arayan örgütlü gruplar TKP’nin yediği darbeyi “sekterliğin ve steril politikaların sonu” olarak alkışlarken, genel olarak “örgütlü birikim”i değersizleştirmek uzamış 2014’ün modasıydı. Liberalizmin bildik argümanlarıyla, çoğulculuk, eleştiri özgürlüğü, “yenicilik” ve kopuşçulukla soldaki birikim merkezlerini bombalayanlardan ayırarak söyleyebiliriz ki, “ideolojik netlik ve teorik sağlamlık”ta ısrarlı bir damarın parçası olan pek çok “bağımsız sosyalist” de yaratılan karmaşanın etkisi altına girdi.

Bunun içinden çıkansa, politik üretkenliği, stratejik derinliği ve reel politika ustalıklarını örgütsüz akıla yükleyen bir idealist eğilim oldu. Ordusuz generallerin, akıl verme, strateji görünümlü anlık esinlenmelerle sosyalist stratejiyi ikame etme pratikleri örgütlü öncü hareketin güç biriktirmeyi ve politika üretmeyi bir bütünün parçaları olarak gören yaklaşımlarının yerini dolduramadı.

2016’da geride kalan, politik stratejiyi, sistemli bir çalışmayla örgütlenme ve toplumsal etkiyi artırma çabasından bağımsız gören “think tank”ciliğin yarattığı politik karmaşa ve ideolojik belirsizlikler olacaktır.

Bu tabloda “birlikçiliği” anmazsak olmaz.

2016, üstelik tatsız deneyimlerin ardından bir de bunu geride bırakacaktır. Birlikçilik, bildiğimiz birlikçiliktir. 40 yıldır özü değişmeyen argümanlarla solda popüler olmuştur, 2015’te de bu devam etmiştir.

Politik program sorununu bütünüyle toprağa gömen, yenilgi psikolojisini ve mesnetsiz bir paniği pompalamayı her zaman en başa yazan birlikçilik, son dönemin pratikleri ile çürütülmüş olarak 2015’te bırakılacaktır.

2015’in özgün birlikçiliği abartılı ve gerçeklikten kopuk iyimserlik ve iddialarla, yine abartılı ve gerçeklikten kopuk korkuları birleştirmişti. “Faşizm (yine) geliyor birbirimize sarılalım” paniği ile “sokak kazanacak, sarayı yıkacağız, hep birlikte” goygoyu aynı anda bunun malzemesi olabildi. 2016’ya bu eğilimi tüketmiş bir solla girmiyoruz elbette. Ama yeni dönemin etkili devrimci pratiğinin buradan çıkmayacağı kolaylıkla görülebiliyor. Sisteme dönük radikal yıkıcılık, yeni bir düzene kilitlenen devrimci politikalar, tepkilere değil tarihsel çıkarlara yanıt üreten programlı radikalizm 2016’ya güçlü giriyor.

Son olarak şu soru sorulabilir: Bunları 2015’e emanet edip geride bıraktıktan sonra 2016’ya ne götürüyoruz? Yukarda andığımız zaaf ve sorunlar aynı zamanda belli boşlukları dolduran, belli aranışlara yanıt veren şeylerdi. Buradaki boşalmanın sadece radikal aydınlarda değil, toplumsal harekette de sadece bir bozgun anlamına gelmeyeceğinin garantisi nedir?

Görünen, 2016’ya yenilgi psikolojisinin ağır bastığı, “buradan da bir şey çıkmadı” diyerek bir tür nihilizme yerleşen bir tabloyla girmediğimizdir.

Son 10 yıla damga vuran kara gericilikle de, düzenle de barışmamış, kavgası süren toplum kesimleri, gençler, aydınlar ve kentli emekçiler… Bunlar (eğer yaşanan bir bozgun ise bozgundan) ders çıkarmış olarak, yol arıyorlar. Yukarda andıklarım aynı zamanda bu çıkartılmış derslerdir.

 

SİYASETTE “İDDAA” SEZONU

Bu kısa yazıda merkeze koyduğum 2016’ya girerken geride bıraktığımız sorunlardı. 2015’in ikinci yarısı bu konularda bir olgunlaşma dönemi olarak yaşandı zaten.

Olgunlaşmanın zemininin oluştuğu, gerekliliğinin hissedildiği ama tamamlanmadığı bir konu var ki, onu ayrı bir ek olarak görmek de onunla bitirmek de mümkün.

Bu, düzen siyasetinin dışında duran politik kişi ve yapıların paylaştığı bir zaaf. Bu düzen dışı kesimlere düzen siyasetinin marjına yerleşmiş olanları da ekleyebiliriz.

“İddaacılık” ve anlık siyaset diyebilirim.

Geride bıraktığımız 13 yılda, bu ülkede siyaset çok sayıda tanımlanabilir, gözlemlenebilir öznenin katılımıyla yapıldı. Irak işgali, İsrail’le ilişkiler, Barzani, Suriye, “paraleller”, TSK… Olaylar ve özneleri, tarihsel eğilimleri ve iç ilişkileri bakımından tasnife açık, gözlenebilir durumdaydılar.

Ve düzen karşıtı hareketlerin olaylar arasındaki ilişkileri, yer alan özneler arasındaki ilişki ve karşıtlıkları çözmesi, buradan yola çıkarak politik uyarı ve deklarasyonlarda bulunması hem mümkündü, hem de gerekli.

Burada ayar kaçtı.

Örneğin neredeyse 6 aydır, siyaset erbabı olarak sol aydın, az-entelektüel futbol yorumcularına rahmet okutuyor. Olayların “gerçekte” nasıl olduğu, “şimdi bizi neyin beklediği”, hangi olayın arkasında “hangi gücün” olduğu konularında politik çıktı hesabı (kimi ne yönde harekete geçirir, hangi yanlış yönelimi bastırır ve hangi karşı hareketi bozar hesapları) olmaksızın “iddaa”larda bulunma hastalığı ile karşı karşıyayız.

Sorunun birkaç boyutu var. Birincisi, olaylar ve özneler arasında birbirini izleyen, dolayısıyla her hamlede ilişki ve dengeleri, ve kaçınılmaz olarak geçmişi yeniden oluşturan bir çatışma var.

Kirli siyasetin yarattığı dumanlı havada, artık tüm güçlerin ilkesizliğe ve kirlilik yaratmaya hız verdiği bir zamandayız. Bu yüzden “objektif gerçek”lik de her gün yeniden yazılabilen, tarafları yeniden tanımlanabilen bir halde.

Örnek için…

Rus uçağı provokasyonunun, AKP Türkiyesi’nin müttefiklerine yaptığı bir emrivaki olduğu ilk saatlerdeki tepkilere bakılarak pekala söylenebilir. İzleyen günlerde bunu destekleyen, en azından müttefiklerinin provokasyonu yapan AKP’yi biraz terbiye etmek üzere yalnız bıraktıkları görüşünü besleyen gelişmeler de oldu. Özel olarak örneğin AKP’nin kendisinin çok da işine gelmeyen bir dengeyi bozmak üzere Viyana’ya kurşun sıktığını ve bununla müttefiklerini de zora soktuğunu söylemek mümkündü.

Sonrasında çıkan tablo ise tersine provokasyonun belirli bir bütünlük içinde yapıldığını, müttefiklerin bir kez daha bölgenin diğer güçlerine karşı Erdoğan Türkiyesi ile benzer hassasiyetleri paylaştıkları biçimindedir.

Tüm bunların üzerine işin aslının ilk söylendiği gibi olduğu, yani Türkiye’nin müttefiklerinin de tepkisini alan bir provokasyona giriştiği ve fakat Rusya’nın fırsatçılığı karşısında müttefiklerinin “yedikleri kazığı” unutup bu fırsatçılık karşısında provokasyonu yapan AKP’nin arkasını aldığı da düşünülebilir.

Bu verilerin hepsi değerlidir. Bir kehanet, “doğru fotoğraf” olarak değerlerinin ötesinde dinamikleri, çekişmeyi ve çekişmenin yasalarını tarif eden formüller olarak da değerlidir.

Bunun ötesine geçip, güçlerin diziliminin artık netleştiği, kimin kimi ne kadar arkalayıp ne kadar harcayacağının belirginleştiği söylenemez. 4 

Üstelik bu dar konjonktür analizciliğinin, “iddaacılığın” kolaylıkla “aslında ortada tanımlanabilir güçler de yok, üst akıl bir yana akıl bile tartışmalı” kestirip atmasına kavuşması da çok kolay olabiliyor.

İkincisi, açıkça bu tabloda “gerçekler” değil gerçek önemli hale geliyor. “Bu kadar çok ‘algı operasyonu’nun olduğu yerde ‘büyük resmi’ görmek de yeterli değil.” 5 Kendi fırçasıyla resme dahil olmadan, resmi görmeye çalışmak gerçekten lüzumsuz bir çaba.

Üçüncüsü, devrimci siyasetin sınıf mücadelesinin objektif gerçekleri ile kurduğu ilişkinin artık çok daha fazla stratejik olması gerekiyor. Yani bütünlüklü bir mücadele kurgusu içinde anlamlandırılamayan, devrimci öznenin gelişme çizgisinin içinden görülemeyen “gerçekler” karanlık ve yanılsamalı kalmaya mahkum oluyor.

Yani 2016’nın, 2015’e emanet edip kaçması gereken bir başka zaaf da bu: Devrimci stratejinin zorunlu bir parçası olan gözlem ve taktik aklı kullanırken hedef, örgüt/özne, süreç bağlamını bir kenara koymak.

Burada da belki şöyle seslenmemiz lazım: Bırakın twitter bir gün de mevzuyu tam 12’den vuran analizlerinizden mahrum kalsın. Nasılsa üç gün sonra bir kısmını siz bile hatırlamayacaksınız!

Şaka bir yana buradaki sorun özellikle devrimci siyaset kurguları ile ilgili. Marksist düşünce ve örgütlenme pratiklerinin içinde şekillenmiş pek çok örgütsüz aydının yanlış bildikleri bir şey var. Bunu şöyle özetleyebilirim: “Evet, pratik için örgütlü olmak gerekir. Toplumsal mücadelenin pratik boyutu, eylemi, mitingi, şusu busu örgütlü olmayı gerektirir. Ama teorik üretim için, politik düşünce üretimi, politik strateji geliştirme için örgütlülük bir zorunluluk değildir.”

Bu görüş, belirli bir kesitte “basit ve açık bir doğru” gibi görülebilir ama bütüne bakıldığında ve anlık değil tarihsel eğilimler değerlendirildiğinde doğru olan bunun tam tersidir. Örgütsüz pratik pekala mümkündür. Bazen varolan örgütlerin çevresinde, bazen ortaya çıkan kendiliğinden hareketliliklerde yer alarak… Örgütsüz de politik etkinliğin, devrimci pratiğin içinde yer alınabilir.

Stratejik konumlanış, politika üretimi, giderek teorik üretkenlik… Asıl bunlar için örgütlülük gerekir. Politik düşüncede tutarlılık bile ancak örgütlü/kolektif düşünce/eylem bütünlüğü içinde sağlanabilir.

2016, unutulanların hatırlandığı, aşılmış olanın geride bırakıldığı, ortaya çıkanın birikmiş olanla karşı karşıya getirilmeden kapsandığı bir mücadele yılı olmasını dileyerek bitirelim.

 

Dipnotlar

  1.  Evet bu bir saçmalık. Sadece komünistlerin değil, solda genişçe bir kesimin öngördüğü fay hattında, hiç de beklenmedik olmayan bir anda koptu Haziran. Bulduğu biçimler, kitle hareketinin cüretkarlığı… Bunlar benzersiz ve beklenmedikti. Ama başka türlüsü mümkün mü? Kitle hareketleri bu sayede sarsıcı olmuyor mu zaten?
  2. Solun, solculuğun, sosyalizmin de diyebilirdim. Komünist kelimesini tercih etmemin burada inatla ya da “sol” ve “sosyalist” olana dönük hayal kırıklığı ile ilgisi yok. İşaret ettiğim etkiler, paylaşmacılık, eşitlikçilik gibi “genel olarak sola” değil de komünistliğe tapulu olan şeyler. Ve burada bir Komünist Parti’li olarak ödün veriyorum: Komünistliği burada, örgütlü komünistlikten ayrı bir şey olarak, ortaklaşmacılık, “kara paylaşma” olarak anlamlandırıyorum.
  3.    Peki Haziran bu muydu? Eşitlik miydi? Paranın padişahlığını yıkma iradesi miydi? Hayır. Haziran gerçekten ve belki de sadece “özgürlükçülük”tü. Liberal tasalluttan kurtarılmış, “serbestiyetçilikten” farklı ve militan bir anlam kazandırılmış özgürlükçülük.
    Fazlası değildi. Ama Haziran’ın ne olduğu başka bir sorudur, Haziran’da olan, Haziran’a yansıyanları ortaya koyan sorular ayrı.
    Burada söylediklerim “Haziran neydi” sorusunun cevabı değildir. “Türkiye’de eşitlikçi bir sınıf ideolojisinin toplumsal yaşamın ve algının bütününde bıraktığı izler var mıdır? Haziran’da bu izleri gördük mü?” Burada yanıtladığım bu sorulardır.
    Şu ikili üzerinde düşünülebilir. “Haziran’a” “herkes özgür olmalıdır, yasaklar olmamalıdır değil mi?” sorusunu sorsaydık, en azından o günlerde herkesten “evet tam olarak bunu istiyoruz” yanıtını alırdık. “Herkes eşit olmalıdır, para olmamalıdır değil mi?” sorusu ise böyle bir yekvücut yanıt alamazdı. Fakat dediğim gibi, ikinci sorunun toplumsal hafzalada kendine açtığı meşruiyet alanı da hafife alınır gibi değildi ve bu Haziran’da da görüldü. Haziran “para olmasın” değildi ama “parkta para geçmiyor” tüm Hazirancıların gururla tekrarladığı bir gerçekti.
  4.  2003 Irak işgalini izleyen yıllara bakabilirsiniz. ABD’nin bu hamlesinde bölgenin en katı görünüp en oportünist olan güçlerinden birisi olan İran’ın “buyur geç” demesi önemli bir etken değil miydi?
    Peki bugün varılan noktada, Irak’ta iç hesaba katılmamış bir Şii merkezin nasıl güç kazandığı açık değil mi? Üstelik Irak işgali, İran’ın Irak’taki şii nüfus ve güçlerle arasındaki ciddi tarihsel mesafeyi kapattığı da söylenemez mi?
    Peki tüm bunlar çarşafa dolanmış ABD’nin bir emperyalist güç olarak belirleyiciliğini sorgulamamıza neden oluyor mu?
  5. Cümlede tırnak içinde geçen algı operasyonu ve büyük resim Cem Yılmaz’ın “Ali Baba ve 7 Cüceler” filminde alaya aldığı kalıplar. Filmde bu kalıpları farklı zamanlarda kullanan karakter, tam olarak psödo-bilimsel, kuşkucu halk tipi siyaset yorumcusunu karikatürize ediyor. Emekli kahveleri ve taksi durakları bu karikatürleşmiş insanlarla doluyor. Dışişleri Bakanlığı ve MİT koridorlarındaki nüfuslarını bilemiyoruz.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×