50 Yıllık Komünist İstihbaratçı Fabian Escalante ile Röportaj

SÖYLEŞİ: GAMZE ERBİL
ÇEVİRİ: KAYA TOKMAKÇIOĞLU, DİDEM KUL, CAN SEVEN

 

Küba’da 1991 yılında ABD emperyalizminin ülkeye dönük müdahalelerini araştırmaya yönelik bir istihbarat ve güvenlik merkezinin kuruluşunda görev alan ve emekli olana kadar da bu görevini sürdüren Fabián Escalante Font*, geçtiğimiz günlerde Türkiye’deydi. “Fidel Castro’yu öldürmenin 634 yolu” ve “Kennedy cinayeti-Bilinenin Ötesinde” başlıklı kitapların yazarı Escalante’yle Küba Devrimi’nden CIA’in oyunlarına, Kennedy suikastından Facebook’a, IŞİD’e, Sovyetler Birliği’ne kadar pek çok şeyi konuştuk.

Kübalı devrimciyle yaptığımız uzun görüşmenin güncel önem taşıyan bir bölümü daha önce soL Haber’de yayımlandı, şimdi daha uzun ve ayrıntılı bir versiyonunu paylaşıyoruz. Bir dizi konuda son derece ayrıntılı bilgileri net cümlelerle özetleyen Escalante, sansasyonel olarak nitelendirilebilecek kimi başlıklarda hayli soğukkanlı cümleleri ardı ardına sıralıyor.

Küba devrimini, Komünist Parti’nin bir üyesi olarak karşılayan ve sonraki yıllarda da Fidel Castro yönetiminin önemli figürleri arasında yer alan Escalante, uzun yıllara yayılan görevi süresinde çoğunlukla ABD emperyalizminin bölgeye yönelik saldırıları üzerine yoğunlaşmayı gerektiren istihbarat ağırlıklı faaliyetlerde bulunmuş bir isim. Uzmanlık alanı diyebileceğimiz konu da “siyasi cinayetler”.

Fabián Escalante’nin tüm ailesi Küba Komünist Partisi’nden geliyor. Kendisi de 13 yaşında partinin gençlik örgütüne katılıyor.

1953 Moncada Baskını’nın ardından Fidel’in “Tarih Beni Aklayacaktır” savunmasından derinden etkilenen Escalante, gerillaya katılmak istiyor ancak yaşı küçük olduğu için bu gerçekleşmiyor ve şehirlerdeki yeraltı örgütlenmelerinde yer alıyor.

Küba Devrimi’nin öncesinde cezaevinde işkence gören Escalante, işkencecisinin, “Yarın seni öldüreceğim” tehditlerinin ardından ertesi güne gürültülerle uyanıyor. Başta kendisini yıldırmak için yapıldığını düşündüğü gürültülerin, aslında devrimi yapan ve cezaevlerini yıkan halk olduğunu anlıyor.

Devrimden sonra karşı istihbarat servisinde göreve başlayan Fabián Escalante Font, bir süre Sovyetler Birliği’nde eğitim aldıktan sonra, örgütte önemli görevler üstleniyor.

Küba istihbaratının asıl üstünlüğünü “insana dayalı istihbarat” ve devrimci dayanışmanın yarattığı imkânlar oluşturuyor. Genel bir yaklaşım olarak da “savunma amaçlı” bir istihbarat yaklaşımı var.

Kısa sürede büyük bir tecrübe kazanıyorlar ve dev kaynaklara sahip büyük emperyalist istihbarat örgütlerinin karşısında çok önemli başarılar elde ediyorlar.

 

Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?

1954 yılında 13 yaşımdayken Komünist Gençlik üyesi oldum. Lise çağımda ise sosyalist ve komünist gençlik lideri olarak görev yaptım. Batista diktatörlüğünde hepimiz baskı altındaydık ve ben hapisteydim. Devrim zaferinden iki gün önce, 29 Aralık 1958 tarihinde hapisten çıktım. Ardından devrimin coşkusunu hissettik.

Devrimin ardından bir süre daha sosyalist gençlik içinde sorumluluklar aldım ve 1960 yılının başında partim ve gençlik örgütüm beni devletin güvenlik kademesinde sorumluluk almaya yönlendirdi.

Küba devletinin güvenlik organı yeniden inşa ediliyordu. 60’lı yıllar boyunca bu alanda görev yaptım. 1961’de istihbarat okulunda eğitim almak üzere Moskova’ya gittim. Buradaki okul tamamıyla istihbarat uzmanları yetiştirmeye yönelikti. O dönemde Sovyetler Birliği’nde aldığım eğitim için hâlâ Sovyet eğitmenlerime müteşekkirim.

Aynı yıl Küba’ya geri döndüm ve istihbarat birimine girdim. İlk olarak illegal bir biçimde Kosta Rika’ya, PlayaGirón çıkarmasını araştırmak için gönderildim. Kosta Rika’da Komünist Parti›den yoldaşlarla çalışmaya başladım. Bu deneyim bana pek çok şey kattı ve öğretti. Kısa bir süre sonra gerçekleşecek olan Domuzlar Körfezi Çıkarmasına dair de çok şey öğrendim.

Moskova’daki eğitimimde ve sonraki araştırma sürecimde odaklandığım başlıklardan biri de Fidel başta olmak üzere devrimin liderlerine yönelik olası suikastlardı.

Sekiz ay kadar çıkarmanın istihbarat yönüyle ilgilendim. Beş yıl da karşıdevrimci örgütlenmelerle ilgili soruşturmalarda çalıştım.

1967-1969 yılları arasında Avrupa’nın bazı ülkelerindeki istihbarat birimlerinde eğitim vermek üzere görevlendirildim. Daha sonra Küba’ya, istihbarat birimine geri döndüm.

1971’de Küba içindeki devrim karşıtı yapılanmalara karşı çalışmaya başladım. 1974-1975 yıllarında da Güney Amerika ülkelerinde bu alanda çalışarak geçti. Pinochet diktatörlüğü dönemiyle birlikte hız kazanan terörizm yıllarında karşı devrimci yapılanmalara karşı da mücadele ettim.

1977’de ilk olarak güvenlik biriminin başına getirildim. Görevim 1982 yılına kadar sürdü. 1982 yılından 1986’ya kadar İçişleri Bakanlığı’nda çalıştım. Bu süreçte Nikaragua’daki emperyalist müdahaleyle yakından ilgilendim ve muhteşem bir hareket olan Sandinizmden çok şey öğrendim ve pek çok dost edindim.

Biz Kübalılar için Nikaragua halkı kardeştir.

1986’dan itibaren İçişleri Bakanlığı içindeki örgütlenmeden sorumlu olarak üç yıl çalıştım.

1989’da tekrar güvenlik biriminin başına döndüm. Son olarak 1991’de ABD emperyalizminin Küba’ya karşı müdahalelerini araştırmaya yönelik bir istihbarat ve güvenlik merkezinin kuruluşunda görev aldım.

1996’ya kadar bu alanda çalıştıktan sonra emekli oldum. 1996’da sivil hayata geçmemle birlikte çok farklı alanlarda çalıştım ve gerçek anlamda çalışmayı 2011 yılında bıraktım.

 

Fidelsiz hayat nasıl?

Birkaç yıl önce, Fidel daha hayattayken ABD’de katıldığım bir konuşmada bana şöyle bir soru yöneltildi: “Fidel öldüğü zaman Küba’nın başına neler gelecek?”

Bu soruya şöyle yanıt verdim: “Bilmiyorum.”

1868 yılında Carlos Manuel de Céspedes, Küba’nın bağımsızlığını ilan etti; onun ölümüyle José Martí’nin Küba’nın bağımsızlığında rol alması aynı döneme denk gelir.

Martí’nin savaşta hayatını kaybetmesinden sekiz yıl sonra, 1903’te Küba Komünist Partisi’nin (KKP) kurucusu Julio Antonio Mella dünyaya geldi. Mella 1929 yılında suikasta kurban gittiğindeyse Fidel Castro hayata gözlerini açtı. Ondan sonra kimin kavgaya devam edeceğini bilmiyordum; tek bildiğim Fidel’siz bir Küba’nın bağımsızlık bayrağını taşımaya devam edeceğiydi.

Artık Fidel yok, şu an böyle bir toplumda yaşıyoruz. Fidel’in ölümü onun geçmişte kaldığı anlamına gelmiyor, düşünceleri hâlâ yaşıyor.

Bugün, Fidel’in siyasal düşüncesiyle birlikte Küba devrimi ilerlemeye devam ediyor. Bayrak elden ele taşınıyor ve bu tüm Amerika kıtasındaki devrim için de geçerli.

 

Biraz kitaplarınızdan bahsedelim…

Aslına bakarsanız yazmaya 1989 yılında başladım. Bir bakıma kolektif bir tarih kitabıydı ve kapsamı “Kavganın 30 yılı” idi. ABD emperyalizminin müdahalelerinin otuz yıllık tarihçesini ortaya koyan çok ilginç bir kitaptı. Ülkemizin özgün mücadelesinin ürünüydü.

Ondan sonraki kitabım Domuzlar Körfezi çıkarmasıyla ilgiliydi. 1991 ya da 1993 yılıydı, tam hatırlayamıyorum. Kitap, çıkarmanın planlanma aşamasından itibaren Küba’nın iç örgütlenmesinin nasıl şekillendiğini anlatıyordu. CIA, ülkemizin içindeki karşıdevrimci örgütlenmeyi hazırlıyordu. Emperyalizm, bu örgütlenmenin yapısını ve nasıl örgütleneceğini planlıyordu. Küba halkı elbette emperyalizme karşı örgütlüydü, örgütleniyordu. Kitap biraz da bunu anlatıyordu. İlk kitabımdı.

Hep söylemişimdir, ben yazar değilim; bir savaşçıyım ve komünistim. Komünist olduğumu düşünüyorum, en başından beri böyle yaşadığımı öne sürüyorum. Ve tabii ki komünizm ideallerindeki gibi sürekli bir kavganın içindeyim.

İstihbaratta çalışırken de siperdeydim, emekli olduktan sonra da içimde yarattığım siperde yazıp anlatarak savaşmaya devam ediyorum. Bu, savaşın elbette bir yönü sadece.

ABD’nin Küba’ya karşı verdiği neredeyse 60 yıllık karşıdevrimci savaşı yazmaya, anlatmaya, bunları yaymaya çalışıyorum. Her zaman yaptığım gibi…

 

CIA ve diğer istihbarat örgütlerini yakından tanıyorsunuz. John F. Kennedy suikastında CIA’in parmağı var mıydı?

ABD’de iki güç var. Siyasi iktidar ve gerçekte olan iktidar. Askeri, endüstriyel, finansal güç odakları, petrol şirketleri vb. Pentagon ve ABD’nin tüm istihbarat yapısıyla birlikte çalışır.

1 Ocak 1959’dan bugüne kadar Küba’ya karşı da birlikte hareket etmişlerdir. Her daim ülkeme, Küba’ya saldırdı. Küba ile ABD’nin herhangi bir ilişki yürüttükleri her an bu saldırının dozu da artmıştır; tıpkı 1963’te JFK suikastı döneminde olduğu gibi.

Kennedy suikastı, 1962’de nükleer füze krizinin sonuçları anlaşılmadan çözümlenemez. Bu kriz, ABD’nin gerçek bir güç olduğunu göstermiştir. Aynı dönemde dünyadaki tüm çelişkilerde parmağı olduğunu bildiğimiz ABD’de, Kennedy bir çıkış yolu aramış ve 1963’te çıkar odaklarından farklı bir bakış açısıyla barışçıl bir yaklaşım göstermiştir.

Askeri, endüstriyel ve finansal güç odakları, petrol şirketleri ve CIA bu yaklaşımı göz ardı etmedi.

CIA’in Miami’de dört bin kişilik bir Kübalı ordusu vardı. Hava kuvvetleri ve deniz kuvvetleri vardı. Miami’de deyim yerindeyse bir üssü vardı; askeri değil, sivil bir üs. Miami’de 55 şirket bunu finanse ediyordu. O dönem için çok büyük bir miktar olan 100 milyon dolardan bahsediyorum.

Elbette böyle bir ortamda pasifist bir siyaset tolere edilemezdi.

Kennedy’yi kim öldürdü? Tabii ki CIA’in Küba’ya karşı savaş yürüten aygıtı.

Bu mekanizmanın başındaki kişilerden biri de David Atlee Phillips’ti. CIA’in içinde farklı sorumluluklar almış bir kişilik.

1973’teki Şili darbesinde parmağı olan bir kişi… 1967’de Che’nin Bolivya’da katledilmesinde de sorumluluğu bulunan biri aynı zamanda.

Bundan önce 1965 yılında Dominik Cumhuriyeti’ndeki emperyalizm yanlısı örgütlenmelerden sorumluydu kendisi. Kennedy suikastında her şeyi planladı ve yönetti. Gerçek bu. Ve bunu biz ortaya çıkardık: Phillips’in bu suikasttaki parmağını ve Miami’deki Kübalıları nasıl manipüle ettiğini…

 

Bu konuda yakın dönemde ABD’de “Trump JFK dosyalarını açıklıyor” rüzgarı esti. Ancak beklendiği gibi yine kimi belgeler açıklanmadı. Neyi saklıyorlar tam olarak? Açıklanan belgelerden Küba’yla ilgili de bir dizi karanlık eylem ortaya çıkmış oldu. Bunların politik anlamı ne olabilir?

ABD, Kennedy’nin suikastından beri tutarlı bir politika izliyor. CIA ve diğerlerine göre Kennedy’yi kimin öldürdüğü belli değil. ABD’nin bunu bilmediğine inanmak imkânsız bana kalırsa. 54 yıldan beri ABD’nin farklı hükümetleri pek çok belgeyi kamuoyuyla paylaştı. Bunların çoğu önemliydi ama sonuç üzerinde rol oynayan bir özelliğe sahip değildiler. Trump geriye kalan belgelerin tümünü kamuoyuyla paylaşmaya karar verdi.

Bugüne kadar belgelerin yüzde 88’i yayımlanmıştı. Kalan 3 bin 100 belgeden 2 bin 800’ü Trump tarafından yayımlandı. Geri kalan belgelerin ABD ulusal güvenliği gerekçe gösterilerek yayımlanmadığını biliyoruz.

Yayımlanan belgeler içinde Küba’yı mahvetmeye yönelik CIA planları da var. Bunlar içinde Kübalılara karşı girişilen suikastlar vb. yer alıyor; ancak hiçbirinin JFK suikastıyla ilişkisi kurulmuyor.

Bu belgeler suikast araştırmasının ABD’deki üç komisyona ait olduğunu söylüyor. Bunlardan biri ABD Kongresi’ne ait komite. Üç komite de Kennedy’yi kimin öldürdüğünü ortaya çıkaramıyor! Dolayısıyla belgelerin kamuoyuyla paylaşılması yükümlülüğünün üstünü örtüyor.

Kitabım yapbozun parçalarını bir araya getiriyor bu noktada.

Peki bugün Trump bu hamleyle neyi amaçlamış olabilir? Şuna dikkat etmek lazım; ABD son birkaç aydır Küba’ya karşıt bir siyaset gütmeye başladı. Dolayısıyla böyle bir hamleyle, açıkçası Küba karşıtı yeni bir kampanyanın başlayacağını düşünmekten başka bir alternatifim kalmıyor.

 

Bu “çeteler” Fidel’e suikast için de kullanıldı değil mi? Kennedy cinayetindeki mekanizma nasıl işliyordu?

CIA’in Miami’deki mekanizması Kennedy’ye suikastı düzenleyen ekibi oluşturuyor. Bunlar içinde Luis Posada Carriles, Hernán Lozano, Freddy Lugo, Orlando Bosch, Frank Castro, Orlando García gibi bir grubun üyeleri var ve bunlar 18 Kasım 1963’te iş başındalar.

ABD gizli servisi, Amerikan ajanlarının ve Kübalı karşıdevrimcilerin Kennedy’yi Chicago’da öldüreceklerini 2 Kasım’dan beri biliyordu.

18 Kasım’da da, Kennedy’nin seçim bölgesi olan Miami’de bir suikastın gerçekleştirileceği biliniyor ve yine aynı şekilde 21 Kasım’da Teksas’ta.

Diyeceğim o ki, ABD gizli servisi konuyla ilgili yeterli bilgiye sahip.

Bu cinayeti işleyen de CIA ile Kübalı karşıdevrimcilerdir. Kennedy’ye siyasal olarak düşman bir CIA’den bahsediyorum. 18 Kasım’da bir grup Kübalı Dallas’a geçiyor ve suikastın örgütlenmesinde rol oynuyor.

Kennedy’yi öldüren kişiler, yapılan araştırmalara göre CIA’in Miami’deki Küba mekanizmasına dahildi. Bir grup seçilmiş insandan oluşuyordu.

Aralarında Eladio del Valle de vardı. Suç geçmişi oldukça fazla olan tetikçilerdi. Ama aynı zamanda Orlando Bosh, Posado Garrile, San Paul kardeşler de vardı. Bu insanlardan oluşan bir gruptu. Aralarında Küba doğumlu Frank Esturbis de vardı. 18 Kasım 1963 günü Dallas’talardı.

Amerikan Gizli Servisi 2 Kasım’dan itibaren Küba karşı devriminin Amerikalı unsurlarının Kennedy’yi Chicago’da öldürmeye çalıştıklarını zaten biliyordu.

18 Kasım’da Miami’de Kennedy’nin seçim mitingi sırasında CIA’in Küba mekanizmasına ait unsurlar onu yeniden öldürmeye çalıştılar. Ardından 22 Kasım’da Teksas’taki girişimde başarılı oldular.

Yani ABD Gizli Servisinin Başkan Kennedy’ye karşı gerçekleştirilecek bir cinayet girişimi için hazırlıklı olabilmek adına yeterince bilgisi vardı. Ancak Amerikan Gizli Servisi kesinlikle hiçbir şey yapmadı. Tek bir araştırma yürütmedi, hiçbir bildirimde bulunmadı, Dallas’ta alması gereken güvenlik önlemlerini almadı.

Üstelik Dallas siyasi anlamda Kennedy’ye düşman bir şehirdi. 28 Kasım günü Kübalılardan ve bir şekilde Kennedy cinayetine dahil olacak olan insanlardan oluşan bu grup Dallas’a varacaktı.

Sahip olduğumuz bilgiye göre, tescilli terörist Antonio Cuesta Valles’in verdiği bilgiye göre Eladio Martinez ve Erminio Díaz’dan başka tetikçiler de varmış. Sahip olduğumuz bilgi bu.

Araştırmalarımda ve kitabımda yayınlanan bilgi de bu şekilde.

 

Peki sizin uzmanlık alanınıza giren bir başka konu var: Chavez öldürüldü mü?

Fidel, Chavez ve Kennedy’ye karşı gerçekleştirilen suikastların hikayesinin anlatıldığı kitabımda (Fidel’den Kennedy’ye Kennedy’den Chávez’e Bitmeyen Politik Cinayetler Tarihi), Fidel’e karşı bilinen suikast girişimleri, Kennedy’yi öldürmek için kurulan komplolar, ama aynı zamanda Başkan Hugo Chavez’in Venezuela’da iktidara gelmesinin ardından gerçekleşen komplolar yer alıyor. Tesadüfe bakın ki, Chavez’i öldürmek için büyük ihtimalle kurulan ilk komplo Küba kökenli bir Amerikalı CIA ajanının fikriydi. Adı Mario Chanez de Armas. Bu kişi aynı zamanda 1961 yılında Fidel’i de öldürmeye kalkışmıştı.

Venezuela İstihbarat Servisi bu suikast girişimini araştırdı. Birçok Venezuelalının, Kolombiyalı paralı askerlerin de dahil olduğu hikayenin aslını ortaya çıkardılar. Planları, komploları boşa çıkarıldı, suya düşürüldü. Ardından, kitabımda belirttiğim üzere, CIA ve Venezuela oligarşisi tarafından Başkan Chavez’i öldürme amaçlı çeşitli komplolar düzenlendi.

Chavez öldü.

Hepimiz biliyoruz ki, kansere yakalanarak yaşamını yitirdi. Ama Chavez’i öldüren kanserin türü çok saldırgandı. Hastalık o kadar hızlı yayıldı ki, müdahale etmeye zaman kalmadı. Doğal olarak bu durum bende, hastalığın tetiklenmiş olabileceğine dair bir şüphe uyandırıyor.

Yani demek istediğim bulaştırılmış bir hastalık olabileceğine dair şüphelerim var. Belki yüksek teknolojili bir silah aracılığıyla; belki yemeklerine, kullandığı bir ilacın içine aşılanarak, zerk edilerek… Düşmanı Chavez’e ulaşabileceği herhangi bir andan faydalanılmış olabilir.

Bu benim kişisel düşüncem, kanıtım yok. Kitabımda da sözünü ettiğim bir tahmin.

Çünkü kesin olan tek bir şey var; o da en başından beri Chavez’i öldürülmeye çalıştıkları.

Sizler de biliyorsunuz ki, 2002’de gerçekleşen ilk darbe girişimi sırasında, tutuklandı ve Luchila adasına götürüldü.

Adaya götüren askerlerin elinde Chavez’i öldürme emri vardı. Ne oldu? Bütün askerler komploya dahil değildi ve içlerinden bazıları isyan etti ve darbe başarısız oldu.

Yani amaç Latin Amerika için inanılmaz önemli bir adam olan Chavez’i öldürmekti.

Bana kalırsa CIA için, emperyalizm için ve Latin Amerika oligarşisi için böyle bir adamı öldürmek kaçınılmaz bir zorunluluktu. Benim düşüncem bu.

 

Latin Amerika’ya yönelik 20. yüzyıldaki operasyonlar büyük ölçüde deşifre oldu; ama yeni durumda bunların yerine bir şeyler konmuş olmalı? Nasıl bir tablo var karşımızda?

Bugün Trump hükümeti Latin Amerika’ya karşı büyük bir kampanya içinde. Ana hedefleri de, Havana-Karakas hattını kırmak. Küba devrimini ve Venezuela siyasi devrimci sürecini, liderliğini Hugo Rafael Chavez Frias’ın yaptığı Bolivarcı Devrimi yıkmak istiyorlar.

ABD’nin Latin Amerika’daki büyük operasyonunun merkezi bu. Ve tabii ki başka süreçleri erozyona uğratmak istiyorlar. Bolivya gibi, ilk defa yerli bir devlet başkanının olduğu, kültürel bir devrimin yaşandığı, yüzü değişen bir ülke için de bu böyle mesela. Başka halkçı hükümetler için de geçerli. Brezilya’da gördük, Başkan Dilma Roussef’e yapılanı. Paraguay’da olanları biliyoruz, devlet başkanı devrildi. Arjantin’de görüyoruz, sağ tekrar iktidarı kazandı. Ve şimdi Ekvator’da olanları görüyoruz. Rafael Correa’nın başını çektiği süreçte bir sağa kayma var seçimlerden sonra.

Benim kişisel görüşüm, yurttaş devriminde bir sağa kayma olduğu yönünde. Bütün bunlar ABD operasyonunun parçası. Ulusal oligarşiler ABD liderliği altında hareket ediyor.

Ne olacak bilemiyorum ama mücadeleye hazırlanıyoruz. Bugünkü Latin Amerika 50 yıl önceki değil. Bugün bir asker darbe yapamaz. Durum farklı. Yüksek bir direniş gösteriyoruz karşılarında.

Bolivarcı devrimin kazanımları ortada. Kısa süre önce Sandinistler Nikaragua’da yerel seçimlerde büyük bir zafer kazandı. Nikaragua’da devrimci süreç konsolide oldu. Devrimci Küba, bayrağını hâlâ yukarıda tutuyor. Emperyalizme karşı mücadele veriyoruz. Lula, Brezilya’da seçimlere hazırlanıyor. Arjantin’de sol yeni bir yapılanma içinde.

Latin Amerika solunda bir yeniden konumlanma süreci var. Tabi ki, bazı ülkelerde oligarşi ve sağ çok güçlü, mesela Meksika. Meksika hükümetsiz bir ülke. Meksika’da iktidara, uyuşturucu kaçakçıları hakim. Resmi bir hükümet var ama temeli uyuşturucu trafiğine dayanıyor.

ABD’ye bağımlı Kolombiya’da yedi ABD askeri üssü var. Şili’de, sosyal demokrasi içinde bir erime söz konusu ki, muhtemelen bir dahaki seçimlerde iktidarı yeniden sağa verecekler.

Diğer Orta Amerika ülkeleri, Panama, Kosta Rika, Honduras, Guatemala’da yolsuzluğun iktidarı var.

Ama bugün Latin Amerika sahnesi bir mücadele sahnesi. Savaşıyoruz. Kazanacağımızı düşünüyorum, bir çok perspektifimiz var kazanmak için. Çünkü halklar, kıtamızın halkları, kazanabileceklerini anladılar. Açlığı, sefaleti, son beş yüz yıldır içinde yaşadıkları şeyi ortadan kaldırabileceklerini anladılar. Her büyük savaşta olduğu gibi, düşman kimi bölgesel çatışmalarda bazı zaferler kazandı; ama biz de çatışma hattında önemli zaferler kazandık.

 

İstihbarat konusunda tecrübelisiniz. Dünyada bugün nasıl bir dönüşüm var. Sosyal medya ve açık istihbarat konusunda ne diyeceksiniz? Özellikle sosyal medya üzerinden yürütülen “manipülasyon”ları nasıl değerlendiriyorsunuz?

1950’lerde, ABD askeri sözlüğünden anladığımız kadarıyla, “insan aklına şüphe sokulmasını” bir zafer olarak tanımladı. Sonradan adı “psikolojik savaş” konan şeyi tasarlamaya başladılar. Psikolojik savaş, bir insanın, bir grup insanın ve halkların akıllarını yalanlarla tahrif etmek, yönlendirmek için yapılan bir çok aksiyonun toplamı. Psikolojik savaşın amacı budur.

ABD halkları kendi düşünce biçimine yaklaştırmak için sadece silahlarla değil, aynı zamanda fikirlerle de savaşması gerektiğini anladı. Son 60-70 yılda yaptıkları budur.

Bir psikolojik savaş kampanyası nedir? Manipüle etmek, kandırmak veya stimüle etmek için yapılan bir istihbarat hareketinden başka bir şey değildir. Örneğin; 1960’ta ABD ve CIA, Kübalı ajanları üzerinden bir yasa uydurup ailelerden çocuklarının velayetinin alındığını söylediler. Bu sahte yasa, Küba Katolik kiliselerinde yayıldı. 15 binden fazla çocuğun ABD’ye kaçırılmasına sebep oldu. Çünkü Küba orta burjuvazisi bununla korkutuldu. Bunu gerçek sandı ve çocuklarını ABD’ye kaçırdı. Ve bu çocukların bir çoğu, sonsuza kadar yetim kaldı; aileleriyle tekrar bir araya gelemedi. Çünkü ailelerinin kim olduğunu bile bilmiyorlardı.

Bugün CIA, ABD ve kurumları, internet üzerinden bütün bu teknolojinin gelişimiyle birlikte, sahte görüntülerle, sahte idoller yaratarak, yalan haberler üreterek bütün dünyaya hızla yayıyor.

Mesela Panama Papers meselesi… Kim yönetiyor bu konuyu? ABD hükümeti. Panama Papers’ın bir sonraki kurbanının kim olacağına onlar karar veriyor. ABD’li yöneticiler ve yatırımcıların hariç tutulacağı kesin! Kendi yatırımcılarının da bütün bu vergi cennetlerinde paraları var. Bütün bilgi ellerinde ve dağıtıyorlar. Twitter, Facebook ve diğer mecralarda dağıtıyorlar.

Bugün Facebook, bir iletişim ve sosyalleşme mekanizması. Gerçek zamanda iletişim kurup yüzlerce ve binlerce insanla aynı anda, gerçek zamanda iletişim kuruyorsunuz.

Ama bu mekanizma üzerinde de ABD istihbaratı duruyor. ABD’nin önemli ideolojik kurumları da bu yapının üzerinde.

USAID gibi merkezlerden bahsediyorum. ABD ideolojisine hizmet eden böyle merkezler var. Başka ülkelerde de var: Almanya’da Konrad Adenauer Vakfı var, Rockefeller Vakfı var. ABD’de Demokrasi İçin Ulusal Bağış Örgütü (NED) var. Bunlar ideolojik merkezler. Bilgi teknolojileri alanındaki gelişimden faydalanarak kandırmak, manipüle etmek ve fikirleri tahrif etmek için uğraşıyorlar. Bununla mücadele etmek durumundayız. Bu alanlarda da mücadele etmek gerektiğine inanıyorum. Ama hayat kazanabileceğimizi de gösterdi. Venzeuela’nın geçtiğimiz aylardaki seçimleri çok önemliydi.

Facebook’a, Twitter’a karşı Venezuela halkının kafasını karıştırmaya çalışan büyük medya kuruluşlarına karşı iki seçim kazanıldı. İlk başarı kurucu meclis seçimiydi. İkinci başarıysa vali seçimlerinde de 24 validen 18’ini Chavezciler kazanmasıydı. Halkın kolay kandırılamaz olduğunun kanıtıydı. Hele kendilerine açıklama yapıldığında, fikirler yayıldığında, bu büyük bin kafalı canavarın, uluslararası emperyalizmin karşısına çıkmaya mahir olduğumuzda. Sadece ABD emperyalizmi değil. Uluslararası emperyalizmden bahsediyorum. Çünkü İngiliz emperyalizmi, ABD emperyalizminin akrabasıdır. Fransız, Alman emperyalizmi bunlar bir bütündür. Bunların iletişim ağı var. Bütün bunların hepsi, devrim fikrine, sosyal adalet, eşitlik fikrine, sosyalizme karşı kendilerini var eder. Bizim karşımıza çıktıklarında hepsi birbirine yakından bağlıdır. Bizim de onların karşısına birlikte çıkmamız gerekir.

 

80’lerde ortaya çıkan İslamcı cihatçı çetelerin tarihini kabaca biliyoruz ve bugün gelinen noktada nasıl bir düzenekle karşı karşıyayız. ABD Suriye’de yenildi ve son “açılım” IŞİD de anlaşıldığı kadarıyla şu anda form değiştiriyor. Öte yandan konunun bir de Guantanamo boyutu var. Guantanamo’da durum nedir?

ABD, 1888’de Küba’daki savaşa katılmaya emperyalist çıkarlarını gözeterek karar verdi. ABD savaşın sonunda dahil oldu. İspanyol orduları zaten Küba ordusuna yenilmişti. Tabii ki, İspanyollara ve Kübalılara göre teknolojileri daha gelişmiş olduğundan ve ellerinde kitle iletişim araçları olduğundan, kurtarıcı gibi sahneye çıktılar. Gerçek hiç bu kadar uzak olmamıştı.

ABD savaşın sonunda Küba’ya geldi. Kübalı devrimciler savaşı zaten kazanmıştı. Ama askerleri adayı işgal etti. Onlar için, birliklerini geri çekmenin bir şartı, Guantanamo deniz üssünün onlara verilmesiydi. Savaş gemileri oradan hareket edebilsin diye. O günden beri, 1999’a kadar onlarda olacağını belirten bir anlaşma vardı. 1999’da geri verilmesi gerekiyordu. Bu tabii ki gerçekleşmedi.

ABD, Guantanamo üssünü çok şey için kullandı. Başlarda, devrimin ilk 10 yılında karşıdevrimci faaliyetlerin merkeziydi. Sonradan, yani şimdi sözde “terörizme karşı savaş”ta hapishane oldu, işkence merkezi ve saire. ABD’nin, terörist olduğunu tahmin ettiklerini oraya gönderdiklerini düşünüyorum.

Terörizmi ABD’nin kendisinin yarattığını, Bin Ladin’i, El Kaide’yi Sovyetlere karşı kullanmak için yarattığını göz önünde bulundurursak, ki gerçek bu, IŞİD’in sponsorları kimler? Tabii ki ABD. Suriye’de ve Irak’ta sponsorluğunu yaptılar bu terörizmin.

İlk ortaya çıktığında, Musul başkentlerinden biriydi. Kim vardı bunun ardında? Irak Sünni ordusunun bir kısmı da oradaydı. ABD gizli servisinden kişiler vardı bunun arkasında. IŞİD’ı silahlandıran onlar. IŞİD bu kadar yıldır direniyorsa, finansal ve askeri destek gördüğü için. Şimdi arada bir IŞİD’le çatışıyorlar.

ABD dış politikasının ikiyüzlülüğü de burada ortaya çıkıyor. Sağ el, sol elin ne yaptığını bilmemeye özen gösteriyor. Gerçek bu.

 

Küba’da sosyalizmin kuruluşunu nasıl anlatırdınız? Devrimden sonraki dönüşüm nasıl oluyor?

Küba sosyalist bir ülke. Reel bir sosyalizm. Sosyalizm bir tanedir. Sosyalizmin soyadı olmaz. Bazen kendi kendime gülümsüyorum, sosyalizme soyadı koyuyorlar. Sosyalizm elbette her ülkede, her bölgede kendine özgü özelliklere sahip olacaktır. Türkiye’ye sosyalizm geldiğinde Küba›yla aynı olmayacaktır. Fransa’da farklı olacaktır. Veya Almanya›daki Arjantin›le farklı olacaktır. Çünkü her halk farklı.

Küba’daki sosyalizm, Küba’daki tecrübeye göre gelişti. Tabii ki vazgeçilmez, temel ve geçerli olan Marksizm-Leninizm anlayışı içinde kuruldu. Marksizm-Leninizm anlayışı ve pratiği olmadan sosyalizm kurulamaz. Şüphesiz. Küba’da da sosyalizm bu temel üzerine inşa edildi.

Küba’nın çok önemli sonuçlar vermiş ve veren bir sosyalist toplum olduğunu düşünüyorum. Hayatta her şey sonuçlara göre tartılıyor; ne kadar iyi niyetli olursanız olun, sonuç alamıyorsanız bir şey yapmamış oluyorsunuz.

Küba Devrimi’nin sonuçları ortada. Küba’da devrim ve sosyalizm birbirine yakın, iç içe iki olgu. Devrim, Fidel’in düşüncesi ve sosyalizm. Bu üçü bir araya geldi ve sonuç Küba Devrimi oldu.

Son yıllarda eksiklerini gidererek güçlenen bir süreç. Küba’nın 55 yıldır abluka altında olduğunu asla göz ardı edemeyiz. Abluka Küba’da bir gerçek, bugün her zamankinde de daha fazla.

Bazen, bizden ulaşmamız mümkün olmayan sonuçlar bekleniyor. Neden? Çünkü her şeyin ama her şeyin noksanlığını yaşadık.

Küba’ya gitmiş olanlarınız bilir, halkımız kahraman bir halk. Her türlü zorluğa ve ablukaya karşı savaşmış bir halk. Bugün hâlâ sosyalizm bayrağını yüksekte tutuyor. Ve bugün hâlâ, sosyalizm ufkunu kaybetmeyen, modern topluma göre çıkışlar ve çözümler arıyor.

 

Küba halkının sosyalizme sahip çıkma duygusunu nasıl tarif edebiliriz. Sovyetler Birliği’ndeki çözülüşte “kandırıldık” vurgusu öne çıkıyor. Kübalıları “kandırmak” mümkün mü?

Ben kahin değilim; ama devrimler belirli bir tarihsel momentte ve belli bir toplumda kırılma yaratır. Bunu bir görevle yaparlar. 1789 Fransız Devrimi de böyle oldu. 1917 Ekim Devrimi de böyle. Bütün büyük devrimler böyledir. İnsanlığı değiştirirler.

Rusya bugün hâlâ, dünküyle aynı değil. Ekim Devrimi, değişmesi gereken her şeyi değiştirdi. Sovyet süreci doğal sebeplerden başarısız oldu. Yeni bir toplum kurmak. Sömürenlerin olmadığı, bencilliğin temel taşı olmadığı bir toplum kurmak, kolay değil. Öncesinde gelen tüm toplumlar, doğal şekilde gerçekleşti. İnsanın sorumlu değil, bir sonuç olduğu şekilde. Sosyalizmde öyle değil; insan kurgusu önemli, sosyalizm insan tarafından yaratılan meşru bir şeydir. Kusursuzlaşma sürecindedir. Kusursuzlaştırıyoruz. Ben elbette, gelecek nesillere güveniyorum. Ne yapacaklar bilmiyorum, ama onlara inanıyorum.

Çok basit bir sebepten dolayı, Jose Marti’nin 1890’da bize verdiği bir şey var, tanımanın en iyi yolu eğitmektir. Kültürlü bir halk özgür bir halktır ve Küba Devrimi’nin ilk sonuçlarından biri Küba halkını kültürlü bir halk yapmış olmasıdır.

Bu yüzden özgür bir halk olacaktır. Ve özgür bir halk olacaksa sosyalist bir halk olacaktır.

Sovyetler Birliği’yle ilişkiler konusunu sorayım, daha çok nasıl bir “duygusu” vardı ve bunun zemini neydi? (füze krizi, sonraki “destekler”, 90’lardaki dönüşümde yaşananlar)

Kişisel bir soru soruyorsunuz, SSCB ve Küba hükümetleri arasında neyin değiştiği sorusuna yanıt veremem. Ama şunu söyleyebilirim; SSCB Küba’yla her zaman dayanışma içinde oldu. Her zaman.

Pozitif veya negatif iç siyasi süreçlerine rağmen bu dayanışmayı sürdürdü. Ekim krizinde, krizin çözümü Küba’nın hoşuna gitmedi. Küba bu pazarlığın içinde olmalıydı. Biz bu dünya soykırımının merkezi olacaktık, orada yer alma hakkımız vardı. Bence Sovyet yönetimi, pazarlıklarda aceleci davrandı. Sebepleri analiz edilebilir ama acele ettiler. Kennedy hükümeti de bu acelecilikten faydalandı. Fidel de böyle söyledi, biz böyle düşünüyoruz. Şimdi, bizim aynı fikirde olmadığımız bu olumsuz moment dışında, öncesinde ve sonrasında, SSCB’nin düşüşüne kadar, düzelteyim çünkü SSCB düşmedi, çözüldü. Kendi çelişkilerinde boğuldu. Bir önderlik yoktu.

Bana göre, belli bir dönemde Nikita Hruşçov, rotayı değiştirebilirdi, kendisinden önceki dönemde, Sovyet sosyalizminin kuruluşunda yapılan hataları aşabilirdi. Ama mümkün olmadı. SSCB’de sonra gelen yönetim iç çelişkilerini çözemedi. Ekonomik sorunları çözemedi. Sosyal sorunları çözemedi.

Aslında Sovyet ekonomik sorunlarından çok söz edilir, ama çok derin sosyal sorunlar da vardı. Ulusal sorunlar çözülememişti. Lenin’in dediği gibi, Lenin uluslar konusunda çok yazmıştı ve Sovyet halklarının ulusal sorunlarına dair çok doğru bir yaklaşımı vardı. Sovyet yönetimi çözmeyi beceremedi.

Bütün bu çelişkiler birikerek Sovyet sosyalizminin çözülüşüne sebep oldu. Dürüst olmak gerekirse bunu bir yenilgi olarak görmüyorum. Belki, kısmi bir yenilgi olabilir. Geçici. Bu çok uzun bir yol. Sosyalizm yolu, İncil’in dediği gibi, taşlı ve engellerle dolu bir yol. Düz bir yol da değil. Her gün yeni fenomenlere karşı yeni çözümler bulunması gereken bir yol.

Sonuca bağlamam gerekirse, en azından ben, ama bence bütün Kübalılar, SSCB’yi sevgiyle, dayanışmayla, yakınlıkla ve minnetle hatırlıyoruz.

 

Ekim devriminin 100. yılı sizde nasıl düşünceler uyandırıyor?

7 Kasım’da söylüyorum bunu tam, Büyük Ekim Devrimi’nin zaferinin 100. yılında.

İnsanlık için çok önemli bir gün, sadece bizim değil bütün insanlığın hayatı için çok önemli. Hâlâ geçerliliğini koruyor. Ve Büyük Vladimir Lenin, bu büyük sürecin merkezi figürüdür.

* * *

* Fabián Escalante Font, Havana’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladı. Devrimci öğrenci hareketine katılışı 1953’tedir. Genç Sosyalistler adlı örgütün çatısı altında çeşitli politik sorumluluklar aldı. Bu yasal örgütlenme çatısı altında çalışırken, Diktatör Fulgencio Batista’nın kolluk güçlerince pek çok defa gözaltına alındı ve işkence gördü. Devrim’in başarıya ulaştığı 1959 yılının birinci gününde o zindanda ölüm sırasını beklemekteydi.

Küba Devlet Güvenlik Bürosu’nun kurucularındandır. Büro’da değişik görev ve sorumluluklar üstlendi. 1976’da Büro’nun başına getirildi. 1979’da da kendisine, Tuğgeneral rütbesi verildi. Sandinista Halk Devrimi’nin 1980’deki zaferinden sonra Nikaragua’da görev yapmakta olan, Küba İçişleri Bakanlığı Özel Heyeti’nin başkanlığı görevini üstlendi ve burada, ABD’nin desteklemekte olduğu “Devrim karşıtı terör”le mücadeleyi örgütledi. 1988 yılında, Küba güvenlik ve istihbarat birimlerinin başkomutanlığı görevine atandı. 1996’da emekli oldu.

Havana Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur ve kısa bir süre de mezun olduğu, Beşeri İlişkiler Bölümü’nde derslere girmiştir.

Küba Füze Krizi’nin (Ekim 1962) ortaya çıkması, gelişmesi, sonuçları ve bu Kriz’den alınan derslerin tartışılması, incelenmesi için kurulmuş olan, Sovyet-Küba-ABD üçlü konferanslarında Küba’yı temsilen görev almıştır. Bunun dışında ABD’nin, Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) tarafından desteklenen yıkıcı, terörist faaliyetlerin araştırılması için düzenlenen pek çok uluslararası seminere katılmış, kurulan komisyonlarda görev almış, özellikle de ABD Başkanı John F. Kennedy’nin bir suikast sonucu öldürülmesi olayıyla ilgili araştırma komisyonlarına önemli katkılarda bulunmuştur.

Başlıca kitapları arasında, PlayaGirón: Büyük Komplo (1992), Küba: CIA’nın Örtülü Savaş Alanı (1993), CIA’nın Hedefi Fidel (1994) ve yazarın, “Örtülü Savaş Dizisi” olarak adlandırdığı bir grup kitap, Mongoose Operasyonu (2002), Liderlerin Tasviyesi (2003), Komplo 1963 (2004), Kalipso Harekâtı (2005), Fidel’den Kennedy’e Ondan da Chávez’e Bitmeyen Politik Cinayetler Tarihi (2006), Küba Projesi (2006) yer almaktadır. Bunlara ek olarak da, 1959’dan 2000’e Bir Suçlar Kronolojisi (2005), Zr/Rifle Harekâtı (2007) başlıklı kitaplarla, Fidel Castro’ya ve diğer dünya liderlerine CIA tarafından düzenlenen suikast girişimlerinin araştırılması ve belgelenmesini konu edinen pek çok çalışmaya imza atmıştır.

Sandinista Halk Devrimi üzerine yaptığı çalışmalarla da tanınan Escalante, 2009’da Devrim’in 30. yıldönümü anısına, ABD’nin 1980’ler boyunca Nikaragua’ya karşı yürütmüş olduğu kirli savaşı gözler önüne seren dosyaları bir araya getirdiği, Sandinist Nikaragua adlı çalışmasını yayımladı. Yazar aynı yıl, Küba halkının ABD’nin saldırgan ve doğrudan Küba Devrimi’ni hedef alan politikalarına karşı bağımsızlığını ve ulusal birliğini korumak için yürütmekte olduğu mücadeleyi anlatan, İmha Harekâtı: Küba’ya Karşı 50 Yıllık Bitmeyen Garez adlı kitabını yayımlamıştır. Fabián Escalante, ABD’nin Küba’da ve diğer Amerika Kıtası ülkelerinde yürütmeyi sürdürdüğü yıkıcı ve ülkelerin ulusal istikrar politikalarını hedef alan faaliyetleri gözler önüne seren yazılar yazmaya, konuyla ilgili konferans ve seminerlere katılarak birikimlerini paylaşmaya devam etmektedir. (“Kennedy Cinayeti, Bilinenin Ötesinde” – yazılama yayınları)

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×