FED’den Önce FED’den Sonra

Amerikan Merkez Bankası (FED) 2006 yılından sonra ilk defa faiz artırımına gitti.

2008 krizinden sonra FED, ekonomik durgunluğu ve şirket batıklarını önlemek ve bunların makro ekonomik değişkenler üzerindeki etkilerini zayıflatmak için 2006 yılı öncesinde olduğu gibi düşük faiz politikasına geri dönmüştü. Merkez Bankaları ekonomide parasal tabanın genişliğini belirleyerek fiyat istikrarını sağlar, aynı zamanda büyümeyi ve istihdamı dolaylı yoldan etkilemiş olur.

2008 krizine giden süreç bakarken finansallaşma başlığına değinmek gerekiyor. Üretim sektörü ve finans sektörü arasındaki ilişkinin en net görüldüğü kriz olarak adlandırılabilir 2008 krizi. ABD’de mortgage krizi olarak da adlandırılan kapitalizmin son krizi öncesinde, bankalar ev sahibi olmak isteyenlere düşük faizden uzun süreli krediler veriyordu. 2006 yılından önce FED tarafından uygulanan düşük faiz politikası da buna zemin hazırlıyordu. Bankalar, belli yasal çerçeveler üzerinden belirledikleri kıstaslara göre bu kredileri dağıttılar ve verdikleri bu kredileri alacakları olarak aktiflerine yazdılar. Ama zaman içinde krediler, geri ödeme ihtimalli daha düşük olan kesimlere de verilmeye başlandı. Öyle ki, daha önce kendi evi dahi olmayanlar hem ev sahibi oldu, hem de ikinci evini aldı. Bankalar FED’den aldıkları ucuz para ile ucuz krediler vermeye devam etti. Ancak, bir süre sonra mortgage piyasasında sallantılar olmaya başladı. Bu yapı, sürekli ev inşa edilmesine ve bu evlere sürekli istikrarlı talep olmasına dayanıyordu. Bu tablo tersine dönmeye başlayınca insanlar evlerini satamadı ve gelirlerinin önemli bir kısmını teşkil eden kredi taksitlerini ödeyemedi.

Bankalar da alacaklarına yazdıkları bu kredileri, diğer bankalara olan borçlarına istinaden devretti. Bu krediler, menkul kıymetleştirilerek piyasalarda alınıp satılmaya başlandı. En riskli olanından en risksizine kadar bu menkul kıymetler zinciri öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, mesela Hollanda’nın emeklilik fonları ABD’de bu kağıtlar üzerinde oynanıyor, Almanya’da bir bankanın alacaklarında, ABD’deki bir kişinin kredi ödemesi yer alıyordu. Zincir olağanüstü biçimde birbirine geçmiş durumdaydı ve Lehman Brother’s’ın batışı (Lehman bu iç içe geçmişliğin tam ortasındaydı.) krizi tetikleyen ilk olay oldu. Bankalar tahsil edemedikleri alacakları ile batmaya başladı. Bu duruma üretim sektörü zaten karşılık veremezdi. Bu tabloda 21. yüzyıl kapitalizminin serbest piyasası, görünmez eli müdahaleye çağırıyordu.

FED müdahaleye başladı

Merkez Bankaları piyasadaki yatırım enstrümanlarından alarak piyasaya para verir veya tam tersini yaparak piyasadaki likiditeyi sıkılaştırır. Ayrıca bu yatırım araçlarını repo yöntemiyle kısa süreli alıp, satabilirler de. Bu alım-satımlara, açık piyasa işlemleri denir.

FED de, 2008 krizinin ardından Aralık ayından başlayarak miktarsal -parasal- genişleme (quantitaive easing) işlemine başladı. Bu işlem, açık piyasa işlemlerinin yüksek hacimle yapılmasından başka bir şey değildi. FED, bu politika ile yüzlerce milyar dolarlık tahvil ve mortagage kredilerine dayalı varlıklar alarak bankaları kurtarmaya çalıştı. Bu sayede, ekonomide talep canlanacak, bankalar kredi vermeye ve işletmeler de üretim yapmaya devam edecekti.

Gelin görün ki, ortaya çıkan sonuç parasal genişleme operasyonunun hedeflerinin uzağında kaldı, ardından FED ikinci bir operasyona girişti. QE21, 2010 yılının Kasım ayında başladı ve ilk operasyonla beraber likiditeyi oldukça genişletti. 2011 Eylül’ünde ise “operation twist” denilen uygulamayı başlattı. Bu uygulama, bankaların ellerindeki uzun vadeli kağıtları kısa vadeli kağıtlar ile değiştiriyor ve bankalara parasal genişleme için yaptığı varlık alımlarının yanı sıra, kısa vadede yine kaynak sağlıyordu. Ardından, 2012 Eylül’ünde, parasal genişleme programının üçüncü safhasına başladı ve bu program kapsamında da, faizleri uzun süre sıfırda tutacağını ve istihdam tarafında hedefler net olarak tutturulana kadar parasal genişlemeye devam edeceğini ilan etti. Bu program devam ederken, 2013 Ocak ayında, QE4’ü yaşama geçirdi ve aylık 85 milyar dolarlık varlık alımı yapmaya başladı. Hedef olarak da işsizlik oranının yüzde 6,5’un altına inmesini ve enflasyonun yüzde 2,5’un üzerine çıkarılmasını belirledi.

 


Kaynak: FED, (ABD Doları)

 

Tüm bu uygulamalar FED bilançosunu uçurdu. Grafikten de anlaşılacağı gibi FED’in bilançosu, 2008 Aralık ayından itibaren 4,5 trilyon dolara kadar yükselmiş oldu.

2013 yılının Mayıs ayında ise, FED aylık olarak yapılan 85 milyar dolarlık varlık alımlarının kademeli olarak azaltılacağını duyurdu ve Ekim 2014’te de kademeli olarak azaltmaya başladığı varlık alımlarını bitirdi. Gelinen nokta itibariyle, ABD’de yapılan dört parasal genişleme ve trilyonlarca dolar, büyümeyi ve istihdamı bir seviyeye getirdi, ama enflasyon cephesinde, hala hedeften uzak olunduğu söylenebilir.

FED faiz artırınca ne oldu?

Uzun süredir beklenen ve gerçekleşmeyen faiz artırımı belirsizliği hat safhaya çıkarmıştı. Her faiz artırımı sinyalinin ardından, özellikle bol likidite döneminde trilyon dolarların giriş yaptığı gelişmekte olan ekonomilerin finansal piyasalarında çalkantı başlıyordu.

2015 yılının Aralık ayında Federal Açık Piyasa Komitesi (Federal Open Market Comittee) toplantısında, uzun süredir %0,00-0,25 bandında bulunan federal fonlama oranı %0,25-0,50 bandına çıkartıldı.

Çoğunlukla ifade edildiği üzere uzun süredir zemini hazırlanan bu faiz artırımı beklentisi daha önce “fiyatlanmıştı”. Yani, yerli ve yabancı, tüm yatırımcılar, FED’in faiz artırımına göre pozisyonlarını almışlardı. Dolar, faiz artırımı kararının hemen ardından diğer para birimleri karşısında değer kaybetmeye başladı. Aslında artması bekleniyordu, ama olmadı.

FED Başkanı Yellen kararın açıklanmasının ardından yaptığı basın toplantısında,

Küresel ekonomide risklerin azaldığını,

İşgücü piyasasında iyileşmenin devam ettiğini,

Normalleşme sürecinin kademeli olacağını ve bunda %2’lik enflasyon hedefinin belirleyici olacağını,

Faiz artışının daha fazla ertelenmesinin sonrası için ani sıkılaşma riski yaratacağını,

İlk hareketi çok fazla abartmamak gerektiğini ve faiz artımından sonra da para politikasının genişlemeci olmaya devam edeceğini

açıkladı.

Yellen’in konuşması devam ederken USD/TL kuru 2,92’nin altına geriledi. Yellen, bir anlamda, dünyanın geri kalanına, doların değerlenmesinin çok ani boyutlarda olmayacağını duyurmuş oldu.

Avrupa Merkez Bankası ne yaptı?

ABD merkezli krizin Avrupa’ya yayılması da uzun zaman almadı. Avrupa’da kriz, özel borçların kamu tarafından üstlenilmesi ile borç krizine dönüşmüştü. Durgunluk ve düşük büyüme Avrupa ülkeleri ve euro bölgesi ekonomileri için ne kadar tehlike arz ediyorsa, bu alanların Türkiye’nin önemli ihracat pazarı ve ticaret partneri olması sebebiyle Türkiye için de bir o kadar tehlike arz ediyor.

Uzun zamandır beklenen Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) 2015 Ocak ayı toplantısından tahminlerin de üzerinde bir varlık alım programı çıktı. Buna göre Mart ayından başlayarak aylık 60 milyar euro tutarında tahvil ikincil piyasalardan alınacak ve ilk etapta Mart 2017’ye kadar devam edecek program ile piyasaya 1,2 trilyon euro civarında likidite pompalanmış olacak.

 


Kaynak: ECB (EURO)

 

Teknik detaylarını bir kenara bırakırsak, bu program ile ECB’nin amacı euro bölgesindeki tüketim ve yatırımları artırarak ekonomiye canlılık kazandırmak. Almanya’nın ciddi itirazları ise her merkez bankasının ağırlıklı olarak kendi ülkesinin riskini satın alması kuralı ile aşılmış oldu. Bu gelişmenin Türkiye’ye etkisi üç kanaldan olabilirdi:

Euronun zayıf kalması Türkiye’nin ihracat gelirlerini ciro açısından olumsuz etkileyecektir.

Euro bölgesinin orta vadede canlanması Türkiye’nin ihracatını hacim olarak olumlu etkileyecektir.

Euro likiditesinin artması ile getiri peşindeki kısa vadeli fonlardan Türkiye’ye giriş olabilir ve sermaye akımları ve ucuz fonlama açısından Türkiye olumlu etkilenebilir.

Beklentiler bu yöndeydi. Özellikle, ECB’nin yapacağı parasal genişleme, FED’in muslukları kısmasından sonra Türkiye için bir sevinç kaynağı oldu. Türkiye ekonomisine ilişkin politika geliştirme pozisyondaki kişi ve kurumlar, bir süre, ECB’nin bu kararı ile beraber FED’in etkisini soğuracakları yönünde açıklamalar yaptılar. Gelin görün ki, ECB’nin kararı da henüz çare olabilmiş değil. Çünkü, parasal genişleme programı kapsamında piyasaya sürülen likiditenin önemli bir kısmı, ECB’de bankaların cari hesaplarında bekletiliyor. Yani, Avrupa’da bankalar kredi açmada sıkıntı yaşıyor. Kredi talebi, ılımlı denemeyecek düzeyde seyrediyor. Bu da, talebin ekonomiyi güçlendirecek temellerden uzak olduğunu gösteriyor. Bu tablonun, diğer yüzünü Türkiye’nin ihracatına bakarak da görebiliriz. Türkiye’nin ihracatı 2015 yılında geriledi. Bunda, euro bölgesi ekonomilerinin payı büyük. Avrupa’da talep düşüklüğünden kaynaklı olarak enflasyon ve büyüme rakamları toparlanamıyor. Bu da Türkiye’nin ihracatını olumsuz etkiliyor.

 


Kaynak: TCMB

 

Yukarıdaki grafikte EUR/USD paritesi yer alıyor. Bu grafik Türkiye açısından önemli. Türkiye’nin dış alem ile girdiği ilişkide borçları(yükümlülükleri) dolar, gelirleri(varlıkları) euro cinsinden. Yukarıdaki grafikte de görüleceği üzere euro, FED’in varlık alımlarında kademeli olarak azaltmaya gideceğini duyurmasından bu yana, dolar karşısında geriliyor. Bu da, ihracat gelirlerinin önemli bir kısmı euro cinsinden olan Türkiye için pek de hoş değil. Çünkü euro ile kazanıp, dolar ile borç kapatıyoruz. Dolar da, euroya karşı değer kazanınca hesapta açık çıkıyor. Bu durum, FED’in faiz artırarak doların değerini yükselttiği bir ortamda, ECB’nin yaptığı varlık alımları ile yama tutmuyor.

TCMB ne yapıyor?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) diğer merkez bankaları gibi ülkede fiyat istikrarını sağlamakla yükümlüdür. Merkez Bankası Kanunu’nda “Banka, fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek kaydıyla hükûmetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler.” ifadesi yer almaktadır. Dolayısıyla, ilk görevin ülke ekonomisinde, genel fiyat seviyesindeki artış ve azalışlara önlem almak olduğunu anlıyoruz.

FED’in düşük faiz politikası süresince, yaklaşık yedi yıldır, yapılan varlık alımları ile bol likidite döneminde para politikası, fiyat istikrarını destekler şekilde ilerliyordu. FED’in faiz artırım sürecine hazırlandığı dönemde, TCMB’den diğer merkez bankaları gibi ana görevi olan fiyat istikrarı çerçevesince parasal sıkılaştırma adımları atması bekleniyordu. Ama, iktidarın “faiz indir” baskısından dolayı TCMB faizleri artıramaz duruma geldi. Son bir yıl içinde Türk lirasının değeri %20’yi aşan oranda dolar karşısında geriledi. TCMB’nin buna karşılık attığı adımlar oldukça yumuşak kaldı ki, ülkenin risk birimi ve para birimindeki değer kaybı, özellikleri itibariyle muadillerinden “negatif ayrıştı”.2

TCMB, FED’in faiz artırım kararını aldığı Aralık ayı toplantısından bir hafta sonra olağan toplantısını yaptı. Öncesinde beklentiler, TCMB’nin politika faizini %9’a çıkaracağı yönündeydi. Ancak, Para Politikası Kurulu faizlere dokunmadı. TCMB’ye göre uygulanan para politikası gayet sıkıydı ve bundan daha sıkı bir politika geliştirmek, ekonominin diğer bölümlerine olumlu katkı yapmayacaktı.

TCMB’nin haftalık fonlama faizi (politika faizi) %7,50, borçlanma faizi %7,25 ve gecelik fonlama faizi %10,75 seviyesinde bulunuyor. Faiz koridoru 7,25- 10,75 bandında seyrediyor. Ağırlıklı ortalama fonlama maliyeti ise %8,8 civarında.3 Para politikasındaki bu durum, belirsizlik olarak adlandırılıyor. Beklentiler, TCMB’nin daha ortodoks bir para politikası uygulaması yönünde ve beklenti karşılanmadıkça risk algısı FED’in faiz artırımından daha fazla panik yaratıyor.

Diğer taraftan, fiyat istikrarı bölümünde enflasyon verilerine bakalım. Enflasyon, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından hesaplanıyor. 426 kalemden oluşan sepetin genel fiyat seviyesi, manşet enflasyonunu oluşturuyor. TÜİK tarafından açıklanan veri setinde, doğrudan para politikasının yönlendireceği kalemlerin dışarıda tutulduğu endeksler de var. Mesela, gıda fiyatları, enerji ve altın fiyatları, alkollü ve alkolsüz içecekler hariç olan I endeksi4 doğa olaylarından veya enerji fiyatlarından etkilenmediği için çekirdek enflasyonu oluşturuyor. Bu endeks, TCMB’nin para politikası hamlelerinde belirleyici oluyor. 5

 


Kaynak: TÜİK

 

I endeksi son açıklanan verilere göre %9,51 seviyesinde 2015 yılını kapattı. Dolayısıyla, ana görev olan fiyat istikrarı hedeften şaşıyor. Burada olan kime oluyor peki? Enflasyonun ekonomi politiği ayrı bir yazı konusu, ama bununla ilgili en çarpıcı örneğe geçen gün haberlerde rastladım. CarrefourSA’nın Genel Müdürü Hürriyet gazetesine görüş vermiş. Perakende sektörünü değerlendirildiği bu haberde, genel olarak şirket cirolarının büyüdüğünü, ama alışveriş yapan insanların sepetinin küçüldüğünü belirtiyordu Sayın Genel Müdür.6 Yani, fiyat seviyesi artıyor, bununla beraber alım gücü düşüyor ve toplamda cirolar yükseliyor. Enflasyon konusunda, TCMB’nin atacağı hamleler bundan dolayı oldukça önem arz ediyor.

Sonuç

TCMB verilerine göre 2015 yılı içerisinde toplamda 8 milyar dolara yakın sermaye çıkışı yaşandı.7 FED’in para bolluğu yaşattığı ve TCMB’nin uyguladığı görece yüksek reel faiz döneminde, fonları Türkiye’ye çeken ve bunun kaymağını yiyen AKP iktidarı, siyasi zemin de sıkıştırınca, yüzünü ekonomi cephesinde iç talebe dönüyor ve TCMB’ye faiz indir baskısı yapıyor. TCMB de “faiz indir” baskılarına karşı kaçak dövüşüyor, belirsizliğe nesnel olarak katkı sunuyor. Önümüzdeki dönemde, asgari ücret seviyesinde artış, genel olarak ücret seviyelerinde bir artışı beraberinde getirecek ve büyüme bileşenlerinin %60’ından fazlasını oluşturan tüketim kaleminin ağırlığını artıracak. Ama iş burada bitmeyecek. Yapılan araştırmalara göre normal şartlarda yılda 70 ila 80 milyar dolar arasında dış kaynak ihtiyacı olan Türkiye kapitalizmi, yüksek dolar fiyatlı dünyada, yüksek enflasyon ve beraberinde getirecekleri ile birlikte tüm faturayı emekçi sınıfına çıkartacak.

Dipnotlar

  1. QE = Quantitative Easing = Parasal gevşeme: Merkez bankalarının standart para politikalarının işlemez hale geldiği, yani faizleri çok düşürerek para arzını artırmanın mümkün olmadığı durumlarda ticari bankalardan ve diğer mali kurumlardan mali varlıklar satın alarak piyasalara para sürmesine dayanan para politikası.
  2.  Burada şu noktaya da değinmek gerekiyor. Son dönemde, ülkenin risk primi oldukça yükseldiği için Türk bankları sendikasyon kredisi ile sermaye artırımı yoluna gitmeyi daha çok tercih etmeye başladı. Eskiden yabancı bankalar sendikasyon kredisi ile sermaye artırımında ilk sıralardaydı. Şu an, risk algısından dolayı Türk bankaları sermayelerini artırıyor. Yabancılar bu anlamda biraz frene basmış gibi görünüyor. http://goo.gl/FoiWp3
  3. Bu oran TCMB’nin piyasayı fonlarken verdiği paranın maliyetini gösteriyor. TCMB bazen haftalık fonlama oranından bazen de gecelik orandan piyasayı fonluyor. Ağırlıklı ortalama fonlama oranı da bunlardan hesaplanarak ortaya çıkıyor.
  4. Bu endeksi TCMB izliyor. Neredeyse her şeyin kapsam dışı tutulduğu bu endekste bir yükseliş yaşanması, ekonomide fiyatlama eğilimleri bozuluyor diye yorumlanıyor.
  5.  Bu arada 2015 yılı enflasyonu açıklanan verilere göre %8,81 olarak gerçekleşti. Bu seviye Merkez Bankası’nın tahminlerinin ve hedeflerinin üzerinde yer alıyor. Merkez Bankası, Erdem Başçı’nın TCMB Başkanı olduğu dönem ile birlikte bu yıl da enflasyon hedeflemesini tutturamamış oldu.
  6. “Seçimler ve terör nedeniyle mayıs ayından sonra tüketici eğilimlerinde değişim oldu. Tüketiciler stoklu alışverişten vazgeçip sepeti küçülttü. Biz bu yıl krizi fırsata çevirdik. Kiler, İsmar ve Antalyalı 1E1 marketlerini satın aldık. 459 yeni mağazaya ulaştık. Geçen yıl ciromuz 3,1 milyar TL’ydi. Bu yıl 4 milyar TL hedef koyduk ve buna ulaşacağız” dedi. http://goo.gl/2Hrvxx
  7. Kasım ayında yaşanan sermaye çıkışı 2015 yılı toplamının yaklaşık olarak %20’sine (1,5 milyar dolar) denk geliyor. AKP’nin tek başına iktidara gelmesinin ardından TCMB üzerindeki faiz baskının artacağı, diğer taraftan enflasyon hedeflerinin bir kere daha tutturulamaması ve Rusya krizinin yaşanan bu sermaye çıkışında etkili olduğu düşünülüyor.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×