Göçmen İşçiler ve Çalışma Yaşamının Değişen Yapısı

Gündelik hayatta hep birer istatistik gibi çıkıyorlar karşımıza: “Türkiye’ye 2011 yılından bu yana şu kadar Suriyeli geldi”, “göçmen faciasında bu kadar Suriyeli boğularak yaşamını yitirdi”… Başta yüzlerle ifade edilen sayıların çok kısa süre içinde milyonlara çıktığı istatistiklerin hepsinin aslında birer “yaşam” gizlediği ve hatta o yaşamların Türkiye’de de pek çok dengeyi etkilediği kimi zaman unutuluyor. Daha da fazla unutulan ise göçmen sorununun bir emek sorunu olduğu ve gelen Suriyelilerin çok büyük bölümünün işçi sınıfının bir parçası olduğu…

2011’de başlayan göç dalgasının, 2016 yılında geldiği noktada, Suriyeli göçmenler artık sokaklarda, fabrikalarda, tarlalarda ve hatta ölüm yolculuğu için bekledikleri kıyı kentlerinde dahi Türkiye halkının yaşamını paylaşıyor. Yolda yürürken sessizce yanımıza yanaşan çocuklar, lokantadaki garson, elindeki çekçekle çöpten yaşamını çıkarmaya çalışan katı atık işçisi, sokakta dilenen anne ve bebeği olarak giriyorlar mesela hayatımıza. Hadi kapatsak gözlerimizi sokaktaki tabloya, bu sefer de akşam haberlerinin değişmeyen bir parçası oluyorlar, “göçmenleri taşıyan botun batması sonucu, aralarında bebek ve çocukların da bulunduğu şu kadar göçmen boğuldu” ifadeleriyle…

Bir de gündelik hayatta çok da görmediğimiz çok geniş bir kesimi var Suriyeli göçmenlerin. Başta inşaat, tarım ve tekstil olmak üzere pek çok sektörde, yedisinden yetmişine işçiler, çok düşük ücretlere, uzun saatler boyu, güvencesiz çalışmayı sürdürüyor. Ve Türkiyeli işçilerin dahi geleceksizliğe mahkûm edilmeye çalışıldığı bir ortamda sömürüye daha da açık bir alt katman oluşturuyorlar. Şu anda devletin resmi verilerine göre 2 milyon 620 bin 553 Suriyeli, bu topraklarda yaşamaya, çalışmaya, hayata tutunmaya çalışıyor ve bu kişilerin artık Türkiye’de kalıcı olduğu tahmin ediliyor. O halde sonda söyleyeceğimizi, en baştan söyleyelim: Artık Türkiye işçi sınıfı da, örgütlenme dinamikleri de, işgücü piyasasının yapısı da değerlendirilirken, çoluk çocuk çalışan Suriyeliler göz ardı edilerek yorum yapılamaz, adım atılamaz.

Çalışma iznine giden yolda…

AKP iktidarı, kendi desteğiyle yürütülen savaş nedeniyle evlerini, yurtlarını terk etmek durumunda kalan insanlara “sınırları açtığı” zamandan bu yana, Türkiye’deki Suriyelilerin sayısı sıçramalı biçimde artış gösterdi. Öyle ki, Temmuz 2012’de, yani Türkiye’deki sığınmacı sayısı henüz kırk beş bin iken, o dönem henüz Dışişleri Bakanlığı görevini yürütmekte olan, bugünün başbakanı Ahmet Davutoğlu, “mülteci sayısı 100 bini bulursa belki onları Suriye içinde ağırlamak gerekebilir. Bütün bu yükü Türkiye’nin çekmesi beklenmemeli”1 açıklaması yapmıştı. Bunun üzerinden çok kısa bir süre geçtikten sonra ise sayı yüz bini çoktan aşmıştı. Hatta, çok kısa süre içinde dünyadaki mülteci sayısı 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek seviyesine ulaşırken, Türkiye de rekor ölçüde göç almıştı. Verilere göre Türkiye’nin 1923 yılından bu döneme kadar aldığı toplam göçmen sayısı yalnızca iki milyondu.2

Akın akın gelen Suriyeli yoksullar çoğunlukla hayatta kalma savaşı verirken, ÖSO ve IŞİD militanlarına AKP iktidarının gösterdiği misafirperverlik de, göçmenlerin “mültecilik” yerine “misafirlik” statüsüyle ya da hukuki adıyla “geçici koruma altındakiler” kapsamında değerlendirilmeleri de bu yazının sınırlarını çok aşıyor. Ancak AKP’nin kendi deyimiyle “Suriyeli misafirler”in, Türkiye’de yoğun bir işsizlik ve açlıkla karşı karşıya kalması ve ucuz işgücü deposu olarak kullanılması bu yazının kapsamı içinde.

Bu yılın Ocak ayına kadar geçen neredeyse beş yıllık dönemde Suriyeli işçilerin yasal olarak çalışma hakkına sahip olmaması dolayısıyla sermayeye yüz binlerce kişilik bir ucuz işgücü pazarı yaratılmış oldu. Türkiye’de bulunan 2,6 milyon Suriyelinin, 272.351’i on ilde kurulan yirmi beş ayrı geçici barınma merkezinde ikamet ederken, geri kalan 2,4 milyona yakın Suriyeli, başta Urfa, Hatay, İstanbul ve Antep olmak üzere çeşitli kentlerde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.3

Çalışma izinlerine ilişkin Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete’de yayımlandığı 15 Ocak 2016 tarihine gelmeden önce, bu kararın altyapısını hazırlayan yasal statüye değinmekte yarar var. Nisan 2012’de Başbakanlık tarafından yayımlanan genelgeyle, sığınmacıların “geçici koruma” altında oldukları ve bu insanların sınırdan giriş/çıkışlarına izin verileceği, her türlü insani ihtiyaçlarının karşılanacağı bildirildi. Genelgede, sığınmacıların “hakları”na ilişkin ise herhangi bir bilgi yer almadı. Bu düzenlemeyi, 4 Nisan 2013 tarihinde kabul edilen ve aslen bir yıl sonra, yani Nisan 2014’te yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu takip etti ve bu kanunun “Geçici Koruma” başlıklı 91’inci maddesi uyarınca, 2014 yılı Ekim ayında geçici korumaya ilişkin yönetmelik yayımlandı.öTüm bu düzenlemeler esnasında, sayıları önce yüz binlere çıkan, sonra milyon olarak ifade edilmeye başlanan, üç yılı aşkın süredir bu ülkede hayatta kalmaya çalışan Suriyeli sığınmacıların, halen çalışma iznine sahip olmadığını vurgulamakta yarar var. Son çıkan yönetmeliğin 29’uncu maddesi, “geçici korunanların çalışmasına ilişkin usul ve esasların, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın teklifi üzerine, Bakanlar Kurulu’nca belirleneceği” düzenlemesini içeriyordu.

Araya seçim girdi, vaatler girdi ve Suriyeliler çalışma izni olmadan çalışmaya devam etti. Tüm bu tabloda, Suriyeli göçmenler hızla Türkiye’yi bir geçiş yolu olarak kullanmaya başladılar ve Avrupa ülkelerine yönelik göç akını hızlandı. Öyle ki, UNHCR verilerine göre, 2015 yılında deniz yoluyla Avrupa’ya giden göçmen ve mültecilerin sayısı bir milyonu aşarken (2014’te bu sayı iki yüz on altı bindi), aynı yıl içinde denizde ölen veya kaybolanların sayısı ise 3.735 olarak kaydedildi. Dolayısıyla, Ekim ayında çıkan yönetmelik ile 2016 yılı Ocak ayında çalışma izni verilmesi arasındaki kısa zaman dilimine, göçmen krizinin Avrupa’nın gündeminde gün geçtikçe daha yakıcı biçimde yer tutması girdi ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, göç akınını durdurmak için her türlü yola başvurdu.

AB bastırdı, çalışma izni çıktı

Bir yandan AB’den gelecek 3 milyar avronun nasıl kullanılacağı tartışılırken, diğer yandan AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Frans Timmermans’ın 11 Ocak günü yaptığı açıklamalar Avrupa’nın “para karşılığı huzur satın alma” anlayışını özetliyordu. Timmermans, AB Bakanı Volkan Bozkır ile yaptığı toplantının ardından basına verdiği demeçte, çalışma izinlerinin önemini vurgulayarak şunları söyledi: “Çalışma izni Suriyelilerin AB’ye göç etmesinin önüne geçecek önemli bir etkendir. Her gün 2-3 bin mülteci Avrupa’ya giriş yapıyor. Rakamlar hâlâ yüksek, düşmedi. Bu yüzden şu anki tablodan memnun değiliz”.4

15 Ocak 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik”in yürürlüğe konulmasının, Bakanlar Kurulu tarafından onaylanma tarihi de 11 Ocak gününe, yani bu açıklamaların yapıldığı güne denk geliyor.

“Geçici koruma sağlanan yabancıların, çalışma izni olmadan Türkiye’de çalışamayacağının ve çalıştırılamayacağının” belirtildiği Bakanlar Kurulu kararı, özetle şu düzenlemeleri içeriyor:

Suriyeliler, geçici koruma kaydının yapılmasının üzerinden altı ay geçtikten sonra çalışma izni alabilecek (mevcut durumda çalışma yaşamı içinde yer alan pek çok Suriyeli geçici koruma kaydına sahip değil, dolayısıyla önce geçici koruma kimliklerini edinmeleri ve altı ay beklemeleri gerekiyor).

Çalışma izni başvuruları, Suriyeli işçinin bağlı olarak çalıştığı patron tarafından yapılacak (Bu düzenleme, başvuruların son derece sınırlı olacağı olarak da okunabilir).

Çalışma izni alan işçi, asgari ücretin altında bir ücretle çalıştırılamayacak.

Açık il ve sektörler dikkate alınarak, Bakanlıkça, farklı oranlarda yabancı istihdamı kotası uygulanabilecek. Ancak kimi özel durumlar haricinde Suriyeli işçilerin sayısı, aynı işyerinde çalışan Türkiyeli işçilerin sayısının yüzde 10’unu geçmeyecek.

Mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerinde çalışacak olan Suriyeliler için çalışma izni alınması gerekmeyecek. Ancak bunlara ilişkin il ve kota sınırlaması getirilebilecek (Bu düzenleme, mevsimlik tarım işçiliğinin ve hayvancılığın Suriyelileşmesi anlamına geliyor).

Çalışma izni verilmesinde, yabancıların kaldığı iller esas alınacak. İçişleri Bakanlığı, kimi illerde çalışma izni verilmesini engelleyici karar alabilecek.

Böylece, Türkiye’ye geldiklerinin üzerinden neredeyse dört buçuk yıl geçmişken, Suriyeli işçiler “çalışma izni alabilme hakkına” sahip oldular. Bu düzenlemenin ne kadar uygulanabilir olduğuna geçmeden önce, mevcut durumda Suriyelilerin çalışma yaşamına hangi yollarla dahil olduğuna kısaca bakmakta yarar var.

Çalışma yaşamına dahil olma kanalları

Türkiye’de bulunan Suriyelilerin önemli bir bölümü emek gücünü satarak çalışma yaşamında yer almasına karşın, Suriyelilerin açtıkları şirketlerin sayısı da gün geçtikçe artıyor. Ekonomi Bakanlığı’nın, “31.12.2015 tarihi itibariyle Türkiye’de faaliyette bulunan yabancı sermayeli firmalar listesi”ne göre, 3.600’ün üzerinde Suriyeli firma bulunuyor. Öte yandan, kayıt dışı biçimde faaliyet gösteren firmaların ve Türk ortakla birlikte kurulan firmaların dahil edilmesiyle birlikte bu sayının 10.000’i aştığı yönünde tahminler bulunuyor. Bu firmalar doğal olarak ağırlıkla Suriyeli işçileri çalıştırıyor ve bir anlamda Suriyeli zenginler, Türkiye’de kendi işgücü piyasalarını da oluşturuyor. Öyle ki, Urfa’da Suriyelilerin işe yerleştirilmesi için kurulan bir özel istihdam bürosu bile bulunuyor: Rızık Mesleki Eğitim Kurumu. Finansal desteğini Suriyeli patronlardan oluşan Suriye Forumu altında birleşen altı dernekten sağlayan kurumun yöneticisiyle yapılan bir röportajda, gazetecinin sorduğu “Suriyelilerin çok az ücretle çalıştığı söyleniyor, tepki alıyor musunuz” sorusuna verilen yanıt çarpıcı. Suriyeli büro yöneticisi, “Suriyelinin istediği fiyata burada kimsenin onu çalıştırmayacağını ve hırsızlığa ve arsızlığa yönelmemesi için ucuz çalışmayı kabul etmesi gerektiği”ni savunuyor.5

Suriyelilerin küçük bir bölümünü kayıtlı çalışanlar oluşturuyor. Yasal düzenleme Öncesinde Türkiye’de 7.351 Suriyeliye çalışma izni verilmişti. Bunlar, ülkeye yasal yollardan, çoğunlukla savaş öncesi dönemde giren, nispeten yüksek sosyo ekonomik düzeydeki toplamı oluşturuyordu.

Türkiye’de bulunan Suriyelilerden çalışma yaşamına katılabilenlerin geri kalan çok büyük bölmesi kayıtdışı, düşük ücretler karşılığı çalışanlardan meydana geliyor. Bu işçilere ilişkin veri toplamak dahi imkânsız. Başta inşaat, tekstil ve tarım olmak üzere neredeyse tüm sektörlerde istihdam edildikleri biliniyor. Kimi zaman iş cinayeti sonucu hayatını kaybeden Suriyeli göçmenlerin haberleri düşüyor gazete sayfalarına. Örneğin, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre 2013-2015 döneminde seksen sekizi Suriyeli yüz kırk iki göçmen işçi yaşamını yitirdi.6

 Ancak iş cinayetlerinin dahi çoğunu duymak, bilmek mümkün değil.

“Haberimiz olmaması, bilgi toplanamaması” kısmını özellikle uzatıyorum. Çünkü bu durumun kendisi, ikili bir işgücü piyasasının oluştuğunu ve alt katmanda “belirsizliklerle dolu”, hükümetin göz yumduğu ve hatta yürüttüğü politikalarla beslediği bir çalışma yaşamının var olduğunu gösteriyor. Ve bu yapı yalnızca Suriyeli işçileri değil, Türkiyeli işçileri de kapsıyor.

Suriye’de “çocuk”, göç sonrası “işçi” olarak olanlar…

Yapılan araştırmalar, özellikle sınır kentlerinde, Suriyeli çocukların istihdam edilme şansının, yetişkinlere göre daha fazla olduğunu ortaya koyuyor. Çocuklar özellikle tekstil atölyeleri, araba tamirhaneleri, ayakkabı imalathaneleri gibi işyerlerinde haftada 50-60 saate varan sürelerde, 500-600 lira ücret karşılığı çalışıyor. Bunun yanında, katı atık işçiliği de kimi kentlerde neredeyse tamamen Suriyeliler ve özellikle Suriyeli çocuklar tarafından yürütülüyor.

İstanbul’da bulunan ve neredeyse tamamen çocukların üretim yaptığı küçük bir tekstil atölyesinin sahibiyle yaptığımız bir görüşmede, atölye sahibi, kendisinin de yedi yaşından bu yana çalıştığını belirterek, “çocuk dediğin ne yapar ki” diye sormuş, sonra da sorusunu kendi yanıtlamıştı: “Ne yapacak başka, çalışır”. Atölyeye müfettişlerin gelip gelmediğini sorduğumuzda ise, “müfettişler geliyor, çay içip gidiyor. Bu bölgede üretim böyle yapılıyor ve devlet de bunu biliyor. Böyle yapmazsak, yarın kapıya kilit vurup gideriz zaten” diye yanıt vermişti. Dolayısıyla hükümetin bildiği ve sonuna kadar göz yumduğu, ekonominin belirli bölümünün bu şekilde yürütüldüğü bir tabloyla karşı karşıyayız.

Çalışma izni sorunları çözecek mi?

Geçici koruma kapsamındaki Suriyelilere, Bakanlar Kurulu kararıyla çalışma izni verilmesi düzenlemesinin üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Dolayısıyla henüz pratikte neler yaşandığına ilişkin yeterli veri toplanmadı. Ancak, patronların akın akın gidip, Suriyeli işçiler için çalışma iznine başvurmadığı, yani işçileri kayıt altına aldırmadığı, sigortalı yapmadığı da açık.

Suriyeliler çoğunlukla, zaten kayıt dışının yoğun olarak gözlendiği inşaat, tarım, tekstil gibi sektörlerde istihdam ediliyor. Aynı sektörlerde Türkiyeli işçiler de kayıt dışı biçimde çalışmayı sürdürüyor. Öyle ki, patronlar Türkiyeli işçileri açıkça “seni çıkarır, yerine iki-üç Suriyeli alırım” türü ifadelerle tehdit ediyor. Asgari ücretteki artış oranının üzerine, kayıtlı işçilerden dahi asgari ücretlerinin önce bankaya yatırıldığı ve sonra zarf içinde bir bölümünün patrona geri verildiği yönünde bilgiler gelmeye başladı. Bu durum, AKP’lilerin kendi açıklamalarıyla da örtüşüyor. Örneğin, eski Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in 2014 yılı başlarında yaptığı “Gaziantep’teki 140 bin Suriyeli, fabrikalar için ilaç gibi geldi” açıklaması, aslında çok çıplak bir gerçeğe işaret ediyordu. Veya aynı şekilde doğu illerinin “Çin’den bile ucuz” şeklinde propaganda edilmesi de…

Tam da bu dönemde, kıdem tazminatının tasfiyesinin yeniden gündeme gelmesi ve “güvenceli esneklik” tasarısının Meclis’e sunulması yapbozun eksik parçalarını tamamlayan unsurlar olarak AKP iktidarı tarafından önümüze koyuluyor. Sonuç olarak, bir tarafta çalışma yaşamı daha da “esnek” hale getirilirken, diğer tarafta devletin ilgisi ve bilgisi dahilinde bir kayıtdışı ekonomi, bir alt katman oluşmuş durumda. Bu tabloda, çalışma izni konusundaki yaptırım, ağırlıkla kurumsal şirketlerin imaj kaygıları, markaların oluşturduğu baskı ve özellikle ihracata yönelik üretim yapan firmaların “Türkiye’nin riskli bir ülke olmadığı”nı ispatlamak için gösterdiği çabalardan ibaret kalıyor..

Sermaye cephesindeki tartışmalar

Patronların Suriyelilere ve Türkiye’de değişmekte olan işgücü piyasasına ilişkin yorumlarını derleyen en kapsamlı kaynak, TİSK’in konuya ilişkin yayımladığı araştırma oldu. Raporda, Suriyeli sığınmacıların işgücü piyasasında işsizlik ve kayıtdışı istihdam baskısını artırdığı; bunun da özellikle orta ve büyük ölçekli işletmelerin en ciddi sorunlarından biri olduğu vurgusu öne çıktı. Raporda, Suriyeliler için yaratılacak istihdamda, devletin hem yatırımcı, hem eğitici, hem de düzenleyici olarak konuya müdahil olması gerektiği vurgulandı.7

Suriyelilerin yoğun olarak çalıştığı sektörlerden biri olan tekstil sektöründe ise kaçak işçiler ve çocuk emeği sömürüsü üzerinden ciddi bir panik havası esti ve tekstil patronlarının en büyük kaygısı, markaların, gün geçtikçe daha “riskli” hale gelen Türkiye’den üretimini çekmesi ihtimali oldu. Son olarak, Independent tarafından hazırlanan ve pek çok Türkçe sitede de yayımlanan haberde, İngiltere’nin iki büyük giyim markası Next ve H&M’in, Türkiye’deki tedarikçilerinde Suriyeli çocukların çalıştırıldığını kabul ettiği yazıldı.8 Bunun üzerine gözler, diğer ünlü tekstil markalarına da çevrildi. Etiketlerin ardındaki gerçek sorgulanmaya başlandı. “Made in Turkey” yazısının, “Made by
Syrian kids” (Suriyeli çocuklar tarafından üretilmiştir) anlamına gelip gelmediği tartışıldı.

Bu haberlere tekstil patronlarının yanıtı gecikmedi. İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) Başkanı Hikmet Tanrıverdi, bu haberlerin Türkiye’nin rakipleri tarafından çıkarıldığını iddia ettiği açıklamasında, uluslararası markaların hepsinin çok fazla denetim yaptığını ve ihracat yapan hazır giyim üreticilerinin de bu nedenle son derece sıkı bir iş disiplini uyguladığını vurguladı.9 Tanrıverdi, CNN Türk’teki konuşmasında ise “ütü yapma, düğme dikme, ilik açma veya nakış gibi işlerde kimi küçük işletmeler bulunduğunu, bu işletmelerin kontrol edilebilecek noktada olmadığını ve çocuk işçi bulunan yerlerin de buralar olduğunu” ifade etti.10

İHKİB açıklamasında yer alan, büyük markaların çok sıkı denetim yaptığı vurgusu gerçek bir durumu yansıtıyor. Ancak buradaki sorun, ana tedarikçilerde kurallı, güvenceli, hatta kimi zaman sendikalı, daha yüksek ücretli bir çalışma ortamı varken, tedarik zincirinin alt halkalarına inildikçe hızla kuralsızlaşan bir çalışma yaşamının “kural” haline gelmiş olması. Üzerimize giydiğimiz her kıyafet, çok uzun bir fason zincirinin elinden geçiyor ve büyük markaların tedarik zincirlerinin son halkaları da kimi durumda ya 10-11 yaşında çocukların ütü yaptığı atölyelere ya da kimin neyi ürettiğinin dahi bilinmesinin mümkün olmadığı “eve iş verme sistemine” kadar uzanıyor. Ve bu zincirin alt halkalarının nerelere uzandığı çoğunlukla markaların da, ana fabrikaların da öğrenemediği ölçüde bir kayıtsızlığı içeriyor.

Bu açıklamalardan da hareketle, özellikle ihracata yönelik üretim yapanların ve kurumsal şirketlerin kayıt dışındaki artıştan kaygı duyduğu söylenebilir. Başka bir deyişle, maçta çok fazla faul yapılması ve buna göz yumulması sermayenin işine gelmiyor. Asıl olarak kayıt dışı istihdama izin verilecekse, bunun sınırlarının yine sermayenin kendisi tarafından kontrol edilebilir olmasını istiyorlar.

Sendikaların tavrı ve Suriyeli işçilerin sendikal örgütlenmesi

Yüz binlerce Suriyeli, artık çoluğuyla çocuğuyla Türkiye işçi sınıfının bir parçası haline geldi saptamasını yapmıştık. Üstelik dünden bugüne, bir anda girmediler sınırdan içeri, yani sendikalar “hazırlıksız yakalanmadı”. Buna karşın sendikaların bu konuya yeterli ilgiyi gösterdiğini söylemek mümkün değil. Klasik sendikacılık anlayışı bu başlıkta da “kendine yakışan” refleksi üretiyor ve kendi aidatlı üyesinin durumuna bakıyor. Sendikal cephe, çalışma yaşamına bütünlüklü bir bakışı üretmiyor, üretemiyor…

Çalışma izinleri konusunda, sendikaların tavrı uzun süre “Türkiye’de bu kadar işsizlik varken, Suriyelilere çalışma izni vermek haksızlık olur” şeklinde özetlenebilecek durumdaydı. Çalışma izinlerinin verilmesi döneminde DİSK’in açıklamaları daha ileri bir noktayı gösterse de, sendikaların göçmen/sığınmacı işçilere yönelik bir politikası olduğundan söz etmek mümkün değil.

Öte yandan, sendika üyelikleri konusunda pratik sıkıntılar da söz konusu. Mevcut durumda, Anayasa’ya ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’na göre yabancıların sendika üyeliği konusunda yasal bir sıkıntı bulunmuyor. Buna karşın, sendika üyelikleri noter üzerinden değil, e-devlet üzerinden yapıldığından, işçilerin sendikalı olabilmek için e-devlet şifresine ihtiyacı var. Yabancıların e-devlet şifresi edinebilmek için, ikametgah tezkeresi alıp PTT’ye başvurması gerekiyor. Sorun tam da burada başlıyor. İkametgah tezkeresi almak için pasaportla başvuru yapmak, yani Türkiye’ye yasal yolla giriş yapmış olmak gerektiğinden, geçici koruma kapsamındaki Suriyeli işçilerin ikamet tezkeresi bulunmuyor. Dolayısıyla, her ne kadar yasalara göre yabancıların sendika üyeliği serbest olsa da, geçici koruma kapsamındaki Suriyeli işçiler, pratikte e-devlet şifresi alamadıkları için henüz sendikalı olamıyor.

Sonuç yerine…

Tüm bu tablodan çıkarılabilecek birkaç başlık söz konusu ve bunların önümüzdeki dönem hem çalışma yaşamına yönelik tezlerde, hem de örgütlenme pratikleri açısından tartışılması gerektiği söylenebilir:

Geçici koruma kapsamındaki yüz binlerce Suriyeli işçi, çalışma izni almayı hak etmelerine rağmen, güvencesiz, çok düşük ücretli şekilde çalışmayı sürdürüyor ve bu işçilerin Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak değerlendirilmeleri gerekiyor. Suriyeli işçilerin kabul etmek zorunda kaldıkları çalışma koşulları, Türkiyeli işçiler açısından da genel ücret ve çalışma koşullarını daha alt seviyeye çekmek konusunda basınç yaratıyor.

AKP iktidarı, yıllardır gündemde olan saldırı başlıklarını hayata geçirmeye başladı. Bu durum, 18. yüzyılın çalışma koşullarının işçilere dayatılması ve kayıtlı işgücünün haklarında da gerileme anlamına geliyor. Sendikal hareketin güçsüzlüğü, Suriyeli işçilerin oluşturduğu kayıt dışı, ucuz emek sömürüsünün basıncı ve daha bir dizi nedenle bu saldırılara yeterli yanıt üretilemiyor.

Kayıt dışı istihdam ve çocuk emeği sömürüsü, Türkiye’de önümüzdeki dönemde çalışma yaşamında artarak devam edecek. Sendikaların bu duruma ilişkin bir perspektifi olduğunu söylemek mümkün değil.

Türkiye’de kayıtlı, yani güvenceli, asgari ücret veya üstünü alarak çalışan, kimi zaman sendikalı, yasal ve uluslararası normlara uygun bir üretim yapan işçi tabakası ile yalnızca “hayatta kalmaya çalışan”, tamamiyle kayıtsız, çalışma saatleri belirsiz, asgari ücretin altında ücretlerin geçerli olduğu, çocuk emeğinin yoğun kullanıldığı koşullarda çalışan işçiler arasında bir ayrışma söz konusu.

Burada bir not olarak, işçi sınıfının katmanlaşmasına değinmekte yarar var. Bir dönem Güney Afrika, etnik temelli katmanlaşma konusunda dikkat çekiyordu ve işçi sınıfı etnik temelli dört ayrı katmandan oluşuyordu. En üstte beyazlar ve en altta zenciler yer alıyordu. İşyerlerindeki çalışma düzeni buna göre oluşuyordu ve aynı fabrikada çalışmalarına rağmen kaynaşmaları imkânsızdı. Bu durum egemenlerin de istediği durumdu, yani bilinçli bir tabakalaştırma söz konusuydu. Osmanlı’da da işçi sınıfının zayıflığının nedenlerinden birinin katmanlaşma olduğu söylenebilir. En tepede yabancı işçiler bulunuyordu ve bunların ücreti Osmanlı vatandaşı olan işçilerin ücretlerinin çok üzerindeydi. En altta ise köleler vardı. Yabancı işçilerle Osmanlı işçileri arasında sık sık sorun çıkıyordu.11 İşçi sınıfının etnik temelli katmanlaşması ciddi anlamda tehlike yaratan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Diğer ayrışmalar daha rahat aşılabilirken, bu başlığın kastlaşmaya dönüştüğü görülebiliyor. Türkiye’de Kürt işçiler başlığında etnik temelli bir ayrışmadan söz edilebilir, ancak bu, çeşitli nedenlerle Suriyeli işçilere yönelik oluşabilecek ayrışma kadar yoğun ve yaygın değil.

Ve son olarak, göçmen işçilerin Türkiye işçi sınıfının kalıcı bir parçası haline geldiği, çalışma yaşamının hızla dönüştüğü bir ortamda bizler ne yapacağız?

Suriyeli işçiler akın akın geldiler. Bu ülkede yaşam şansı bulamadıkları için Ege’nin, Akdeniz’in sularında son bulan yaşamları var kimilerinin… Ya da çok düşük ücretlerle yalnızca hayatta kalmaya, bu hayata tutunmaya çalışıyorlar. Ve küçücük çocuklar, sokaklarda ya da atölyelerde onlarca saat çalışmak zorunda kalıyor. Hepimizin, en temel insani duyarlılıklarını yitirmemiş herkesin içini acıtan bir tablo söz konusu.

Empati kurabiliriz. Çok insani olur… Yardım etmeye çalışırız, iki-üç ailenin elinden tutarız kısıtlı gelirimizle. Bu da çok insanca… Ama hepsinin sınırları belli. Göçmen sorununun, emek sorunu olduğunu unutmadan, birlikte mücadele etmeyi öğrenmedikçe ve öğretmedikçe yapacağımız hiçbir şey sorunun gerçek çözümüne yönelik olmaz.

Ali Rıza Aydın’ın göç insanlarına ilişkin anlamlı yazısında tespit ettiği gibi sorunun çözümü sınıf siyasetiyle mümkün ancak: “Göç insanlarının başlarına gelenler sınıfsaldır. Çözüm, ezilmelerine ve sömürülmelerine ilişkin somut durumun somut analiziyle birlikte, onları sınıfsal mücadeleye katmakla somutlaşacaktır. Bu da seyirci kalınmakla değil, sınıf siyasetinin “özne”sinin stratejik programına katılarak, “insan aklı”nı “sınıf aklı”na çevirerek gerçekleşir. Sloganı da açıktır: ‘Bütün ülkelerin işçileri birleşin…’”12

Dipnotlar

  1.  http://goo.gl/uS2oLR
  2.  Doç. Dr. M.Murat Erdoğan, Dr. Can Ünver, “Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki Görüş, Beklenti ve Önerileri”, TİSK, Kasım 2015.
  3.  TC İçişleri Bakanlığı, Göç İşleri Genel Müdürlüğü, http://goo.gl/h75dQc, 05.02.2016.
  4.  http://goo.gl/fojbEb
  5.  http://goo.gl/B1RGo7
  6.  İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, “2015 yılında en az 1730 işçi yaşamını yitirdi”,
    http://goo.gl/8PxF5r
  7.  Doç. Dr. M.Murat Erdoğan, Dr. Can Ünver, “Türk İş Dünyasının Türkiye’deki Suriyeliler Konusundaki Görüş, Beklenti ve Önerileri”, TİSK, Kasım 2015, s.5.
  8.  http://goo.gl/U0FHPq
  9.  http://goo.gl/N9Jqds
  10.  https://goo.gl/TqPZy3
  11.  Koç, Yıldırım, “Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi, Osmanlı’dan Günümüze”, Tekgıda-İş Sendikası, Eylül 2015, s.18-22.
  12.  12http://goo.gl/lgVbkF
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×