Güncel Siyasette Zorlama Eksen: Anti-Kemalizm

Egemen sınıfın organik aydını olarak Türkiye siyasi eliti, kısıtlı kavramsal olanaklarını sonuna kadar sömürmek konusunda olağanüstü bir yetenek geliştirmiştir. İçli dışlı giyilen giysilere benzer şekilde, yıpranan ya da kanıksanan söylemler ters çevrilip, yeniden kullanılma “şansı” elde eder. İşin acıklı tarafı, bu akıllara zarar üretime bizzat muhalif kesimler tarafından da omuz verilmesidir. Bu duruma, “Dostlarınıza fazla güvenmeyin, düşmanlarınızı kullanmayı öğrenin” prensibinin en iyi uygulaması denilebilir.

Bir toplumsal hareket olabilme niteliğini çok önceleri, 12 Mart darbesiyle yitirerek halihazırda kültürel bir söylem haline gelmiş ulusalcı geleneği saymazsak, kemalizm bugünlerde olumsuzluk yüklü suçlamaların kullanışlı nesnesi, egemen sınıfın geçmiş “günahları”nı işleyerek kurtulabildiği bir hesaptır. Günün kavgaları, tarihinin en yüksek noktalarında bile muğlaklık ve tanımsızlıkla nitelenebilecek kemalizmin suçlama olarak kullanıldığı söylemlerle bezeniyor. Kemalizm suçlamasına maruz kalanın ivedilikle kendisine çeki düzen vermesi ve tehlikeli bölgeyi terk etmesi bekleniyor. Örneğin, Nokta Haber’de Fatih Vural’ın 1 Kasım 2015 tarihli mülakatında “Kürt sorunu, ifade ve düşünce özgürlüğü gibi alanlarda yıllarını vermiş bir hukukçu ve insan hakları savunucusu Eren Keskin” şunu söylüyor:

Bir tarafta İslami görüş yanlıları, bir yanda Kemalistler… Hep bunların kapışmalarını izleriz. Bugün AK Parti ve CHP… Biz de aralarındaki kavganın gerçek olduğunu zannederiz. Oysa ikisi de devletin kırmızı çizgilerini savunurlar. İkisinin birbirine ihtiyacı vardır. Bu nedenle de gerçek devlet, aradan gerçek bir demokrasi çıkmasına izin vermez. AK Parti tabii ki İttihatçılığın tam bir temsilcisi değil ama İttihatçılığın bir Türk-İslam sentezi olduğunu da unutmayalım. İslamcı tarafını AK Parti, Türk tarafını da Kemalistler, CHP oluşturuyor. İkisinin birbirine ihtiyacı var. Benim için Doğu Perinçek’in AİHM’deki davası çok önemli bir göstergeydi. Perinçek’e hem AK Partililer, hem de CHP’liler, bizzat duruşmasına giderek destek verdi. O nedenle aralarında bir fark yok, temel noktalar konusunda.”

Bu yoğun metin, resmini çizmek istediğimiz anomaliye ilişkin derli toplu bir fikir vermeyi en kestirme şekilde başarıyor. Çünkü bu kadar kısıtlı bir alana bu kadar çok yanlışı sığdırmak zor iş.
Eren Keskin, öncelikle, mevcut düzen siyasetimizin toplamını AKP ve onun olumsuzlaması olan kemalizme bölerek bunlar dışında herhangi bir şeye yer bırakmıyor. Sonra da onları devletin kırmızı çizgilerini savunmak gibi “belirli” noktalarda biraraya getirmeyi başarıyor. “Gerçek devlet” sınıf egemenliğinin aracı olmaktan çıkarılıp, kendinden menkul illetin adı haline getirilirken, (her ne demek ise) “gerçek demokrasi”nin önündeki temel engel oluveriyor. Bu arada, kemalizm CHP ile eşitleniyor. Kemalizme benzer tanımsızlıklar yaşamış ve dönüşümler geçirmiş olan İttihatçılık ise Türk-İslam çizgisine indirgeniyor ve İttihatçığın AKP’ye yamanmasına ramak kalıyor. Söyleyen Kürt hareketinin en öne çıkan yayın organı Özgür Gündem’in eş genel yayın yönetmeni ve “bedel ödemiş” siyasetçi Eren Keskin.

Kürt siyasi davasının biraz ötesinde liberal kanattan bir isim, Baskın Oran ise T24’te boy gösteriyor ve çözüm sürecinin geldiği noktayla ilgili olarak şunları söylüyor: “AKP iktidara geldiği ilk yıllarda herkese ciddi demokrasi umutları verdi ve yepyeni bir Kürt yaklaşımı ortaya koydu. Ancak 2011’den itibaren ise AKP iktidardan gitti, Tayyip Erdoğan’ın Kemaloİslâmist ideolojisi geldi.” Profesör Oran, erken Cumhuriyet tarihi ideolojisinde dinin kullanımı ile bugünkü AKP duruşu arasında dikkate değer bir fark görmediği için “Kemaloİslamist” kavramını da kaşla göz arasında tanımlayıp, siyasi literatürümüze kazandırıyor.

Bir önerme temel olarak özne ve yüklemden oluşur. Her konuda olduğu gibi sosyal bilimler alanında da bu böyledir. Özne ve yüklemin hep birlikte olabildiğince tanımsız olmasının işe yaradığı duruma analizden daha çok demagoji diyebiliriz. Demagoji, etik olmayan siyasetin en önemli cephanesidir. Varmak istediğimiz sonuca çözümleme yapmadan varmamızı sağlar. Çağımızda sadece sosyalistler etik siyaset yapma ayrıcalığına sahip. Bu modanın yaygınlığının boyutlarını kavrayabilmek açısından örnekleri çoğaltabiliriz. Bir başka kaynakta, Dersim kemalizmi, paralel kemalizm ve Kürt kemalizmi kavramlarının kullanımını görüyoruz. Yazarın üç tarz-ı siyasetten etkilendiği ve sayısı çoğaltılabilecek kemalizmleri üçte bıraktığı düşünülebilir. Kavramsal dayanaklar muhtelif: Dersim kemalizmi Suriyeli mültecileri faşizan bir şekilde ülkelerine göndermek isteyen CHP’nin tarzıymış. Tanımlamak ve isimlendirmek bu denli kolay. Kavram setimiz hazır olduğuna göre çözümlemeye başlayabiliriz! Kürt kemalizmiyse iki çelişik olgunun her ikisi de kullanılarak tanımlanmış: Söylemde dinsel öğelerin kullanımı yoluyla manevi duygulara yaltaklanma, öte yandan ramazanda kahvaltı düzenleyerek manevi değerleri hiçe sayma. Paralelciler, dinsel emirlere uyma konusunda zorlukla karşılaşırsa yapmaları önerilen takiyecilik nedeniyle kemalist kavrama iliştiriliyor. Bu bakış açısıyla sözlüklerdeki kelimelerin yarısını kaldırarak yerine kemalizmi koymak mümkün.

Kemalizm, artık kadim CHP gibi, faşizm gibi olumsuzluğa ilişkin bir meta-sembol haline getirilmiştir. Liberal, muhafazakar ve gerici söylemlerin buluşma yeri anti-kemalizmdir. Sosyalist hareket bu ayrım ile ilgili gerçekçi ve iyi tartılmış eleştiri ve görüşlerini bağımsızca ortaya koymak durumundadır. Tarihe bakışta gerçekçilik tarihselciliğin özüdür.

Kemalizmin tanımı

Kemalizm nedir? Üniversitelerimizde verilen zorunlu derslerde gücünün doktriner olmamasından geldiği üstüne basılarak vurgulanan bir ideolojik yapıdan bahsediyoruz. Fatih Yaşlı 2012 tarihli bir yazısında monolitik bir düşünce sistemiyle karşı karşıya olmadığımızı şu şekilde tarif ediyordu: “Türkiye tarihini ‘seksen beş yıllık Kemalist vesayet rejimi’ argümanı üzerinden okuyan ve şu anda Türkiye düşünce hayatında hegemonik bir niteliği bulunan liberal-muhafazakâr söylem, Kemalizm’i devletin cumhuriyetin kuruluşundan beri varlığını devam ettiren resmi ideolojisi ve askeri-sivil bürokrasinin dünya görüşü olarak sunar. Aynı söylem Kemalizm’i her türlü konjonktürden ve toplumsal değişimden bağımsız, zaman-mekân üzerinde konumlanmış ve asla değişmeyen bir ideoloji olarak kurgular buna göre örneğin 30’ların Kemalizm’i ile 60’larınınki arasında ya da Doğan Avcıoğlu’nun Kemalizm’i ile Çevik Bir’inki arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Oysa gerçek hiç de öyle değildir. 30’lu yıllardan günümüze dek Kemalizm karşımıza sürekli olarak farklı “evrensel” ideolojilerle eklemlenmiş bir şekilde, farklı veçhelerle çıkmaktadır. Daha Mustafa Kemal hayattayken dahi, yani 1930’larda, Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt gibi isimlerce İtalyan ve Alman faşizmlerine öykünerek inşa edilmeye çalışılan bir Kemalizm yorumu ve Kadro dergisi etrafındaki Yakup Kadri, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör gibi aydınların taşıyıcılığını yaptığı ‘sol’ referanslara sahip daha farklı bir Kemalizm yorumu bulunmaktadır.”

Değişkenlik ileriye doğru izlendiğinde son sol-kemalizm denemesinin Yön Hareketi olduğunu ve 12 Mart ve sonrasında 12 Eylül ile gelinen noktada kemalizmin artık egemen sınıfların beklentilerini karşılamayan eski ideolojinin durumsal olarak esneyen eksenini ifade ettiğini görürüz.

Basit bir mantıksal gerçeklik olarak iyi tanımlanmamış olanın (kemalizm) olumsuzlaması (anti-kemalizm) neredeyse tanımsızlığın ta kendisidir. Tanımsızlık, siyaseten yol gitmek isteyen bir öznenin yolu değildir. Tanımsızlık, düzen siyasetinin mücadele yöntemi olarak rakibin içine çekilerek etkisiz hale getirildiği bulanık ve derin sulardır.

Safsatanın dayanılmaz çekiciliği

Kemalizmle suçlayarak yargılamaya dayalı argümanların tipik özelliği basit safsatacılık ve ayak oyunlarıdır. Mantıkta neticeyle doğrulama denen bir yanlış kullanım vardır: Sonuçtan yola çıkarak zorunlu olmayan öncele varılır. Örneğin yağmur yağıyorsa yollar ıslaktır, yollar da ıslaksa buna dayanarak yağmur yağmış olur, oldurulur. Bu şekilde ortalığı dolduran söylemlerin yolu açılmış olur.

Kemalizm Kürt kimliğini reddetmişti; AKP de artık reddediyor, o zaman AKP kemalistleşmiştir.

Kemalizm dinsel değerlere saygısızdı; HDP ramazanda kahvaltı düzenledi, öyleyse HDP kemalistleşmiştir.

Kemalizm otoriterdir; AKP gittikçe otoriterleşiyor, demek ki AKP kemalistleşiyor.

Örnekler çoğaltılabilir. Bu kesimin yeni sözlüğünde kutsala saygısızlığın, otoriterliğin, etnik kimliklere duyarsızlığın, tepeden inmeciliğin, elitizmin, halk değerlerini hiçe sayan iradeciliğin ve seksen yıllık devlet tarihinde birkaç benzer örneğini bulabildiğimiz hemen her olumsuzluğun adı kemalizmdir. Yeni sözlük kullanılırken dikkat edilmesi gereken tek nokta, bahsedilen olguların Cumhuriyet dönemi sonrasında vuku bulmuş olmasıdır. Jakobenler için büyük bir şans.

Liberalizmin dokuz canı

Bu ısrarla hatalı referans verme ihtiyacı siyaseten hangi motivasyondan doğuyor? Bugün günlük siyaset sınıf mücadelesini gizlemek ve sahte gündemini sunmak zorundadır. İlk örneklerinin, İkinci Dünya Savaşı sonrasının siyasi ikliminde siyaset sahnemize girdiği liberaller, o günden bu güne dezenformasyon ve ideolojik biçimlendirmenin alt-üstlenicisi işlevini gördüler. Liberalizm Türkiye’de siyaset sahnesinde hiçbir zaman kendi başına bir güç olmadı. Diğer temel öznelere eklemlendi. Liberaller, burjuvazinin organik “aydın” kadrolarında her zaman en yüksek iş güvencesine sahip oldular. Sahte bağımsız otorite olmanın ayrıcalığını yaşadılar. Geçmişin mütevazi ölçülerine göre bugün hayli devasa hale gelen basın ve yayın dünyasında kalabalık kadrolar halinde yer tutmaya devam ediyorlar.

Gelenek’in 57. sayısında Aydın Giritli liberalizm-kemalizm ilişkisini şu şekilde tarif etmişti: “Kemalizmin üç “baş belası” arasında liberalizmin olmaması doğaldır. Ancak kemalizmin liberalizmi Türkiye ilericiliğinin güncelliğinden kovduğu da kesin. Nedeni yalındır: Liberalizm karşı-devrim dinamiklerinin sönmediği ve kolay kolay sönmeyeceği bir toprakta gericilik başta olmak üzere kriz damarlarına korunak sunmuş, gericiliğin istismar edebileceği bir zemin, üstelik düzenin kendi standartları içinde de meşru ve saygın bir zemin olmuştur. Ürkek karakteri derin köklere sahip egemen sınıfın tüm unsurlarını -bu sınıfın tekil unsurları beğense de beğenmese de- temsil eden kemalizm liberalizmi bir sahtekarlık türü olarak algılamıştır. Doğrudur, liberalizm burjuva devriminin önderlik çizgisi nezdinde bir mikroptur. Yukarıda bir dipnotta bunun somut karşılığını da belirtmiştik… Ancak daha doğru bir ifadeyle, mikrop olan gündelikçi liberalizmdir.”

Aradan geçen zaman içinde gündelikçi nitelemesinin daha derin bir anlam kazanarak tam yerine oturduğunu gördük. Bugün gündelikçiler, günlük olarak kurulup bozulan birlikteliklerin gereği olan ideolojik üretimi yapıyor. Dün ilericiliğin gündeminden kovulan liberaller, bugün Cumhuriyet döneminin kazanımlarına kemalizm üzerinden yüklenerek egemen gericiliğe hareket alanı açıyor, gericiliği gündeme oturtuyor.

Sosyalist bakış üzerine

Solun kendi çizgisini savunması adına bizzat kemalizmle karşılıklı mücadelesine ilişkin defter kapandı. 12 Mart sonrasında hiçbir dönemde kemalizm üzerinden kapsayıcı bir önderlik savı gündeme gelmedi. Olaylar, kemalizmin özenle gizlemeye çalıştığı sınıfsal bağlantıları tarihin doğal akışı içinde göze soktukça, kemalizmin sınıfsız toplum söylemi anlamını yitirdi.

Komünist hareket, yolunu çizerken, kendi tarihinin Cumhuriyet’in yoluyla ilişkisini doğru kurmak durumunda. Bugün kemalizmin geçtiği tarihsel yola ilişkin yirmi yıl öncesine oranla çok büyük bir bilgi birikimi mevcut. Cumhuriyet’in kuruluşu sırasında izlenen yol ve alınan sınıfsal tercihlerin doğru şekilde çözümlenmesi ve tarihsel bağlamına oturtulması için genel kanılara ve sezgilere dayanmak yerine çok sayıda belge, tutanak ve karşılaştırmalı olarak başvurulabilecek anılar elimizde mevcut.

Diğer taraftan, sınıf egemenliğinin temel ideolojik ayağı olarak değişen kapitalizmle birlikte sürekli yenilenen kemalizm, sol yorumları da dahil olmak üzere her zaman komünizme büyük rezervlerle yaklaştı. Devlet güdümlü ilk Komünist Partisi’nin kuruluşu bu antagonizmanın ilk çatışmalarından biridir. Komünistler, içeriksiz anti-kemalizm söylemlerine prim vermek durumunda değildir. Karşı ağırlık koyabilmek için uzlaşmalara ve kimliğini yitirdiği cepheleşmelere girmek durumunda da değildir. Kemalizmin komünist dünya görüşüne uygun bir değerlendirmesi üzerinde yükselen bir tarih yazımı mevcut sınıfsal duruşların ve davranışların çözümlenmesi yoluyla stratejik düşünceye katkıda bulunur.

Devlet ve sınıf

İnceleme konusu söylemlerin en temel motiflerinden birisi “devletin AKP’yi ve siyaseti yeniden ele geçirmesi”dir. Bu noktada kafa karışıklıkları başlıyor. Devlet, sınıf egemenliğinin aygıtı olmaktan çıkarılarak davranışı kemalist ideolojiyle belirlenen ve en üst düzeyde kişileştirilen (personification) bir varlık haline getiriliyor. Yine görüşlerine başvuracağımız “hukukçu ve insan hakları savunucusu” Eren Keskin aynı mülakatta şunu söylüyor: “Türkiye’de öyle bir devlet yapısı var ki ona teslim olmazsanız, istediğiniz kadar büyük bir oyla seçilip hükümet olun, sizi bir anda bitirebilir. O nedenle, 1990’ların bütün ağırlığını yaşamış bir insan hakları savunucusu olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni tahlil edebilen herkes gibi ben de bugün yaşadıklarımıza şaşırmıyorum.” En son mağdur olarak AKP’nin dramını kendisinden iyi şekilde ifade edebilen birisine ancak teşekkür edilebilir! Belki de diğer devlet mağdurları ile aynı cephede bir AKP fikrinin tohumları da burada atılıyor.

Devlet üzerine büyük laflar edecek herkesin öncelikle “devlet nedir?” sorusuna verecek derli toplu bir yanıtı olması gerekir. Leninist kavramı benimsemek şart değil, ama referans bir kavram olmalı. Türkiye elitinin devlet algısı, varlığının her döneminde ağır bir mistifikasyon ile sakatlanmıştır. Bunun nedenlerinden birisinin Osmanlı tarih yazımında bir türlü erişilemeyen sınıfsal sadeleştirme ve devletin varlığının nesnel konumlandırılışına ilişkin eksikler olduğunu düşünmeden edemiyoruz. Sonuç, “tarihimiz boyunca bizde devlet başka bir baskın” oluyor.

Devlet, o an gücün denetimini elinde bulunduran hükümet olduğu kadar, bizzat denetlenen gücün kendisidir de. Bir adım ileri giderek o gücü üreten, yeniden üreten ve meşrulaştıran sistemin tümünün adı devlettir. Aynı usta bir fotoğrafçının alan derinliğini kullanarak aynı karede farklı öğelere dikkat çekebilmesi gibi çerçevenin içindeki öğeler değişmeden algılar farklılaşabilir. Ancak her durumda tüm çerçevenin bölünemez bir ilişkisel bütünlüğü vardır.

“Devletin (bir dönemdeki) ideolojisi kemalizmdir” dediğimizde çok tehlikeli bir soyutlama yaparak devleti özne haline getiriyoruz. Marksistler için özne sınıftır. Egemen sınıfın devleti ve her sınıfın ideolojisi vardır. İdeoloji, gereklere göre yeniden biçimlenir. Sınıf da gereklere göre dönüşse de anahtar olan sınıftır. Altı yaşındaki çocuk ile onun altmış yaşındaki halinin aynı özne olmasına rağmen, düşünüş ve içsel organizasyonun zamanla değişebileceğini biliriz. Yine de arka plandaki devamlılığı yakalayabiliriz.

Kemalizm, İkinci Dünya Savaşı’nın bitişi ile bizzat egemen sınıf tarafından düzen içi muhalefet konumuna itilen ve 12 Mart sonrasında da tüm iktidar iddiasını yitirecek şekilde içi boşaltılarak önce nostaljik bir öğe, şimdilerde liberal söylem yardımı ile şeytan taşlama mahali haline getirilen bir ideolojik duraktır. Liberal söylem, burjuva diktatoryası içinde işlevinin sınırları çizilmiş olan devletle bir sorun öngörmüyor. Bu söyleme göre mevcut devletin olumsuz yüklemleri kemalist düşünceyle birlikte elimine olacak arızi nahoşluklardan ibarettir.

Komünistler, kendi dünya anlayışlarının dışındaki Robespierre ya da Bolivar’ı devrimci değerlerini tanıyarak tarihsel bağlamına koymaktan kaçınmaz. Tarihi ilerleten her eylemi içtenlikle selamlar. Tüm tarihsel eylemleri devrimcilik ekseninde gerçek ağırlıkları ile değerlendirmeyi amaçlar. Bu topraklar özelinde Cumhuriyet’in olumlu değerlerinden ve tüm sınıfsal karşıtlığına rağmen Cumhuriyet ideolojisi içinde bu değerleri yaratabilmiş düşünce adacıklarının ve sahiplerinin kredilerini vermekten kaçınarak şeytan taşlama kervanına katılmak bizden uzak olsun. İşimiz bu arkaik ayinin arkasında gizlenen sınıf mücadelesini açığa çıkarmaktır.

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×