Bir Zamanlar Disk

Geçtiğimiz aylarda, olaylı bir DİSK Genel Kurulu’nu geride bıraktık. Olaylı ifadesini kullanmamın sebebi tek başına AKP’li bakanın protesto edilmesi değildi, DİSK’in içerisinde bulunan üç sendikanın, Maden-İş, Nakliyat-İş, Sosyal-İş, eski ve yeni yönetimi protestoları ve önümüzdeki dönemde yeni yönetimle mücadele içerisinde olacaklarını açıklamalarıydı.1 “Muhalif” sendikalar sonraki açıklamalarında her ne kadar, çubuğu biraz daha DİSK yönetiminin yaptığı “olumlu” faaliyetleri destekleme ve “olumsuz” faaliyetlere karşı çıkma gibi belirsiz bir noktaya doğru bükseler de, yeni yönetimin faaliyetlerini değerlendirecekleri perspektifin, DİSK’in kuruluş ilkeleri ve sınıf ve kitle sendikacılığı olduğunu iddia ediyorlardı.2 Elbette, bu açıklamaları yapan sendikaların samimi olup olmadıkları, gerçekten “DİSK efsanesi”ni canlandırmaya mı çalıştıkları, yoksa daha ziyade sol romantizmi, eleştirellikten uzak bir tarihsel okumayı ve gerçekten yaşanmış bir tarihsel deneyimi bazen kalifiye, ama bazen de bir o kadar üstünkörü yapılan değerlendirmelerle yamayan kendinden menkul bir “efsane” anlatısından faydalanıp, sendika içi politikalar doğrultusunda kullanmaya mı çalıştıklarını bilmek, bu günden zor. Ancak biz, o meşhur DİSK ilkelerinin, DİSK’in kurulduğu tarihte ne anlama geldiği üzerine bir tartışma yürütebiliriz ve böylesi bir tartışma, Türkiye’de günümüzde tükenmek üzere olan sendikacılığa yeni bir nefes üflemek isteyenlere bir ışık tutabilir. Öyleyse, gelin, tabandan gelen işçilere ve iş yeri örgütlenmeleri ve mücadelelerine dayanan, “hak” alma mücadelesinin hakkını veren ve bütün bunları sosyalist bir dünya perspektifiyle birleştiren DİSK’in kuruluşu çerçevesinde tarihsel bir yolculuğa çıkalım ve bu önemli “olay”ın tarihsel dinamiklerine bir göz atalım.

İş yeri mücadeleleri

Efsaneler bazen bize doğruları söyler. DİSK’in tabandan gelen işçiler tarafından kurulduğu ya da tabana dayandığı da büyük oranda doğru, ya da uzun süreler, hiç olmazsa 1970’lerin sonlarına kadar, doğruluğunu sürdüren bir efsanedir. Elbette, bu işçiler 1967’de birdenbire ortaya çıkmadı, DİSK’i kuran sendikacılar/işçiler büyük oranda 1945 sonrası ortaya çıkan bir sendikal kuşağın ve bunların iş yeri düzeyinde yürüttükleri mücadelelerin bir sonucuydu. Dolayısıyla, DİSK’in kuruluş ilkelerini 1945 sonrasının sendikal mücadelelerine kadar götürmek mümkündür.

Bilimsel bir uğraş olarak tarih yazımı tartıştığımız konulara ve sorularımıza bağlı olarak hikayelerimizi belirli zaman dilimleri ile sınırlamamızı gerektirse de, gerçek tarihsel süreçler böylesi sınırları tanımazlar. Örnek olarak, işçi sınıfının oluşumu üzerine kalem oynatan bir kişi, kendisini Sanayi Devrimi ile sınırlandırsa da, E. P. Thompson’un bizi uyardığı üzere, işçi sınıfını oluşturan bireyler fabrikalara hiç bir geçmiş deneyimleri, mücadele pratikleri olmadan gelmediler, daha ziyade kendi geçmiş deneyimlerini, kolektif ya da bireysel mücadelelerini yeni çalışma yerlerinde, yeni koşullarla harmanladılar.3 Bu anlamda, 1945 sonrası sendikacılığı da Türkiye’de hiç yoktan var olmadı. Mesela 1947’de kurulan ve ileride TİP ve DİSK’in kuruluşunda önemli bir rol oynayacak olan Maden-İş’de önemli görevler üstlenen Üzeyir Baba, ya da gerçek adıyla Üzeyir Kuran, veya Yusuf Sıdal 1920’lerin sendikacılığında önemli isimlerdi.4 Ancak ne yazık ki, 1945 sonrası sendikal hareketinin bu tarihten önce yaşanan deneyimlerle daha kapsamlı ve güçlü tarihsel bağlarını kuracak kadar kaynak elimizde mevcut değil. Elbette, bunda uzun süren sendika kurma yasağının da etkisinin büyük olduğunu belirtmek gerekir.

Ancak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında sendikal faaliyetlerin önünde siyasi bir fırsat yapısının5 açıldığı bir gerçektir. Türkiye’de işçi sınıfı tarihi literatüründe işçilere ve sendikalara tanınan yasal hakların devletin sunduğu olanakların eseri olarak mı, ya da işçilerin mücadelelerin eseri olarak mı verildiği uzun süreden beri devam eden bir tartışma konusudur.6 1945 sonrası için ben daha çok faktörlü bir açıklamanın geçerli olduğunu düşünüyorum. Dünyada, İkinci Dünya Savaşı sonrasının sendikal gelişmelerinde, burjuvazinin sınıf hareketini engelleme ve bu hareketlerin komünist siyasetle buluşmasının önüne geçme çabası, sınıf hareketlerini reformist bir kanala aktarmak ve bütün bunlar için ABD öncülüğünde demokratik kurumların inşası önemli bir rol oynamıştı.7 Savaş sonrasında egemen kapitalist ülkelerle yakınlaşmak isteyen Türkiye’de burjuva iktidarı bu gelişmelerin gayet farkındaydı, dahası ülkede özel sanayiyi kuvvetlendirmek isteyen iktidar, olası “yıkıcı” sınıf kavgalarının önüne geçebilmek için, burjuva demokratik kurumları inşa etmek ve işçi kitlelerini yeni oluşturacağı hegemonyanın içine dahil etmek arzusundaydı. Bu, aynı zamanda sayısal olarak artacağı ve toplumda önemli bir yer edinileceği düşünülen işçilerin, bağımsız bir sosyalist-komünist hatla bir ara gelmesinin engellenmesinin de önemli bir yolu olarak düşünülüyordu. Gerçekten de 1945 sonrası, Türkiye’de tarafların sözüm ona eşit muamele gördüğü düşünülen Batı menşeili sınai demokrasi kavramı, sendikaların yeni kurulacak olan sanayideki vazifeleri ve işçilerin vatandaş olarak hal ve ödevleri üzerine yaygın kamusal tartışmalar ortaya çıktı. Ancak mesele sadece olası sınıf savaşlarının önlenmesi ve işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki “çıkar birliği”nden ibaret değildi. Dönemin hakim sınıfları, savaş koşullarının yarattığı yaygın kentsel yoksulluğun ve özellikle emek rejimi üzerindeki yaygın despotik uygulamaların özellikle İstanbul işçileri üzerinde yarattığı huzursuzluğun gayet farkındaydılar.

Ancak, günümüzde yaygın olan kanının aksine hiç bir burjuva iktidarı tek başına muhalif grupların ya da ezilen sınıfların rızasını alarak yoluna devam etmez, zor, burjuvazinin iktidarını sürdürmek için kullandığı önemli bir diğer araçtır. Dolayısıyla 1946 yılında sendikaların kurulmasından sonra, özellikle İstanbul, Adana ve Ankara gibi görece sanayileşmiş kentlerde kayda değer sayıda işçiyi örgütleyen ve büyük oranda sosyalist sendikaların elinde olan sendikaların behemehal kapatılması bir tesadüf değildi.8 İktidar partisi olan CHP’nin bundan sonraki hamlesi ise 1947 yılında oldukça sınırlı bir yasayla ve sendikaların iç işlerine müdahale ile sendikaları ve dolayısıyla işçileri kendi kontrolüne alma çabası olacaktı.9 Gerçekten de 1947 yılında kurulan sendikalar 1946 sendikalarına göre devletin çizdiği sınai ilişkileri çerçevesine daha uygun, “milli çıkarlar” söylemini daha çok benimsemiş, işçi sınıfı ve burjuvazi arasında işbirliğini sağlamak adına sendikaların “sorumluluklarını” dillendiren10 veya dönemin iki burjuva partisi, CHP ve DP, ile doğrudan ya da dolaylı bağlara sahip olan örgütlerdi.11

Bununla birlikte, 1947 sendikacılığını tamamen düzen içi bir sendikacılık görmek ve Türkiye sendikal hareketini bütünüyle çeşitli iktidarların dümen suyuna soktuğunu iddia etmek ciddi bir yanlış olacaktır. Yukarıda sayılan bütün olumsuzluklara rağmen, yine bu sendikal hareketin içinden daha sonra DİSK’in ilkeleri olacak, düzenden bağımsız sendikacılık, iş yerinde mücadeleden sakınmayan bir anlayış ve gerçekten de bu ilkeler doğrultusunda hareket eden bir sendikal hareket de boy vermişti. Dolayısıyla, yukarıda bahsedilen siyasi fırsat yapıları hakim sınıfların sendikal hareketi bütünüyle kontrol altına almasıyla sonuçlanmadı, bu yapılar istenmeyen sonuçlara da yol açtı.  Gerçekten de, mesela 1956 yılında bizim bildiğimiz ismini alan, İstanbul özel metal sektöründe 1960’lara doğru ciddi bir örgütlenme gerçekleştiren Maden-İş 1950 yılı boyunca, özellikle Kemal Türkler ve ekibinin başa gelmesiyle birlikte DP hükümetine karşı grev hakkını tavizsiz bir şekilde savunacaktı.12 Yine aynı sendika özellikle 1954’den sonra açtığı iş ihtilafları ile iş yeri düzeyinde önemli mücadeleler içerisine girdi. Maden-İş 1960 yılından önce sektörün hemen hemen bütün büyük fabrikalarında, Türk Demir Döküm, Kavel, Arçelik, Profilo, Rabak, patronlarla veya menajerlerle yasal iş ihtilafları dolayımıyla çatışmıştı. Bunlara ek olarak, 1947 yılının bağımsız ve mücadeleci sendikaları sendikal tabandan ve iş yeri örgütlenmesinden hiç bir zaman kopmamışlardı. Zaten sendikacıların çoğu aynı zamanda fabrikada çalışan işçilerdi, ve aynı zamanda iş yeri düzeyinde yasal işçi temsilcileriydi. Aslında, bu dönemde sendika yöneticileri-işçi temsilcileri sendikal faaliyetler dolayısıyla en baskı gören kesimi oluşturuyorlardı. Yusuf Sıdal 1948’de, Kemal Türkler 1955’de ve Maden-İş Topkapı Şubesi’nin başkanı olan Adnan Arkın 1960’da temsilcilik yaptıkları fabrikalardan atılmışlardı.13 Dahası sendika yöneticileri kalifiye ve usta işçiler kadar sıradan, yarı-kalifiye işçilerden de oluşuyordu. Örnek olarak, 1957’de seçilen Maden-İş yönetimi kalifiye işçiler kadar altı tane de kalifiye olmayan işçiden mürekkepti.14  Bu anlamda, sendika yönetimi ile sıradan üyeler arasında doğrudan ve güçlü bir ilişki vardı. Bütün bunların yanı sıra, DİSK’i kuran bağımsız sendikaların en önemli özelliklerinden birisi, işçilere modern bir hak nosyonu, sınai toplumda kendilerinin toplumsal değerlerinin üreticisi olduğu yönünde bir bilinç kazandırma çabalarıydı. Bu sendikaların işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki ilişkiyi çatışmadan çok çıkar birliğine dayandırdığı ve hatta bir çoğunun da “sınıf” vurgusundan kaçındığı da doğrudur, bununla birlikte üyelerine toplumsal değerlerin asıl üreticisi olduklarını da sıklıkla telkin etmişlerdir. Tam da bu anlamda, bu sendikalara göre işçilerin devlet ve sermaye sahiplerinden talepleri kendilerine sunulan bir “ihsan” yerine, “işçi vatandaş”ların haklarına, özellikle 1960 sonrasının kamusal tartışmalarının belki de en önemli kavramı olan sosyal adalete dayanıyordu. Bu haklılık duygusu, emeğinden gurur duyma bilinci, ve toplumsal değerlerin üreticisi olmaya dair bir farkındalık işçilerin mücadele duygularına dair ciddi bir meşruiyet sağlıyordu.15 Tam da bu noktada, bu sendikalar her ne kadar idealinde işçi sınıfı burjuvazi işbirliğini dillendiriyorsa da, ülkede var olan gerçek sınıfsal ilişkilere baktıklarında gördükleri sermaye sahiplerinin tavrından kaynaklı yaygın bir adaletsizlikti16 ve bundan da önemlisi bu adaletsizliği gidermenin yolunun işçilerin birlikte mücadele etmeleri gerektiğinin üzerinde durmalarıydı.17 DİSK’i kuran sendikaların üzerinde yükseldiği böylesi bir mirastı.

Mücadele sosyalizm ile buluşursa

Milli çıkara dayalı bir dilin söylemlerinde önemli bir yer tuttuğu 1960 öncesinin mücadeleci sendikaları, 27 Mayıs darbesinin arzu ettikleri işçi haklarını getireceğine inanıyorlardı. Bu sendikalar darbeyi desteklediler; dahası, darbeden sonra söz verilen hakların tanınması için ciddi bir lobi faaliyeti yürüttüklerini söylemek yanlış olmayacaktır.18 Ancak bu faaliyet kısa bir süre içerisinde işçilerin kolektif eylemleri ile tekrar birleşti. Darbeden sonra çeşitli işçi haklarının, ki bunların işçiler ve sendikalar açısından en önemlisi grev hakkıydı, alınması için bir çoğunun sonradan DİSK’i kuracak sendikalardan oluşturduğu İstanbul İşçi Sendikaları Birliği Saraçhane’de 31 Aralık 1961’de büyük bir miting düzenledi. Mitingin en önemli taleplerinden birisi ise sosyal adaletin sağlanmasıydı.19 Bu eylem 1960’ın yaygın işçi hareketliliklerinin ilk adımıydı. Ancak burjuvazi de bu dönemde boş durmamakta ve özellikle iş yerlerinde güçlü bir sınıf hareketinin gelişmesini önlemek için önlemlerini almaktaydı. Burjuvazinin bu konuda atacağı en önemli adım ise işyerleri düzeyinde mücadeleci sendikal hattı zayıflatmak olacaktı.

Gerçekten de kısa bir süre sonra işçi sınıfı ile burjuvazi böylesi bir sendikal hattın zayıflatılması bahsinde, Vehbi Koç’un Kavel fabrikasında karşı karşıya geldi. Burada sendikal tarih ve DİSK için önemli olan husus, Kavel’de patlak veren grevin en önemli sebeplerinden birisinin patronların bağımsız ve mücadeleci bir sendikal hattı ve bunu yürüten militan işçi temsilcilerini fabrikadan atmak istemesiydi. Ancak Kavel işçileri temsilcilerine sahip çıktılar ve henüz grev yasası çıkmadan fabrikada başlayan direniş-grev 36 gün sürdü.20 Bu sahne metal sektöründe bir yıl sonra, grev yasası doğrultusunda kolektif görüşmelerin çıkmaza girmesiyle tekrarlandı. Bağımsız ve mücadeleci hattını iş yerlerinde korumak ve güçlendirmek isteyen Maden-İş, iş yeri disiplin komiteleri maddesini toplu sözleşmelerin kırmızı çizgisi olarak belirleyince, özellikle Vehbi Koç’un simgesi olduğu metal patronları anlaşmaya yanaşmadılar ve Maden-İş temsilcilerini fabrikadan atmaya çalıştılar. İşçilerin buna tepkisi bir kez daha grev oldu, Arçelik, Singer ve Türk Demir Döküm’ün de içinde yer aldığı bir çok fabrikada greve gidildi, ancak bu kez kazanan patronlardı.21

Buna karşın, mücadaleci bir sendikal hat Türkiye’de kendi yolunu çizmişti artık. Bu hat, söz konusu sendikaların içinde yer aldığı TÜRK-İŞ’i de rahatsız etmeye başlamıştı. TÜRK-İŞ’in 1964 Ataş Rafinerisi, 1965 Mannesman, 1965 Bozkurt Tekstil grevinde takındığı tutum, 1965 Kozlu olaylarında işçileri ve sendikacıları komünistlerin oyununa geldikleri yönündeki ithamları ve akabinde meşhur Paşabahçe Grevi’nde işveren sendikası ile Kristal-İş’in haberi olmadan anlaşması ve grevi devam ettirmek üzere kurulan komitede yer alan sendikaların konfederasyondan ihraç edilmesi DİSK’in kurulmasına giden yolu açtı. Doğrudur, son yıllarda DİSK’in kuruluşu üzerine kalem oynatan emek tarihçileri, DİSK tarafından o dönemde öne sürülen TÜRK-İŞ’den ayrılma gerekçelerini çok inandırıcı bulmazlar. Ayrılmaya yol açan olayları daha çok TİP’in 1965 seçimlerinde Meclise 15 milletvekili sokması ve buna karşı bir hamle olarak konfederasyon içerisinde AP’nin etkinliğinin 1966 TÜRK-İş Kongresi ile iyice artması sonucunda, TİP kurucusu sendikalara yönelik baskının yoğunlaşması ile ilintilendirirler.22 Ancak, yine de mücadeleci bir hattı benimsemiş olan sendikaların özellikle Paşabahçe Grevi’nden sonra TÜRK-İŞ’ten ihraç edilmelerinin, böylesi bir hattı konfederasyon içerisinde sürdürmelerinin zorluğu konusunda bardağı taşıran damlalardan biri olduğunu da belirtmek gerekir. En az bunun kadar önemlisi, ülke sathında sosyalizmin artan etkisi ile birlikte, söz konusu mücadeleci sendikal hattın sosyalist bir çizgiyle daha açık bir biçimde buluşmasıdır. Zaten, DİSK’in taçlandırdığı ve taşıdığı tarihsel miras tam olarak budur, eğer bir DİSK efsanesinden halen bahsedeceksek, vurgu yapmamız gereken işçi sınıfı mücadeleceliğinin sosyalizmle buluşmasıdır.

Elbette bu buluşmayı TİP’in kurulduğu tarih olan 1961’e kadar götürebiliriz. TİP bu tarihte söz konusu mücadeleci sendikalar tarafından kurulmuştur ve bunların bir kısmı, özellikle Maden-İş (Kemal Türkler) ve Lastik-İş (Rıza Kuas), DİSK’in kuruluşuna da öncülük edecektir. Ancak, bu sendikacılar 1961’den sonra şu ya da bu nedenle açık bir sosyalist hat izlemezler. Söylemleri ve sendikal politikaları halen işçi sınıfı-burjuvazi arasındaki “ortak çıkar”lara ve “işbirliğine” dayanır.23 Hatta bu tavır Maden-İş’de yenilgiyle sonuçlanan 1964 grevlerinden sonra bile devam eder.24 Ancak yine aynı yılda Maden-İş içerisinde ilginç gelişmeler de olur. Sendikanın eğitimlerini TİP’li marksist aydınlar düzenlemeye başlarlar ve burada işçi temsilcilerine ve işçilere verilen eğitim açık bir şekilde marksisttir.25 Dahası 1965’den itibaren Maden-İş dergisinin girişi yazısını Kemal Sülker kaleme almaya başlar. Sülker’in yazılarında vurguladığı şey ise Türkiye’de özelde işçi sınıfının ve halkın çektiği sıkıntıların bir kaç kötü niyetli patronun ve siyasetçilerin davrnaışları olmaktan çok, bizatihi ülkede üretimin kapitalist örgütlenmesinin ve onun merkezinde durduğu siyasi ve iktisadi ilişkilerin sonucu olduğudur. Buna karşın Sülker Maden-İş için kaleme aldığı yazılarda Türkiye’nin kurtuluşunun sosyalizm olduğunu açıkça dillendirmez ve çare olarak bir üçüncü-yol önerir.26 Maden-İş’in sendikal söyleminde Türkiye’nin ancak ve ancak sosyalizm ile kurtulacağı ise DİSK’in kuruluşu sonrasına kalır.27

Son söz:
DİSK’in kuruluşu ve mirası

Çeşitli anlatılardan anlaşıldığına göre DİSK’in kuruluş çalışmaları 1966 yılı başlarında Maden-İş öncülüğünde başladı. Akabinde, 14 Ocak 1967 tarihinde 17 sendika bir toplantı yaptı ve DİSK’in kurulacağını ilan etti. Bu toplantı sonrası yayınlanan bildiride, yeni konfederasyonun görevinin kısaca işçi hareketine devrimci bir öz kazandırmak, işçilere sınıf bilinci aşılamak ve emekçi halkın zaferine ulaşmak olduğu belirtiliyordu. Bu toplantıdan sonra çalışmalar hızlandı ve DİSK 13 Şubat’ta kuruldu. İlk DİSK belgelerinde sosyalizm sözcüğü geçmiyordu, ama kapitalist olmayan yoldan kalkınma, devletçilik ve anti-emperyalizm, devrimci sendikacılık bu belgelerin sıklıkla üzerinde durdukları kavramlardı. Ancak, sonrasında DİSK açıklamalarında DİSK’in temel hedefinin sosyalizmi inşa etmek olduğu sıklıkla vurgulandı. 1968-1971 arasındaki açıklamalarında ise DİSK, Üçüncü Dünyacı bir sosyalizm anlayışı ile ortodoks marksizm arasında bir dil tutturdu, ancak 1969 seçimlerinde TİP’e verilen destek, öğrenci ve işçi eylemlerine karşı artan İslamcılara karşı net bir aydınlanmacı tutum ve 1 Mayıslarda yayınlanan bildirilerde dile getirilen sosyalist iktidar arzusu DİSK’in çizgisini daha da netleştirdi.28

Bununla birlikte, DİSK’in asıl kuruluşunun ise 1968-1971 arasında verilen mücadelelerde yattığını söyleyebiliriz. DİSK bu dönemde kurumsal olarak söz konusu mücadelelerde aktif olarak yer almadı, ancak DİSK’in önemli sendikaları, özellikle Maden-İş, bu dönemde 1964 yılının rövanşını almak için çok ciddi eylemlerde bulundu. 1968-1970 arasında İstanbul’da neredeyse bütün önemli metal fabrikalarında işçiler dönemin yasal sınırlarını aşarak ve günümüzde o çok duyduğumuz “üretimden gelen güçlerini” hakikaten kullanarak, işyerlerinde Maden-İş’i ve temsilcilerini patronlarına kabul ettirmek için yoğun mücadelelere giriştiler. Bu mücadelelerin ölçeği öylesine yoğundu ki, 1969 sonunda Vehbi Koç işyerlerinde çalışma düzeninin ve disiplinin tamamen ortadan kalktığından şikayet ediyordu.29 Bir başka örnek olarak, 1970 yılında düzenlenen MESS Kongre tutanaklarında mülk sahipleri bu eylemlerin artık bütün sektörü tehdit ettiğinden yakınıyordu.30 Ve sonrasında bu eylemler, DİSK’in kapatılma kararına karşın 15-16 Haziran direnişinin de zeminini oluşturacaktı. Tamamen 1968-1970 tecrübesini edinmiş iş yeri temsilcilerinin ve öncü işçilerin omuzları üzerinde yükselen bu direniş, DİSK’in kapatılması ile sonuçlanacak olan yasaya karşı işçilerin bu sendikayı sahiplenmesi anlamına geldi. 1970’lerin efsane DİSK’i aslında bu mücadelelerin sonucunda kuruldu.

DİSK’in son genel kurulunda sıklıkla göndermede bulunulan ilkelerin tarihsel kökleri ve asıl anlamı tam da burada yatmaktadır: burjuvaziden ve devletten bağımsız ve militan bir iş yeri sendikacılığı, “sosyal diyalog” yerine sınıfın birlikte mücadelesi ile elde edilecek haklar, dış ülkelerden gelecek destek yerine keskin bir anti-emperyalizm, aşağıdan yukarıya ve aynı zamanda yukarıdan aşağıya güçlü bir şekilde örgütlenmiş sendikal yapı, ve sosyalizm ve aydınlanmaya yönelik tutarlı bir perspektif. DİSK’in bu ilkelerden hangi tarihte, 1970’lerin sonlarına doğru sosyal demokrasiye kayışla mı, yoksa 1990’da ikinci kez kurulduktan sonra mı vazgeçme başladığı bir başka tartışmanın konusudur. Ama DİSK’in kuruluş felsefesinden bahsediliyorsa, hatırlanması gereken ilkeler bunlardır.

Dipnotlar

  1. http://goo.gl/e2sXHU 
  2. http://goo.gl/pnc21J 
  3. Thomson, Edward Palmer (1965) “Preface,” The Making of the English Working Class, içerisinde, London: Victor Gollancz, s. 8-13. 
  4. Pekin, Faruk (1994) “Sendikalar,” İstanbul Ansiklopedisi cilt 6, İstanbul: Tarih Vakfı. 
  5. Bu kavramı tarihsel sosyoloji yazınından ödünç alıyorum. Bkz. Charles Tilly ve Sidney Tarrow (2007), Contentious Politics, Boulder & London: Paradigm Publishers, s. 49 ve 57-61. 
  6. Böylesi bir tartışma için bkz. Akın, Yiğit (2005) “Emek Cumhuriyet Dönemi Emek Tarihçiliğine Katkı: Yeni Yaklaşımlar, Yeni Kaynaklar”, Tarih ve Toplum, s. 75-79. Akın’a verilen bir yanıt için bkz. Ahmet Makal, Ahmet (2006) “Erken Cumhuriyet Dönemi Emek Tarihi ve Tarihçiliği Üzerine Bir Değerlendirme”, Tarih ve Toplum, 3, s. 215-264. 
  7. 1945 sonrası “yıkıcı” sınıf hareketlerini engellemek için ABD öncülüğünde Avrupa’da sürdürülen faaliyetlere dair iyi bir kaynak için bkz. Anthony Carew (1987), Labour Under the Marshall Plan: The Politics of Productivity and Marketing of the Management Science, Manchester:
    Manchester University Press. 
  8. Çelik, Aziz (2010) Vesayetten Siyasete Türkiye’de Sendikacılık, İstanbul: İletişim, s. 84-114. 
  9. Ibid. 
  10. Gerçekten de 1920’li yıllarda TKP üyesi olan ve 1950’de sendika toplantılarında “sınıf” kelimesini diğer sendikacılardan çok daha sık kullanan Üzeyir Baba bile bu dönemde “milli bir dava” olarak sınıfların dayanışması fikrini dillendiriyordu: “Üzeyir Kuran Meslek ve Sendikacılık Hayatını Bütün Teferruatıyla Anlatıyor,” Gece Postası, 2 Eylül, 1951. 
  11. Mesela Maden-İş’in efsanevi başkanlarından Yusuf Sıdal CHP üyesiydi. Dahası bu sendikanın öncülü olan İstanbul Demir ve Madeni Eşya Sanayisi İşçileri Sendikası 1948 yılında hükümetin sendikalara sağladığı fondan 5 bin lira almıştı: Sülker, Kemal (2004), Türkiye Sendikacılık Tarihi, İstanbul: TÜSTAV, s. 90. 
  12. Bkz. “Mebuslara Mektup Yazıldı,” İstanbul Demir ve Madeni Eşya İşçileri Sendikası Haber Bülteni, yıl 2 no. 7 (14 Ocak 1956); “Başvekil ve Çalışma Vekiline Tel Çekildi,” Maden-İş yıl 1 no. 16 (10 Ağustos 1957), 1. 
  13. Sülker, Kemal. Türkiye Sendikacılık Tarihi, s. 100; “Bir Sendikanın Başkanı ile Genel Sekreteri İşten Çıkarıldılar,” Gece Postası, 22 Şubat 1955; “Topkapı Şube Başkanının İşine Nihayet Verildi,” Maden-İş yıl 4 no. 44 (28 Mayıs 1960), 1 ve 3. 
  14. Türkiye Maden-İş Sendikasının 15 Aralık 1957 Tarihindeki 10. Genel Kurula Sunulmak Üzere Hazırlanmış Hesap Raporu, TÜSTAV Kemal Sülker Arşivi, Kutu 3, Zarf 151. 
  15. Böylesi örnekler için tekrar Maden-İş’in yayınlarına bakmak faydalı olacaktır: “Sendikalı Olalım,” İstanbul Demir ve Madeni Eşya İşçileri Sendikası Haber Bülteni, yıl 1 no. 1 (Nisan 1954), 2; “İşçinin Teknik Sahadaki Fikirlerine Kıymet Verilmeli,” İstanbul Demir ve Madeni Eşya İşçileri Sendikası Haber Bülteni, yıl 1 no. 5 (12 Mart 1955), 2; “Yurdumuzda İşçi,” Maden-İş yıl 1 no. 4 (20 Aralık 1956), 2; “Eyüp Semt Şubesi Kongresi Yapıldı, İstekler Belirtildi,” Maden-İş (20 Temmuz 1959), 1 ve 3. 
  16. “Madeni Eşya İşçileri Kongrelerini Yaptı,” Gece Postası, 18 Temmuz 1955; “117 İşçi Temsilcisinin Katıldığı Toplantıda Tesbit Edilen Dilekler” Gece Postası, 5 Ağustos 1957; “Maden-İş İşçileri Kollektif Akit İstiyor,” Gece Postası, 2 Haziran 1958. 
  17. “Madeni Eşya İşçileri İşsizlik ve İthal Rejimini Tenkid Etti,” Gece Postası, 1 Kasım 1951; “Demir ve Madeni Eşya İşçileri Sendikasının İşçi Konfederasyonları,” Gece Postası, 8 Ekim 1952; “Süleymaniye Çakmak Fabrikasında,” İstanbul Demir ve Madeni Eşya İşçileri Sendikası Haber Bülteni, Nisan 1954. 
  18. Sülker, Kemal. “Hakları Tanımıyan, Hürriyetleri Ayak Altına Alan Rejim Çöktü,” Maden-İş, (19 Haziran 1960): 2; Türkler, Kemal. “Orgeneral Gürsel’e,” Maden-İş, (19 Haziran 1960): 1 ve 3; “Sığın Tek İsteğimiz Grev Grev Grev Dedi,” İşçinin Sesi, (Mart 1962): 1 ve 3. 
  19. “Mitinge 150 bin İşçi Katıldı,” Öncü, 1 Ocak 1962. 
  20. Kavel grevinin bir anlatımı için, bkz. Gökçe, Enis (1963) Kavel Önünde 36 Gün, İstanbul: Orhan Mete ve Ortakları. 
  21. Bkz. İşverenlerin İstemediği Haklar, 1964, TÜSTAV, Kemal Sülker Arşivi, Zarf 1995; Maden-İş MESS Uyuşmazlığı Hakkında Rapor, TÜSTAV, Maden-İş Arşivi, Kutu 39, Zarf 307. 
  22. Mesela ayrılma gerekçelerinden birisi olarak Amerikan menşeili AID’den TÜRK-İŞ’in para alması gösterilmesine karşın, DİSK’i kuran sendikaların bir çoğu da zamanında bu örgütten maddi destek almıştır. Yine, ayrılma gerekçelerinden birisi olarak TÜRK-İŞ’in yukarıda bahsedilen grevlere ve direnişlere karşı tutumu öne sürülür, ama Paşabahçe Grevi hariç diğer olaylardan sonra bu sendikalar hiç bir ayrılma belirtisi göstermez. Bkz: Çelik, Aziz. Vesayetten Siyasete Türkiye’de Sendikacılık, s. 514-528 ve Koç, Yıldırım (2010) Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi, Ankara: Epos, s. 214-215. 
  23. “Maden-İş ve Faaliyeti,” Maden-İş, (16 Ocak 1961); Türkler, Kemal. “İşçi Eğitimi ve Önemi,” Maden-İş, yıl 4 no. 62, (10 Aralık 1962): 1 
  24. Türkler, Kemal. “Yeni Yılın Bütün İşçilere Mutlu Olmasını Dileriz,” Maden-İş, yıl 3, no. 72 (31 Aralık 1964): 4; “Topkapı Kongresinde Ergün Erdem Yine Genel Başkan Seçildi,” Maden-İş, yıl 9, no. 8 (27 Temmuz 1965): 6 
  25. Mesela bkz. Cankoçak, Uğur. Maden İş Eğitim Araştırma Bürosu Hafta Sonu İşçi Eğitim Notları: Türkiye’nin Kalkınmasında İşçilerin Rolü, TÜSTAV, Maden-İş Arşivi, Kutu 39, Zarf 307 ve Somer, Kenan. Maden İş Eğitim Araştırma Bürosu Hafta Sonu İşçi Eğitim Notları: Sendikalar ve İstihdam Problemi, TÜSTAV, Maden-İş Arşivi, Kutu 39, Zarf 307. 
  26. Sülker, Kemal. “Türkiye’nin İki Önemli Konusu,” Maden-İş, yıl 9, no. 1 (21 Şubat 1965): 1; Sülker, Kemal. “Sendikacılık ve Toplumculuk,” Maden-İş, yıl 9, no. 2 (15 Mart 1965): 1; Sülker, Kemal. “İşsizlik Artıyor, Milli Gelir Düşüyor, İşçiler de Birbirine Düşürülüyor”, Maden-İş, yıl 9, no. 3 (4 Mayıs 1965): 1 ve 7; Sülker, Kemal. “Bir Yılı Değil Bir Zihniyeti Yendik 1965’te,” Maden-İş, yıl 10, no. 15 (30 Aralık 1965): 1; Sülker, Kemal. “Biz Kişilerden Yana Değil, Fikirlerden, İlkelerden Yanayız,” Maden-İş, yıl 10, no. 17 (1 Nisan 1966): 1 ve 6. 
  27. Bkz. Türkiye Maden-İş Sendikası XVIII. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1966-1967, cilt 1, TÜSTAV Kütüphanesi; Türkiye Maden-İş Sendikası XVIII. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1966-1967, cilt 2, TÜSTAV Kütüphanesi; Türkiye Hakkında Rapor, İstanbul: Türkiye Maden-İş Sendikası Yayınları, no. 10, 1969, TÜSTAV Kütüphanesi. 
  28. Koç, Yıldırım (2008) DİSK Tarihi: Efsane mi Gerçek mi? Ankara: Epos, s. 75-136. 
  29. Koç, Vehbi. “Türk Demir Döküm Fabrikasındaki Olaylar,” Bizden Haberler, no. 18 (Aralık 1969). 
  30. Türkiye Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası: X. Olağanüstü Genel Kurul Müzakere ve Karar Tutanağı, 1970, Tarih Vakfı, Orhan Tuna Arşivi. 
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×