Kundera’nın Devrimci Yaptıkları

Philip Kaufman, Kundera’nın romanından uyarlanan, yönetmen ve senarist olarak imza attığı filmde “pornografik” sahnelerin çok yer tuttuğu eleştirisine, “bir tek pornografik sahne var, o da Sovyet tanklarının Çekoslovakya’ya girişi”yanıtını vermişti.

 

İlk bakışta, pek zekice, pek özgürlükçü, pek “reel sosyalizm” eleştirisi içerir görünen bu cakalı yanıt, ancak bu sanal katmanlar dikkatle kazınınca ortaya çıkacak kadar “derinde” bir ideoloji barındırıyordu. Tıpkı, Kundera külliyatı, özel olarak da “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” romanı gibi. Aslında bu çok alenî ve yüzeydeki ideolojinin, kazıma işlemi gerektiren “derinlikte”ymişçesine algılanmasının nedeni, sadece kronolojiye bakılarak bile anlaşılabilir.


“Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”, 1986’nın vazgeçişler ve bireysel arayışlar, kendi içine kaçışlar Türkiyesi’nin belli merkezlerce entelektüel kuşatma altına alındığı koşullarda ve tabii ki İletişim Yayınları’nca piyasaya sürülmüştü ne de olsa. “Bağlanılan” ideallerden, geçmişin “gençlik hataları”nın ağırlığından kurtulmanın ve o zamanın bu çevre tarafından formüle edilmiş ünlü sloganıyla, “soyut yarınlar için somut bugün feda edilmez” hafifliğine kavuşmanın günleriydi.


Popülerliği, yıllarca gazete ve dergilerin “bilmem neyin dayanılmaz bilmem neyi” türünden başlıkların kusturana kadar kullanılmasıyla sürmenin yanı sıra, her derde deva bir kelime arayan “aydın” camiaya armağan ettiği “kitsch” kelimesiyle de yayılmıştı. Beğenmediği yemekten sevmediği giysiye kadar, bilgiç çemkirme sözü yapmıştı bunu gösterişçiler. Varsa yoksa “kitsch”. Romanda ne anlamda kullanıldığı ve hangi ideolojiyi dışlaştırdığı da arada kaynamıştı elbet.

 

Burada genel entelektüel çevreyi kastediyoruz, yoksa elbet Kundera’yı ve romanını, liberallerin bunu piyasaya yaymasının altında yatanın bir edebiyat hizmeti olmadığını anında deşifre ederek tavır alan sosyalistler yok değildi. Ama dedik ya, yıl 1986’ydı…


Sonra bu yaygara durulmuş, evli evine köylü köyüne çekilmiş, Kundera arada bir hortlayan başlık bulma kabızlıklarında anımsanan bir kalıp olarak raflara kalkmıştı. Görevini ifa etmişti. Yıl da 1986’da durmamıştı…


On gün kadar önce BirGün gazetesinde yer alan bir yazı, bu görev ifasının nerelerde kök saldığını göstermese, günümüzdeki sürüsüne bereket bütün türevleri arasında akla gelmeyebilirdi de Kundera. Ama Ateş İlyas Başsoy imzalı bu yazı, Devrimci Yol davasından hareketle, sosyalizmi Kundera’yla kavradığını söylüyor, oradan da Oğuzhan Müftüoğlu biyografisine uzanıyordu. Kundera’nın “reel sosyalizm” eleştirilerine reddiyeyle sağlamlaşan bir kavrayıştan, ya da, “reel sosyalizm”in karşıdevrimcilere malzeme sunabilecek hatalarını fark etmekten ve bunları aşmaktan filan değil, doğrudan romandaki perspektifi benimsemekten söz ediyordu Başsoy. Kundera – Devrimci Yol –Oğuzhan Müftüoğlu üçgeni kurarak, yalanları alt etmişti! “Reel sosyalizm”in köleleştiriciliğini görmüştü!


Yazara aşina olmadığımızdan, sağa sola  bakındık. Kendi adına kurulmuş sitesinde kısa bir tur, karşımızdaki şahıs hakkında yeterince fikir verdi, yazıyı da gülüp geçilecekler kategorisine indirgedi. Peki, böyle bir yazı, BirGün’de nasıl yayınlanıyordu? Köşe yazarına özgürlük tanınmıştı muhtemelen. Nasıl köşe verilmişti? Hiç üstümüze vazife değildi. Yazının Kundera kısmındaki sakınca, editoryal bir uyarı gerektirmemiş miydi? Belki, hatalı bir postuladan da hareket etse, sonuçta Devrimci Yol ve Oğuzhan Müftüoğlu güzellemesine varması bunu izale etmişti. Ya da, düpedüz, sakınca görülmemişti. Bilmiyorduk, bilmiyoruz. Bu durumda, niye kendi bilecekleri iş demiyoruz da, yazıyı ele almak gereği duyuyoruz? “Vay, ‘reel sosyalizm’e laf edilmiş” dürtüsü mü? Bu, imzalı bir yazı olacağına göre, hemen yanıtlayayım bunu: Ben mi? Bir arkadaşın çok bilimsel tanımlamasıyla “Maocu düdük”, böyle refleks gösterir mi?


Bir süre önce, Ömer Laçiner ağzından, sosyalistlerle yol ayrımına geldiklerini ilan eden Birikim çevresiyle ilgili görüşü sorulan ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, bugün düştükleri noktayı eleştirse bile, Birikim çevresinin geçmiş yıllardaki entelektüel katkılarından, ufuk açıcılığından söz etmeseydi, “kendi halinde” bir yazarın kafa karışıklığından ibaret görülebilirdi malum yazı ve üzerinde durulmayabilirdi. Ama belirli dönemeçlerde, bu Birikim nüfuzu olur olmadık yerlerden uç veriyorsa, sorun biraz daha derinlerdeydi besbelli. Devrimci Yol, metabolizmasında fazlasıyla sindirmişti bu “açık ufuk”luluğu…


Kuşkusuz, burada Devrimci Yol’un analizi filan yapılmayacak. BirGün gazetesinde yazı yayınlama kriterlerinden bahsedilmeyecek. Geçmiş yıllardan bu yana Birikim ideolojik lojistiğinin günümüzdeki etkileri üzerinde durulmayacak. ÖDP’nin kuruluş sürecine ve siyasal şekillenmesine geri dönülmeyecek. Bu, sadece yazının hacim sorunu kaynaklı değil. Bugünün siyasal mücadele gündeminde, bu tür tartışmaların hiç yeri ve zamanı olmadığını kavramışlıktan. Teoriyi, bir entelektüel gösteri alanı değil, siyasal mücadelenin güncel ihtiyaçlarına cevap verip vermediği önem taşıyan bir alan olarak görmekten.


Meseleye böyle bakmayanlar, hangi yönden olursa olsun, bir “reel sosyalizm”tartışmasını ikide bir gündeme taşımakla oyalanabilirler. Sırtında yumurta küfesi olmayan entelektüel tavrıyla kendilerini tatmin edebilirler. Bu bizim işimiz değil. Tabii ki, “reel sosyalizm” eksenli tartışmalar, “kapanmış bir dönem”in, geçmişe, tarihe ilişkin dokümanter tartışmaları değildir. Tabii ki, gelecek projeksiyonumuzun, yeni bir toplum önermemizin şekillenmesini de içeren önemdedir. Bu anlamda, geleceğe de ilişkin bir tartışmadır. Ama devrimci aydın, bütün bunların, günün acil siyasal görevlerine teğet geçtiği noktaları dikkatle analiz etmekle yükümlüdür. Bunun ötesindeki yönleri, oyalayıcı bir pranga gibi ayağına dolamaz, bilgiçlik gösterisine soyunmaz.


Bu yüzden, çok kısa bazı uyarılarla yetineceğiz. Yazıya geçmeden önce bir noktaya değinelim. Alper Taş, Birikim için, “geçmişte bir entelektüel ağırlığı vardı. Sosyalist siyaset için farklı sorunları ele alıyorlardı” diyor ve bugün AKP’yi savunur konumda olmalarını, bir çelişki olarak tanımlıyordu yukarıda anılan röportajda. “Bu Birikim’in entelektüel kapasitesine hakaret değil mi?” diye soruyordu. Sonra, zurnanın zırt dediği yere geliyordu: “Birikim entelektüel bir çabadır, siyasi alanda söyledikleri tek başına bir şey ifade etmez.”


Birikim çevresi, tarihin belli bir aşamasında, doğrultusundan sapıp karşı kampa yuvarlanmış filan değildir. Murat Belge – Ömer Laçiner çizgisi, entelektüel kapasitelerinin olanca ağırlığıyla, 70’lerin ortasından bugüne, adım adım gelinen noktayı inşa etmiş bir siyasal duruştur. Fizik olarak yer almadan yönlendirici, akıldane konumda kalışları, Alper Taş’a “siyasete karışmayan, solun önüne sorgu alanları açarak ufkunu genişleten entelektüel çevre” yanılsamasını yaşatabildiği içindir ki, etkileri çok daha yıkıcı olmuştur. Siyasal alanda bir şey ifade etmeyen entelektüel çaba diye bir şey yoktur. Nitekim, bugün, işte o sorgu alanlarının neden açıldığının, bilimsel kuşkuculuk görünümüyle omurgasızlığın nasıl inşa edildiğinin, sosyalizm teorisi ve pratiği üzerine sözde eleştirel yaklaşımların kapitalizm övgüsüne nasıl vardırıldığının örtüleri atılıp çıplak hale gelişidir gördüğümüz.


70’lerin devrimci yükseliş koşullarında, fazla hükmü geçmeyen bir entelektüel zümrenin zihin açıcı faaliyeti olarak algılanan çizgi, bu yükselişin geri çekilişi koşullarında, meydan kendilerine kalınca, artık lafzen süslemeye gerek duymadıklarında, açık ikrarla kendisini ortaya koyuvermiştir. Birikim çevresinin bugünüyle siyasal düzlemde hesaplaşmak durumunda olup da, keşke eskisi gibi entelektüel faaliyetle yetinselerdi demek, bir siyasal akımın kendi geçmişini de irdelemesi anlamına gelir diye o yılları hayırla yad etmek, bünyede halen kalmış mikrop anlamına gelir.


Birikim çevresi eliyle pazarlanıp yayılan Kundera da bu baptadır. Başsoy, yazısının girişinde, BirGün’de gördüğü “Doğru mu Gerçek mi?” başlıklı bir yazıdan söz ediyor. Öğrenmiş ki, her gerçek doğru değildir. Gerçek olgudur, nesneldir, doğru yorumdur, özneldir. Neyse ki, Hegel’in “gerçek olan ussaldır”ına geçmeden burada duruyor.


Gerçek: Sovyet tankları Çekoslovakya’ya girdi. Gerçek: “Reel sosyalizm.” Burada, yorum anlamına gelen “doğru”ları karşılaştırıyor sonra ve nedense Kundera’nın doğrusu ona doğru geliyor!


Çekoslovakya’ya giriş gerekçeleri ve “reel sosyalizm” üzerine olumlayan her şeyin yalan, “ideallerine bağlı sosyalistin” bunlara isyan eden bakışının doğru olduğuna hükmediyor. “Yalan sosyalizm” gerçeğine, “gerçek sosyalizm” idealiyle karşı çıkıyor. Biryerlerden, Kundera ile Kafka arasında paralellikler kuran eleştiriler kulağına çalınmış olsa gerek, “Reel sosyalizm”in insanları Kafkaesk bir şatoya hapsederek köleleştirdiğini söylüyor.


Evet, hiç yabancı değil bu yaklaşım. Bir iyilik perisi, yazarımızı liberalizmin “özgürlük”
çığlıklarının kapitalizme köle edici etkilerinden korumuş olsa gerek ki, o sosyalist olmuş
iyice, iddiasına göre. Evet, bu “asıl sosyalist”lik iddiaları da hiç yabancı değil… Buraya girmeden, şu Kundera’nın doğrularına bakalım. Sadece söz konusu romanından. Her sorulduğunda, bir aşk romanı yazdığını iddia etse de, Kundera, özellikle romanın “Büyük Yürüyüş” bölümünde, hani, Stalin’in oğlu Yavkov’un esir düştüğü Almanların elinde, elektrikli tellerde “bok yoluna ölüşünü” anlatarak açılan pasajlarda, apaçık bir siyasal manifesto koyar ortaya. İkinci Dünya Savaşı, doğuya genişlemek isteyen Almanlar ve batıya gücünü yaymak isteyen Ruslar arasında, anlamsız, bir hiç uğruna insanların ölümüne yol açan budalalıktan ibarettir.


Kundera, buradan başlayarak, bir vazgeçiş felsefesinin, bir serbest piyasacı özgürlük ideolojisinin savunusuna girişir. BirGün yazarının sandığının aksine, “reel sosyalizm”in “idealler”le örtüşmeyen yönlerinin eleştirisinden eser yoktur ortada, açıkça anti-komünizm vardır, sosyalizmden, devrimlerden nefret vardır. Edebiyat yapıtlarına ideolojik yaklaşımların eleştirilmesini bir noktaya kadar anlasanız da, Kundera, böyle yaklaşılmasına kimsenin itiraz edemeyeceği kadar açık bir ideolojik metin kaleme almıştır. Romanda anlatılanların yorumlanmasıyla bazı sonuçlara varmaya gerek bırakmamacasına. Yani, durduğu nokta, “gerçek”tir, nesneldir, somuttur. İşin bu noktasında, bu apaçık ideolojik yapıtı, bu yönüyle eleştirenlere karşı, “ama bu bir roman” demek gülünçtür. Kundera’nın yapıtı, bir edebi anlatım başarısıyla değil, vazgeçişlere derin felsefi sorgu tutamakları vermesiyle, yani ideolojisiyle “best seller” olmuştu.


Ülkesinin işgaline karşı isyan duygusu yaşayan, Rus tahakkümüne boyun eğmeyen samimi sosyalist, öyle mi: Sabina, “onlara komünizmin, faşizmin, bütün işgallerin, bütün istilaların ardında çok daha temel, yaygın bir kötülüğün yattığını (…) anlatabilmek isterdi”. Neymiş o? İşgale karşı düzenlenen bir gösteride olduğu gibi, yumrukları havada kitleler, atılan sloganlar, uygun adım yürüyenler… Yerini ne almalı? “Topluluk, insanlık, bağlanılan ideal, mücadele” içeren her şeyin bok olduğunun ilanı. Bireysel ihanetlerin özgürleştiriciliği, set yıkıcılığı, uzaktan duyulan nihilizmin altın borusunun çağrısına kişisel kaçışlar. Tekil yaşamlar. Kayıtsızlık. “Dayatılan” her şeyin zıddına sığınma, değerlerin kitsch’liğini kavrama… Komünizmi ve faşizmi bir bütün gören, karşı çıkma eylemlerine de en az “işgal” kadar öfkelenen, mücadeleden, mücadele eden “kitle”lerden tiksinen, yurt kavramının boktan bir yalanlığına hükmeden, “Rus tahakkümü”ne “kahrolsun komünizm!” demeden karşı çıkılamayacağını söyleyen, 1 Mayıs törenlerini iğrenç bulan kahramanlarıyla, Kundera bizim yazarımızı “gerçek devrimci”leştirmiş. Politikanın tamamen “kitsch” olduğunu söylemesine rağmen!


Kitsch? Varolanla uzlaşma, içinde bulunduğu boku görmezden gelme ülküsü. Sosyalizm mücadelesi de, “bütün zamanların solcularını bir araya getiren politik kitsch’tir” Kundera’ya göre, ve solcuların mahareti, bu kitsch’i, eşitlik, özgürlük, adalet kavramlarıyla örtmektir…


Bunlar, yorum, yani göreceli “doğru” değil, bizzat romanın sayfalarından “gerçek”lerken Kundera’nın derdinin “reel sosyalizm”in hatalarına karşı uyarıcılık olduğunu söyleyenler, Birikim çevresinin derdinin de, solun önüne zihin ve ufuk açıcı sorgu alanları koyarak entelektüel zenginlik katmak olduğunu ileri sürebilirler.Fark, açık ve örtülü söylemle, 1970’ler ve 2011 arasındaki zamansal doğrultudadır. Bu açık sözlü yazar ve romanı, 1986 durağıdır. Murat Belge’nin “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”ne yazdığı allayıp pullayıcı önsöz, hâlâ görmek istemeyenler için bir şey ifade etmese de, samimi bir beyandır.

 

Kundera, “aydın”ların, faşizmi hasarsız atlatmış “sol” entelektüelin, işin bu yönüne bakamayacak kadar bireysel özgürlük ve “geçmişin verili kodlarını” yıkma, ufkunu genişletme, “derin sorgu” çabasından yorulmuş, ama vazgeçişe makul gerekçeler arayacak kadar da namus zerresi taşıyan kesimine ilaç gibi gelmişti. Bahane hazırdı işte, “kötü sosyalizm”. “Reel sosyalizm” yıkıldığı zaman böyle bir safradan da kurtulunmuştu. Yorgan gitmiş, kavga bitmişti! Özgürlük kazanmıştı, Kundera kazanmıştı! Bunlara inananlar, belki bir süre beklemişlerdir, “daha iyi bir sosyalizm” için mücadeleye girişmelerini. O olmamıştı işte, ufuklar açılmış açılmış, derin sorgu, kapitalizmin zaten yeterince iyi olduğunu göstermişti…

 

Kundera’dan “devrimci ilham” alan bireyler, günümüz AKP yalakasına durup dururken dönüşmediler. Entelektüel gıda dağıtımcısı Birikim, durup dururken artık yol ayrımının adını koymak zamanı geldiğini ilan etmedi.

 

“Kundera’yı ‘sosyalizm düşmanı, CIA ajanı’ filan diye yaftalayan onlarca kişi tanıdım. Bu sığ teşhisin tam tersi olarak; Sovyetler yıkılırken ‘eyvah sosyalizm yalanmış’ diye kaçışan fare sürüsüne katılmamı engelleyen en önemli kişidir Kundera” diyor BirGün yazarı. Yafta! Sahiden kitabı okumuş mu, Kundera’yı tanıyor mu diye düşünüyor insan, ama şurası daha vahim: “Devrimci Yol’un üzerimde Milan Kundera gibi bir etkisi oldu.”

 

Herhalde bundan sonrası bize düşmez. Bir gıda zehirlenmesine dikkat çekmekle yetinelim.

 

Philip Kaufman, tek pornografik sahneyi betimlerken, muhtemel ki, filmografisinden görüleceği üzre, “duhul” eyleminin zihinsel yönüne hiç takılmamış. Yayılan ideolojiyle beyinlere tasallut, estetik kaygısı sıfır bir pornografinin sahnelenişidir oysa…

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×