Karşılaştırmalı bir Tarih Çalışması: Arap Coğrafyası’nda da mı İkinci Cumhuriyetler Kuruluyor?

Türkiye Komünist Partisi’nin 2011 Temmuz’unda topladığı 10. Kongresi önemli siyasi tezleri ele aldı ve raporla ştırdı. Siyasi rapor; 1923 Devrimi ile tarihsel bir ilerlemeye dayanarak kurulan Birinci Cumhuriyet’in yıkıldığını ve yerine liberal/ İslamcı ittifak ın emperyalizmin desteğiyle İkinci Cumhuriyet’i kurduğunu tezliyor, bundan sonra siyasi mücadelenin birincisini savunanlar ile ikincisini kuranlar arasındaki gerilimlerin yarattığı olanaklara değil, bir sosyalist cumhuriyetin kuruluşuna odaklanması gerekti ğini söylüyordu.1 Genel seçim çalışmaları ve sonra siyasi tezlerin yazıldığı dönemde ise Arap coğrafyasında emperyalist merkezlerin toz duman içinde büyük bir hızla “Arap Baharı” diye adlandırdıkları varolan rejimlere karşı ayaklanma süreci devam etmekteydi. Bugün emperyalist devletlerin desteğiyle Libya’daki silahlı ayaklanman ın uyguladığı vah şetle, Suriye’nin uluslararası bir komployla ku şatılmasıyla, Mısır ve Tunus ’ta ise İslamcı partilerin seçim zaferleriyle “Arap Baharı” Türkiye’nin “İleri Demokrasisi”ne çok daha benzer hale geldi.  
 
Bu makalenin amacı Türkiye ve Arap coğrafyasındaki ülkeleri karşılaştırmalı marksist tarih yöntemi ile ele almak ve TKP tarafından ileri sürülen Türkiye’deki Birinci Cumhuriyet’ten ikincisine geçiş s ürecinin Arap coğrafyasındaki ülkelere de uygulanıp uygulanamayacağını tartışmaktır.  
 
Karşılaştırmalı marksist tarih yöntemiyle Türkiye ve Arap yakın tarihinin incelenmesinin bir değeri var. 
 
Bu yöntem öncelikle kemalizmin yaydığı Arap d üşmanlığıyla hesaplaşmak anlamına gelecektir. Kemalistler veya Birinci Cumhuriyetçiler, Araplara ister Osmanlı’nın son dönemindeki ayaklanmalarından dolayı, ister ulusal kuruluşun ve modernleşmenin sınır çizici, ülke merkezli, dışlayıcı özelliği olarak “güvenilmez” ve açıkça söylenmese bile daha aşağı bir halk olduklar ına ilişkin bir ideoloji yaymışlardır. Arap ülkeleriyle ilişkiler sınırlı tutulmuş, bu ülkelere yönelik ilgi, bilgilenme isteği baskılanmıştır. Oysa geniş bir coğrafyaya yayılmış Arap halkı toplumsal mücadeleler ile dolu zengin tarihleri, kültürleri, edebiyatları vb. ile bu yakla şımı hiç hak etmezler. Karşılaştırmalı tarih önyargıları, yaratılmış cahilliği de aşmak anlamına gelecektir. Öte yandan kullandığımız marksist tarih anlayışının AKP’nin Arap ülkelerine ilişkin hastalıklı ilgisini de çözümlemeye yardımcı olması beklenir. 
 
İkincisi ise belirli bir coğrafyadaki tarihsel gelişme bir kez gerçekleşen olaylar dizisidir ve tarihi geri alıp farklı kanallara sokarak test edecek bir zaman makinesine sahip değiliz. Bu kısıtın zorlanması ile, “Mustafa Suphiler Ankara’ya varabilselerdi”, “Kemalist önderlik sosyalizm yolunu seçseydi”, “Amerikan mandası kabul edilseydi” veya “Anadolu’da işçi sınıfı biraz daha gelişkin olsaydı” ne olurdular ın yanıtı  hep spekülasyonlara dayanmak zorundadır ve birçok kez faydasız bir zihinsel egzersize dönüşür. Oysa benzer verili tarihsel dilimlerde veya koşullarda yaşamış toplumlar ın tarihlerini karşılaştırmalı olarak incelemek buna benzer ayrıksı kanallarda yol alman ın sonuçlarını bize g österecek, spekülasyonların yerine bilimsel veriler ileri sürülebilecektir. Diğer yandan benzer toplumsal, iktisadi ve siyasi koşulların farklı co ğrafyalarda benzer sonuçlar üretmesi tezlerimiz için bilimsel bir sınama yerine geçecektir. 
 
Bir diğer avantaj ise, yakın tarihi anlamak için sadece ülkelerin iç dinamiklerinin incelenmesi değil, aynı zamanda daha geniş bir coğrafyada belirli strateji ve taktikler güden emperyalist devletlerin siyasetinin kavranmasının gerekliliğidir. Emperyalist siyaset birden fazla ülkenin örneklem olarak seçilmesi ile çok daha kolay deşifre edilebilecektir. Taktikler ülkelerin iç dinamiklerine ve zamana göre çeşitlilik gösterebilir ama örneğin Ortadoğu için daha uzun erimli bir ABD stratejisinin söz konusu olması gerekir. 
 

Tarihsel dizge 
 
Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin benzer bir tarihsel gelişme gösterip göstermediğini incelemeden önce tezleri biraz daha netleştirip, köşeli hale getirmenin yararı var. 
 
Birinci Cumhuriyet’in kuruluşu emperyalizm çağında henüz kapitalist üretim ilişkilerinin güçlenmediği, feodal rejimlerin altındaki ülkelerde yaşanan burjuva devrimini tanımlar. Bu ülkelerde monarşi veya meşrutiyet rejimi sürmekte ve kural olarak emperyalizmin kıskacı altında sömürge veya yarı-sömürge durumundadırlar. Burjuva siyaseti ulusalcı ve modernleşmeci bir çizgide örgütlenir ve burjuva reformları kendisini gösterirken, işçi sınıfı siyaseti bağımsız bir programla tarih sahnesinde yerini almaktadır. Yine kural olarak bütün birinci cumhuriyetler Ekim Devrimi sonrasında kurulmuş ve kuruluşları Sovyetler Birliği’nin varlığında gerçekleşmiştir.  
 
Burada iki tarihsel dizge yakalamış oluyoruz: Emperyalizmin k ıskacında ve feodalizmin bağrında hazırlık dönemi ve birinci cumhuriyetin kuruluşu. 
 
İkinci cumhuriyetler bu kez kural olarak Sovyetler Birliği’nin karşı-devrim ile çözülüşü sonrasında kurulurlar. Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile eli serbest kalan emperyalizmin kendi krizini ertelemek için Ekim devrimi sonrasında oluşan birinci cumhuriyetleri emperyalizme entegre etmek için başlattığı operasyon “Sovyetler Birliği’nin çözülüşü sonrası emperyalist restorasyon ” olarak adland ırılabilir. Bu operasyon her ülkenin, emperyalist şirketleri ile ortak olan ve yurt dışına sermaye ve meta ihraç eden kendi burjuvazilerinin programı haline gelir. Program burjuvazinin o güne kadar geliştirdiği resmi ideolojiye, kırmızı çizgilere aykırıdır ve direnç ancak kitle psikolojisi yaratacak İslamcı burjuva siyasetler tarafından yenilebilecektir. Bu süreç bir hazırlığı gerektirir. Yine burada birinci cumhuriyetlerin bağrında liberalleştirme, piyasalaştırma ve İslamlaştırma ile el ele yürüyen bir hazırlık dönemi tanımlamak gerekir. Bunu ikinci cumhuriyetlerin kuruluşu takip edecektir. İkinci cumhuriyetlerde alabildiğine emekçi sınıflar ezilirken, emperyalizmin önünde hiçbir engel tanımayacak şekilde yasama, yargı ve y ürütme dönüştürülmüş, ülke sınırları önemini yitirmeye başlamış, sermayenin ilkel birikim dönemindeki talan ekonomisi kendini göstermiş, yurt dışına sermaye ihraç eden şirketler daha büyük uluslararası şirketlerin içinde erimeye başlamış, orduları ulusal özelliklerini yitirerek emperyalist operasyonlarda görev alan bir parçaya evrilmiştir.  
 
Bu durumda tezlerimiz netleşmiş oluyor, T ürkiye için tanımladığımız hazırlık, birinci cumhuriyet, ikinciye hazırlık ve ikincinin kuruluşunu Arap coğrafyasında arayacağız. Eğer farklılıklar varsa bunları saptayıp nedenlerini irdeleyeceğiz. 
 
Burada bir sorunla karşı karşıyayız. Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika ’daki Yemen’den Cezayir’e, Irak’tan Tunus’a kadar çok sayıdaki ülkenin tarihine ilişkin sayısız olay dizinine bakmak gerekiyor, fakat tek bir makale içinde bu denli fazla olay yığınını ele almak, çözümlemek imkansız gözüküyor. Bu nedenle anahtar bir ülke olan Mısır’ı ele alacağız, gerektikçe Suriye ve Irak başta olmak üzere diğer ülkelere değineceğiz. Bu daraltmaya rağmen olayları b ütün zenginliği ile verme şansı olmadığı için dönemlerin en genel karakterlerini irdeleyerek soyutlamaya çalışacağız. 
 

 

Akdeniz’de simetri: Türkiye ve Mısır 
 

Karşılaştırmalı tarih çalışmasında Mısır’ın anahtar ülke olarak seçilmesi boşuna değildir, çünkü yukarıda saydığımız tarihsel dizin Arap dünyasının en gelişkin ülkesi olan Mısır’da oldukça belirgin olarak karşımıza çıkacaktır. Türkiye ile olan benzerlikleri Akdeniz’de bazen rekabetle giden karşılıklı etkile şimli bir simetri yaratmıştır ve tezlerimizi sınayabileceğimiz tarihsel bir model sunmaktadır. 
 
Mısır neolitik dönemde tarımın keşfiyle birlikte zenginlik kaynağı olmuş, Nil vadisi boyunca neolitik köyler dizilmiştir. Artı ürün veren Mısır köylüleri binlerce yıldır bu ürüne el koyarak yaşayan “soylu” kabilelerin ve devletlerinin kontrolünde kalmıştır. Devletin tek işlevinin zoru örgütlemek ve vergi toplamak olduğu sanılmamalıdır. Geniş çöllerin içinde düzenli aralıklarla taşan Nil vadisinde yapılan tarım hidrolik bir sulama tekniğine dayanmakta, su giderek yükselen havuzlara alınarak kanallar aracılığıyla tarlalara taşınmaktır.2 Devlet antik Mısır’dan günümüze kadar hidrolik tarımın devamlılığından sorumlu olmuştur. 
 
16. Yüzyılın başında diğer Arap ülkeleri gibi Mısır da Osmanlı egemenli ğine geçiyor, Osmanlı feodal d üzeni eskinin devamı olarak s ürdürülüyordu. On yedinci yüzyıldan itibaren Osmanlı merkezi feodalizmindeki çözülme Mısır’ı da etkileyecekti. Kahire ’nin nüfusu çoğunlukla egemenler ve onun hizmetindekilerden oluşuyor, 300 bini buluyordu.3 Padişahın mülkü olarak kabul edilen Mısır esasta Osmanlı Devletine vergi ödeyerek feodal egemenliklerini sürdüren Memlukların (köle olarak getirilen ve sonra egemenliği ele geçiren Kafkas kökenliler) elindeydi. Mısır’ın kaderini Ortadoğu’nun diğer bölgelerine göre daha önce değiştiren bir olay oldu. Napolyon orduları ile 1798’de Mısır’ı işgal etti ve üç yıl boyunca Mısır’da kaldı.4 Her ne kadar bu i şgal, iki kapitalist devlet olan Fransa ve İngiltere arasındaki rekabete dayansa, yeni sömürgeler elde etmeyi amaçlasa ve yerel direnişlere karşı acımasızca davranılsa da Napolyon bu seferi Büyük Fransız Devrimi’nin ihracı olarak takdim edebilmi ştir. Halka doğrudan özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla seslenen Napolyon, yerel feodallerin askeri gücünü dağıtırken, Mısır’a bir kütüphane, bir matbaa kurmuş, modern okulların açılmasını sa ğlamış, bilim insanları davet edilmiş, gazeteler çıkarılmıştır.5 Şans ve şansızlık bir arada. Bir yandan İstanbul Batıya daha yakın olmasına rağmen burjuva reformları s üreci Kahire’de başlıyor, diğer yandan erken kapitalistleşen batıdaki devletlerin bugüne kadar süren müdahalelerinin kapısı açılıyordu. 
 

Mısır’da Birinci Cumhuriyet’e hazırlık dönemi 
 

Napolyon’un çekilmesinden doğan boşlukta Osmanlı devlet adamı olan ve olağanüstü bir siyasi zekaya sahip Mehmet Ali Paşa’nın iktidarı elinde toplamas ıyla yeni bir devreye girildi. Marx takdir ettiği Mehmet Ali Paşa için “sarığı gerçek bir kafayla ikame eden tek adam” demiştir.6 
 
Burjuva reformları Osmanlı’dan önce başlamış, ilk seküler okullar kurulmuş, yurt dışına okuması i çin kadrolar gönderilmiş, Osmanlı topraklar ındaki ilk gazete yayınlanmış, 1822’de ilk matbaada Türkçe, Farsça, Arapça kitaplar basılmıştır. Modern askeri okul, tıp, veterinerlik, ziraat, mühendislik fakülteleri yine bu dönemin ürünüdür.7  
 
Mehmet Ali Paşa yönetiminde Memluklar’dan kalan feodal düzen yıkılmış, büyük toprak mülkiyeti el değiştirmiş, görünüşte Osmanlı’ya bağlı ama gerçekte Kahire’deki merkezi devlete vergi ödeyen yeni bir büyük toprak sahibi sınıf ortaya çıkmıştı. Mehmet Ali Alman kapitalizminin kuruluşuna benzer şekilde büyük toprak sahiplerine ve ticaret burjuvazisine yaslanarak bağımsız bir ulus kapsamında devlet kapitalizmini kurmaya girişti. Sulama sistemi modernleştirildi, yeni tarım alanları açıldı, pamuk ekimine başlandı ve pamuğa bağlı bir dokuma sanayi kuruldu. İşçi ve köylüler ezilirken Mısır’da güçlü bir donanma ve orduya sahip, fetih savaşları yapan, dışarıya ürün ihraç eden zengin ve bağımsız bir devlet ortaya çıkıyordu.  
 
Öyle ki bir hanedana dönüşen Mehmet Ali soyu Osmanlıya rakip olmuştu. Arap kültürüyle yetişen, Mehmet Ali’nin Arapça konuşan ve Arap dünyasında  reformlarını ilerletmek isteyen oğlu İbrahim Suriye’yi alarak, Anadolu’ya ilerlemiş, Osmanlı ordusunu 1833 ’de yenilgiye uğratmıştı. Az daha Osmanlı hanedan ı el değiştirmek üzereydi. Padişahlık ve halifelik Kahire’ye mi geçerdi, yoksa İbrahim İstanbul’a mı yerleşirdi, bunu bilemiyoruz ama bildiğimiz şey, Akdeniz’deki çıkarları gere ği İngiltere’nin buna engel olduğudur. Şimdilik sadece bu siyasal durumdan daha sonra değineceğimiz Suriye’nin de olumlu olarak etkilendiğini ve Arap dünyasında Mısır’dan sonra ikinci bir merkez olarak reform süreciyle karşılaştığını vurgulayalım.8 
 
Görüldüğü gibi M ısır’da reform hareketi İstanbul’dan önce başlamıştır. Yalçın Küçük bu konuya işaret edip, II. Mahmut’un başlattığı reformların Mısır baskısıyla veya rekabetiyle gerçekleştiğini ileri sürmüştü.9 Ondokuzuncu y üzyılın başındaki Osmanlı reform hareketinin Mısır baskısıyla mı, yoksa kapitalist ülkelerin üstünlüğü karşısında kendisini koruma refleksinin ürünü mü olduğunu burada tartışmayacağız, ama iki coğrafyayı siyasi sonuçları açısından birbirine bağlayan başka bir olay var. Yerli üretici ve tüccarın yabancı tüccar karşısında elini kolunu bağlayan 1838 İngiltere-Osmanlı Ticaret anla şmasının aslında sanayi ve dış ticareti gelişen Mısır’ı engelleme amac ıyla yapılmış olabileceğine değinilmiştir.10 Daha önce Doğan Avcıoğlu da 1838 Anlaşması’nın Osmanlıya bağlı bütün bölgelerde uygulandığını, Mısır’ın kapitalist gelişmesinde kritik bir rol oynayan dış ticaret tekelinin yıkıldığını yazmıştır.11 
 
Böylece Mısır’ın daha önde olduğu ve Anadolu’da da kıpırdanmaya başlayan ticaret ve yerel sanayi, İngiliz meta üretimi ve ticareti karşısında çözülmeye başlamış, ticarete aracılık eden Hıristiyan kökenli (Mısır’da Kıptiler, Osmanlı’da Levantenler) yerel bir komprador sınıf oluşmuştur. Mısır hammadde sağlayan ve dünya piyasasında sanayi ürünü ithal eden bir plantasyon ekonomisine doğru ilerlemeye başlamıştır.12 
 
Ancak Avrupa’da kapitalizm yerinde saymamakta, hammaddeye el koyma ve meta ihraç etme döneminden sermaye ihracına, başka bir deyiş ile emperyalizm çağına geçilmektedir. Sermaye ihracı, bir noktadan sonra ihraç edilen ülkeyi yönetmek, egemenliği ele almak anlamına gelecektir. Mısır devletin yönettiği uluslaşma ve kapitalizmi tepeden kurma modeliyle elde ettiği avantajı Osmanlı’nın  da çelmesiyle yitirince, İstanbul ve Kahire emperyalist tezgahın içine birlikte yuvarlandılar.  
 
İlk adımlardan biri tıpkı Anadolu ’da olduğu gibi ülkenin derinlerinden limanlara hammadde taşıyacak demiryolu şirketleri imtiyazlarının emperyalist ülkeler tarafından alınmasıydı. İskenderiye-Kahire demiryolu imtiyazı 1851 ’de İngiltere’ye verildi.13 Diğer önemli bir adım Süveyş Kanalı’nın açılması oldu. Siyaset kurdu olan Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’da Osmanlı’nın başına bela olan bir boğazlar sorunu yaratmak istemediği söylenir.14 Gerçekten Hint Okyanusu’na Avrupa’dan ulaşım süresini çok kısaltması nedeniyle, Süveyş Kanalı stratejik bir önem kazanacak ve emperyalizmin Mısır’a odaklanmasına yol olacaktı. Stratejik kanallara yakın olmak emperyalizm çağında başlıca bir bela olarak gözükmektedir. Marquez “Anlatmak İçin Yaşamak” kitab ında Kolombiya’da halen süren siyasi cinayetleri ve faşist rejimleri Panama Kanalı’na yakın olmakla açıklıyordu.15 Verdi’nin şerefine Aida Operası’nı bestelediği Süveyş Kanalı’nın açılışı 1869 ’da gerçekleşecek, yapımında 100 binden fazla Mısırlı işçi yaşamını yitirmişken, hisse sahibi yabancı şirketlere büyük kârlar bırakacaktı. Bir İngiliz tarihçi, kanalın açılışıyla birlikte İngiliz donanmasının hedefinin İstanbul Boğazı'ndan Süveyş kanalına kaydığını yazmıştı.16
 
Fakat Mısır’ın egemenlik ve bağımsızlığına asıl darbe mali sermaye ihracından geldi. Eş zamanlı olarak Osmanl ı ve M ısır borç bata ğına battılar. 1875 sonunda Türkiye iflas ederken, emperyalistler Babıali’nin iflasının Mısır’ınkini hızlandıracağını tahmin ediyorlardı.17 1876’da Mısır iflasını ilan etti ve İngiliz, Fransız, İtalyan devletlerinin atadığı komiserler tarafından Düyun-ı Umumiye Sandığı kuruldu.18 1882’de de Osmanlı borçları için Düyun-ı Umumiye kurulurken, Mısır İngiliz Birlikleri tarafından fiili olarak işgal edildi. Her iki ülke de emperyalizmin doğası gereği yarı sömürge haline geliyordu. Mısır’da Arabi Paşa’nın öncülüğünde anayasal bir demokrasi ve bağımsızlık hedefiyle 1881’de başlayan ayaklanma yenilgiyle ve İngiliz işgaliyle sonuçlanacaktı.19
 

Mısır’da Birinci Cumhuriyet’in Kuruluşu 
 

Mısır’da 1870’lerin sonundaki liberal ortam Suriyeli aydınların ve Abdülhamit’e muhalif  Jöntürklerin de sığınması ile Kahire ’yi Ortadoğu’nun fikir merkezi haline getirmişti. Bir sonraki yüzyıla damgasını vuracak görüşler burada şekillendi. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi, Pan-Arabizm, İslamcılık, milliyetçilik, anayasacı reformculuk, ayd ınlanmacılık birer kurtuluş dayana ğı olarak geli ştirildi.20 Ancak İngiliz işgali ve hegemonyası M ısır’ı bir sömürge ülke olarak şekillendiriyor ve çürütüyordu. Şekilsel olarak Osmanlıya bağlı Mısır 1914’te resmen İngiltere tarafından ilhak edildi.  
 
1919’da Arap kökenli büyük toprak sahibi ve tüccarlara dayanarak kurulan milliyetçi Vefd  Partisi İngiliz egemenliğine karşı m ücadele veren temel örgüt olmuştur. 1923’te Türkiye’de Birinci Cumhuriyet kurulurken, Mısır’da Anayasa kabul edildi, seçimler yapıldı ve Mısır İngiltere’nin denetiminde kağıt üzerinde bağımsız meşruti bir krallık oldu.21 İngiliz egemenliği ve gerici güçlerle, bağımsızlık ve toplumsal ilerleme isteyen güçler arasında burada ayrıntısıyla verilmeyecek çekişmeler uzun yıllar boyunca sürdü.  
 
Bu dönemde Mısır’daki Birinci Cumhuriyet’in temel siyasi aktörleri sahneye çıkmaya başlamıştı. 1927’de Vahabiliğin en gerici “Selefi” yorumundan oluşan Müslüman Kardeşler örgütü Mısır’da kuruldu ve başından itibaren İngiliz emperyalizmi tarafından desteklendi. 

Gizli bir örgüt olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yayıldı. Ortodoks İslami düşünceye adım adım ulaşmayı seküler eğilimlere düşmanlık besleyen bir sinsilikle, bir yandan ticari şirketler kurarlarken, diğer yandan yoksullar arasında dayanışmacı hizmetleri örgütleyerek büyüyorlardı.22 
 
Öte yandan Ekim Devriminin etkisi Ortadoğu’ya yayılıyordu. Mısır Komünist Partisi TKP’den iki yıl sonra kuruldu ve 1923’te Komitern’e kabul edildi. 1924’te Suriye ve Lübnan Komünist Partisi kurulacaktı. İlk yönetici kuşağı Moskova ’da Doğu Emekçileri Üniversitesi’nde yetişti. Altıncı Komintern Kongresi ’nde “Sömürge ve Yarı-sömürge Ülkelerde Devrimci Hareket Üzerine Tezler” bu partilerin ilk programlar ının temelini sağlamış ve emperyalizme kar şı ulusal ba ğımsızlık mücadelesinin bel kemiğini oluşturmuştur.23 Önceleri sınırlı bir ayd ın çevresinde örgütlenen Komünist Partisi daha Birinci Cumhuriyet’in kuruluşu öncesinde etkili bir toplumsal güç haline gelecekti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında feodal beylerle köylüler arasında uçurum artmıştı. Sanayi büyük ölçüde İngilizlerin elindeydi ve yaklaşık 400 şirketin ancak 20’si yerli burjuvaziye aitti. Diğer yandan fabrikalarda, demiryolları ve limanlarda bir milyona yak ın işçi çalışıyordu. İki buçuk milyon topraksız köylüye karşı, toprakların önemli bir kısmı feodal beylere aitti.24 İkinci Dünya Savaşı sonras ında Mısır Komünist Partisi’nin sendikalar içindeki etkinliği arttı, bunu çelecek bir rakip bulunmuyordu ve 1946’da tekstil sanayisinin bulunduğu bir bölgede 20 bin kadar işçinin katıldığı büyük bir grev düzenlendi.25
 
1936’da Harp okuluna giriş ko şullarının yumuşatılması orta ve alt s ınıflardan radikal görüşlere yakın gençlerin subay olarak yetişmesine neden oldu. 1942’de Nasır’ın da içinde olduğu üç yüzbaşı tarafından bağımsızlıkçı, milliyetçi Hür Subaylar Örgütü kuruldu. Örgüt Komünistlerle ve Müslüman Kardeşlerle dirsek temasını sürdürüyordu.26 
 
İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye ve Mısır’ın bir benzerliği gizliden gizliye egemenlerin Nazi Almanyası’nı destekliyor olmalar ıydı. Bu görünüşteki benzerliğin farklı nedenleri olmalıdır ve ayrıca incelenmeye değer, ancak Mısır burjuvazisinin pragmatizmi muhtemelen İngiliz işgaline duyulan nefretten kaynaklanıyordu.27 
 
İkinci Dünya Savaşı sonrası iki önemli olay Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki siyasi durumu derinden etkiledi. İlki ulusal bağımsızlık mücadelelerinin yükselmesiydi. İngiltere’ye göre daha zayıf olan Fransa ilk geriletilen emperyalist devlet oldu. 1945’te Suriye ve Lübnan’da patlayan grev dalgasını, Fransızlarla yurtsever güçler arasındaki silahlı çatışma ve Fransız uçaklarının Şam’ı bombalaması izledi. Sonunda Sovyetler Birliği’nin de verdiği diplomatik destekle, Fransızlar çekildiler ve 1946’da Suriye ve Lübnan Arap coğrafyasının ilk bağımsız cumhuriyetleri, başka bir deyiş ile birinci cumhuriyetleri olarak belirdi.28 Bundan sonra ulusalcı hareketleri kontrol etmek daha da zorlaşırken, Ortadoğu’da başat emperyalist kontrol, bir süre daha İngiltere’nin elinde kalıyor, işbirlikçi feodal egemenler aracılığıyla  o günden bugüne gericiliğin kalesi olmayı sürdüren Ürdün, Suudi Arabistan gibi devletler oluşuyor, Irak ve Mısır gibi İngiliz himayesindeki krallıklarda bağımsızlıkçı hareketler yükseliyordu. 
 
Ortadoğu’yu etkileyen diğer olaysa 1948’de İsrail’in kuruluşu oldu. Emperyalizmin desteği ile sürekli yayılmacı siyaset izleyen, ilerici rejimleri istikrars ızlaştırma üzerine kurulu, Ortadoğu’da sava şı ve sava ş riskini s üreklileştiren İsrail, incelediğimiz Ortadoğu’nun birinci cumhuriyetlerini şekillendiren en önemli unsurlardan biri olacaktı. 
 
Birleşmiş Milletlerin Filistin ’in Arap ve Yahudi devleti olarak ikiye bölünmesi kararıyla İsrail’in kurulması Araplar ın yenilgisiyle sonuçlanan ilk Arap/İsrail savaşına yol açtı. Yenilgide Mısır Kralı Faruk gibi emperyalizm yanlısı yöneticilerin kaypak tutumlarının etkili olduğu söylenir.29 Arap ülkelerinin bir yıl kadar süren savaş sonunda yaşadığı bozgun, Mısır’da ordunun yetersizliği, askeri eğitimin geriliği gibi sorunların yüzeye çıkması subaylar arasında büyük bir huzursuzluğa ve Hür Subaylar’a katılmalarına neden oldu.30
 
1951’de daha sonra tekrar döneceğimiz bir olay şekillendi. ABD ve İngiltere Sovyetler Birliği’ni bölgeden dışlamak ve askeri olarak kuşatmak, sosyalist iktidarların oluşmasını engellemek için Fransa, İngiltere, Türkiye ve Mısır’ın da içinde bulunduğu bir Ortadoğu komutanlığı kurmak için girişimde bulundular. Türkiye’nin çoktan teşne olduğu bu çağrı Mısır hükümeti tarafından reddedildi, üstelik İngiltere’ye Mısır üzerinde hükümranlık hakları veren 1936 anla şmasının tanınmayacağı bildirildi.31 Büyük toprak sahipleri ve büyük burjuvaziyi kapsayan sağ kanad ıyla Vefd hükümeti ayaklanan ve bağımsızlık isteyen kitleler karşısında çaresiz kalmıştı. Her yerde İngiliz birliklerine karşı gösteriler ve gerilla saldırıları ba şladı. Öğrenci eylemleri ve grevler yayıldı. Mısır Komünist Partisi ayaklanmada önemli bir rol oynamakla birlikte süreci kontrol edebilecek güçte değildi veya daha fazla zamana ihtiyacı vardı. Burjuvazi hem İngiliz egemenliğinden kurtulmak istiyor, hem de siyasi meşruiyet krizi içindeki Mısır’da kitlelerin gerçekleştireceği bir devrimden korkuyordu. Temmuz 1952’de Hür Subayların yönettiği bir askeri darbe ile hükümet devrildi ve kral azledildi. Kral Faruk bir daha dönmemek üzere 204 valizle ülkeyi terk etti.32 Karşılaştırmalı tarih çalışması tarihçilere bazı küçük ip uçları da veriyor. Acaba Vahdettin Faruk’tan yirmi küsur yıl önce İstanbul’u terk ederken yanına kaç valiz almıştı, gibi. 
 

Mısır’da Birinci Cumhuriyet 
 
18 Haziran 1953’te Mısır Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilan edildi ve devrim konseyinin lideri olan Nasır 1954’te Cumhurbaşkanı se çildi. İngilizlerle yapılan çetin görüşmelerin sonucunda İngiliz ordusu Süveyş Kanalı’nı boşalttı.33 Yine 1954’te Nasır’a yönelik suikast girişiminden Müslüman Kardeşler sorumlu tutularak şiddetle üstlerine gidildi ve ancak yeraltında yaşayabilecekleri bir noktaya geriletildiler.34 Darbeden hemen sonra başlayan bir işçi grevi ise bastırıldı ve komünist kışkırtıcı olarak itham edilen iki işçi idam edildi.35 Devrim Konseyi sağındaki ve solundakileri tasfiye ederek iktidarını pekiştiriyordu. 
 
Darbe öncesindeki kitlesel ayaklanma hali ve askeri komitenin Kralı devirerek cumhuriyeti kurmasının Mısır halkı tarafından büyük bir destek görmesi, söz konusu olanın basit bir askeri darbe değil, burjuva devriminin bir parçası olarak kabul edilmesi gerekti ğini gösteriyor. Nasır ve arkadaşlarının olgunlaşmış bir program ı yoktu, ba ğımsızlık ve modernleşme yanlısıydılar, Komünist partisinin iktidara gelmesine karşıydılar ve burjuva pragmatizminin bütün özelliklerini gösteriyorlardı. Başlangıçta henüz bölgede İngiltere kadar yıpranmamış ABD ile Nasır’ın görüştüğü ve yak ınlaşma girişiminde bulunduğu biliniyor. Devrimin ilk giriştiği iş olan toprak reformu da ABD’nin bölgede kendine bağlı bir istikrar yaratma planlarının bir parçasıydı.36 Büyük toprak sahibi aile fertlerinin her birinin sahip olacağı toprak 200 feddan (1000 dönüm civarı) ile sınırlandırıldı ve el konulan toprakların karşılığı m ülk sahiplerine ödendi. Ortalama bir köylü ailesinin 50 feddan toprağı olduğu düşünülürse bu ilk toprak reformunun aslında büyük toprak sahipleriyle bir uzlaşma olduğu hemen anlaşılacaktır.37 Bu yönleriyle Mısır devriminin 1923 Türkiye devrimiyle benzerliklerini ve ortak sınıfsal özelliklerini yakalamak mümkün gözüküyor. 
 

Ancak Mısır’ın bağımsızlık ve egemenlik haklarını koruma konusundaki kararlılığı, İsrail’in sürekli emperyalist ülkelerin desteğini alan saldırgan politikası ve Sovyetler Birliği’nin o dönemdeki prestiji, gücü ve ulusal bağımsızlık hareketlerini sınıfsal içeriğine bakmaksızın destekleme kararı Nasır ve arkadaşlarını başladıkları noktadan çok daha fazla sola taşıdı.  
 
1955’deki Endonezya’da düzenlenen Bandung Asya ve Afrika Ülkeleri Konferansı Mısır’da Birinci Cumhuriyet için bir dönüm noktası oldu. Soğuk savaşın dışında kalma stratejisi izleyen Bağlantısızlar Hareketi'nin temellerinin atıldığı bu toplantıda, Nasır bir dünya lideri olarak karşılandı ve özgüven kazandı. Çu En Lay, Nehru, Tito gibi o dönemin önemli liderlerinin dostluğunu kazandı ve deneyimlerini payla ştı. Bağlantısızlar Hareketi'nin sınıfsal özelliklerini incelemek şimdilik bir kenarda dursun, Nasır ülkesine başka bir siyasi motivasyonla döndü. ABD’nin bağlantısızlık denilen olguyu kabul etmemesi, bağlantısızları Sovyet tarafı olarak görmesi süreci hızlandırdı.38 Ama Mısır ile Türkiye’nin yolunun bir kez daha Bandung Konferansı'nda kesiştiğini hatırlatalım. Konferansa ABD’nin nasihatiyle, ortamı sabote etmek için katılan Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, bağlantısızların önünde NATO’yu ve Bağdat Paktı'nı öven bir konuşma yapma cesaretini göstermişti. 
 
ABD ve İngiltere’nin bağlantısızlık politikası nedeniyle silah satmayı reddettikleri M ısır Sovyetler Birliği’ne yöneldi.39 Tarım topraklarını iki kat ına çıkartacağı ve sanayi için hidroelektrik enerji sağlayacağı i çin o dönemde yaşamsal görülen Assuan Barajı’nın kredisi ABD ve İngiltere’den sağlanacaktı. Mısır’ın burnunu sürtmek için tek taraflı olarak kredinin iptal edildiği bildirildi.40 Assuan Barajı i çin kredi ve teknik destek Sovyetler Birliği’nden geldi. 
 
Esas kıyamet ise Süveyş kanalının ulusallaştırılmak istenmesiyle koptu. İngiliz, Fransız ve İsrail birlikleri aniden 1956’da Mısır’a saldırdılar. Fransa bir Fransız şirketi tarafından işletilen kanalın ulusallaştırılmasına öfkelenmesi kadar, Cezayir Bağımsızlık Savaşı'na Mısır’ın yardım ettiğine inanıyordu, İsrail Mısır’ın sosyalist ülkelerden silah temin etmesinin rahatsızlığı içindeydi, İngiltere ise bölgede çözülen hegemonyasını tazelemek istiyordu. Hızla Mısır’ı bombalamaya ve işgal etmeye başladılar. Hesaplayamadıkları ise bütün Arap dünyasında kanalın ulusallaştırılmasının bir yurtseverlik dalgasına yol açması ve Sovyetler Birliği’nin müdahale kararlılığı oldu. M ısır’a destek olmak için dayanışma komiteleri kuruluyor, kitlesel mitingler düzenleniyor, genel grevler düzenleniyordu. Sovyetler Birliği her üç sald ırgan ülkeye nota verdi ve “saldırganları ezmek ve Ortadoğu’da yeniden barışı sağlamak için kuvvet kullanmaya kararlıyız” mesajı iletildi.41 Saldırganlar geri çekildiler, kanal ulusallaştırıldı, Nasır sadece Mısır’ın ve Arapların değil, emperyalizme karşı ba ğımsızlık mücadelesi veren tüm halkların kahramanı oldu. Türkiye’de gençler “Kahire Radyosu gibi her yerden işitiliyor” deyimini genellikle hatırlamazlar. Kahire Radyosu sadece güçlü vericileri ile değil, elde ettiği prestij ile de bütün dünyaya ideolojisini yaymaya başlamıştı. 
 
Bu dönemin karakterini daha iyi anlamak için Suriye ve Mısır’ın Birinci Cumhuriyet’lerini birleştirme deneyimine de değinmek gerekir. Birleşme teklifi giderek güçlenen Suriye Komünist Partisi’nden çekinen Suriye burjuvazisinden geldi. Birleşik Arap Cumhuriyeti, 1958’de Suriye ve  Mısır arasında, Yemen’in de dahil olmasıyla kuruldu. Suriye’de Mısır’da olduğu gibi BAAS da dahil tüm siyasi partiler kapatıldı, Nasır oyların hemen tamamını alarak Cumhurbaşkanı seçildi.42 Bu dönemde Mısır ve Suriye Komünist Partisi ağır bir baskı alt ında kaldı, öyle ki Sovyetler Birliği ile aralarının bozulması, buna karşın uluslararası kapitalist kuruluşlardan daha fazla mali destek almaları söz konusu oldu.43 Türkiye’de Birinci Cumhuriyet’in kuruluşuyla ilgili olarak Aydemir Güler oldukça benzeyen durumu şöyle tanımlamıştı: “Mustafa Kemal, Anadolu’da iktidarda tutunmanın yolunun emperyalizm ile sosyalist Rusya arasındaki çatlakta yürümekten geçtiğini bilmektedir.”44 Birleşik Arap Cumhuriyeti 1961’e kadar devam edebildi ve Suriye bir askeri darbe sonrası birlikten çekildi.  Suriye burjuvazisine işçi ve köylüleri de yönetime dahil eden tek parti rejimi ve kamulaştırma programı fazla gelmişti.45 
 
Mısır 1961’de sanayileşmeyi ve tarımsal büyümeyi hedefleyen beş y ıllık planları uygulamaya başladı. Aynı yıl bütün bankalar, sigorta şirketleri ve büyük sanayi şirketleri kamulaştırıldı. Toprak reformu derinleştirildi, 1961’de sahip olunacak en büyük toprak 100 feddan’a, 1969’da 50 feddan’a düşürüldü.46 Köylülerden bir orta sınıf yaratılmaya çalışılırken, köylüler tüketim kooperatiflerine özendirildiler, ancak bunlar hemen hiçbir zaman sosyalizmin ayırt edici özelliği olan üretim kooperatiflerine dönüşmedi.47 Arap birinci cumhuriyetlerinin feodal ülkelere göre “kazanımlarından” da bahsedilebilir: 1980’de ilkokul çağına gelmiş erkek çocukların okula gitme oranı M ısır’da %88, Suudi Arabistan’da %57, kızların oranı Irak ’ta %90 ve Suudi Arabistan’da %31’di. Mısır ve Tunus’ta üniversite öğrencilerinin yaklaşık üçte biri kadındı.48 1957 y ılında Mısır’da yapılan seçimlerde Arap ülkelerinde ilk kez iki kadın milletvekili seçildi.49 
 
1961’de Nasır tarafından kurulan “Arap Sosyalist Birliği” yarım milyon gönüllüsü ile ulus çapında eğitimden spora sosyal hayatın birçok yönüne nüfuz eden dev bir siyasi örgütlenmeydi.50 Mısır Komünist Partisi, 1962’de Arap Sosyalist Birliği’ne girmeye zorlandı, ve 1965’te kendini tasfiye etme kararı aldı.51 Bugün Mısır’da kitlesel hareketlere müdahale edecek güçte bir Komünist Partisi bulunmuyorsa bunun nedenini belki bir halkçı hareketin i çinde eriyip yitmesinde aramak gerekiyor. Bu noktada Arap dünyasındaki birinci cumhuriyetlerle Latin Amerika’nın günümüzdeki halkçı iktidar deneyimlerinin karşılaştırmalı tarihi öğretici olacaktır. Benzer bir olay yıllar sonra Venezuela’da Chavez tarafından Venezuela Komünist Partisi’ne dayatıldığında, onlar birleşik sosyalist harekete dahil olmak yerine bağımsızlıklarını korumayı tercih ettiler. 
 

Türkiye’nin Arap Birinci Cumhuriyetlerine karşı tavrı 
 
Türkiye ve Arap ülkelerinin birinci cumhuriyetlerinin; sınıfsal özellikler, burjuva devrimi niteliğini taşıyan tarihsel ilerleme, asker kökenli siyasilerin devrimde oynadığı rol ve emperyalist ve sosyalist kamp arasındaki dengelerden yararlanma taktiklerinin, “imtiyazsız, sınıfsız bir kitleyiz” halkçılığının, modernleşme çabalarının ve laikliğin ama buna karşın anti-komünizmin birbirine oldukça benzediğine şüphe yok. Buna karşılık arada 25 yıl civarında bir faz farkı var. Arap ülkelerinde burjuva devrimleriyle cumhuriyetler kurulmaya başlandığında Türkiye’nin çoktan ilericilik barutunu tükettiği, karşı devrimci ve şahsiyetsiz bir dış siyasetle rol çalmaya çabaladığı görüldü. Kore’ye asker göndererek NATO’ya giren Türkiye, ABD yardımı için her türlü alçalmaya hazırdı. Bandung Konferansı'ndaki utanç verici role yukarıda değinmiştik. Bir Mısır karikatüründe Celal Bayar’ın Batı’nın tasmalı k öpeği olarak çizilmesi bu utancı cisimle ştiriyordu.52 1956’da ABD, Suriye’deki BAAS ve Komünistler arasındaki ittifakla kurulan Ulusal Cephe’yi devirmek için bir darbe planlar, darbe hazırlığının fark edilmesi ve boşa çıkarılması üzerine Türkiye göreve hazırdır. Suriye sınırına askeri yığınak yapmak, sınırda  manevra düzenlemek ve askeri müdahale ile tehdit etmek Türkiye’ye düşecektir. Eğer ABD bu girişime yeşil ışık yakmış olsaydı, savaş kaçınılmaz olacaktı.53 Yine aynı şekilde ABD’nin isteğiyle Türkiye, Pakistan, Irak, İngiltere ve Fransa arasında gerici bir ittifak olarak kurulan Bağdat Paktı’nın en sadık ve göreve hazır ülkesi Türkiye olmuştu. 1958’de Kasım liderliğinde bir ayaklanma ile Irak’ta işbirlikçi kral idam edilir ve cumhuriyet kurulurken, ABD Menderes’i Irak’a askeri bir müdahaleyi başlatmaması için zor tutar. Türkiye’nin uluslararası prestiji sadece Ortado ğu’nun yeni Cumhuriyetlerinin gözünde değil, emperyalist ülkelerin nezdinde de bin paralıktı. Daha üst düzey hesaplarla davranan emperyalistler Türkiye’nin böyle bir girişiminin “kriminal bir aptallık” olacağını belirtmişlerdi.54 
 
İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin oynadığı bu rolün, bugün de örneğin Türkiye’nin Suriye karşıtı bir komplonun içinde olduğu düşünülürse, İkinci Cumhuriyetçi bir sapma olduğu söylenebilir mi? İkinci Cumhuriyetçiliğin siyasi olduğu kadar iktisadi bir modele dayandığını unutmamalıyız. İkinci Cumhuriyet ulusal düzeyde sermayenin merkezileştiği, mali ve sanayi sermayesinin bütünleştiği, sermaye ihracını içeren bir aşama ve ulusal bir ölçeği korumak yerine emperyalist stratejinin içinde yer alarak çok daha geniş ölçeklerde sermayenin önündeki ulusalcı engellerin y ıkıldığı, emeğin örgütsüzleştirildiği, köleleştirildiği bir modeldir. Daha sonra değineceğiz, Türkiye burjuvazisinin bilinçli seçimi ile AKP emperyalist entegrasyonun başlıca bir aktörü olabilmi ştir. Oysa Menderes hükümeti hala sermaye birikimini sürdüren orta ölçekli bir burjuvazinin temsilcisiydiler ve ulusal düzeydeki sermaye birikimini ABD’nin sadakalarına bağlayan bir alçalmayı temsil ediyorlardı. Demokrat Parti’nin resmi yayın organı olan Zafer Gazetesi'nde 1957 ’de Eisenhower Doktrini ile ilgili şu yazıyordu: “… Geliştirilmeye çalışılan ilke, Ortadoğu’nun Ortadoğu halkına ait olduğudur. Bunun garantisi, Birleşik Devletler’in askeri gücü ve büyük mali yardımlarla ekonomik alanda Ortadoğu’ya yardım sağlama vaadidir.”55 
 
Türkiye 1950’lerin sonunda dünyada yalnız, prestijsiz bir ülkedir. Bir yandan yeni sosyalist ülkeler sahneye çıkarken, Arap dünyasında bağımsızlıkçı, anti-emperyalist mücadele ile kazınılmış cumhuriyetler beliriyordu. 1956 ’da Tunus, 1958’de Irak ve Cezayir ulusalcı, feodalizm ve emperyalizm karşıtı devrimlerle cumhuriyet halin e gelmişlerdi. Aydemir Güler’in Marksist açıdan 27 Mayıs’a ilişkin çok faktörü i çeren kapsamlı değerlendirmesi okunabilir.56 Şimdi Ortadoğu’dan Türkiye’ye bakınca bir de bu değerlendirmeye, değer yitimine uğramış bir ülke burjuvazisinin verdiği “tasmalı köpek” görüntüsünü değiştirme isteği de eklenebilir. En azından o dönemin siyasi öznelerini Ortadoğu’daki gelişmelerin etkilememesi mümkün gözükmüyor. 
 

Sovyetler Birliği ve Arap Cumhuriyetleri 

Şu ana kadar fark edildiği gibi Sovyetler Birliği’nin desteğinin Arap coğrafyasındaki birinci cumhuriyetlerin oluşmasında, korunmasında ve tarihsel olarak ileri çekilmesinde önemli bir etki yaptığı g örülüyor. 1923 Devriminin ileri çekilmesinde de aynı etkiden hep bahsediyoruz. 1923 ile 1950’lilerin Cumhuriyetleri arasında önemli bir fark, 1950’lilerde Arap coğrafyasında Komünist Partilerin yabana atılmayacak güçleri ve geldikleri toplumsallaşma düzeyleriydi. Bir yandan Sovyet desteğini alma ile Komünistleri tasfiye etme, düzenin içinde eritme arasındaki gerilim çok daha şiddetli kendini gösteriyordu. Karşılaştırmalı tarih çalışması bu ilişkinin bir de Sovyetler Birliği’ne olan etkisi konusunda da bizi uyarıyor. 
 
Sovyetler Birliği’nin tavrını g östermesi açısından 1960 yılında Moskova’da toplanan, Cezayir, Irak, Lübnan, Suriye, Fas, Tunus ve Sudan’dan temsilcilerin bulunduğu Komünist ve İşçi Partileri konferans raporu ipuçları taşıyor. Sosyalist ve kapitalist kamplar arasında barış içinde bir arada yaşama, çatışma değil, rekabet tezi ilk dikkati çeken madde oluyor. Üçüncü d ünya ülkelerinin tarafsızlık ve ulusal kurtuluşla sosyalizme ilerleme ve burjuvaziyi de içeren ulusal cephe çağrısı bunu izliyor. Ayr ıca bağımsızlığını kazanan ulusal demokratik devletlerin pekiştirilmesinin sosyalizme doğru kapitalist olmayan yoldan ilerleyeceğini söylüyor.57 
 
Bu tez doğrultusunda daha önce değindiğimiz çok özel koşullarda kamucu, planlamacı, sosyal devletçi, toprak reformcu, aydınlanmacı burjuva devrimleri ortaya çıkıyor ve komünistlerin kendilerine yönelik tasfiyelere rağmen bu devrimleri bir sosyalist devrim amacı gütmeden desteklemeleri isteniyor. Sovyetler Birliği Komünistlere karşı girişilen baskı ve cinayetlerde hükümetleri uyarmakla birlikte yardımı kesmiyor ve burjuva devrimlerinin, Mısır’daki “Arap Sosyalizmi” deneyiminin t üm kafa karıştırıcılığı ile sosyalizme evrilmesini umuyor.  
 
Bu noktada bizim tarihimizin bir parçası olarak Irak’ta yaşanan Irak Komünist Partisi’ne karşı giri şilen katliamın genç kom ünistler tarafından bilinmesinde yarar var. Irak Cumhuriyeti’ni kuran 1958 Devriminin en önemli unsurlarından birisi özellikle Kürtler ve Şiiler arasında örgütlenmiş Irak Komünist Partisi’dir. 1 Mayıs 1959’da 8 milyonluk ülkede 500 bin kişinin katıldığı IKP taraf ından düzenlenen miting bu gücü somutlar.58 1963 yılında BAAS tarafından gerçekleştirilen darbe ile bir yandan IKP üyeleri cinayetler ve sürgünlerle giden ağır bir tasfiyeye uğrarlarken, aynı y ıl yapılan BAAS kongresinde “sosyalist planlama”, “köylü komitelerinin idare etti ği kooperatif çiftçilik”, “üretim araçlarında işçi denetimi” gibi kararlar oy birliği ile alınıyordu.59   Tarih Sovyet tezlerini 1960’lı y ıllarda yaşanan ilerlemelere rağmen haklı çıkarmadı. Burjuva devrimlerinin çoğu tüm sosyalizan yanlarına rağmen bir süre sonra sosyalizme değil, piyasaya, emperyalizmle işbirliğine ve kapitalist çürümeye varacaklardı. 1970’lerde Sovyetler Birliği’nin “kapitalist olmayan yol ve ulusal cephe” tezleri elinde patladı. Arap coğrafyasında emperyalizmin kazanımları, Avrupa’da Avrupa Komünizmi ve üç zayıf halka ülkesi olan Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın AB’ye alınmasının Sovyetler Birliği’nin çözülüşünde yarattığı etkinin değerlendirilmesi gerekiyor. 
 

Arap coğrafyasında ikinci cumhuriyetlere hazırlık 
 
1967 Altı Gün Savaşı’nda Nasır’ın ve Arap cumhuriyetlerinin emperyalizmin desteği ve İsrail’in tetikçiliği ile adım adım tuzağa düşürülüş hikayesini burada anlatmayacağız.60 Askeri yenilgi, toprak kaybı ve aşağılanış emperyalizmin alçakca bir zaferine işaret ediyor ve Ortadoğu’da dengeleri değiştiriyordu. 
 
Durumu protesto eden radikal öğrenci hareketi etkisizleştirildi. Savaşla bozulan ekonomik durumu düzeltmek için özel sektörün ihracata yönelik üretimi teşvik edilmeye başlandı. Nasır’ın son döneminde uygulanan ve ardılları tarafından devam ettirilecek “infitah”( açık kapı) adı alt ında piyasalaştırma politikaları ba şlamış oldu. Nas ır’ın ölümünden sonra iktidara gelen Enver Sedat 1973 İsrail Savaşı ile meşruluğunu artırdıktan sonra hızla ABD ile uzlaşmaya gidecek ve 1978’de Camp David Anlaşması ile İsrail’i tanıyacak ve Arap ülkeleri tarafından liderlik şöyle dursun, Mısır dışlanan ülke durumuna gelecekti.61
 
Sedat’tan itibaren piyasa ekonomisine doğru ilerlendi, kamu sektörü giderek küçülürken özel sektör büyümeye başladı. Nasır’ın destekçileri emekçi sınıflar ve entelektüellerken, Sedat’ı burjuvazi destekliyordu.62 Örneğin, Nasır zamanında işletmeleri kamulaştırılan toprak ve pamuk zengini Mansur, Sedat ile birlikte, General Motors’un acenteliğini üstlendi ve ardından araba montajına geçti.1993’e gelindiğinde, askeriyeyle yapılan anlaşmalar da dahil olmak üzere ülkenin ticari araç pazarının %60’ı Mansur şirketlerinin eline geçmişti. Mansur Ailesiyle birlikte zengin olan subay ve teknokratların sayısı bilinmiyor.63 Sistematik bir yolsuzluk mekanizması komprador bir kapitalizm yarat ırken, “Ordu Anonim Şirketi” sözü çok kullanılır bir terim haline geldi.64 Bu hikaye bize hiç yabancı gelmeyecektir. Ordunun şirketleştirilmesi, alt sınıflardan gelen askerlerin bir burjuvalaşma süreci ile sistem içine çekilmesinin bize özgün olmadığını tahmin etmeliydik.  
 
ABD, Dünya Bankası ve IMF’den Tunus ve Mısır ekonomilerinin istikrarlı hale gelmesi için bir plan hazırlamasını istemişti. Yine ABD Kongre ile işbirliği yaparak Tunus ve Mısır’da yatırım yapmak üzere girişim fonları oluşturacak, bu fonlar Doğu Avrupa’dakilere benzer şekilde modellenecekti.65 
 
Nasır dönemindeki sade ve konforsuz yaşamın, vitrinlerin ithal lüks eşyalarla dolduğu çılgın bir tüketime yerini bıraktığı görüldü. Öte yandan işsizlik, sosyal güvencesizlik arttı, zengin ve yoksul arasındaki fark çığ gibi büyüdü. Son yıllarda Saviri Ailesi gibi bir çok sermaye grubunun yurt dışına sermaye ihraç edecek kadar büyüdüğü gözlemlendi.66 
 
Türkiye’yi İkinci Cumhuriyet’e hazırlayan 1980’li yıllardaki piyasalaşma ve emperyalizmle entegre olma eğilimine eşlik eden İslamcı aktörlerin toplumsallaşma süreci de Arap Cumhuriyetlerinde başat bir rol oynadı. Sedat iktidara geldiğinde hapisten saldığı Müslüman Kardeşler’i egemen olan Nasırcı ideolojiye karşı müttefik olarak görmüştü .67 Kolluk kuvvetlerinin gücü ordudan polis kuvvetlerine kayarken (1.200.000 polise 500 bin asker), eğitim, yargı ve medya siyasi İslamcıların eline geçiyordu. Sedat’ın yaptığı bir diğer önemli değişiklik ise Anayasa’ya “şeriatın yasaların kaynağı olduğuna” ilişkin koydurduğu maddeydi.68 Sokaktaki insanların giyimleri gözle görülür şekilde farklılaştı. Kadınlar uzun kollu elbiseler giymeye ve türban takmaya başladılar.69  
 
Müslüman Kardeşler hiyerarşisinde liderlik hemen her zaman varlıklı burjuvaların elindeyken, ikinci kademe orta sınıfların gerici eğilimli kişilerinden oluşuyor, sıradan üyeler ise Müslüman Kardeşlerin yürüttüğü toplumsal hizmet çalışmaları sırasında devşiriliyordu.Vurucu gücü ise suçlara bulaşmış karanlık insanlar oluşturmaktaydı.70 Suudi Arabistan gibi ülkelerden ciddi bir maddi destek görüyorlardı. Müslüman Kardeşler dışarıya bağımlı, piyasa merkezli bir ekonomik sistemi kabul ederlerken, işçilerin gerçekleştirdiği büyük çaplı grevlere, topraklarını korumaya çalışan yoksul köylülerin verdiği mücadeleye karşı çıkmışlardı.71 Müslüman Kardeşler’in hemen tüm Ortadoğu’ya yayılarak örgütlendikleri çok iyi biliniyor. Filistin’de Hamas, Tunus’ta En-Nahda, Irak’ta Irak İslami Partisi, Sudan’da Sudan Müslüman Kardeşler Örgütü, Yemen’de El-İslah bu uzantılardan bazıları.72 Suriye’deki komplonun baş aktörü olduklarını da artık herkes biliyor. 
 

İkinci Cumhuriyetler kurulma aşamasında 
 
Emperyalizmin psikolojik savaş aygıtı olarak çalışan medyanın ağzındaki “Arap Baharı” saçmalığını bir kenara bırakırsak, ilk ayaklanmalardan bu yana ikinci cumhuriyetlerin kurulmasında ciddi bir yol kat edildiğini söyleyebiliriz. Ortadoğu’da İkinci Cumhuriyet İslamcı siyasetlerin iktidarında ilk cumhuriyetlerin kuruluş felsefesini yıkan bir emperyalist entegrasyon projesi olarak ileri sürülüyor. Eğer böyle bir ülkede emperyalizmle çoktan bütünleşmiş ve ulusal sınırların dışına sermaye ihraç edebilecek bir burjuvazi varsa seçimleri, liberallerin desteğini, çeşitli hileleri de içeren siyasi yollarla, eğer yoksa ve burjuvazi bazı liberal salınımlar göstermesine rağmen hala birinci cumhuriyetin felsefesine bağlıysa istikrarsızlaştırma ve askeri müdahale ile dönüşüm sağlanıyor. Tunus ve Mısır ilk kategoride yer alıyorlar ve her ikisinde de Müslüman Kardeşler seçimle iktidara geldiler. Tunus’ta Nahda oyların çoğunu alırken,73 Mısır’da Müslüman Kardeşler’in kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi oyların kulağımıza hiç yabancı gelmeyen %47’sini aldı.74 İkinci kategoriye giren Libya’da emperyalist ülkelerin yönettiği operasyon tamamlanırken, Suriye’de hala Türkiye’nin başat bir rol oynadığı uluslararası kuşatma ve müdahale sürüyor.  
 
Geçen ay Tunus’taki İslamcı partilerden birinin sözcüsü “İslami halifeliğin kurulması ve Arap ülkeleri arasındaki sınırların kaldırılması gerektiğini” söylemiş.75 Bu söylemi Nasır’ın Arap milliyetçiliğiyle karıştırmamamız gerekiyor. Karşı karşıya kaldığımız gerçek, Sünni İslamın iktidarında emekçilerin ezildiği fakat ayaklanma eğilimlerinin dini kurumlarla söndürüldüğü, sermayenin hiçbir ulusal engele takılmaksızın dolaşabildiği ve işini gördüğü, emperyalist hukukun egemen olduğu bir düzenin kurulduğudur.  Erdoğan İkinci Cumhuriyet’in kısa bir faz farkıyla Türkiye’de kurulmasının fiyakasını Mısır’da Mısırlı gericilere işin esasını hatırlatarak sürmek istedi ama çok daha köklü bir gericilik bundan pek hoşlanmadı. 

 

Şimdi ne yapacağız?

“Arap baharından” umutlanmamakla bu ülkelerin mücadelelerle dolu zengin tarihlerine, kitlesel olarak büyümüş ve bir deneyim kazanmış işçi sınıflarına, kapitalizmin işçi sınıfının işsizlik başta olmak üzere hiçbir sorununu çözemeyeceğine ve en nihayet insan iradesi, aklı ve cesaretine güvenmeyi ayırmak zorundayız, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi. Arap coğrafyasındaki halkların umut ve acıyla yoğrulmuş tarihi bizim de tarihimizdir. Mesele dayanışma içinde sosyalist devrimi güncel olarak gören komünist partilerinin güçlenmesi ve tarihin yönünü değiştirecek iradeyi göstermesindedir.
    
  

Dipnotlar

  1. Türkiye Komünist Partisi 10. Kongre Raporu, Sol, 368, 28 Temmuz 2011.
  2. Mazoyer, Marcel ve Roudart, Laurance; “Dünya Tarım Tarihi”, Çev. Şule Ünsaldı, Epos, 2009, s.167-­‐217. 
  3. Lutskiy, Borisoviç; “Arap Ülkelerinin Yakın Tarihi”, Çev:Turan Keskin, Yordam Kitap, 2011, s. 22. 
  4. Lewis, Bernard; “Tarihte Araplar”, Çev:H.D. Yıldız, Ağaç yayınevi, 5. Baskı, 2009, s. 222.
  5. Güler, E Zeynep; “Arap Milliyetçiliği: Mısır ve Nasırcılık”, Yazılama, 2. Baskı, 2011, s. 31. 
  6. Marx’tan alıntılayan Borisoviç Lutskiy, a.g.e. say: 59. 
  7. Lutskiy, Borisoviç; a.g.e, s. 58-­‐59. 
  8. Lutskiy, Borisoviç; a.g.e., s. 105-­‐111. 
  9. Küçük, Yalçın; “Aydın Üzerine Tezler”, Cilt 1, Tekin Yayınevi, 3. Baskı, 1990, s. 207-­‐256.
  10. Küçük, Yalçın; a.g.e. 
  11. Avcıoğlu, Doğan; “Türkiye’nin Düzeni”, Bilgi Yayınevi, İkinci Baskı, 1969, s. 52.
  12. Hourani, Albert; “Arap Halkları Tarihi”, Çev:Yavuz Alogan, İletişim Yayınları, 6. Baskı, 2007, s.324. 
  13. Güler, Zeynep; a.g.e., s. 44. 
  14. Güler, Zeynep; a.g.e., s. 43.
  15. Marquez, Gabriel Garcia; “Anlatmak İçin Yaşamak”, Çev.P. Savaş, Can yayınları, 5. baskı, 2006. 
  16.  G. Young’tan aktaran Borisoviç Lutskiy, a.g.e., s. 180.
  17. Lutskiy, Borisoviç; a.g.e., s. 181.
  18.  Güler, Zeynep; a.g.e., s. 49. 
  19.  Lutskiy, Borisoviç; a.g.e. s. 198-­‐213.
  20. Güler, Zeynep; a.g.e., s. 49.
  21. Güler, Zeynep; a.g.e., s. 66.
  22. Amin, Semir; “Bir Arap Baharı mı?” Monthly Review, 28:13-­‐35, 2011. 
  23. İsmail, Tarık Y.; “Arap Dünyasında Komünist Hareket”, Çev. K. Sarısözen, Kapı Yayınları, Birinci Baskı, 2006, s.17-­‐29.
  24. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi (STMA), No:39, İletişim Yayınları, 1989, s. 1300. 
  25.  Güler, Zeynep; a.g.e., s.83.
  26. STMA, a.g.e., say, 1300.
  27. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; “Mısır Tarihi”, Çev. G. Çağalı Güven, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2007, s. 100-­‐101. 
  28. Yeliseyeva N. Y. ve Manfred A.Z.; “Yakın Çağlar Tarihi”, Çev: Ö. İnce, E. Tuncalı, Konuk Yayınları, 3. Baskı, 1978,  s. 648-­‐649.
  29. Yeliseyeva ve Manfred; a.g.e., s. 649. 
  30.  STMA; s.1300. 
  31. Gerger, Haluk; “ABD, Ortadoğu, Türkiye”, Ceylan Yayınları, 3. Baskı, 2006, say.61-­‐70. 
  32. Yeliseyeva N. Y. ve Manfred A.Z.; a.g.e., s. 652.  
  33. Yeliseyeva N. Y. ve Manfred A.Z.; a.g.e., s. 652. 
  34. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s.109.
  35. Gerger, Haluk; a.g.e., s. 116. 
  36. Gerger, Haluk; a.g.e., s. 117 
  37. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s. 109. 
  38. Lutfi Afaf ve Marson Sayyid; a.g.e., s. 111.
  39. Yeliseyeva N. Y. ve Manfred A.Z.; a.g.e., s. 654. 
  40. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s.112
  41. Yeliseyeva N. Y. ve Manfred A.Z.; a.g.e., s. 654. 
  42. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s.117.
  43. Gerger, Haluk; a.g.e., s. 251. 
  44. Güler, Aydemir; “Atatürk ve Sınıf”, Gelenek, 2001. 68:17-­‐38. 
  45. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s. 117 
  46. Hourani Albert; a.g.e., s. 443. 
  47. Güler, Zeynep; a.g.e., s. 201-­‐230.
  48. Hourani, Albert; a.g.e., s. 488.
  49. Güler, Zeynep; a.g.e., s. 123. 
  50. Güler, Zeynep; a.g.e., s. 211.
  51. Güler, Zeynep; a.g.e., s. 83.
  52. Ahmad, Feroz; “Modern Türkiye’nin Oluşumu”, Çev. Y. Alogan, Kaynak Yayınları, 9. Baskı, 2011, s. 145. 
  53. Gerger, Haluk; a.g.e., s. 175. 
  54. Gerger, Haluk; a.g.e.,  s. 219.  
  55. Ahmad, Feroz; a.g.e., s. 145.
  56. Güler, Aydemir (Aydın Giritli); “Bitmeyen Tartışma, 27 Mayıs”, Gelenek, 52, 30-­‐42, 1996. 
  57. İsmail, Tarık Y.; a.g.e., s. 43-­‐44. 
  58. Ali, Tarık; “Bush Bağdat’ta, Irak’ın yeniden sömürgeleştirilmesi”, Çev. O. Akınhay, Agora, 2003, s. 109. 
  59. Ali, Tarık; a.g.e., s. 138. 
  60. Gerger, Haluk; a.g.e., s. 299-­‐301. 
  61.  Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s. 126-­‐127.
  62. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid, a.g.e., s. 133. 
  63. Gerger, Haluk; s. 316.
  64. Amin, Semir; a.g.e. 
  65. Türel, Oktar; “2011 Yazında Orta Doğu’yu düşünürken”. Mülkiye, 272, 9-­‐61, 2011. 
  66. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s. 135-­‐141. 
  67. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s. 137. 
  68. Amin, Semir: a.g.e.
  69. Lutfi, Afaf ve Marson, Sayyid; a.g.e., s. 137.
  70. Türel, Oktar; a.g.e.
  71. Amin, Semir; a.g.e. 
  72. Türel, Oktar; a.g.e. 
  73. haber.sol.org.tr/dunyadan/libyada-­‐seriatcilardan-­‐sonra-­‐tunusta-­‐da-­‐islamcilar-­‐galip-­‐haberi-­‐47690, 25 Ekim 2011
  74. haber.sol.org.tr/dunyadan/misirda-­‐secimlerin-­‐galibi-­‐müslüman-­‐kardesler-­‐50760, 21 Ocak 2012. 
  75. haber.sol.org.tr/dunyadan/devrimcilerin-­‐kutlamadigi-­‐devrim-­‐haberi-­‐50570, 17 Ocak 2012.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×