Günümüz Emperyalizmi ve Dünya Komünist Partilerinin Mesafesi

Liberal yazarlar işçi sınıfının aklına saldırırken özellikle emperyalizm kavramının günümüzü açıklamadığında ısrar ederler.1 Oysa Emperyalizm Teorisi olmadan günümüzü hiçbir şekilde anlamak mümkün değildir.

 

Emperyalizm kapitalist gelişimin son dönemini niteleyen bir üretim tarzı olarak eksiksiz tüm dünyayı kaplamıştır. Bugün, eğer Amazon ormanlarında keşfedilmemiş bir kabile kaldıysa, onun haricinde, tüm ülkeler, tüm devletler kapitalizmleri az gelişmiş veya kırsal ilişkileri güçlü olsun olmasın, emperyalist üretim tarzı içinde bulunuyorlar.

 

Bu bir yandan emperyalizmin, emperyalist devletlerin siyasi stratejilerine indirgenemeyeceğini, bir yandan da tüm dünyanın emperyalist devletlerin uzun kolları tarafından sarılıp sarmalandığını gösteriyor.

 

Dolayısıyla dünyanın durumunu ve işleyiş mekanizmalarını kavramak, Marksist bir analizini yapabilmek için Emperyalizm Teorisi nasıl 1916’da zorunluysa2 bugün belki çok daha yaşamsal hale gelmiştir.

 

Tabii ki yüzyıl içinde emperyalist üretim tarzı özünde değil ama içerik olarak değişti, tekeller çok daha fazla devleştiler, merkezileştiler, mali sermaye çok daha hâkim hale geldi, büyük köylü yığınları dünyanın her yerinde ücretli emekçilere dönüştüler vb. Muhakkak üretici güçler de değişti, örneğin bugün çok daha fazla otomasyon ve robot teknolojisinden bahsedilebilir. Bu değişimlerde geçen yüzyılın sosyalizmli yıllar olduğunu, iki antagonist üretim tarzının zamansal birlikteliğini ve etkileşimini unutmamak gerekir.

 

Ama her durumda öz değişmemiştir, emperyalizm kapitalizmin en çürümüş, en kokuşmuş halidir. Üretici güçlerin gelişmesinin en fazla boğulduğu üretim tarzıdır. Bunalım doğal olarak içinden fışkırır. Kâr oranlarındaki düşme eğiliminin geldiği nokta emperyalizmi emekçi sınıflara çok daha fazla düşmanlaştırmıştır.

 

Bu yazıyı rakamlara boğmamak adına tablolar vermiyoruz ama iki grup verinin günümüz emperyalist dünyasını çok iyi tanımladığını söyleyebiliriz. İlk grubu oluşturan iktisadi verilerden, ülkelerin son yıllarda gösterdikleri yıllık büyüme oranları ve borçların GSMH’ya oranlarına bakılabilir. Bu verilerden ilki kalkınma denilen olgunun emperyalizme nasıl yabancılaştığını gösterir. İkincisi ise bütün devletlerin mali sermayenin boyunduruğunda olduğuna işaret eder.

 

İkinci grupta ise insanların yaşamıyla ilgili verilere göz atmak gerekir. Başta üretici güçlerin mevcut üretim ilişkileri tarafından engellendiğini gösteren işsizlik ve genç işsizlik oranları gelir. Sonrasında ise bilim ve teknolojideki ilerlemeye rağmen açlık sınırında yaşayan toplam nüfus, sağlıklı içme suyuna ulaşamayan nüfus, çocuk işçi oranları, çalışma saatlerinin uzunluğu, üretim dışı kalan kadın emek gücü, bir yılda fuhşa sürüklenen kadın sayısı, çoktan ortadan kaldırılabilecek hastalıklardan yıllık ölüm hızları vb. Bu rakamlara tek tek bakmak bir süre sonra bir duyarsızlık yaratıyor. Oysa insanlığın mahkûm edildiği bu durum korkunç ve doğrudan emperyalizmin ürünüdür.3 Ayrıca dünyada ne kadar emekçinin dinci gericilikle aklının alındığına (Katolik, Protestan, İslam, Hindu, Yahudi vb.) ilişkin bir rakam olsaydı elimizde üretici güçlerin günümüzde nasıl boğulduğuna bir kez daha tanıklık edebilirdik.

 

Dünyanın bu iç karartıcı durumuna karşılık en başından itibaren emperyalizmin eşitsiz gelişen yapısı Lenin tarafından tanımlanmıştır.

 

“Ancak bu gelişme, yalnız genellikle daha eşitsiz bir duruma gelmekle kalmaz; ayrıca bu gelişme eşitsizliği kendini, özellikle sermaye bakımından en zengin ülkelerin çürümesiyle gösterir (İngiltere).”4

 

Lenin dönemindeki İngiltere’nin başat emperyalist ülke durumundan çürüyerek geri düşmesi gibi şimdi topun ağzındaki ülkenin ABD olduğu hemen fark edilecektir. Ancak emperyalist üretim tarzında bütün ülkeler emperyalist olamayacağına göre emperyalist ülkenin, daha doğrusu devletin tanımını yapmak gerekiyor. Burada yeni bir tanım yapmak yerine Kemal Okuyan’ın daha önce yaptığı bir tanımı alalım:

 

“… başka herhangi bir ülkenin rızası ya da yönlendirmesi olmadan ülke dışında askeri operasyon gerçekleştirebilme; başka bir ülkenin siyasi iktidarına biçim verme, onları yönlendirme; bağlı ülkelerdeki sermaye yapısını kontrol edebilme ve bu yapıya müdahale edebilme; statükoyu korumak ya da değiştirmek iradesine sahip olarak dünya ölçeğinde dengeleri oynatabilme yeteneğidir.”5

 

Burada mali oligarşiden, onun devletinden veya sermaye ihracından bahsedilmiyor, çünkü Lenin’in kitabında bu kategoriler zaten tarif edilmiş, Okuyan Lenin zamanında sansür nedeniyle eksik kalan siyasi yanı tanıma ekliyor.

 

Emperyalizm kitabında Lenin’in değindiği bir konunun emperyalist devlet olma kriterlerine eklemek üzere altını çizmenin yararlı olacağını düşünüyorum, çünkü bu kategoriye bugünü anlamaya çalışırken gereksinim duyacağız.

 

“… kapitalistlerin tekelden sağladıkları yüksek kârlar, onlara bazı işçi katmanlarını ve hatta bir süre için oldukça önemli bir işçi azınlığı satın almak ve …söz konusu ulus burjuvazisinin davasına kazanmak olanağını sağlıyor.”6

 

Burjuvazinin emperyalist bir devlete sahip olabilmesi için diğer kriterlerin yanı sıra, işçi sınıfının bazı tabakalarından bir “orta sınıf” algısı yaratabilmesi, peşinden bir “ortak” algısıyla sürükleyebilmesi ve gerektiğinde uluslararası savaşlara işçi sınıfını “milli” bir bütüne dahil olarak katabilmesi gerekiyor.

 

Günümüz emperyalizmi

Son 25 yıl içinde Eşitsiz Gelişim Yasası’nın günümüzü nasıl belirlediğine şahit olduk.

Sovyetler Birliği çözüldüğünde ABD tartışmasız emperyalist sistemin tepesindeydi. Sadece dünyanın en büyük sanayi gücünü elinde tutmuyor, Dolar hâkimiyetiyle mali piyasaları bir emperyalist araç olarak kullanıyor, sermaye ihracında ve dünya pazarlarındaki hegemonyası ile biliniyordu. Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle IMF ve Dünya Bankası gibi elindeki araçlara Birleşmiş Milletler Örgütü’nü de eklemişti. Siyasi kriterlere baktığımızda yurtdışındaki 150 kadar askeri üssü ve dünyanın bütün denizlerinde dolaşan donanması ile açık ara bütün rakiplerinden üstündü. AB ile bazı gerilimlerine ve başta Almanya’nın tarihi emperyalist motivasyonlarının yükseliyor olmasına karşın, emperyalist hiyerarşide AB de sonuçta ABD’nin siyasi araçlarından biriydi. Ve Okuyan’ın siyasi kriterleri açısından ele aldığımızda son yüzyıl içinde ABD’nin diğer ülkelere siyasi müdahaleleri, darbelerden basit yönetici değişikliklerine, tekellerin çıkarlarını koruyan ulusal yasal değişikliklere kadar bir liste çıkarsak sadece bu liste bu derginin boyutlarını fazlasıyla aşacaktır. ABD’nin içeride işçi sınıfından bir “orta sınıf” yaratma ve ideolojik olarak peşinden sürükleme kabiliyeti de eşsizdi.

 

Sosyalist sisteme karşı kazandığı başarı ile tüm dünya halklarına saldırmaya başladığı ve sosyalizmle “bozulmuş” dünyaya yeniden şekil verdiği 90’lı yıllar zafer sarhoşluğu ile geçti.

 

Ancak 2000’li yıllar bir sürprizle geldi ve acaba tekrar bloklar oluşacak mı derken olaylar baş döndürücü bir hızla gelişti ve muhtemel bir emperyalist yeniden paylaşım savaşının öncesine ulaştık. Dünya büyük bir askerileşme, savaşa hazırlık, ittifak ilişkilerinin kurulup bozulduğu bir dönemde bulunuyor.

 

1970’li yıllardan itibaren kapitalist reformlara başlayan Çin Halk Cumhuriyeti yüz milyonlarca köylüyü tekellerin özgürce sömürebileceği serbest ekonomi bölgelerine sürdü. Bu ucuz ve kuralsız emek gücü ordusunun sömürüsünden pay almak isteyen uluslararası sermaye Çin’e büyük yatırımlar yaptı. Çin’deki eşitsizlik artar ve yeni gelişen Çin burjuvazisi devlet mekanizmalarına yerleşirken arka planda uzun vadeli bir stratejisi olan Çin devleti ile karşılaştık.

 

Çin kısa bir süre önce dünya ekonomisine katkıda ABD’yi yakalayıp geçti. Fason, kalitesiz ve ucuz malları ile dünya pazarlarını işgal eden Çin ileri teknoloji üreten bir deve dönüştü. Bugün dünya madenlerinin %40’ı ve dünya petrolünün %20’si Çin tarafından tüketiliyor. Bu midesi çok büyük sanayinin Çin’e hammadde akışını ve dünya pazarlarını garanti altına almasını gerektiriyordu. Çin devleti bu garantiyi iyi örülmüş uzun vadeli bir dış politikada buldu.

 

ABD’nin mali baskısını hafifletmek için kendi IMF’si olarak kabul edilebilecek uluslararası bir banka sistemi kurdu ve sermaye ihracının aracı haline getirdi.7 Etrafında ABD’nin siyasi ve askeri mekanizmalarına karşı koyabilecek bir çeşit NATO benzeri bir ittifak projesi olan Şangay İşbirliği Örgütü’nün kuruluşunda liderlik yaptı.8 Etrafında hızla büyüyen bir ittifak sistemi oluşturdu. Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde pazarını ve hammadde akışını garantilemek için çok yumuşak bir tarz geliştirip, aslında sermaye ihracından başka bir şey olmayan altyapı projeleri geliştirdi. Ve en nihayet bir emperyalist devlet olmanın eksik halkasını tamamlayarak, stratejik deniz yollarını askeri olarak tutacak adımlar atmaya başladı. Çin Denizi’ne dünyayı deniz yoluyla bağlayan Malakka boğazı Çin için çok stratejik bir önem kazandı. Boğazın güvenliğine dönük olarak Güney Çin Denizi’nde yapay adalar inşa ederek egemenlik alanını komşu ülkelere dayattı. Son olarak Çin’in Avrupa’ya temel ihracat yolu olan Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz, Aden Körfezini tutmak üzere Cibuti’de ilk yurt dışı askeri üssünü açtı. Bir emperyalist hegemonya projesi olarak dünyadaki 60 ülkeyi ilgilendiren “Tek Kuşak-Tek Yol” projesi doğrultusunda Çin’in yurtdışı askeri üslerinin sayısının artması bekleniyor. Askeri teknolojide ise bir dönemeci geçti ve ABD’yi nicelik olarak değil ama nitelik olarak yakaladı.

 

Bu arada Çin devleti ABD’ye karşı hâlâ askeri bir zaaf yaşarken kendine bu zaafı gideren çok önemli bir müttefik buldu. Rusya’nın karşı devrimden sonra açgözlü bir yağmayla büyüyen burjuvazisi yine 2000’li yıllarda uzun vadeli stratejilerle davranabilen bir devlet inşasına girişti. Rusya hiçbir zaman Çin gibi bir sanayi devi olmadı ama ABD’ye karşı soğuk savaş döneminde elde ettiği askeri deneyimi ve uçsuz bucaksız kaynaklarıyla egemenlik alanını ABD ve AB’ye kaptırmayan bir kapitalist ülke olarak belirdi. ABD’nin emperyalist restorasyonu Avrupa ve Asya’da bir de bu egemenlik alanına çarptı. Özelikle ABD’nin Suriye’de kaybetmesinde başrolü oynadı. Çin ile ilişkisi gerilimlerden yoksun olmasa da bu blok içinde yayılabileceği bir hegemonya alanına gözünü dikti.

 

Bu arada her iki ülkede Şicilik ve Putincilik kendine özgü ideolojik renklerle ve sosyalist geçmişleriyle sahtekarca da olsa bir bağ kurarak ve içererek geniş emekçi yığınlarını milliyetçi bir bayrak altında toplamayı başardılar. Bunu bazı sosyal devletçi uygulamalarla da pekiştirmeye çalıştılar.

 

ABD ise emperyalist bir devlet olmanın gerektirdiği bütün kriterlerde geriledi. Dünya pazarlarında hedeflerinin gerisinde kaldı. Kendi iç pazarını bile Çin’e teslim etti. Büyük cari açığı Dolar hegemonyası zayıflayınca ciddi bir sorun oluşturdu. “Amerikan rüyası” olarak da bilinen orta sınıf standartları çözülmeye ve bir işçi sınıfı hareketlenmesi görülmeye başlandı. ABD başkanlığı özellikle Trump’ın seçilmesiyle saygı yitimine uğradı ve burjuvazi emekçi sınıfları peşinden sürükleme yeteneğini önemli ölçüde yitirdi.

 

Siyasi alanda ise, öncelikle dünya yüzölçümünün büyük bir kısmını oluşturan Çin ve Rusya’da ABD’nin siyasi hegemonya kurma olasılığı kalmadı. Bu karşı bloğun ABD’nin klasik müttefiklerini teker teker söktüğü ve kendisine yaklaştırdığı görüldü. Pakistan, Türkiye, Filipinler bu ülkelerin içinde sayılabilir. Çin’in Tek Kuşak, Tek Yol Projesi’ni siyasi ve ideolojik olarak karşılayabilecek ataklıktan ve cazibeden uzak olduğu görüldü.

 

ABD’nin klasik arka bahçesi Orta ve Latin Amerika ülkelerinde de işler yolunda gitmedi. Latin Amerika Brezilya burjuvazisinin öncülüğünde ABD’nin dışlandığı bir kapitalist entegrasyon projesi yürütüyor gözüküyor. AB de bu tabloda bir yandan kendi bütünlüğünü sağlayamazken bir yandan da ABD ile arasına çok daha fazla çıkara dayalı bir mesafe koymaya başladı.

 

Günümüzün Birinci Dünya Savaşı öncesine benzemesi

Bu haliyle emperyalizm yüz yıl sonra bir kez daha güçlü bir sosyalist devletin veya sistemin eksikliğinde, eşyanın tabiatına dönüyor ve dünya emekçi sınıflarını bir “yeniden emperyalist paylaşım savaşı”nın eşiğine taşıyor.

 

Günümüzün Birinci Dünya Savaşı öncesine benzemesi, Lenin’in tanımladığı bir üst düzeyde tekrarlanan sarmala benzetilebilir. Güçlenen emperyalist devletlerin dünyanın yeniden pay edilmesini istemesi, yoğun bloklaşma ve askerileşme, ancak buna önleyebilecek bağımsız bir işçi sınıfı hareketinin yeterli kesitsel güçte olmaması, fakat işçi sınıfının büyük ölçüde düzene kapsanabilmesi tekrarı ve benzerliği açıklıyor.

 

Ancak Lenin emperyalizm aşamasını sosyalizme geçiş çağı olarak tanımlamıştı. Birinci Dünya Savaşı benzeri bir durumun öncesinde olmamız bizim için bu anlama geliyor. Dünya emekçi sınıflarına emperyalizmin açtığı bu savaş karşılığını işçi sınıfının öncü siyasetinin bayrağı altında sosyalist devrimlerde bulacak.

 

Bir emperyalist paylaşım savaşı engellenebilir mi? Bunun için emperyalist ülkelerden en az birinde işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesi gerekiyor. Şimdilik bu kadar güç birikmiş gözükmüyor, ama bunun için tabi ki her olanak değerlendirilmelidir.

 

ABD havlu atacak kadar ekonomik olarak zayıflayabilir ve teslim alınabilir. Ama önümüzdeki on yıl için bu olasılık da kuvvetli değil, çünkü ABD gerilemesine rağmen hâlâ dünyanın en güçlü ordusunu ve en güçlü ekonomilerinden birini elinde tutuyor. Uzlaşabilirler mi? Taktiksel olmayan ve nihai bir uzlaşma eşyanın tabiatına aykırı.

 

Son olarak bahsi kapatmadan önce çürüme ve olgunlaşma kategorisine değinelim. Evet emperyalizm alabildiğine çürüyor ama bir yandan da sosyalizmin kurulabileceği nesnelliği artırıyor. Bugün üretici güçlerin geldiği düzey kesinlikle kapitalizme değil sosyalizme uygundur. Ayrıca dünyanın her yerinde işçi sınıfının varlığını ve siyasi öncülerini unutmamalıyız. Aradaki büyük sosyalist deneyim de cabası. Birinci Dünya Savaşına göre çok daha avantajlı olduğumuz tarihsel bir döneme girdiğimiz söylenebilir.

 

Bu koşullarda dünya komünist ve işçi partilerinin emperyalizme mesafesini saptamak çok önemli hale geliyor.

 

Dünyada komünist partilerin emperyalizme mesafesi

Emperyalizme karşı komünist ve işçi partilerinin nasıl tutum alındığı tek tek incelenmeyecek daha çok bir genel tasnife gidilmeye çalışılacaktır.

 

1) Emperyalizm dönemini sosyalist devrimler çağı olarak gören partiler

Özellikle Uluslararası Komünist Bülten9 etrafında bir araya gelen partilerin bu özelliği taşıdığı söylenebilir. Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında dünya komünist hareketinde Bolşevik kanadının başını başlıca iki kardeş Parti, Yunanistan Komünist Partisi ve Türkiye Komünist Partisi çekiyor. Bu komşuluğun ve bölgede biriken Bolşevik iradenin eşitsiz gelişimin ürünlerinden biri olduğunu belirtmeliyiz.

 

Her iki parti de bu yıl kongrelerinde uluslararası ilişkilerine dair belgeler yayınladılar. Aralarında bazı önemli olmayan nüanslara karşılık her iki partinin de özünde aynı doğrultuya baktığı anlaşılıyor.

 

YKP metni süreci şöyle tanımlamış:

 

“YKP, hem burjuva milliyetçiliğine, hem sermaye kozmopolitizmine karşı tutarlı ve kapsamlı bir mücadele yürütmektedir. Bu iki siyasi hat egemen sınıf ideolojisinin iki farklı yüzünü temsil etmektedir. YKP emekçi sınıfların ve emekçi hareketinin uluslararası birliğinden yanadır… Tüm ülkelerdeki bütün komünist ve işçi partileri, uluslararası komünist hareket, işçi sınıfı ve işçi sınıfı hareketleri, daha yaygın bir emperyalist savaş olasılığına karşı hazırlanmalıdır. Her türlü milliyetçi savaş çığırtkanlığına ve halklar arasında düşmanlık havasının yaratılmasına karşı çıkılmalıdır. Her ülkede, ulusal sınırların ve egemenlik haklarının savunulması mücadelesi sermaye iktidarının alaşağı edilmesi mücadelesinden koparmayacak bir siyasi hat izlenmelidir.”10

 

TKP’nin kongre metni ise şuna işaret ediyor:

 

“Kapitalizm ya sosyalist bir devrimle yıkılacak ya da emperyalizm aşamasında insanlığı yok edene kadar tutsak almaya devam edecektir. İşte bu nedenle sosyalizm güncel ve zorunlu, emperyalizm çağı sosyalist devrimler çağıdır… Emperyalizm ve kapitalizm birbirinden ayrıştırılamaz… Anti-kapitalist olmayan bir anti-emperyalist mücadele işçi sınıfının çıkarlarına hizmet etmez.”11

 

Bu tip partiler için işçi sınıfının siyasi öncülüğünde sosyalist devrim günceldir ve devrim stratejisi açısından burjuvazi yerel/uluslararası, tekelci/tekelci olmayan diye ayrılamaz. Emperyalizme karşı mücadele sosyalist devrime kapı araladığı için önemlidir, ayrıca kendi başına içinden geçtiğimiz tarihsel dönemde ele alınamaz.

 

YKP ve TKP’nin 2017 Kongre metinleri Çin ve Rusya’yı yeniden emperyalist paylaşım savaşına hazırlanan devletler olarak tanımlamıştır.

 

2) Emperyalizm ve kapitalizmi ayrıştıran partiler

Bu kategoriye giren partilerin hepsi aşamacıdır ve burjuvaziyi tasnif ederek “iyi kısmıyla” işbirliği yapma eğilimindedir. Bunun sonucu olarak kapitalizm ve anti-emperyalizm ayrıştırılır ve kapitalizme karşı olmayan bir anti-emperyalist tavır icat edilebilir. Buna rağmen bazı farklılıklar nedeniyle kendi içlerinde bir sınıflandırmaya tabi tutulabilir.

 

Kendi burjuvazisiyle emperyalizme karşı ulusalcı bir tavır alan partilerin bugün başında Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKP) geliyor. RFKP programı üç aşamayı içeriyor ve ilk aşama şöyle başlıyor:

 

“Bu aşamada ilk görev RFKP tarafından en geniş yurtsever güçlerin ve işçilerin demokratik düzenini sağlamaktır.”12

 

Bu masum ifade; sosyalist devrimi güncel görmeyişi ve Rusya’nın bugünkü konumunu emperyalist olarak tanımlamayıp yurtsever güçlere yaslanmasıyla bir emperyalist paylaşım savaşına doğru veya esnasında kendi burjuvazisiyle davranma olasılığını çok güçlendiriyor.

 

Bu defa dünyanın öbür ucuna halen başat emperyalist devletin yönetimindeki ABD’ye gidelim ve son başkanlık seçimlerinde Demokratları destekleyen ABD Komünist Partisi’ne bakalım. Muhakkak ABD-KP teorik olarak ABD emperyalizmine karşıdır ama daha iyi bir kapitalizmden yana seçim yapınca emperyalizme de karşı çıkamamış oluyor.

 

Bu kez de özellikle Latin Amerika’da öne çıkan toplumcu hareketlere yatkın KP’lerin durumuna göz atalım. Özellikle İşçi Partisi’nin müttefiki olan Brezilya Komünist Partisi’nin durumu bir prototip oluşturuyor. Maocu bir gerilla hareketinden kökenlenen ve parlamentoda temsil edilen bu büyükçe parti bir burjuva partisi olan Lula’nın İşçi Partisi ile birlikte davranıyor ve yapılan reformları önemsiyor. Tabi ki ABD emperyalizmine şiddetle karşı ve şu anki siyasi pratiklerini ABD’nin Brezilya’da gerçekleştirdiği örtülü veya kansız diye bilinen darbeye karşı koyuş oluşturuyor.

 

Ancak daha önce değindiğimiz gibi Latin Amerika solu ABD emperyalizmine ikirciksiz karşıyken ABD’nin dışlandığı, Çin ve Rusya’nın müttefiki olan, yükselen ve entegre olmuş bir Güney Amerika kapitalizmine karşı çok zayıf bir profil gösteriyor.

 

Toplumcu hareketlerin Avrupa’ya da uzandığını, özellikle Portekiz Komünist Partisi(PKP)’nin ideolojik öncülüğünü yaptığını söyleyelim. Programından bir alıntı yaparsak konu daha iyi anlaşılacaktır:

 

“Sermaye ve emek, tekeller ve tekel olmayanlar, temel kapitalist güçler ve gelişen ülkeler arasındaki karşıtlıklar giderek keskinleşiyor.”13

 

Eğer ayrımı tekel olan olmayan diye koyarsanız tabi ki düzenin içinde bazı kapitalistlerle işbirliğinin yolunu döşemiş olursunuz. Kendi yakın tarihimiz nedeniyle kulağımıza ayrıca çok kötü gelen “İleri demokrasi” hedefine ne diyeceksiniz? Bir sürü güzel lafı kazıdığınız zaman altından “karma ekonomi” çıkıyor. Eğer burjuvaziyle işbirliğini ve daha iyi bir kapitalizmi hedefliyorsanız emperyalist üretim tarzına karşı çıkamazsınız. Örneğin, PKP AB’ye karşı çıkıyor ama demokrasiyi gerilettiği ve ülkenin bağımsızlığını engellediği için, sosyalist devrimi engellediği için değil.

 

3) Emperyalizmden yana olan partiler

Aslında burada böyle bir kategori yok, çünkü böyle komünist partileri yok. Sadece kökleri Komitern’de olan fakat sonra Avrupa Komünizmiyle düzene soğrulmuş ve tüm devrimci enerjisini ve komünist kimliğini yitirmiş ancak hâlâ adında KP uzantısı taşıyan partiler var. Bu partiler bugün Avrupa Sol Partisi adı altında AB emperyalizminin dayanaklarından birini oluşturmak üzere ortak bir etkinlik sürdürüyorlar. İçinde Fransız, İspanya ve Avusturya KP’lerinin olduğu Avrupa Sol’unun programından kısa bir alıntıya bakalım:

 

“Sol Parti; halkın içinde çalışarak, politik alternatifler üreterek ve gerekli çoğunluğu kazanarak, toplumun şekillenmesinde dünyada ve Avrupa’da sorumluluk almak istiyor.”14

 

Diyecek laf yok! Merak edenler Avrupa Komünistlerinin zamanında nasıl NATO’yu meşrulaştırdıklarına bakabilirler.15 “Avrupa solunun devrimden vazgeçmesiyle, onun emperyalizmin dünyasının bir parçası haline gelmesi aynı sürecin ürünüdür.”16

 

Devletli partilerin “reel” yaklaşımı

Bugün iktidarda olan az sayıda komünist parti bulunuyor. Bunlardan Vietnam KP piyasa sosyalizmini savunan ve daha çok sosyal demokrat bir hatta sahip bir parti olarak tanımlanabilir. Ucuz emek gücünü marka sahibi şirketlere kiralayan ve bu şekilde yabancı yatırımı ülkesine çekmeyi Sovyetler Birliği çözüldükten sonra reel bir politika olarak benimsemiş bir partiden bahsediyoruz. Ne yazık “piyasa” öyle şişede durduğu gibi gözükmüyor. Bir kez ilkelerden vazgeçip reel olanın peşine düşünce, pazar kaygıları öne çıkıyor. Bugün yer yer ABD ile işbirliği yapan, yer yer Çin’le bölgesel problemler yaşayan ama bunu korkulan büyük ağabeye yaslanarak çözmeye çalışan politikalar arasında yalpalıyor. Bir kez daha günümüzde kapitalizme karşı değilseniz emperyalizme de karşı olmazsınız şiarını doğruluyorlar.

 

Sosyalizmin kazanımlarını koruma iradesi gösteren ve yurtsever Küba halkına öncülük eden Küba Komünist Partisi ise daha farklı bir sıkıntı içinde bulunuyor. ABD emperyalizmine ve son günlerde daralan kıskaca karşı dimdik ayakta duruyorlar. Ancak ağır abluka koşullarında bir yere yaslanmak zorundalar ve devletli olmanın getirdiği reellik algısı, Çin ve Rusya’nın kendi çıkarları için uluslararası arenada olmalarını bildikleri halde onlarla işbirliğine gitmek zorunda bırakıyor.

 

5) Emperyalist bir devleti yönetmek

Bugün 88 milyon üye ile Çin Komünist Partisi dünyanın en büyük KP’si olarak gözüküyor. Ancak üyelerin bir kısmının ülkenin burjuvaları olduğunu ve dünyanın en çok Dolar milyarderinin Çin’de olduğunu ve bunların yasama organlarında temsil edildiğini hatırlamamız gerekiyor.

 

Buna rağmen Çin’in sosyalist mi yoksa emperyalist mi olduğu çok tartışılan bir konu olmaya devam ediyor. Zaten kendileri de ileri bir hedef olarak sosyalizmden bahsediyorlar.

 

Bu tartışmaya katkıda bulunması için, 21. yüzyılda emperyalist devleti tanımlayan kriterlere bir ek yapmamız gerekiyor. Çünkü ilk kez, geçen yüzyılda bir KP’nin öncülüğünde geniş halk kitlelerinin katılımıyla devrimini yaparak kurulmuş ama şimdi büyük bir sermaye birikimini sağlayarak emperyalist bir politika izleyen bir devletten bahsediyoruz. Bu durumda Çin devletinin uluslararası etkinliklerinin bir dünya devrimi stratejisi izleyip izlemediğine bir kriter olarak bakmamız gerekiyor.


Bu başlıca bir makale konusu olabilir ama kestirmeden söyleyelim, ÇKP’li Çin devletinin bir dünya devrim stratejisi ile yakından uzaktan alakası gözükmüyor. Öte yandan Çin artık bir yoksul köylüler ülkesi değil, dünyanın nüfus olarak en büyük işçi sınıfını barındırıyor ve bu sınıf tarihsel rolünü oynamayı bekliyor.

 

Sonuç

İçinde bulunduğumuz yüzyıl bütün önceki yüzyılları aşan bir hareketliliğe ve yeni bir sosyalist devrim dalgasına gebe gözüküyor. Tarihin bu şekilde yazılmasında iradelerine, bilgilerine ve cesaretlerine büyük rol düşecek olan günümüz Bolşeviklerine selam olsun.

Dipnotlar

  1. Güler Aydemir, Emperyalizmi hatırlama zamanı, Gelenek, 102, 5-18, 2009.
  2. Lenin VI, Kapitalizmin Son Aşaması Emperyalizm, Çev: K. Somer, 1. Baskı, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1998.
  3. Örneğin, dünyada 800 milyon civarında insanın açlık çektiği bilgisi tok olanların ilgisini çekmeyebiliyor. Bu durum yoksul ve “geri kalmış” ülkeler olduğu bilgisiyle rasyonalize edilmeye çalışılıyor. Oysa emperyalizmin dünyanın güncel üretim tarzı olduğuna ilişkin yöntem bilgisi, bunun nedenini asalak bir sermaye sınıfının iktidarında aramamıza yol açıyor.
  4. Lenin, a.g.e., say129.
  5. Okuyan K, Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı, Yazılama, 2013, say.52.
  6. Lenin, a.g.e., say. 130.
  7. Çin’in liderliğinde kurulan Asya Altyapı ve Yatırım Bankası’na bir çok güçlü kapitalist ülkenin katılmasıyla IMF benzeri bir işlev görmeye başladı.
  8. 1996’ta Şangay Beşlisi’nin ilanı emperyalist hegemonya krizinin erken bir adımıydı. Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’dan oluşan beşli ilk andan itibaren askeri bir birlik oluşturdular. 96’daki anlaşma ortak sınırların askeri işbirliği ile korunmasına dayanıyordu. 2001’de Birliğe Özbekistan’ın katılması ile Şangay Beşlisi isim değiştirerek Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) adını aldı. Ekonomik bütünleşme süreci amaçlardan biri olmakla birlikte askeri işbirliği hep ön planda oldu… Pakistan ve Hindistan 2017’de resmi üye haline gelecekler. Bunu şu anda gözlemci ülkeler olan Belarusya, İran ver Moğolistan izleyecek. Bir de diyalog partnerleri var: Ermenistan, Azerbaycan, Kamboçya Nepal, Sri Lanka ve Türkiye. (Nalçacı E: Bir akıl yarılması: Şangay mı, NATO mu?, Sol Haber Portalı, 26.11.2016, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/erhan-nalcaci/bir-akil-yarilmasi-sangay-mi-nato-mu-177013)
  9. Uluslararası Komünist Bülten (ICR) içinde bugün İrlanda İşçi Partisi, İspanya Halkları KP, KP İtalya, Kazakistan Sosyalist Hareketi, Letonya Sosyalist Partisi, Macaristan İşçi Partisi, Meksika KP, Rusya Komünist İşçi Partisi, TKP, Venezuela KP, Yunanistan KP, Yeni Yugoslavya KP bulunuyor.
  10. YKP’nin 2017 yılında yaptığı 20. Kongre belgesinden (http://inter.kke.en/articles/20th-Congress-of-the-KKE)
  11. Türkiye Komünist Partisi 12. Kongre Temel Belgeleri Mayıs 2017, Rusya ve Çin ekseninde emperyalizm üzerine 2017 Tezleri, Gelenek, 134, say. 86, 2017.
  12. http://cprf.ru/party-program/
  13. http://www.pcp.pt/sites/default/files/documentos/pcp_programme_and_constitution_approved_by_the_19th_congress.pdf
  14. http://www.european-left.org/propos-de-la-ge/documents
  15. Avrupa komünizmi ile ilgili daha fazla bilgi için; Gündeş N: Avrupa Komünizmi: Günden geceye, Gelenek, 27, 41-70, 1989.
  16. Okuyan K. a.g.e., say. 61.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×