Kim Bu Kentli Sınıf?

 

Bir miktar karikatürize edilmiş olsa da başlıktaki bu soru, konuyla ilgili tartışmaların sığlığına işaret etmek için özellikle tercih edildi. Önce bu soruyu soruyor, sonra sınıfın içinde kentli bir öbek aramaya koyuluyoruz. Sürdüğümüz iz bizi bir bakmışsınız “beyaz yakalılara” ulaştırıyor. Olmadı kadın emeğini keşfediyor ya da genç işçileri buluyoruz. Geriye kalan ise “kentli olmayan diğerleri” olarak kayda geçiyor. İz sürerken pusulayı kaybedip “yeni orta sınıf” keşifleri bile yapanlara rastlayabiliyoruz.

O halde hareket noktamız ne olacak, oradan başlayalım: 1

Bir; işçi sınıfının yapısı değişmektedir. Bu değişimde, son 10-15 yıl içinde yaşanan hızlı kentleşme olgusu başat parametredir. İşçi sınıfı artık daha “kentli” bir sınıftır.

İki; bahsedilen hızlı kentleşmeyle birlikte proleterleşme sürecinin işlemesi, sektörel ağırlık kayması, eğitim düzeyinin yükselmesi, kadın emeğinin etkinliğinin artması ve gençleşme bu değişimin arka planıdır.

Üç; Haziran direnişi bir sınıf hareketi değildi ancak emekçi karakter barındırıyordu. Direnişe bu karakteri veren, bahsedilen dönüşümde gizli olan “kentli” niteliktir. Bu özelliğin, direniş ile işçi sınıfı arasında kurulabilecek tek bağ olduğunu söyleyebiliriz. Haziran direnişi bu kimliğin, işçi sınıfı örgütlenmesindeki olanak ve sınırlarını test edebildiğimiz yegâne örnektir.

Dört; öne çıkan kentli kimlik, işçi sınıfının bölünmüşlüğüne çözüm olmamaktadır. Sınıfın bölünmüş yapısı, örgütsüzlüğü derinleştirmeye devam etmektedir.

Kentlileşme olgusunun işçi sınıfının yapısında ortaya çıkardığı değişimi kavramadan, sınıfın örgütlenmesine yönelik çabaların eksik kalacağını bu tespitlerin arkasına mutlaka eklemeliyiz. Bu yazının amaçlarından biri de bu anlama çabasına katkı koymak olacak.

O halde öncelikle bu değişimin arka planına, ardından Haziran Direnişi testinin sonuçlarına bakabiliriz.

İşçi sınıfının yapısındaki değişimin, kapitalizmin 1970’li yılların sonunda girdiği krize kadar uzanan bir çerçevesi var. Sermaye sınıfı krize sadece üretim sürecinde değil, siyasi, iktisadi ve ideolojik alanda da yanıtlar üretti. Sonrasında gündemi belirleyen sermaye sınıfıdır. Krize kendi yanıtlarını üretemeyen işçi sınıfı savunmaya çekilmiş, bunun faturası ise “bölünme” olmuştur.

Türkiye işçi sınıfı için de bu bakiye sabit. Bölünmüş sınıf, son 10-15 yıl içinde de hızlı bir dönüşüm geçirdi. Bu dönüşümün arka planına bakalım:

I. Yüksek hızda kentleşme

Cumhuriyet tarihi boyunca kentleşme hızının en yüksek olduğu dönemden geçiyoruz. Sadece nüfusun mekânsal yoğunlaşması değil, aynı zamanda ideolojik, kültürel ve siyasal süreçler de kentleşme olgusuna eşlik ediyor. Nüfus giderek kentlere yığılıyor:

Kent nüfusunun toplam nüfusa oranı


(Kaynak: TÜİK)

Bugün Türkiye’de toplam nüfusunun yaklaşık beşte dördü kentlerde yaşıyor.

Yüksek hızlı kentleşmenin, kent nüfusunun %44’ten %60’a yükseldiği 80’li yıllarda da yaşandığını görüyoruz. Bu dönemin özelliği, 12 Eylül darbesinin ardından ihracata dayalı sanayileşme modeline uygun ucuz işgücü ihtiyacının yol açtığı iç göç olmuştu. 2000’li yılların kentleşme dinamiğinin o yıllara göre farklı özgünlükleri var. Sanayisizleşme, tarımın tasfiyesi, finansal genişleme, inşaat sektörünün büyümesi, hizmet sektörünün ağırlığının artması gibi bir dizi gelişmeyle ortaya çıkan yeni ve özgün bir dönem söz konusu olan.

Bu özgün dönemin yüksek kentleşme hızına, aynı hızda iç göç dalgası eşlik etti. Rakamlar göçün, emek deposu haline gelen büyük kentlere yöneldiğini gösteriyor. 2008-2012 yılları arasında toplam göç hareketinin %35’i İstanbul’a oldu. Yıllık ortalama 64 bin net göç sayısına tekabül ediyor bu oran. Aynı dönem için Kocaeli ve Bursa’nın da içinde yer aldığı Doğu Marmara toplam göçün %26’sını, Ankara ve Konya dahil Batı Anadolu kentleri ise %18’ini aldı. 2

Göç dalgasının ağırlığı ise Kürt emekçilerinde. 2012 yılı rakamlarına göre, 21 Doğu ve Güneydoğu Anadolu ilinde doğmuş 20 milyon nüfusun %47’si göç etmiş durumda. Bu oran 2007 yılında %44 idi. 3 Kürt göçünün 90’lı yıllara göre farklılaşan niteliği ise Kürt emekçilerinin inşaat ve hizmet sektörlerinin işgücü ya da işsizleri olarak istihdamın bir parçası haline gelmiş olmasıdır.

II. Proleterleşme süreci

2000’li yıllarda işçi sınıfının nicel artışı çarpıcıdır. Gelir getirici bir işte çalışanlar içinde emek gücünü satarak geçinenlerin (ücretlilerin) oranı, 2004 yılında %54,4 iken, 2014 yılında %66,1’e çıktı. Son on yılda 7,3 milyon kişi ücretliler ordusuna katıldı. %60 gibi muazzam bir artışa tekabül ediyor bu rakam. 4

Bu dönemde kır ve kent küçük burjuvazisi için bir tasfiye süreci yaşandığını söyleyebiliyoruz. Özellikle şekerpancarı, tütün ve hayvancılıkta yapılan özelleştirmeler kırda, sermayenin hızla girdiği yeni hizmet alanları ve buradaki tahkimatı ise kentte küçük burjuvaziyi ücretliler ordusuna dahil etmiştir.

Proleterleşmenin en önemli sonucu mülksüzleşmedir. Tüketici kredileri, kredi kartları gibi sürdürülebilir borçlanma enstrümanları da emekçi kitlelerin mülksüzleşmesini hızlandırmıştır.

III. Sektörel kayma

İşçi sınıfının içyapısındaki değişimde bir diğer önemli faktör, istihdamın sektörel dağılımındaki değişimdir. İstihdam, hizmet sektörlerine kaymıştır.

İstihdamın sektörel dağılımı


(Kaynak: TÜİK)

Konusu edilen dönemde meydana gelen sektörel kaymada dikkat çeken olgu, tarım sektöründeki çözülmedir. Dönem boyunca yaklaşık 2,5 milyon kişi tarım sektörünü terk etti. Kaymanın hizmet sektörüne olduğu anlaşılıyor. Buradaki artış 2 milyon kişidir. Sanayi istihdamının neredeyse sabit kalması bir diğer olgudur.

Hizmet sektörünün genişlemesinin başka nedenleri de var. Üretim süreçlerinin parçalanması nedeniyle açığa çıkan, lojistik, satış-pazarlama, özel güvenlik vb. gibi alanlar, teknoloji transferi sonucu ortaya çıkan yazılım, bilişim, çağrı merkezi gibi yeni alt sektörler de hizmet sektöründeki istihdam artışını hızlandırmıştır. Kent nüfusundaki artışa paralel olarak tüketimin artması, borçlanma olanaklarının gelişmesiyle tüketim kalıplarının çeşitlenmesi bu alanın genişlemesine etkide bulunmuştur.

Hizmet sektörlerindeki genişlemeyi kentleşmenin bir çıktısı olarak da değerlendirmek mümkün. Olguyu İstanbul için gözleyebilmemizi sağlayan iki ayrı çalışmanın bulguları da bu tespiti doğruluyor. 5

İstihdamın sektörel dağılımı (İstanbul)

Sermayenin başkentindeki istihdamda meydana gelen bu dönüşüm, ülkenin sanayisizleşme sürecinin de fotoğrafını veriyor aslında. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki teknolojik yenilenmenin ortaya çıkardığı türden bir hizmetler sektörü genişlemesi değil bu. Sanayi, tüketim malları üretimine dayanıyor ve istihdam tüketim ve finansal faaliyetlerde yoğunlaşıyor.

İstanbul’daki değişim sermayenin yönelimidir. Sanayi önce birinci çevreyi oluşturdu, kenti genişletti. Sonra sınıfın sanayi çekirdeğini oluşturan bu katmana hizmet sektörüne giren yığınsal emekçi kitlesi dahil oldu. Şimdi artık İstanbul tek başına İstanbul değildir. İstanbul kenti artık doğuda Gebze-Dilovası-İzmit, kuzeyde Hadımköy-Arnavutköy-Karadeniz kısıyı, Batıda ise Çorlu-Lüleburgaz’dır.

 

IV. Kadın emeğinin etkinliği

AKP rejiminin eve kapatma çabasına rağmen giderek daha fazla kadın ücretliler ordusuna katılıyor. Bunun bir çelişki olmadığını, AKP gericiliği ile sermayenin kadın emeğini kullanıma sokma ihtiyacı arasında bir uyum olduğunu söyleyip geçelim. 6

SGK kapsamında kadın işçi sayısı 2014 yılında 3,2 milyona ulaştı. Bu sayı, 2002 yılının 3 katından fazladır. Kayıt dışı dâhil, tarım dışı sektörlerde çalışan kadın işçi sayısı 4,8 milyona ulaşmış durumda. 7 Bugün kadın emeği on yıl öncesine göre daha fazla devrededir.

İstihdam edilenler içinde yüksekokul mezunu kadınların oranı 2004’teki %14 oranından, 2013’te %23’e yükselmiştir. İstanbul’da ise bu oran %39,8’dur. 8 Kadın emeği artık daha eğitimlidir.

İstanbul’da istihdamın üçte birini kadınlar oluşturmaktadır.

Bunlar ve eklenebilecek başka veriler göstermektedir ki kadınlar artık işçi sınıfının önemli bir parçasıdır. Daha fazla istihdam ediliyorlar, daha eğitimli ve daha kentliler.

İşçi sınıfının eğitim düzeyinin artması, yeni bir genç işçi kuşağının belirginleşmesi, öğrenci işçiler diye gerçek bir istihdam biçiminin oluşması gibi faktörleri de bu maddelere eklemek gerek. İşçi sınıfının son 10-15 yıl içinde değişen yapısının arka planında bu olgular var.

Şimdi baştaki soruyu daha sağlıklı bir zeminde değerlendirebiliriz: Kentli sınıf derken, işçi sınıfı içinde bir kategoriye/katmana işaret etmiyoruz. İşçi sınıfındaki niteliksel değişime işaret ediyoruz. Bugün işçi sınıfının daha kentli bir nitelik taşıdığını ifade ediyoruz.

Başlarken, Haziran Direnişi ile işçi sınıfı arasında bağın, işçi sınıfının yapısındaki değişimde gizli olan “kentli nitelik” olduğunun altını çizmiştik. Oradan devam edeceğiz ancak önce alan temizliği ihtiyacını karşılayalım.

İşçi sınıfı tanımına ilişkin Marksist tartışmalarda yapısalcı ve tarihselci iki ana yöneliş var; ve devrimcilerin tercihinin hangisi olduğu belli. İşçi sınıfını kapitalist toplumda ekonomik yapının içindeki statüsüyle tanımlamak, sınıf mücadelesinin bizzat işçi sınıfını durmaksızın yeniden yapılandırma gücünü ihmal eder. Sınıf mücadelesi faktörünün geri düştüğü yerde, işçi sınıfı hareketinin ve Marksizmin son on yıllardaki sıkıntısı için yukarıda önerilen yöntem bir çıkmaz sokakta boğulacaktır. İşçi hareketinin örgütlenmesinde siyasete ve örgüte ayrılan yerin çok daha doğrudan hale gelmesi ve alabildiğine genişlemesi gerekiyor.” 9

Üretim araçlarından yoksun, yaşamını sürdürebilmek için emek gücünü başka bir sınıfa satmak zorunda olan bir toplumsal sınıfın varlığı… Bu nesnel koşul, kuşkusuz sınıf oluşumunun ilk basamağıdır. Aydemir Güler'in vurgusu bunun bir adım ötesine işaret ediyor. Sınıfı sınıf yapan şey mücadeledir. “Kendinde sınıf”ın “kendisi için sınıf” olmasını sağlayan, başka bir deyişle kendisini üretim ya da hizmet alanlarındaki kalabalıklar olmaktan çıkaran şey budur.

Sınıfa yaklaşımda yapısalcılık, ideoloji ve siyasetin iktidardaki sınıf tarafından kendi çıkarları için sınırsızca devrede olduğunu, bunun da “başlangıç noktası” olan saf emek-sermaye karşıtlığının üzerine kalın bir perde çektiğini ıskalar. Bu ıskanın işçi sınıfına armağan ettiği iki sapma urviyerizm ile Birikim patentli sol liberalizmdir.

Bunlardan ilki Haziran Direnişi'nde, mücadele eden emekçi halk kitlesinin eşitlik arayışına baskın olan aydınlanmacı ve özgürlükçü taleplerinde aradığı işçi sınıfını bir türlü bulamamış, diğeri ise sınıflar üstü nitelik atfettiği direnişi, kadınlar, gençler, aleviler, anti-kapitalist Müslümanlar, LGBT’ler gibi kimlikler üzerine bina etmiştir. Haziran Direnişi'nin bir orta sınıf hareketi olduğuna dair keşif, bu kimlikçi yorumdan ayrı değildir.

Biz böyle bakmıyoruz. Haziran direnişinin sınıfsal analizinde emekçilerin belirgin olduğunu söylüyoruz. Lise-üniversite öğrencilerinden diplomalı-nitelikli emek sahiplerine, geniş ve oldukça karmaşık “hizmet” tanımlı sektörlerde çalışanlardan plaza çalışanlarına, mavi yakalı işçilerden emeklilere kadar çeşitlenen bir yelpaze, Haziran Direnişi’nin büyük kalabalıklarıydı ve tamamı işçi sınıfının parçasıydı.

Bunun tek başına yeterli olduğunu iddia etmiyoruz. Buna yapılacak ekin, en fazla nesnel sınırlara işaret etmek olabileceğini söylüyoruz:

İşçi sınıfı toplumsal platforma örgütsel temsilcisi eliyle taşınabilen bir sınıftır. İşçi sınıfının bütününün örgütsüzlüğü, 2013 direnişinde sınıf karakterinin bariz hale gelmesini engelleyen faktör olmuştur”  10

Meselemiz bu nesnelliğin sınırlarını zorlayacak olan örgütlenme/öncülük iradesidir.

Kentli sınıf ve siyaset

İşçi sınıfının içyapısındaki dönüşüm Haziran Direnişi'ne doğrudan yansımıştır. Haziran Direnişi, kentli bir direnişti. İş gücü içinde giderek etkinliği artan kadınlar, emek sömürüsüne değişik alanlardan dahil olan gençler/öğrenciler direnişe önemli bir dinamizm kattı.

Sınıfın bölünmüşlüğü veridir. Başta da söylediğimiz gibi sınıfın kentli niteliği bölünmüşlüğe çare değil. Haziran direnişi, sınıfın farklı katmanlarının siyasi ve ideolojik taleplerle yan yana gelebileceğini gösterdi. Siyasetin birleştiriciliği test edilmiştir. Haziran Direnişi, işçi sınıfının kalıcı örgütlenmesinin “siyaset belirlenimli” olacağını teyit etmiştir.

Çok daha somut örnek arayan mutlaka Haziran Direnişi'nin belki de tek “işyeri” eylemi olan NTV protestosuna bakmalıdır. İşyerinde örgütlenen (ağırlıklı plazalar), üretim/hizmet mekanında gerçekleşen (NTV binası önü) ve bir sermaye grubunu hedef alan bu eylem tipik bir “sınıf” eylemidir. Çevredeki plazalarda ve yüzlerce farklı şirkette çalışan emekçilerin, o gün Doğuş Center önünde kol kola toplanmasını hangi ekonomik talep sağlayabilirdi? Siyaset, birleştirmiştir.

Bu örnek bir “plaza efsanesine” dönüşmeyecekse yapılması gereken o eylemi örgütleyen öncülerin örgütlenmesidir. Kafa yorulması, hesap yapılması, enerji aktarılması ve hedeflenmesi gereken en önemli şey budur.

Dipnotlar

  1.  TKP Atılım Kongresi Siyasi Raporu; 13 Temmuz 2014
  2.  TÜİK; Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları
  3.  Sönmez Mustafa; “Göç kanaması nasıl durdurulur?”, Yurt Gazetesi, 4 Kasım 2013
  4.  Koç Yıldırım; “Türkiye’de işçi sınıfının bugünkü durumu”, Emek Yıllığı/2014, sf:358, Yazılama Yayınevi
  5.  Köse A.H; “Haziran isyanı ve işçi sınıfı: İşçi sınıfı olmadan isyan neye yarar?”, Emek Yılığı/2013 makaleler; sf.401, Yazılama yay. Köse bu çalışmasında Korkut Boratav’ın 1991 tarihli “İstanbul ve Anadolu’dan sınıf profilleri” çalışmasındaki bulguları karşılaştırıyor.
  6.  Bu uyumun mekanizması üzerine daha ayrıntılı bir değerlendirme için Kemal Okuyan’ın soL portal’da 24.11.2014 tarihli “Diktatör ve kadınlar” başlıklı yazısına bakılabilir.
  7.  Koç Y; a.g.e, sf:387
  8.  A.M.Kiziroğlu; “1980’den günümüze Türkiye ve İstanbul’da istihdam eğilimleri”, Çalışma ve Toplum Dergisi, sayı:42, 2014, sf:61
  9.  Güler Aydemir; “Haziran Direnişi işçi sınıfına ufuk açtı mı?”, Emek Yıllığı/2014 makaleler, sf:404, Yazılama yay.
  10.  Güler Aydemir; a.g.e, sf:407
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×