Ekim’in 100. Yılında, Kuruluşun Yıldönümünde: Kuruluş, Kuruculuk ve Misyon

Güncel çözümlemeler tarihin dersleriyle birleştirildiğinde aydınlatıcı sonuçlara varılabilir. İnsanlığın tarihsel birikimine yaslanmayan, buraya bitiştirilmeyen güncel yorumun açıklama gücü olamaz. Zaten herhâlde ki böyle bir yorum da olamaz… Güncel, içinde tarihi barındırmak zorundadır.

 

Burası genel doğru. Ancak belli ki bugünlerde biraz daha fazla tarihe bakma ihtiyacı hissediyoruz. Bunun iyiye işaret olduğunu düşünüyorum.

 

İhtiyaç icadın anasıdır, tarihe daha fazla ihtiyaç duyuyorsak, tarihi kullanarak ortaya koyacağımız yeni bir icada yaklaşıyoruz demektir. İcat ise, yoktan var ederek değil ama olanları yeni bir sentezle birleştirerek tıkanmış bir yolu açmak, belki yeni bir yol yaratmak anlamına geliyor. Devrimcilerin aynı zamanda mucit olmadığını kim söyleyebilir.

 

Ya da tarih sayesinde diyebiliriz. Saye, farsça kökenli, gölge anlamına geliyor. Türkçe’deki kullanımında, eğer olumlu bir anlam taşıyorsa, “sayesinde” diyoruz, yani “gölgesinde”, katkısıyla, yardımıyla anlamında… En çok yakıştığı yerlerden biri burası olsa gerek. Tarih sayesinde, onun üzerimize vuran gölgesiyle anlamak yani.

 

Bunun bir işaret olduğunu söyleyebiliriz. Kör bir noktaya doğru gidiyor insanlık, karanlık, sonrası görülemiyor. Bu yüzden tarihe olan ihtiyacımız artıyor. Çünkü hiç bir şey ilk defa yaşanmıyor ve insanlık dönüp heybesinde biriktirdiklerine daha fazla bakmak zorunda kalıyor.

 

Neyse ki tarihin yasalarını öğrenmiş bulunuyoruz. Marx’tan beri çok şanslıyız.

 

Sermaye sınıfı için bu korkunç bir şey. Çünkü en çok tarihi unutturarak kazandılar, öyle ayakta durabiliyorlar. Tarihte sınıflar mücadelesi var; büyük, gösterişli, insana yakışan kavgalar var. Dönüp bakınca bugün çok gerilere çekilen, ama yatağında akmaya devam eden mücadelenin görkemi hemen yüzümüze çarpıyor. Hatırlıyoruz, daha doğrusu hiç unutmuyoruz, o ailenin parçasıyız ve hatırlatmalıyız.

 

Bazen büyük bir hatırlatma bile icat yerine geçebiliyor. Ne yazık ki, bu çok geri bir mevzi demek. Ama biliyoruz ki bizim mücadelemizde mevziler çok hızlı yer değiştirebiliyor, bunu da biliyor, hatırlatıyoruz. Askerlik sanatının kuralları açıklamıyor sınıf savaşını, bunca yıllık strateji kitaplarının kifayetsiz kaldığı sosyal kurallar var. Orada sınıf savaşı yazıyor ve alışıldık saha birden altüst oluyor.

 

Bu tek başına yeterli mi, değil elbette, sahada kimin hazır olduğu tartışma konusu ve burayı tartışıyoruz.

 

Ne yapıyoruz, neye hazırlanıyoruz…

 

* * *

 

Tarihe ihtiyacın artması, iyiye işaret demiştik, bugünün yetersizliğini, tıkanmayı işaret ediyor. İnsanlık, demek ki sömürü düzeniyle daha fazla ve bu şekilde devam edemeyecek. Ekim’in 100. yılında gölgesi üzerimize daha fazla vuruyor, sayesinde daha güçlüyüz.

 

Normaldir ki, daha kötü günler bekliyor bizi. Ama işte burada da yasa değişiyor ve kötü, kötü olmaktan çıkıyor.

 

Büyük altüst oluşlar, kişilerin yaşamını elbette daha zor koşullara doğru iter. Ama bizim baktığımız yer burası değil, o alt üst oluşta dünyayı değiştirme imkânını yakalama fırsatımız. Bundan büyük bir mutluluk olabilir mi bir devrimci için ve en sade haliyle insan için. Çünkü o zaman, devrimciler, kütle halinde artacak; insan, devrimcileşecek; devrimci, insanla aynı anlama gelecek, biliyoruz.

 

Sınıf savaşının diyalektiği… İnsanlığa yakışan bir dünya burjuvazinin bataklığından doğabilir ancak. Biz o doğumun kolaylaştırıcılarıyız ama bataklıktayız, leş gibi kokuyor her yer. Kokunun artması iyiye işaret, biz orada insanlığın en güzel bahçesinin kokusunu alıyoruz.

 

Buraya doğru gidiyoruz ve tarihe daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.

 

* * *

 

Çağdaş siyaset sahnesinin temellerinin 1917-1918 aralığında atıldığını söylemekte bir sakınca yok. (Her tarihlendirmenin eksikli bir tarafının kalacağını bilsek de)

 

Bu aralıkta meydana gelen iki önemli olay bize bunu söyletiyor. Bunlardan ilki tabii ki büyük Ekim devrimiyle işçi sınıfının ilk kez kendi devletini kurabilmesi. Tesadüfler bazen tam yerini bulur, Ekim’den bir asır sonra yine oradan öğrenme ihtiyacı fena halde yakıcıysa, bundan ancak hoşnut olabiliriz. Ekim, çok büyük ve dünya siyasetine yön vermeye devam eden bir tarihsel sıçrama. Diğeri de en az onun kadar önemli ve onunla bağlantılı bir olay: Burjuva demokrasisinin siyasi kurumlarının kalıcılaşmasına ve oturmasına yol açan büyük ihanet. Sosyal demokrasinin 1. Dünya savaşı sırasında işçi sınıfının değil, burjuvazinin yanında saf tutmasından bahsediyoruz. Burjuvazi, bugün hala sömürü düzenini devam ettirebilmesine olanak sağlayan ideolojik ve siyasi gıdasını bu ihanete borçlu. Demek ki büyük ihanetle, muzaffer devrim yaşıt. Hain ve dönek sayısının artmasından da bir işaret çıkarmalıyız belki de.

 

Dünya devrim tarihinin dönüm noktası olan iki olay, etkileri ve tartışmaları devam ediyor.

 

Bugün çok dikkatle incelememiz gereken bir dönem bu… Çünkü tıkanmayı aşacak tartışmalar yine burada saklı. Ve yine o dönemdekine benzer bir yol ayrımına doğru gidiyoruz.

 

Lenin ve Leninciler’i, ya da Bolşevikler’i muzaffer kılan öz neydi? Kumaşlarında ne dokunmuştu da olmaz denileni oldurmuşlardı?

 

İnsanın hep ilkel kalan bir tarafı var. Bu aşılmadıkça hedefe ulaşmak mümkün değil. O ilkellik en üst düzey soyutlama yeteneğine sahip canlı olmasına rağmen, yine de fiziki olarak hapsedildiği ortamdan çıkmakta çok zorlanması, ilk zayıf anında buraya esir düşmesi. Hani derler ya, insanın neresi acıyorsa, canı oradadır. Küçücük bir yarasını bile, başkalarının onulmaz hastalıklarından daha fazla duyumsar insan. Bu bir yandan normaldir ama aşılması gerekir. Nasıl aşılacak, elbette akıl ve iradeyle, bu yaranın önemi ve önemsizliği yerli yerine oturtulacak, canı yanmaya devam etse bile çok abartılmayacak. Üstesinden gelinebilecek irade oradaki akıldan sağlanacak.

 

İnsan bir yandan vücuduna, diğer yandan çevrelendiği zaman ve mekâna hapsedilmiştir. Zaman ve mekân uzay ve tarihteki koordinatlarımızı veriyor. Aslında sonsuz bir devinimde her şeyin geçici olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu koordinatlar geçici olan, böyle olmak zorunda olan bizi tanımlamış oluyor. Ama işte nasıl insan basit bir yarasını her türlü fenalıktan daha fazla hissediyor ise, hapsedildiği anı da kendisini de biricikleştirmeye öyle meyilli oluyor. Bunu biliyoruz. Herhangi bir nesil için tarihin en kötü anında yaşadığını iddia etmesi için yeterli neden olmadığını ise kimse iddia edemez. Demek ki bu tartışmanın bir yerden sonra anlamı yok. Anlam, neyle karşı karşıya olduğumuzu tanımlamayı, onu alt etmek amacına bağlayınca ortaya çıkıyor.

 

İnsansa nesnelliğini değiştirebildikçe diğer canlılardan ayrılmış, insanlaşmıştır diyebiliriz. Somuta teslim oldukça insanlığımızdan kaybediyoruz o zaman. Yılgınlığa düşmek, umutsuzca vazgeçmek insanlıktan uzaklaştırıyor. Çirkinleştiriyor…

 

İşte Leninciler her şeyden önce bu hapishanenin duvarlarını yıkabildikleri için başardılar. Kendilerinden başka hiçbir şeye güvenmedikleri, kendilerine sonsuz güvendikleri için. Kendileri, parti demekti zaten.1

 

İradenin meczupluğa neden olmaması içinse soyutlama gücüyle birleşmesi gerekir. Lenin’in alameti farikası, somut durumun somut tahlili de ancak bu soyutlamayla birleştiğinde doğru bir müdahale kanalı açar, anın yanılgılarına engel olunur. An’ın hapishanesinin yıkılmasında irade kadar önemlidir bu.

 

Soyutlamanın en üstünde, bağlandığı noktada ne mi duruyor: Sosyalist devrim, proletarya diktatörlüğünün kurulması ve adlı adınca devrimci partinin iktidarı.

 

Demek ki burada karmaşık bir süreç işleyecek: İçinden geçtiğimiz zamanı anlayacağız ama oraya hapsolmayacağız; anlamak için güncel olanı tarihselle birleştirmek adına soyutlayacak, hapsolmamak için irademizi kullanacağız; irademizi de soyutlama becerimizden gelen anlam ve hedefle besleyecek, kuvvetlendirerek, sürekli kılacağız.

 

Soyutlama gücü, yani teorik yetkinlik, irade ve bunların birleştiği bir parti kültürü.

 

İradeyle teorik yetkinliği yanyana getirmemizin önemli bir nedeni daha var. Belki de asıl önemlisi demeliyiz. İnsan fiziki zorluklara katlanabilir, burada anlık-dönemlik bir motivasyon, karakter özelliği, fiziki dayanıklılık… bunu sağlayabilir. Asıl zor olan ideolojik-siyasi baskıya dayanabilmektir. Esen rüzgara rağmen savrulmamak, bildiği yola tam inanç ve güven. İrade derken asıl kastettiğimiz burası. Bilmeden, sürekli bir gelişim sağlamadan bu mümkün değil.

 

Tarih, Bolşevikler’i buradaki irade ve inatlarıyla hatırlıyor: Rusyanın sosyal demokratları diyebileceğimiz Menşevikler’le bağlarını koparırken, işçi sınıfı hareketinde en büyük otorite sayılan 2. Enternasyonel’den koparken, köylü ülkesi denilen uçsuz bucaksız bir coğrafyada insanlığın en ileri toplumsal düzenini kurma iradesi gösterirken ve tek ülkede olmaz denilen yerde neredeyse bir asır sosyalizmi iktidarda tutmayı başarırken.

 

Tek başlarınaydılar, ilktiler, ilk oldular ve kurucuydular. Kendilerine komünist demeye başladıklarında ayrı ve “başka” olduklarını herkese ilan etmişlerdi. Etmek zorundaydılar. Kitaptan öğrendiklerini inanılması güç bir iktidar arzusunun getirdiği yaratıcılıkla birleştirdikleri için, mucittiler de.

 

Lenin marksizmde çığır açtıysa bunun nedenlerinden ilk sıraya benzerine az rastlanır bir iktidar arzusu taşımasını yazmak gerekir. Neredeyse tüm eserleri bir bağlama, amaca, sınıf mücadelesinin gereklerine göre yazılmıştır. Lenin’de genel geçer, tarihsiz, amaçsız tek bir satır bulamazsınız.2

 

Öyleyse şimdi yeni bir ilan ve kuruculuk zamanı. Tarih kendi benzerine doğru akıyorsa, biz de benzemek zorundayız.

 

* * *

 

Kurucular yalnız başlar. Aydın olmak ve devrimci olmak arasında bu konuda bir benzerlik vardır. Günümüz aydını yalnız kalmaktan ölesiye korkuyor, devrimcisi de. Oysa aydın gerektiğinde yalnız olabilendir. Onun yalnızlığı, biraz da tanımına içkindir. Ama birey olarak aydının yalnızlığa dayanımı, örgütlü devrimciye göre daha naiftir, kırılgandır. Devrimcinin yalnızlığı ise, çoğalmak için göze aldığı bir durumdur. Bu yüzden daha dayanıklıdır.

 

Şimdi ikisi de yalnızlıktan korkuyor. Bu aslında ikisi de yok anlamına geliyor. Demek ki yeniden kurulmaları gerekiyor ve kuracak birileri, böyle bir parti var.

 

Aydın kendi kendini kuramaz, güç bulmak, güvenmek zorunda. Demek ki devrimciye muhtaç. Aydın yalnızlığa uzun süre katlanamıyor, devrimciler öyle değil.

 

Yüzyıl sonra bir şansımız var. İlk kurucular kadar uzun beklemek zorunda değiliz çoğalmak için. Hem kapitalizm artık daha yaralı, yeni bir “fikri” yok, hem de devrimciler daha tecrübeli. Yeter ki biz bir asır önceki yoldaşlarımız kadar ne yaptığımızı bilelim ve kendimize güvenelim.

 

O dönemde kendine devrimci-sosyalist diyen çok sayıda örgüt, hem Rusya’da hem de Avrupa’da vardı. (Şimdi de var elbette) Hatta bunlar Bolşeviklerden daha güçlüydüler. Komünistler henüz kendini ayrıştırmamıştı. Komünistler hep azdılar. Hatta iktidara geldiklerinde, dünyanın yarıya yakınını yönetirlerken bile azınlıktılar.3

 

Komünistler bu yüzyılın başında en önce kendilerini diğer siyasi öznelerden ayırarak, benzemezliklerini ilan ederek ancak bununla birlikte, aynı anda kitlelerle yatıp kalkarak ve örgütlenerek kazandılar. Siyasi olarak yalnız kalmaktan korkmadılar, haklılıklarına ve örgütçülüklerine güveniyorlardı. Örgütlendikten sonra siyasi yalnızlığın ne önemi vardı. Onların “farklı” olduğu da böylece anlaşılmış oldu aslında.

 

Kendi örgütünü, partiyi her şeyin başına yazan bir siyasi anlayışın başka türlü davranması mümkün mü? En az “halkçı” görünen Bolşevikler, diğer bütün örgütlerden daha fazla ve doğrudan “halka” dokunan örgüttü. Komünist olmak bu demekti çünkü. Komünistliğin tanımını yapmış oldular. Bu sadece ideolojik-siyasi ayrım demek değildi, kitlelerle olan temas biçimi, doğrudan komünistliğin özüne dairdi. Biçim ve içerik bir bütündü.4

 

Şimdi bu tanımın yeniden yapılmaya, gösterilmeye, ilan edilmeye ihtiyacı var.

 

Sadece Türkiye’de değil, dünyada da bu görev TKP dahil birkaç örgütün sırtında. Enternasyonal bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Ve tarihi…

 

TKP’nin anlamı ve görevi ne sorusuna verilecek yanıt bugün budur. Tarihten alışık olduğumuz üzere adında sosyalist-komünist olması hiçbir partinin siyasi hattını garanti etmez. Hatta genel olarak tarih isim ve siyaset uyuşmazlığıyla maluldür.

 

Bugün Türkiye solu bir bütün olarak sosyal demokrasiye, yani düzene eklenmiştir.5 Tıpkı yüzyılın başındaki ihanete benzer şekilde. O yüzden mesafe hızla ve şiddetle açılmalıdır. Hiçbir söz burada esirgenmemeli, taviz verilmemelidir. Lenin’in hırçınlığına, Bolşevikler’in örgütçülüğüne ihtiyacımız var.

 

Demek ki komünistler yine bir tarihi ayrıma zorlanıyor. Ancak bu kopuşu başarabilmek için teorinin yetmediğini biliyoruz. Bolşevikler bunu siyasi hırçınlıkları kadar, örgütçülükleriyle başarabilmişlerdi. Aksi olsaydı Lenin zamansız gelmiş bir peygamber gibi tarihteki yerini alacaktı. Belki o bile olmayacaktı.

 

O nedenle bugün TKP’ye bakıp “biz zaten onlara benzemiyoruz, ayrıyız” demenin bir karşılığı yok. Bir örgütsel sıçrama yaşanmadan kopuş gerçekleşemez. Ne yaparsak yapalım. Belki de partimizde tuzla buz edilmesi gereken yanılsama bu. Kendimizi sevmeye devam edeceğiz ama sevmek hakkını vermeyi gerektirir. Emek harcanmayan sevgi hakedilmediği gibi değersizdir de.

 

Siyasi iddia kaç kişi ve ne ölçekte olduğunuzdan bağımsız özneldir, ve burası yola çıkış noktasıdır. Ancak tartışma toplumsal düzeye taşındığında, iddianızı burada sınamaya kalktığınızda öznellik yeterli gelmez.

 

TKP artık ve bu Türkiye’de öznellikle yetinemez. İddialarımızın toplumsallıkla sınanma zamanı çoktan gelmiştir. Üstelik bir kural olarak bu bir an önce hayata geçirilmezse, öznellik de tehlikeye girecektir.

 

* * *

 

Türkiye geleceğinin belirleneceği bir kavşaktan geçiyor. Dağıtılan ama yenisi oturtulamayan bir Cumhuriyet’ten, ülkeden söz ediyoruz. Böyle bir ülkede mücadele etmekle, iyi kötü kendi halinde statükosunu koruyabilen ülkede mücadele etmek arasındaki farkı anlamak zorundayız.

 

TKP artık küçük iddialarla yetinemez, toplumsal ölçeği gözardı ederek stratejisini kuramaz. Şu an herkes büyük oynuyor, oynayamayanlar büyüklere yanaşıyor, küçüklüğünü gizliyor. Bunu yaparken de kendini kaybediyor. Bu bir seçenek değil komünistler için.

 

Bugün iddiası olmayan, yarın kaybeder.

 

TKP yeniden bir kurucu misyonu yüklenmelidir. Bugün verilemeyen yanıt budur. Devrimci iddiamızla buradaki uyumu ancak şans sayabiliriz.

 

Bolşevizm bugün her şeyden önce örgütçülük demektir. Komünistler sağı, solu, “sosyalisti”, sosyal demokratı ile, tıpkı yüzyıl önceki gibi, düzen cephesinden kendisini şiddetle ayrıştırmalıdır. Bunun yegâne yolu, siyasi şiddetimize aynı oranda ve belki daha büyük bir kuvvetle eşlik etmesi gereken örgütlenme hamlesidir.

 

Böyle bir misyonu yüklenmiş partideyse kompartmanlaşma olmaz. Bazıları siyaset yapar, bazıları yönetir, bazıları örgütler… Hayır! Her TKP’li kendisini bir kadro olarak görmeli ve donatmalıdır. Üstlenilen misyonu ancak böylece yerine getirebiliriz.

 

Bugünle sınanmayan, hazır, devrolunan bir kadro TKP için geçerli değildir artık. Yeniden kuruluş derken sadece ülke ölçeğini değil, kendimizi de kastediyoruz.

 

Hem okunacak, hem örgütlenilecek… Bu bir zaman sorunu mu peki, emin olalım ki değil…

 

Eğer oyun oynamıyorsak mücadeleye ayırdığımız zamanı, hayat planlamamızı, yaşam biçimimizi, hepsini, her şeyi tekrar gözden geçireceğiz ve tatmin edici bir yanıt bulacağız. Dışarıya ne kadar benzediğimiz bir ölçektir bugün. Burada bir kopuş yaşanmalıdır, çalışkanlıkla, ciddiyetle, disiplinle, umutlu olmakla. Bunun her şeyden fazla örgütleyici olduğunu bileceğiz.

 

Komintern bir sloganında “kitlelere” diyordu. Tekrarlayalım ve ekleyelim, “dışarıya, hayatın içine…”

 

Bolşeviklerden beri geleneğimizin bize işaret ettiği budur. 10 Eylül’de bu geleneği yeniden ayağa kaldırma sorumluluğu bize düştüyse, bundan ancak kıvanç duyarız. Ekim’in 100. yılında, partimizin doğum gününde bize lazım olan Gelenekçiliktir.

Dipnotlar

  1. Burada verilen küçük bir tavizin nelere yol açtığını görmek için tarihin en görkemli yenilgilerinden biri sayılması gereken Alman Devrimi dikkatle incelenmelidir. Rosaların trajik sonu, parti fikrine, iradenin önemine atılmış fazladan bir harç sayılırsa bir anlam taşıyabilir ancak.
  2. Partiyle arasına mesafe koyarak marksizme ama Lenin sonrası marksizme devrimci mücadelede ön açan, yaratıcı katkı koyan bir isim bulmak mümkün görünmüyor. Hatta tersi geçerli, Avrupa marksizmi bunun sayısız örneğiyle dolu. Kavganın olmazsa olmaz aracıyla koyulan mesafe, teorik olarak da vasatlaşmayı, sapmayı, marksizmin özünden uzaklaşmayı getiriyor. Marksizmin özünde somut mücadele, hayatı değiştirme eylemi var çünkü.
    Partiyle araya konulan mesafe sadece bir fizik sorunu değil, teorik yaratıcılığın özüne doğrudan etkisi olan bir durum. Teori bir zihinsel faaliyetse ve üreten için nesnellikten bağımsız tartışılamazsa, hayatla, bir devrimci için hayatın merkezinde duran partiyle ilişkilenme biçimi, bu faaliyetin de en kuvvetli belirleyenidir. Marksizmdeki en büyük ve belki son sıçramanın ürününün Leninist parti teorisi olması bile bu konuda çok şey anlatıyor.
  3. Bunda bir yanlışlık yok. Komünistlik, böyledir, böyle olmak zorundadır. Acaba bir gün Türkiye devrimi gerçekleşirken sayılarının yüzbinleri bulacağını mı sanıyoruz? O yüzden her bir komünist kendi değerinin farkına varmalıdır. Ama gerçekten komünist gibi yaşandığı sürece bu değer taşınabilir.
    Şimdi Türkiye’de sapla saman fazlasıyla birbirine karıştı. Kitleyle kurulacak ilişki, ölçek sorunu, örgütlenme tarzı, siyaset yapma biçimi (içerik değil sadece, biçimi de) hepsinde komünistlerin kriterleri farklıdır, farklı olmak zorundadır. Devrimci bir içerik, devrimci olmayan bir siyaset tarzıyla yapılamaz. Biçimle içeriği birbirinden ayırmak idealizmdir.
    Örneğin Adalet Mitingi’ne bakıp da kendini küçücük gören bir komünist ya ne yaptığını bilmiyordur ya da umudu kalmamıştır. Türkiye solu bugün böyle ve böyle olduğu için düzen siyasetinin parametreleriyle kendini değerlendiriyor, hiçbir kıymeti olmadığını düşünüyor ve her hıyara tuz olarak siyaset yaptığını sanıyor. Doğrudur, bir kıymetleri yok.
    Düzen siyaseti AKP dönemindeki taraflaşmada, kendine kattığı yeni öznelerle fazlasıyla şişmiştir. Bu şişme düzen siyasetine eklemlenenler için ölüm anlamına gelse de, düzenin kapsayamadığı (açık ki bu yetenek AKP döneminde azalmıştır) ama düzen dışına da şimdilik çıkamayan insanların aradaki boşlukta daha da sıkıştığı ve toplam basıncın hayli arttığı anlamına gelir. Komünistler bu basınçta biriken potansiyel enerjiyi kinetiğe çevirmekle, devrimcileştirmekle görevlidir. Düzen siyasetine soldan destek vererek düzenin kapsama yeteneğini artırmak ve basıncı düşürmek ancak işçi sınıfına ihanet anlamına gelir. Türkiye solu ihanet içindedir!
    Son bir alıntıyla bu uzun dipnotu bitirelim. Lenin komünist parti ve devrim arasındaki ilişkiyi kısaca şöyle anlatıyor: “Rusya’da biz bir (dar) partiydik ve fakat bizimle beraber tüm ülkenin köylü ve işçi Sovyetlerinin çoğunluğuna sahiptik. Ya siz? O zaman, en aşağı on milyon insan olan ordunun yaklaşık yarısı bizimleydi. Ordunun yarısına sahip misiniz? Bana böyle bir ülke gösterin! …Eğer küçük bir partiye sahip olmamıza rağmen Rusya’da galip geldiğimiz söylenirse, Rus devrimi de bir devrimi nasıl hazırlamak gerektiği de mutlak olarak anlaşılmamış demektir.” Cogniot, Georges; Komünist Enternasyonal, Temel Yayınlar, Haziran 1975, sf.62-63
  4. Buradaki çift taraflılık gözden kaçmamalı: En üst düzeyde insani değerlerin ve teorinin taşıyıcısı olmak ama her seviyeden ve özellikle en yoksun bırakılmışlarla mutlak ve doğrudan bir temas. Bu ikisi nasıl yanyana gelebilir, iktidar arzusu ve devrim amacıyla örgütlenme ihtiyacı arasındaki ayrılmaz bağı anlamadıkça! Bunun anlaşılmadığı noktada ise ortada bir parti değil ancak cemaat ya da fikir kulübü kalır.
  5. Sosyal Demokrasi bile fazla iyimser bir yorum sayılabilir bugün. Emperyalist sistemin tarihinin en gerici döneminde olduğunu düşünürsek, işçi sınıfı ilericiliğinden kaçınılmaz izler taşıyan (ihanet görevini ancak böyle devam ettirebilir çünkü) Sosyal Demokrasinin, sınıf hareketinin geri çekilmesiyle bu izleri taşıma zorunluluğu da kalmamıştır. Zaten böyle bir derdi yok. CHP’nin gericileşmesinin altında yatan nedenler tarihidir. Solun böyle bir CHP’ye yedeklenecek kadar midesizleşmesiyse, ancak toplu bir çürümenin parçası olmasıyla ilgili olabilir.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×