Cumhuriyet’le Hesaplaşma Arifesinde AKP’nin Oluşum Süreci ve Muhafazakar İdeolojinin Yeniden Üretilmesi

2000’li yılların ikinci yarısı 1. Cumhuriyet’in tasfiyesine sahne oldu. Elbette bu süreç yalnızca uluslararası  sermayenin dışsal müdahaleleri ve hesaplarıyla gelişmedi. Cumhuriyet’in tasfiyesi emperyalist ihtiyaçlar, Türkiye sermaye sınıfının arayışları ile yaklaşık 40 yıldır iktidarın yolunu arayan bir siyasi geleneğin bu yolun “anahtarını” bulmasıyla mümkün oldu. AKP’nin omurgasını oluşturan Milli Görüş kökenli siyasetçiler ve yolu uzun süre birlikte yürüdükleri cemaat kadroları kendi siyasi gelenekleriyle ciddi bir hesaplaşmaya girişti.  Cumhuriyet’in tüm ilerici kazanımlarıyla hesaplaşabilecek ideolojik gücü biriktirmeye başladı.

AKP ideolojisi milliyetçilik, muhafazakarlık, islamcılığın özgün bir bileşiminden meydana gelir. Ancak bu bileşim bu üç ideolojinin birbiriyle homojen bir biçimde karışması şeklinde oluşmaz. AKP, başlangıçta muhafazakarlığı bir üst kimlik olarak kabul eder ve diğer ideolojileri muhafazakarlığa göre konumlandırma gayretine girişir. Bunda ne kadar başarılı olabilmiştir, ayrı bir tartışma konusudur. Kesin olan şu ki Türkiye sağında daha öncesinde görülmemiş bir ideolojik bileşim yaratılabilmiş ve öncelikle bu sayede 2. Cumhuriyet’in taşları döşenmeye başlamıştır.

Bu dönem kendisini ‘muhafazakar demokrat’ olarak tanımlayan AKP, muhafazakarlığı yeniden üretme işine koyulur. Türkiye siyasetinin ihtiyaçlarına ve gereklerine göre islamcı özelliklerinin kimini muhafaza eder kimini törpüler kimini de dönüştürür. Dolayısıyla AKP’nin bu dönem yapılandırmaya çabaladığı muhafazakarlık kavramının incelenmeye, bu süreçte yapılan iç tartışmaların projektör tutulmaya ihtiyacı vardır.

Bunun için bu yazının konusunu çok aşsa da kısaca muhafazakarlık ideolojisinin ortaya çıkışına, kimi temel özelliklerine ve 21. yüzyıla devrettiklerine; sonrasında islamcılık-muhafazakarlık arasındaki ilişkiye ve Türkiye’deki gelişimine değinmek gerekecektir. Bu ‘değinmeler’in bütünlüklü açıklamalardan ziyade son bölüm açısından bir arka plan oluşturabilmesi amaçlanacaktır.

Muhafazakar ideoloji,
İslamcılık-muhafazakarlık ilişkisi ve Türkiye örneği

Türkiye bağlamında muhafazakarlık yaygın olarak, islamcılıkla eşanlamlı olarak kullanılır. Zaman zaman birbiriyle kesişseler, eklektik bir ilişkiye girseler de muhafazakarlık ve islamcılık iki ayrı ideolojidir.

Muhafazakar tepki, değişim ve gelişmeler karşısında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan, eski önemini veya işlerliğini kaybetme tehdidi yaşayan kurum ve kavramların korunması olarak tanımlanabilir. Hal böyle olunca insanlık tarihi boyunca muhafazakar tutum sürekli var-olagelmiştir. Ancak muhafazakarlığın “kendi hakkında düşünür” hale gelmesi ve bir ideoloji olarak inşası modernizmle birlikte gerçekleşir.[1]

19. yüzyılda Fransız Devrimi ve Aydınlanma’ya bir tepki olarak gelişen muhafazakarlık daha öncesinden savunulagelen din, aile gibi kurumları devrimci dönüşüme karşı bir direnç olarak konumlandırır.

Liberal düşüncenin gelişmesiyle birlikte muhafazakar ideoloji bireycilik, eşitlik, özgürlük gibi kavramları karşısına alır. Muhafazakarlığa göre Fransız Devrimi’nin mahiyetinde köklü dönüşümleri tetiklediği mülkiyet, aile, din, lonca gibi kurumlar rejim için vazgeçilmezdir.

Devrim ise muhafazakar ideolojinin düzen algısının karşısına soyut bir eşitlik anlayışı getirir. Oysa muhafazakarlığa göre eşitlik ve özgürlüğün soyut ve herkesçe ulaşabilir kavramlar olarak tanımlanması toplumsal işleyişi bozacaktır.

Yüzyıllardır işleyen kurumlar ve toplum yapısı sınanmış, yararlı olduğu kanıtlanmış olup toplumsal işleyişin omurgasını oluşturur. Muhafazakarlığa göre değişim olacaktır ancak bu sürekliliği sekteye uğratmadan, tedrici bir biçimde. Aksi taktirde toplumu bir arada tutan bağlar gevşer. Dolayısıyla bu değişimin radikal bir biçimde olmasını tetikleyen, devrimci dönüşümü kovalayan veya kendisini halkı aydınlatma misyonuyla yüklü kabul edenler muhafazakarlığın hedefindedir.

Muhafazakarlığın yaklaşık iki yüz yıllık seyri üzerine çok şey yazılıp söylenebilir. Konumuz açısından önemli olan ise bir cümleyle de olsa bu iki yüz yıllık seyrin sonunda muhafazakar ideolojinin edindiği içeriktir. 20. yüzyılın en önemli muhafazakar ideologlarından Robert Nisbet bu yüzyılın son çeyreğinde muhafazakar siyasetin, finalde liberal ekonomik programla kucaklaşan iki yüz yıllık birikimini şöyle özetlemektedir:

“Son iki yüz yıldır siyasi pratikte… muhafazakar politikanın ayırıcı özelliği, özel sektöre, aileye ve yerel topluluğa, ekonomi ve özel mülkiyete, devlet ve toplumdaki küçük birimlerin toplu haklarına saygı duyacak şekilde hükümetin önemli derecede bir adem-i merkeziyetçiliğe yönelmesi yönünde olmuştur. 1 

Bunun yanında muhafazakar düşünce sistemli, belirli bir siyasal program olarak ortaya çıkmaz. Hangi kavram veya kurumların muhafaza edileceği mekana ve zamana göre farklılık gösterir. Ancak muhafazakarlığın farklı coğrafyalarda kazandığı bu özgün çerçevelere rağmen neyin muhafaza edileceğine dair sorulacak sorunun ilk yanıtı her yerde dini temellidir. Ancak mekan islamcı geleneğin köklü olduğu bizim coğrafyamız olunca bu yanıtın tonu daha da koyulaşır.

Muhafazakar ideolojinin, burjuva devriminin geciktiği ülkelerde gelişmesi Batı’da olduğundan farklı seyir izler. Buradan hareketle, Osmanlı’nın son döneminde osmanlıcılık, türkçülük ve islamcılıkta ifadesini bulan ideolojik aranışların tamamında esasen muhafazakar bir yan vardır. Zira üçünün de altındaki temel motif “Osmanlı’nın nasıl korunacağı” sorusudur. Dolayısıyla Türkiye’de burjuva devriminden önce, Osmanlı’nın kurtuluşuna dair aranışlar, muhafazakar ideolojinin belirleyen olduğu farklı yanıtları doğurmuştur. Bu anlamda muhafazakarlık 1923 öncesinde siyasi iklime dahil olmuştur.

Fakat 1923, yeni bir ideolojik iklim yaratır ve muhafazakar ideolojinin bağımsız bir ideolojik hat olarak varlığını sağlayabileceği zemini oldukça daraltır. Cumhuriyet sonrası muhafazakarlığın ifade oluşu, islamcılığın belirleyen olduğu bir süreçle mümkün olabilir:

“…daha önce “muhafazakarlık” terimine başvurmayan –böyle bir ihtiyaç duymayan- İslamcıların, Cumhuriyet’in “atakları” karşısında muhafazakar kimliklerine sarılabildiklerini görüyoruz. …–eski Şeyhülislam- Mustafa Sabri Efendi ve beraberindekiler, ilk defa olarak muhafazakarlık savunusuna yönelmişlerdir.” 2 Dolayısıyla Türkiye’de muhafazakarlık siyaset sahnesine birkaç adım geriden çıkmak zorunda kalır. Öncelikle islamcılığın baskın tonu muhafazakar ideolojinin özgüllüklerini törpülemiş, Türkiye’nin geç gelen modernleşmesi muhafazakarlığın tanımlanmasında zorluklara yol açmıştır. Üstelik muhafazakarlık kavramı kemalist iktidarın “ataklarından” kurtulma gayretinde olan islamcıların paravanı olmuştur.

Cumhuriyet tarihi boyunca muhafazakar bir hareket bağımsız kimliğiyle kendini var edememiştir. AKP’ye kadar islami tonları baskın bir hareket düzenle barışamamış hemen her örnekte sermaye sınıfı ile bir kan uyuşmazlığı yaşamıştır. 21. yüzyıla kadar piyasa ekonomisinin kurallarına saygılı, emperyalist merkezlerle işbirliği içerisinde dini bir iktidar değil; zaman zaman uluslararası sermayeyle sürtüşebilecek, pazarlık payı geliştirebilecek, geleneksel sermayenin çıkarlarına ters düşebilecek riskleri barındıran bir islamcı hareket mevcut olmuştur. MNP-MSP-RP çizgisi Türkiye sermaye sınıfı açısından bu çıkarları zedeleyecek bir tehdidi her zaman içinde barındırmıştır.

AKP iktidarı öncesinde islamcılık-muhafazakarlık ayrımı cemaatçi-liberal çevrelerce tartışılmaya başlanır. Burjuva devrimiyle derdi olanlar, modernizm karşıtı kesimler; iktidara gelip kendini Türkiye sermaye sınıfına ve emperyalist merkezlere kabul ettirebilmenin de 1923’ün ilerici değerleriyle hesaplaşabilmenin de böylesi bir ideolojik dönüşüm/yeniden yapılanmayla mümkün olabileceğini anlamıştır.

AKP ve Muhafazakarlık Tartışmaları

“AK Parti siyasal kimliğini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlamaktadır. AK Parti, kendi düşünce geleneğimizden hareketle, yerli ve köklü değerler sistemimizi evrensel standarttaki muhafazakâr siyaset çizgisiyle yeniden üretmek amacındadır. “ 3 İslamcı Milli Görüş hareketinden kopan ‘yenilikçilerin’ muhafazakarlık üzerine giriştikleri tartışmaların yoğunluk kazanması 2003 yılında Erdoğan’ın bu sözlerinin ardından başlıyordu.

Erdoğan ve ekibi dersine iyi çalışmıştı. Bugün kulağımızın çok aşina olduğu “merkeziyetçi ve hantal yapının aşılması”, “asli fonksiyonlarına çekilmiş, küçük dinamik devlet” gibi söylemler geliştirilmiş, bu hedefler ilk kez sermaye sınıfının ‘istikrar’ saplantısına ters düşmeyecek, tersine  işlevsellik kazanacak bir açıdan formüle edilmişti. Muhafazakar ideolojinin jargonu yardıma çağırılmıştı.

Daha öncesi bir yana 2003 yılıyla birlikte AKP kadrolarınca bir yarış başlar. İktidarın ellerinden kayıp gitmesine tanık olmuş bu kuşak aynı sonu tekrar yaşamamak için elini çabuk tutmalıdır. Ortadaki telaş AKP’nin kendisini sermayenin güvenli limanı, emperyalizmin kullanışlı bir enstrümanı olarak ispatlaması telaşıdır.

Bu durumu Yalçın Akdoğan, etrafından dolaşmaya gerek duymaksızın anlatır:

“AK Parti’nin kendisini belli bir format ve koordinat üzerinde tanımlamaya çalışması ve iktidarda olmasına rağmen siyasal kimliğini geliştirme çabasına girmesi kendisinden önceki partilerin kaderine uğramamaya çalışmasının bir sonucudur.” 4 

Erdoğan’ın önsözünde muhafazakar demokrasi kavramının öneminden bahsettiği kitapında Akdoğan, merkeze tek bir dini anlayışı koymanın kutuplaştırıcı etkisine vurgu yapmakta ve Milli Görüş partilerinin siyaset tarzının bu partileri marjinalleştirdiğini dile getirmektedir. 5 

Bir yandan Mili Görüş çizgisinden kopuşların sebepleri ve sonuçları sıralanmaktadır:

“AK Parti, belirgin bir çaba olarak kendini belli bir siyaset felsefesi ve herkesçe anlaşılabilir teorik bir çerçeve içine oturtma iradesini ortaya koyuyor. Bunu takdirle karşılamak lazım. İçinden çıkıp geldiği Milli Görüş partilerinin neredeyse tümünde hiçbir zaman böyle bir irade beyanı ve bu yönde bir gayret olmadı” 6 

“(Değişimin) Üçüncü anahtar(ı) ise… “İslami geleneğin yaşadığı değişim”dir. FP içerisinde yenilikçiler grubunun doğmasıyla başlayan bu gelişme, bugün toplumsallaşmış ya da toplum düzeyinde siyasileşip aktörleşmiştir. AKP bu gelenekte bir heterojenleşmenin, bir iç dönüşümün, siyasi aktörlerin kimliğini muhafaza ederek siyasi bakış açısından değiştirmesinin…önemli bir aracı haline gelmiştir.” 7 

Diğer yandan ise Milli Görüş geleneğinin devamı olmayı reddeden AKP’nin siyasi yelpazedeki yeri netleştirilmektedir. 3 Kasım seçimlerinin hemen ertesinde merkez sağ ve merkez sol siyasetin tükendiği, AKP’nin seçmen kitlesinin islamcı ağırlığa yer bırakmayacak ölçüde merkez sağda konumlandığı söylenmektedir. 8 Bu iddia da en kolay yoldan geçmişte derin izler bırakmış merkez sağ partileri referansla kuvvetlendirilmektedir.

“Seçmen Demirkırat’a o kadar fazla kredi açmıştı ki, 50 yıldır tüketilemedi. Benzer beklentilerle iktidarı teslim ettiği ANAP ise efsaneleşemedi. Merhum Turgut Özal’ın kişisel kredisi, partinin hükmi şahsiyetini kurtarmaya yetmedi. Aynı imkan şimdi Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti’ye verildi.” 9 Esasen bu uğrakta, daha yakıcı olan geçmiş siyasal aktörler vesilesiyle Milli Görüş çizgisinden kopulduğunun altının çizilmesi değildir. Meşruluk mücadelesinde asıl sınav muhafazakarlık kavramı üzerinden verilecektir. Böylesi bir akılla süreci okuyan Eyüp Can 2002 seçimleriyle birlikte işin buraya kadar olan kısmını birinci raund olarak kabul eder. Birinci raund kazanılmıştır. İkinci raundun konusu ise muhafazakarlık çıkışına içerik kazandırmaktır. 10 Aciliyet 1923’ün ve 20. yüzyıl boyunca dünya ölçeğinde yürütülen sınıf mücadelelerinin ışığında kodlanmış Cumhuriyet’in genlerine müdahale gücünü biriktirecek bir ideolojik konumlanışın netleştirilmesindedir.  Mesele sermayeyi 80 yıllık korkaklığını atıp kendisini bir cennete çıkaracak derin, sancılı dönüşüme ikna etmektir. Daha doğrusu sistemin yeniden yapılandırılmaksızın iflas edeceğini anlamış olan sermaye sınıfını bu tasfiye-yeniden kuruluş sürecinin AKP öncülüğünde yapılabileceğine ikna etmektir.

 “Muhafaza yoluyla sürekliliği sağlanan değerler, toplumun üzerinde bir tür mutabakata (konsensüs) vardığı ortak iyi, ortak doğru ve ortak yararlardır…“Süreklilik” somut koruma çabalarından çok, beşeri “hafıza” ile ilgilidir ki, hafızası kuvvetli olmayan, geçmişiyle irtibatı zayıflamış veya kopmuş olanın muhafaza edebileceği bir şey yoktur; böyle bir insanın hayatında bir süreklilikten de söz edilemez. Yüz yıla yaklaşan zamanda ülke olarak halimiz budur. Hafızasız veya Cemil Meriç’in deyimiyle “hafıza ameliyatı”na uğramış bir ülke durumundayız.” 11 

Daha önce söylendiği gibi, muhafazakarlığa göre tedrici dönüşümü sekteye uğratacak devrimci müdahaleler toplumun üzerinde mutabakata vardığı ortak doğruları hafızalardan silecektir. Muhafazakar ideolojinin silahları artık 1923’e çevrilmiştir. Hafızası kuvvetli olmayan, geçmişiyle irtibatı kopmuş bir toplumun muhafaza edeceği bir şey de yoktur. Bu sebeple muhafazakar bir iktidarın işe, yüzyıla yaklaşan bir yanlışlığı, Cumhuriyet’in ilerici değerlerini, ortadan kaldırmakla başlaması kaçınılmazdır. Ali Bulaç’ın 2003’te söyledikleri, sonrasında uzun yıllar yapılacak müdahalelerin de yönünü göstermektedir.

Ali Bulaç’tan devam edelim:

“Muhafazakar” konsept, 19. yüzyıldan bu yana toplumu kaale almayan, Fransız tipi aydınlanmayı herkese dayatan, jakoben ve ben merkezli müdahalelere karşı, toplumun kendisini öne çıkaran, kişilik sahibi, sorumlu insanı özgür ve özerk bir özne olarak siyasi alana sokan siyaset olur. “Demokrasi” onun meşru ve geçerli yöntemidir. Eğer AK Parti’nin “muhafazakar demokrasi”si bu çerçeveye oturuyorsa bunun üzerinde durulmaya değer. Çünkü bu, yabana atılmaması gereken iyi bir “siyasi damar” olabilir.” 12 Ali Bulaç da dersine iyi çalışmıştır. Yıllarca siyasal islamın ideologluğunu üstlenmiş bir yazarın,  erken bir tarihte kullandığı terminoloji ilgi çekicidir. Elbette ki Ali Bulaç bu satırları yazmadan çok önce Cumhuriyet ve Aydınlama düşmanıdır. Ancak “iyi bir siyasi damar olabilir” sözleriyle kapı araladığı muhafazakar ideoloji, jargonunu tümden değiştirmiş, bu karşıtlıkların muhafazakar ideolojinin referanslarıyla oyun çizgileri içine çekilmesini sağlamıştır.

Şimdi de aynı konuda Mümtaz’er Türköne’ye kulak verelim:

“Bütünüyle sol geleneğin, bilhassa Marksist düşüncenin kalıcı iki tahribatı oldu. Önce derin bir tarihi, zengin ve kıymetli tecrübeleri yok sayarak Türkiye’yi sıradan bir üçüncü dünya ülkesi olarak basit bir kurgu içine hapsettiler. Kurtuluş savaşı mitosu üzerine inşa ettikleri kurgu, Tek Parti yönetiminin Jakobenizmi’ni tevarüs ederek, toplumu, üzerinde tasarrufta bulunulacak ve üçüncü dünyaya özgü sığ bir nesneler yığınına dönüştürdü.” 13 

Muhafazakarlığa göre Cumhuriyet yüz yıllardır süregelen bir sürekliliğin kaybolması demekti. Osmanlı Devleti zaten demokratikleşme yolunda adımlar atmaya başlamıştı. Ancak bu süreç uzun ve sancılı olmak zorundaydı. Olabildiğince çok değerin daimiliğinin sağlanması gerekliydi. İlerlemeden daha çok bu ilerleyişte olabildiğince değeri muhafaza etmek önemliydi. Oysa Cumhuriyet, bu birikimi reddetmiş, köksüz “yeni yetme” bir devlet ortaya çıkarmıştı. Ülkenin ayağa kalkması önce bu geçmişle kucaklaşmaktan, yani Cumhuriyet’in ilerici değerleriyle hesaplaşmaktan geçmekteydi.

Bunun yanında Türköne’nin tüm bu “suçları” marksizme ve sol geleneğe yüklemesi de oldukça manidar olduğu kadar sol açısından davete icabet gerektiren bir durumdur.

Ancak demokrasi konusunda Türköne, Bulaç’la uyumlu şeyler söylememekte daha doğrusu açık konuşmaktadır:

“Demokrasi, diplomatik pazarlıklarda kıymetli bir koza dönüşüyor. Sıkıştığınız yerde, halkın tepkisini bahane ederek çıkarlarınızı koruyabiliyorsunuz. Halkın tepkisi de sivil toplum tarafından dile getirildiğine göre, sivil toplumsuz yapamıyorsunuz.” 14 

Muhafazakar demokrasi kavramındaki ‘demokrasi’nin üzerine çok şey söylenebilirdi. Ancak bu satırlar bu yazı için tartışmayı kapatacak kadar net gözükmekte. Bununla yetinelim ve devam edelim.

Muhafazakar kimliğin tanımlanmaya çalışıldığı dönemde AKP liberallerden hayati bir yardım alır. Cumhuriyet’le hesaplaşma sırasında her kritik evrede AKP’nin yardımına yetişen liberallerde muhafazakarlığa “ayar verme” telaşı başlar. Örneğin Etyen Mahçupyan kimsenin muhafazakarım diyerek muhafazakar veya demokratım diyerek demokrat olamayacağını söyledikten sonra muhafazakarlığın demokratlıkla bütünleşmesinin olanaksız olmasa da kimliksel bir sorgulamayı zorunlu kıldığını dile getirir 15 ve devam eder:

“Ne var ki yaşanan gerçeklik genellikle niyetlerden sapar… AKP’nin de önünde böyle bir tehlike var: Sadece somut insan malzemesinin, güç ve rant ilişkilerinin yol açacağı sosyolojik engeller nedeniyle değil; bizzat bu yeni arayışı teşvik edenlerin bile kafalarında olabilecek olan muğlaklıklar, kolaycılıklar ve gizli tercihler nedeniyle.” 16 2003 yılında Mahçupyan, AKP’nin siyasete getirdiği muhafazakarlık açılımı sebebiyle heyecanlıdır ancak temkinlidir. Bir yandan evrensel muhafazakar ideolojiyle Türkiye siyasetini buluşturmaya soyunurken bir yandan da Erdoğan ve arkadaşlarına muhafazakar demokrasiyi inşa çabalarından vazgeçmemeleri için telkinde bulunur. Her ne kadar kendisi toplumu gömlek değişimine canı gönülden ikna etmeye çalışıyorsa da AKP kadrolarının “kafalarında olabilecek gizli tercihlerden” de kaygılanmaktadır.

Liberallerin tüm rezervlerine karşın üzerinde mutabakata varılan payda o kadar büyüktür ki Cumhuriyet’in tasfiyesiyle sonuçlanan yıllar boyunca liberaller ve AKP arasında sıkı bir ittifakın kurulması mümkün olur. Zira AKP’nin gizli tercihlerinin var olmasından şüphelenen Mahçupyan bile konu esasa geldiğinde heyecanını gizlememektedir:

“Muhafazakâr demokrasi kavramı AKP’nin ve genelde İslami kesimin, devleti sahiplenmekle cemaatsal özgürleşme isteği arasındaki gerilimi yansıtıyor.Belirtmek gerekir ki söz konusu ilişki Osmanlı’da bir çelişki değil, tam aksine bir “uyum”  biçiminde yaşanmaktaydı. Bu açıdan muhafazakâr demokrasi geçmişe duyulan bir özlemi de içermekte. Ama tabii ki sadece o kadar değil… AKP eski uyumu yeniden canlandırmaktan ziyade, yeni bir uyumun üretilmesinin peşinde” 17 Böylece 2. Cumhuriyetçi ittifak hedefe kilitlenmiş olmaktadır.

Sonuç olarak

AKP’nin yoğun olarak muhafazakarlık tartışmalarına giriştiği dönem Erdoğan’ın başbakan olmasıyla başlayıp Ocak 2004’te düzenlenen muhafazakarlık konulu uluslararası sempozyumla biten dönemdir. Bu dönemden sonra muhafazakarlık üzerinde süren tartışmalarda belirgin bir azalma görülür. Bu durumu AKP’nin muhafazakarlık çıkışının tutmadığı şeklinde yorumlamak yanlıştır.

İlk olarak AKP’nin önceliği öncüllerinin akıbetine uğramamak ve kalıcı olmaktır. Muhafazakarlık çıkışı, sermaye sınıfı için işlevselliği sınırlı olan Milli Görüş geleneğinin reddi anlamına gelmektedir.

İkincisi AKP tam da bununla birlikte siyasi meşruluğunu artıracak bir tarihsel referans aramakta, DP-ANAP çizgisini muhafazakar siyaset çabaları olarak nitelendirmektedir. Burası AKP açısından biraz zorlama ve oldukça sorunlu bir alandır. AKP bu siyasi çizginin sermaye sınıfı ve emperyalizm için yetersizliklerini bilmekle birlikte bu sefer, daha çok topluma Milli Görüş geleneğinin reddini ilan etmektedir.

Üçüncüsü ise AKP’nin sermaye sınıfını 80 yıldır sırtında taşıdığı yüklerden kurtaracak bir dönüşüme ikna etme meselesidir. Bu ikna elbette ki birçok başka etkenin varlığıyla mümkün olmuştur. Ancak muhafazakarlık tartışmalarının gövdesinin buraya oturduğu görülür ve sermayenin ikna edilmesinde AKP’nin muhafazakar siyaset üzerinden ortaya koyduğu doğrultunun etkisi büyüktür. Bu ikna sürecinden sonra bu hattın devam ettirilip ettirilmediğiyse hiç birinin umurunda değildir. Aksine böylesi bir alan temizliği, sonrasında gittikçe belirginleşen AKP’nin islamcı-faşizan diktatörlüğünün üzerinde yükseleceği bir zeminin oluşumuna da katkı yapmıştır. Ayrıca Cumhuriyet’le hesaplaşılan yıllar boyunca muhafazakarlık ideolojisinin argümanları AKP’nin en güçlü dayanaklarından olmuştur.

AKP, iktidara elinde sonraki on küsur yılı belirleyecek kapsamlı bir plandan çok emperyalizmle uyumlu dış siyaset yürütebileceği ve sermaye sınıfının dertlerine çare olabileceği bir doğrultuyla gelmiştir. Muhafazakar siyaset bu doğrultunun ele aldığımız süreçteki adıdır.

Bu üretim süreci yeni Mustafa Sabriler için bulunmaz olanaklar sağlayacaktır. Yani bu doğrultunun kabul görmesinden sonra AKP için ağırlık noktasının başka alanlara kayması doğaldır.

2006’da devletin çözülüşü tespitiyle başlayıp 2011 dönemecinde 2. Cumhuriyet’in kuruluşuyla kapanan süreçte Türkiye solunun önemli kısmı AKP’yi tanımlayamamış, yerli yerine oturtamamıştır. Bu anlamda sosyalistler bir bütün olarak fırsatlarla dolu tarihi bir dönemi kaçırmıştır. Cumhuriyet’in tasfiyesiyle sonuçlanan sürecin durdurulamayışında, sosyalist solun ülke siyasetinde etkili bir özne konumuna gelemeyişinde, böylesi bir akıl bulanıklığının verdiği net pozisyon alamayışın payı da oldukça büyüktür.

2. Cumhuriyet ise ilkinden bambaşka fakat bir o kadar büyük olanaklar sunmaya devam etmektedir. Çünkü bu çözülüş-yeniden kuruluş sürecinde AKP ardında oldukça büyük boşluklar bırakmıştır. Bu boşlukları saptayıp olanakları değerlendirebilmek biraz da, AKP’nin Cumhuriyet’le hesaplaşma arifesinde yürüttüğü tartışmaların, bu tartışmalardan çıkan sonuçların ve Cumhuriyet’in tasfiyesi sürecindeki değişimlerin anlaşılmasından geçmektedir.

 

Dipnotlar

  1.  Zeynep Güler, ”Muhafazakarlık: Kadim Geleneğin Savunusundan Faydacılığa”, içinde 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler, (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları),2010, 115-63.
  2.  Tanıl Bora, Türk Sağının Üç Hali Milliyetçilik Muhafazakarlık İslamcılık, (İstanbul: Birikim Yayınları), 2012, 82.
  3.  Hükümet Programı için bkz.http://goo.gl/utwjS8.
  4.   Y. Akdoğan, AK Parti ve Muhafazakar Demokrasi, (İstanbul: Alfa), 2004, 19.
  5.   Aynı yerde
  6.  Ali Bulaç, “AK Parti’nin Siyasi Kimliği”, Zaman, 4 Ağustos 2003.
  7.  Ali Bayramoğlu, “AKP neyi temsil ediyor?”, Yeni Şafak, 5 Kasım 2002.
  8.  Ali Bayramoğlu, “AKP neyi temsil ediyor?”, Yeni Şafak, 5 Kasım 2002.
  9.  Bülent Korucu, “Demirkırat’tan muhafazakar demokrasiye”, Zaman, 29 Ağustos 2003.
  10.  Eyüp Can, “AK Parti neyi muhafaza ediyor?”, Zaman, 27 Ağustos 2003.
  11.   Ali Bulaç, “Hangi muhafazakarlık?”, Zaman, 18 Ağustos 2003.
  12.  Ali Bulaç, “AK Parti ve muhafazakar demokrasi”,  Zaman, 6 Ağustos 2003.
  13.   Mümtaz’er Türköne, Türkiye’nin Kayıp Halkası, (İstanbul: Etkileşim Yayınları), 2005, 76.
  14.  Mümtaz’er Türköne, Türkiye’nin Kayıp Halkası, (İstanbul: Etkileşim Yayınları), 2005, 76.
  15. Etyen Mahçupyan, “Muhafazakar özeleştiri”, Zaman, 22 Ağustos 2003.
  16.  Etyen Mahçupyan, “Demokratik muhafazakarlık ve demokratlık”, Zaman, 24 Ağustos 2003.
  17.  Etyen Mahçupyan, “Uyumlu muhafazakar demokrasi”, Zaman, 9 Şubat 2004.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×