Solda Nefret: EMEP’in TKP’ye Bakışı

Metin Çulhaoğlu soL portal'da yakın zamandaki bir yazısında aslında sol liberalliğin sosyalist hareketi değiştirmeyi, eksiltmeyi beceremediğini, bu anlamda “hasar vermesinin” de söz konusu olamayacağını yazdı. Lakin, Çulhaoğlu'na göre, liberal sol, sosyalist hareketin yerinde saymasına neden olabiliyordu:

“Sol liberalizm 'emperyalizm dönemi kapandı' ve/veya 'emperyalizm askeri işgalle olur' dediğinde, sosyalist hareket emperyalizmin tanımı, ne olup ne olmadığı konusunda başa dönmüştür. Elbette yerindedir, gereklidir; ancak bir yerden sonra şunun bunun ne dediğine fazla kulak asmayıp, günümüzün emperyalizm bağlamlı yeni olgu ve durumlarına bakmak gibi bir görev de gündemdedir.” 1 

Türkiye solunda çoğu tartışmanın bu anlamda ilerletici olmayıp, ilerlemek isteyeni yerinde saydırıcı etkide bulunduğunu söylemek fazla kimseye haksızlık olmaz. Türkiye Komünist Partisi bu durumdan özellikle muzdariptir. İşimiz emperyalizm, ulusal kurtuluş, orta sınıflar, emekçi sınıfların yapısı, ideolojik mücadele ve başka sayısız bağlamlı yeni olgu ve durumlara bakmak olmalıyken, akıl ve emeğimizi boş tartışmalara çeken bir cehaletle kuşatılmış durumdayız.

TKP, Ortadoğu'da emperyalizmin inisiyatifi ele geçirme tehlikesine ve bu olasılığın ne anlama geldiğine dikkat çekerek yeni bir tartışma düzlemine geçmeyi mi deniyor; solda birileri hemen ortaya atılıp “halkların mücadelesini ihmal etmemek” gerektiğini söylüyor, hatta TKP'yi halka güvensizlikle suçluyorlar.

TKP, 1 Mayıs'ların siyasal içeriksizliğine dikkat mi çekiyor, 1 Mayıs'ı ideolojik ve siyasal mücadelenin parçası haline getirmek için önermeler mi geliştiriyor; birileri fırlayıp “sendikaları ve geniş kitleleri dıştalamamak” gerektiği yolunda, ilkokul düzeyinde bir argümanla tartışmayı engelliyorlar.

TKP, işçi sınıfının krize karşın hareketlenmediğini mi saptıyor, egemen güçlerin ideolojik-siyasal hegemonyasının, krizin yoksulları dinamikleştirme etkisini nötralize ettiğini mi görüyor; yine birileri sınıfa inançsızlık argümanını ceplerinden çıkartıyor.

TKP, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının artık sosyalizm ve işçi sınıfının çıkarlarıyla pozitif bir etkileşime sokulamadığını, sosyalizmin ulusal kurtuluş mücadelelerini emperyalist-kapitalist inisiyatife terk etmemek için ne yapması gerektiğini tartışmayı mı öneriyor; iler tutar tarafı olmayan argümanlar yükseliyor.

Türkiye solunun bu kesimlerinin tamamı liberal sapma içinde sayılamaz. Ancak Çulhaoğlu'nun sol liberalizme atfettiği etki, yaygın bir tanımlama için de pekala kullanılabilir.

Yukarıdaki liste uzar gider. Konumuza gelmek için listeyi bir yerde kesmek zorundayım. Giriş paragraflarını bu yazının “keyifli bir üretim” olmadığını itiraf etmek için yazmadım. Ancak böyle anlaşılmasında bir sakınca yok.

Konumuzun bir bölümü solun soldan nefreti. Bu duyguyu paylaşmıyorum. 2011 Mayıs ayında EMEP'e yönelik bir polemik yazısının yazarına keyif vermesi ancak öyle mümkün olabilirdi…

EMEP güçbirliğinde

Solda işbirliği yönünde son iz bırakan birliktelik 12 Eylül 2010 öncesinde Anayasa değişiklikleri konulu referandumda EMEP, Halkevleri, ÖDP ve TKP arasında oluşturulan platform oldu. Bu platformun kurulmasından önce TKP'nin kamuoyuyla da paylaşılan blok çağrıları vardı. Ufku seçimlerden ibaret olmayan bu çağrılar, TKP açısından 2009 Mart'ındaki yerel seçimleri ve 2011 Haziran seçimlerini kapsayacak biçimde gündeme getirilmişti.

TKP, Eylül 2010 referandumundaki ortaklığı da önemseyerek, o güne dek önemli bir ilerleme sağlanamayan girişimlerini “cepheleşme” çağrısıyla sürdürmeye karar vermiş, cepheleşmeye soldaki siyasal muhataplarıyla “güç birliği” çerçevesinin dışında ve ötesinde bir anlam yüklemişti. TKP esasen ülkemizde AKP önderliğinde yaşanan derin dönüşümün karşısına mevcut sol güçlerin birlikte dikilmesinin bile derde deva olmadığının altını çiziyor ve “toplumsal direnç odakları” kavramlaştırmasını ortaya atıyordu. Solun güç birliği, bu odakları şekillendirmek, güçlendirmek, solculaştırmak için birlikte mücadele etmek anlamına gelmeliydi.

Açıktı ki, TKP sol içi ilişkilere bu pencereden bakmakla, çeşitli nedenlerle işbirliğine girmekte zorluk çeken sol hareketleri hem rahatlatmayı öngörmüş, hem de benzer zorlukların aşılamaması halinde kendi faaliyetinin yönü ve içeriğini belirginleştirmişti. TKP kiminle ne ölçüde koordinasyon veya güç birliğine gittiğinden bağımsız olarak “toplumsal direnç odakları” perspektifiyle yoluna devam ediyordu.

Solda seçimlerin işbirliklerine yardımcı değil, engel olduğunu söylemek durumundayız. Bu kez de öyle oldu ve seçim taktiklerine ilişkin, bahsi geçen sol parti ve hareketlerin dışındaki kesimleri ilgilendiren olasılıklar, cepheleşmenin de önüne geçti. Burada soyut konuşmanın anlamı yok. Cepheleşmeyi baltalayan ilk faktör, EMEP'in birincil seçim partneri olarak BDP'yi görmesinden ibarettir.

EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel ise kendi parti organı Hayat Tv'deki bir söyleşide “blok çalışmalarının” TKP'nin Kürt sorununda farklı konum almasından kaynaklandığını söylemektedir. Blok kavramı artık Kürt ulusal partilerinin etrafında seçim vesilesiyle gerçekleşen kümelenmeyi anlatıyor ve bu açıdan konumuzla herhangi bir ilgisi bulunmuyor. HE, EMEP, ÖDP ve TKP seçimleri değil, toplumsal/siyasal sorunların karşısına solun birlikte dikilme olanağını tartışmışlardı. Bu alanda yakalanan bir ortak paydanın seçimlerde ne yapılacağını gündeme alması kaçınılmazdır, ancak Tüzel'in Blok sözünün anlattığı bu değildir. 2 

Öyle ki, program sunucusu duydukları karşısında “iştahımız kabarıyor” diye araya girer ve çalışmaları sekteye uğratan olayın TKP'nin Kürt sorunundaki farklılığı olup olmadığını sorar. Tüzel de bu medya özentiliğine “evet” yanıtını verir. Ortada aleni ve kasti bir çarpıtma vardır. Levent Tüzel devam eder ve bir tarafa “ayrıksı” TKP'yi diğer tarafa “birlikçi” EMEP ile ÖDP'yi yerleştirir.

TKP'nin davranış kalıpları içinde bu tür küçük alanlarda yarışmak yok. Ancak küçük çarpıtmalarla kabaran şeyin “anchorman” iştahı değil de, sol içi nefret olması karşısında “işimize bakmak” mümkün olmuyor. Bu yazı, yazarında liberallerin bizi başa döndürmesi gibi bir sıkıntıya vesile olsa bile…

İşin aslı tek yanlı aktarımların girdabında aranmak zorunda değildir. EMEP'in bu satırlar yazılırken resmen genel başkanı olmayan Levent Tüzel 2007'de de görevinden resmi olarak geçici süreyle ayrılmış ve bağımsız aday olmuştu. Kürt siyasi hareketinin önderliğinde atılan bu adım sırasında eşzamanlı olarak İstanbul'dan da meclise “tünel kazma” ve “ufuk kazandırma” girişimleri gerçekleşmişti. Ufuk Uras'ın parlamenterliği, BDP'nin yirmi milletvekili sayısını tutturarak grup kurma olanağı ile değil, bu şahsın edepsiz bir liberalliğe yelken açmasıyla ve AKP'ye koltuk değnekliği yapmak için fırsat kollamasıyla anılacaktır. Uras son kürsü eyleminde kravatını çıkartarak, dört yılın sonunda Meclisin kılık kıyafet yönetmeliğini protesto etmek kisvesi altında, yeni Meclise türbanlı vekil çağrısında bulunuyordu. Sol liberalizm, bugün Türkiye'de AKP'nin cüret edemediği gericileşme kulvarlarının cesaretlendiricisidir.

Bunların Levent başkanla bir ilgisi olmayabilir. Doğrudur, Uras başka bir harekettendir.

Tüzel'in İzmir'den aday olup seçilemediği 2007 seçimlerinde Mersin'den de Orhan Miroğlu seçilememişti. Uras Türk liberaliyse, Miroğlu da Kürt liberaliydi ve kariyerine Taraf sütunlarında devam etti. Levent başkanın Orhan Miroğlu'yla da ilgisi yoktur.

Ve hatta Levent başkanın şeriatçı bağımsız aday Altan Tan'la da ilgisi yoktur.

Hayat Tv anchorman'inin iştahını bu soruların kabartmaması ise çok normaldir. Peki, bu tablonun ilkeli seçim politikası, seçimlerde işçi sınıfı partilerinin tutumu diye yutturulması normal midir?

EMEP seçimde

“… 500 bin oy ile sorunların çözüleceğini, bu işi de halkın oy verdiği 'özne'nin halledeceğini öngören, yani halkın işini seçim dönemlerinde oy vermekle sınırlayan yaklaşım sorunludur. Bu, sınıfın yerine kendini, sınıf mücadelesinin yerine ondan bağımsız parti mücadelesini koyan yaklaşımdır ki, bu idealizmin, üstenciliğin kendisidir.” 3 

Özgürlük Dünyası yazarının bu alıntıda sözünü ettiği parti TKP'dir. Koşar sadece ve sadece EMEP'li olduğu için, EMEP'in yayın organında onlarca sayfayı işgal etmesine izin verildiği, dolayısıyla sergilediği cehalete partisince değer atfedildiği için yanıtı hak etmektedir. Ancak bu işin, araya şaka karıştırılmadan yapılması mümkün değildir!

Koşar, Türkiye'de kaç seçmen olduğunu biliyor mudur? Koşar, Türkiye'de milletvekili seçimlerinde yüzde on baraj uygulandığını biliyor mudur? Koşar, sayı saymayı biliyor mudur? 500 bin oyun milletvekili seçilmeye yetmeyeceğini hesaplayabiliyor mudur?

Bu sorularla kast edileni her okur yazar anlayacaktır. Siyasette bir partinin parlamentarizmle eleştirilebilmesi, halkın sorunlarının çözümünde seçmen oyunu merkeze koymakla suçlanabilmesi için, o partinin seçimle iktidara gelmeyi tasarlaması, hadi ondan vazgeçelim, bunu teorileştirmesi, siyasal stratejisinde seçim-siyasal iktidar denkliği kurması falan gerekir. TKP değil meclis yoluyla iktidara gelmeyi savunmak ve halkın işini oy vermekle sınırlamak, bu seçimlerde meclise kimseyi sokamayacağını baştan ilan etmiştir.

Hem bilen hem koşan yazar ve sadık okurları anlamamışsa söyleyeyim: 500 bin oyu seçim çalışmalarında bir anlamda başarı olarak gösteren bir parti olarak TKP, seçimleri halkın sorunlarının çözümü olarak görüyor olamaz. Çünkü bu hedefine tam olarak ulaşsa bile, mecliste TKP olmayacaktır!

Lakin yazarın uydurduklarından, varsa Özgürlük Dünyası editörlerinin etkilendiği anlaşılmaktadır. Eğer o işi yapan birileri varsa şu satırları yayınlanmadan önce okumuş olmalıdırlar:

“Seçimler, bir amaç değil işçi sınıfı mücadelesinin yükseltilmesi doğrultusunda bir araçtırlar. Dolayısıyla, sınıf partisi, seçim döneminde, sınıfın güncel ve tarihsel talepleri etrafında bir seçim platformuyla bir mücadele hattı örmeyi amaçlar. Oy vermeye çağrılan insanlar işçi mi, öğrenci mi, köylü mü? Belli de değildir.” 4 

Özgürlük Dünyası yazar ve editörleri, bağlı bulundukları partinin seçim çalışmalarıyla derginin bir yazarının kalemi arasında ilinti kurmakla uğraşmamaktadırlar. Yoksa 1995'te bağımsız adaylarla, ondan sonra parti olarak, daha sonra karma biçimlerde seçimlere katılan EMEP, seçimlerde oy isterken işçi, öğrenci ve köylüleri “belli etmenin” yolunu bulmuş mudur? Bu nasıl bir yoldur? Oy isteyen bir sözcü, sözlerine “İşçiler!” diye bir hitap ifadesi kattığında sorun çözülmekte midir? 1995 Aralık seçimlerinde HADEP merkezli Emek Barış ve Özgürlük Bloğunun dışında, kurulmak üzere olan EMEP'in bağımsızları tam olarak bu sorunu nasıl çözmüşlerdir? Uzatmayalım, bugün bağımsız aday Levent Tüzel ve EMEP'in çeşitli seçim çevrelerinde parti listelerindeki adayları, oy vermeye çağırdıkları insanları nasıl tasnif etmektedirler?

Diyelim ki, yazarın kalemi sürçmüştür ve seçmenlerin sınıfsal, mesleki kökenlerine göre ayrıştırılıp bazılarından oy istenmesi söz konusu edilmemektedir. Peki, bundan daha önemlisi; EMEP 12 Haziran 2011 seçimlerini “işçi sınıfı mücadelesinin yükseltilmesi doğrultusunda bir araç” olarak nasıl kullanacaktır? Diyelim ki, Levent Tüzel'in adaylığı milletvekili seçilebilmeye odaklı değil ve EMEP gerçekten ve partili veya bağımsız tüm adaylarıyla seçimlerde sınıf mücadelesini yükseltme uğraşında. Zaten Tüzel'in 2007'de DTP'nin İzmir'de destekliği adaylar arasında yer alıp da seçilememesi, diyelim ki, EMEP'in seçilmeyi değil sınıf mücadelesini merkeze koyduğunun bir delili… İyi de, 2011 seçimlerinde EMEP sınıf için ne yapacaktır?

Soru yanlış anlaşılmaya açık kalmış olabilir. Kastım EMEP'in seçimlerde işçileri örgütlemeye çalışmayacağı değil. Kuşkusuz EMEP emekçilere örgütlenme çağrısı yapacak ve onları örgütlemeye uğraşacak, çözümün seçimde olmadığını, aslolanın sınıf mücadelesi olduğunu anlatacaktır. Altan Tan'la kader ortaklığının buna büsbütün engel olacağını iddia edemeyiz. Biri şeriata öteki sınıf örgütlenmesine çağrıda bulunabilir pekala. Ancak bu bile mümkünken, TKP'nin “Boyun eğmeyen 500 bin kişi” araması, seçimlerde sınıfsal bir mücadele hattı örmeyeceğini kanıtlamak için nasıl yeterli sayılmaktadır?

Samimi söylüyorum; bize göre seçimlerde işçi sınıfına partisini işaret etmeyen, işçi sınıfının en önemli mücadele aracı “parti” kavramıyla seçim döneminde bir bağ kurmayı önemsemeyen EMEP bile seçimlerde sınıf mücadelesi vaaz edebilir!

Edebilir etmesine; ama bu durum, Özgürlük Dünyası'nı “sınıfın güncel ve tarihsel talepleri etrafında bir seçim platformu” hakkında edebiyat paralayacak en sonuncu solcu dergi olmaktan çıkarmaz.

EMEP örgütleri onlarca kentte sınıfın güncel ve tarihsel taleplerini ele alan bir seçim platformu için mücadele verebilirler. Ancak bu partinin yayın organı bu konuda sağa sola ders vermeden önce, seçime yüklenen başka anlamlar hakkında iki çift laf etmelidir:

“Blok olarak karşımıza koyduğumuz en temel mesele, Türkiye’de hüküm süren çatışmaların, Kürtlerin haklarının kısıtlanması, baskı altına alınması ve buna karşı başlayan başkaldırının yol açtığı ve 30 yıldır süren çatışmanın çözüme kavuşturulması iddiasıdır. Demek ki barış bizim önceliğimizdir…

“Önümüzdeki süreçte yapılacak yeni anayasa tartışmalarına, barışın mümkün kılınacağı yeni kabuller sistemiyle girilmesi gerekir. Meclis’in gerçekten yeni anayasa yapıcı bir kuruma dönüşmesi için yüzde 10 barajının kaldırılması, bütün eğilimlerin meclise yansıması gerekir. Ancak bu anlamda Meclis bir kurucu nitelik kazanabilir. Şimdiki temsil düzeyi ile bu meclisin, kurucu hüviyet kazanması pek mümkün değildir.”

Bunlar da memlekette rastlanan yaklaşımlar. En azından sayılarla arasının hoş olmadığını bildiğimiz Özgürlük Dünyası yazarı için açarsak, yukarıdaki pasajlarda önceliğin işçi sınıfının güncel ve tarihsel talepleri etrafında dolanmadığı, önceliğin barışa verildiği söylenmektedir. Yanlış anlaşılmasın, burada tartıştığımız konu bu da değildir ve bu satırların yazarı Türkiye siyasetinde barış sorununun çok önemli bir yer tuttuğunu bilmektedir. Konumuz sınıfın güncel ve tarihsel talepleri edebiyatıdır.

Yine yukardaki pasajlarda yüzde 10 barajının kalktığı, bu sayede bütün eğilimlerin yansıdığı bir meclisin Kurucu Meclis kimliği kazanabileceği söylenmiş olmaktadır. 2011 Meclisinin yüzde 10 barajıyla oluşacağı açıktır. Ancak işin anahtarı “bütün eğilimlerin meclise yansıması”. Yukarıdaki konuşmayı yapan kişi bir başka bağımsız adaydır ve anlaşıldığı kadarıyla hedef olarak bir Kurucu Meclis oluşumunu önüne koymaktadır.

Bu kişi Ertuğrul Kürkçü'dür.

Yukarıdaki ifadelerine internet ortamında kolaylıkla ve çok sayıda kaynaktan ulaşılabilen, bu nedenle ayrıca kaynak göstermeye gerek duymadığım Kürkçü, BDP'nin desteklediği adaylardan biridir ve başkalarının yanısıra kendisinin ve belki Levent Tüzel'in de yer alacağı bir TBMM'nin yeni Türkiye'nin Kurucu Meclisi olabileceğini düşünmektedir. 2011 meclisinde ilk dört partinin sıralamasının değişmeyeceğini bugünden söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Kürkçü, AKP'nin birinci, CHP'nin ikinci, MHP'nin üçüncü parti olacağı Mecliste BDP'li veya bağımsız sosyalist kimliğiyle “kurucular” arasında yer almayı öngörüyor.

TKP'nin seçim sonrası hedefi, ülkenin gerici dönüşümüne karşı direnç odaklarının güçlendirilmesi, belki bir kez daha cepheleşme olacak. 2011 meclisi, solun birlikte yeni bir ülkenin kurulacağı ortaklarla buluşacağı bir mekan olmayacak. 2011 meclisinin taşıyacağı AKP damgası, gerici dönüşüme direnme çağrımız için yeterli gerekçeyi sunacaktır.

Peki EMEP bu seçeneklerin neresindedir? İşçi sınıfının güncel ve tarihsel talepleri, AKP'nin bağımsızlığı önemsizleştirmeye, dinin siyasal ve toplumsal rolünü arttırmaya, kamuculuğun yerine cemaat dayanışması geçirmeye, sınırları sermayenin ve uluslararası askeri güçlerin serbest dolaşımının önünde pürüz olmaktan çıkarmaya, demokratik katılım mekanizmalarını ezecek bir başkanlık sistemine geçmeye yönelik yeni Anayasa gündeminin neresindedir?

TKP 'nin bu soruya yanıtı bellidir. EMEP bu soruyu, TKP'ye sormak yerine kendine ve yol arkadaşlarına yöneltmelidir.

EMEP Blok'ta

“Bir 'demokratik blok' lafı dolaşıyor ortalıkta. 2002’den yana böyle bu. Ancak bu 'blok'un, bir türlü mücadele bloğu olarak oluşturulması başarılamadı. Seçimler kapıya dayanınca akıllara düşüyor. Ve görüntü, burada da 'adaylık'larla sınırlı bir tartışma ya da hatta çekişmeye ilişkin oluyor. Ama kesin ki, gerçek bir bloklaşma görüntüsü verilemiyor.

“BDP, örneğin, o da, diğer partiler gibi, aday belirleme ve açıklamadan önce adlarını sızdırma yolunu tuttu. 'Blok' diyor, 'kuracağız' diyor; ama adaylarını da açıklıyor ya da sızdırıyor. Tabii ki bunların blok adayları olması olanağı yok. BDP adayı olabilirler, ama ortak adaylar olmadıkları bellidir. Bir ortaklığın, bir bloklaşma ve yaklaşım ve politikalarına ilişkin iki çift sözlük bir tartışmanın ürünü ve sonucu değillerdir.

“Böyle blok olabilir mi? Olacaksa, bu emri vaki değil midir? Blok olacaksa, bloğun adına tek yanlı açıklamada bulunmak neyin nesidir?

“Tüm Türkiye halkını kucaklayacak bir ulusal ve demokratik bloklaşma elzemdir. Halkın bir alternatife ihtiyacı vardır. Politik ve halkçı dayanakları önemlidir ve kendi adımıza, adaylıklara takılıp kaldığımız yoktur. Ama blok da ya vardır ya yoktur! Varmış gibi davranılması kabul edilemez. Var denmesi, ama kararlarının tek başına verilmesi, işte bu olmaz.

Kuşkusuz birliği isteyecek, gereğini yapacak, ama hiç zaman yitirmeden 'tek başına girecekmiş gibi' yürüyeceğiz.” 5 

Mustafa Yalçıner Mart ayının ortasında partisinin pozisyonunu böyle anlatıyordu. TKP'nin bu anlatıma bir diyeceği yoktur. Konu bizi doğrudan ilgilendirmiyor. Daha sonra kurulduğu söylenen bir bloğun kuruluş çalışmaları sırasında taraflar tartışabilir, biri diğerini “isim sızdırma” türünden politikalar yürütmekle suçlayabilir, “kendi başına katılma” resti çekebilir. Kendileri bilirler…

Ancak Mart ortasında bunlar olup biterken Nisan ayında yayınlanan bir yazıda, sola sınıf politikası dersi vermeye kalkılması, en hafif deyimle haddini bilmemektir.

Çok açık söylüyorum: Türkiye soluna seçimlerde sınıf tavrı dersi vermek EMEP'lilerin haddine düşmez.

EMEP, birkaç ay önce TKP, ÖDP ve HE'ye, özetle solda bir odak oluşturup birlikte BDP'yi blok kurmaya zorlamayı önermiş ve siyasal içerikten yoksun, seçim tartışmalarına yönelik pragmatizmi buram buram kokan bu yaklaşım TKP tarafından reddedilmiştir.

EMEP, CHP Eleştirisinde

“TKP'nin seçim bildirgesindeki 'on neden' şöyle bir incelendiğinde, bunların, bazı farklılıklara rağmen, CHP'nin platformuyla çakıştığı da görülebilir.” 6 

Özgürlük Dünyası'nın düz veya diyalektik, herhangi bir mantıksal bağ kurmaktan yoksun yazarı bir de bunu ortaya atıyor. Buna göre TKP'nin kadınlara yönelik şiddetten, dinselleşmenin derinleşmesi ve kurumsallaşmasına, cumhuriyetin tarihsel kazanımlarının terkinden, bir değer olarak bağımsızlığın sahiplenilmesi gereğine çeşitli değerlendirme ve eleştirileri, bu partiyi CHP'ye benzetmektedir. Yazar bu sonuca TKP'nin “TKP'ye Oy Vermek için 10 Neden” başlığını taşıyan Seçim Bildirgesi'nden varmıştır. 7 

Bu metin “komünist partinin güçlü olduğu bir Türkiye'de” nelerin değişeceğini somut örneklerle sıralayan bir bildiridir. Metin, örnek olsun, Hizbullahçıların serbest bırakılmasına, hukuksuzluklara, şahsa özel kanun çıkartma yaklaşımına, alkol yasağına, kadınlara yönelik şiddete, keyfi işçi çıkartmalara, yoksullaşmaya, sağlıkta özelleştirmeye, başbakanın insanlara hakaret etmesine, Ağca'nın televizyon jönü haline getirilmesine, NATO'culuğa, cemaatlerin yayılmasına, zorunlu din dersine, milliyetçiliğe, Kürtçenin yasaklanması ve kısıtlanmasına, sanat düşmanlığına, bağımsızlık kavramına değinmektedir.

Yazar, NATO'yu savunan, şeriatı tehlike saymayan, işçi düşmanlığında hayli tecrübesi olan, özelleştirmeci, milliyetçi CHP'yi kimle karıştırmış olabilir? Bu yazar EMEP'li midir? Özgürlük Dünyası'nın editörü yok mudur? Eğer bir gün bir düzen partisi -olur a- NATO'ya karşı çıkmaya, milliyetçilikten kopmaya, özelleştirmeleri eleştirmeye kalkarsa EMEP, bu programı apar topar terk edip, bağımsız bir sınıf platformumu arayacaktır? Bu yazar ne yazdığının farkında mıdır?

EMEP Tarih Dersinde

“Yine de eksiklikleriyle birlikte tarihsel bir ilerleme olarak Osmanlı karşısında Cumhuriyet'i sahiplenmeli miyiz? Evet, Osmanlı'ya karşı Cumhuriyet tarihsel bir ilerlemedir. Ancak, bugün, yani cumhuriyetin kuruluşundan yaklaşık 80 yıl sonra cumhuriyet, işçi sınıfı ve ezilen halklara karşı burjuva diktatörlük aygıtının bir adı ve devlet biçimidir. Dolayısıyla, cumhuriyetin feodalizme karşı ilerici yönlerini savunmak, ne günümüze aktarma yaparak Kürtler ve hakları karşısında, ne de AKP'ye karşı ona laiklik ve bağımsızlıkçılık yükleyip bunları yücelterek olur!” 8 

Yazar, cümle sonuna boşuna ünlem koymamış! Bu ünlem Cumhuriyet'i nasıl sahiplenmek gerektiği sorusundan kalan boşluğu örtmeye yarıyor. Özgürlük Dünyası, bu türden herhangi bir şey söylemeyen laflarla dolup taşan bir dergidir.

Elimizde bir tarihsel olgu var. Bu olguya bugün bazı anlamlar yüklemek mümkündür. Lakin bu anlamlar bugünle ilişkilendirilmemelidir… Söylenen budur.

O halde Özgürlük Dünyası yazarı konuyu tarihçilere havale etmeli ve hiç bulaşmamalıdır. Cumhuriyet sadece ve sadece ait olduğu iddia edilen tarihsel dönemle, yani Osmanlı'nın yerini aldığı dönemle bağlantılı olarak tartışılacak ve “ilerleme” sayılacaktır. Bugünle bir bağ kurmak, “aktarma yapmak” yasak.

Bu tarih yöntemine karşın bu yazarla tartışmaya devam etmemizin nedeni, kendisinin EMEP'li olmasıdır. EMEP solda nefretin taşıyıcısı olmamalıdır.

Yazar dayanaksız saydırmakta ve TKP'nin burjuva cumhuriyetini yücelttiğini anlatmaktadır. Bazı dayanaksız tezler yanlış yorum veya yanlış anlamadan kaynaklanabilir. Bizin örneğimizde karşımızda açık bir kötü niyet ve nefret vardır. Ne yazık ki, solda kimileri başkalarından, sınıf düşmanıyla karşılaşmışcasına nefret etmektedirler.

TKP külliyatı burjuva cumhuriyeti bugünkü çürümenin alternatifi olarak yüceltemez. Zira TKP sosyalist devrimcidir. TKP geçmiş burjuva cumhuriyetin kendisini reddederek islamcı-faşist bir rejime dönüşmesinin karşısında, sosyalizmin biricik alternatif haline geldiğini iddia etmektedir.

Düzen içi çözüm aramak ise sosyalist devrimci olmayan yaklaşımlara mahsustur. Örneğin Ertuğrul Kürkçü bugünkü rejime sosyalist bir çözüm değil, AKP-CHP-MHP ile birlikte kuruluşuna katılacağı yeni bir yapıyı alternatif sayar. Örneğin EMEP burjuva gericiliğinin alternatifini, onyıllardır hep burjuva demokrasisi olarak görmüştür.

Dolayısıyla “2000'li yıllarda gericileşmiş Türkiye'den bahsedilirken, karşısına ilerici ve modern Kemalizm konulmaktadır.” 9 ifadesi EMEP'ten TKP'ye yönelik bir eleştiri değil, “kişi başkasını kendisi gibi bilirmiş” deyişinin tezahürü sayılmalıdır. Faşizm dendiğinde demokrasi diye bağıranlardan, gericileşmenin karşısına sosyalizmi çıkartanları nasıl anlasınlar! Yani Özgürlük Dünyası yazarının kusuru ikide bir “boyun eğmeyen” yerine “baş eğmeyen” diye yazması, yani okuduğunu aklında tutamamasından ibaret değildir. EMEP'li yazıcı, özü tam da bu olan, TKP'nin 90. Yıl Tezleri'nden tek kelime anlamamış ve oturup yazı yazmıştır. Nasılsa bu tür yazıların yayınlanabildiği bir dergi vardır!

EMEP Bugüne Bakarken

Tarih sadece geçmişle ilgili değildir. O nedenle tarihçilik bugüne ilişkin analiz yapanların, yarına dönük politika üretenlerin entelektüel merak alanından ibaret olmamaktadır. Tarihi bugünden ve yarından kopartmak mümkün değildir.

Ancak bağrında Cumhuriyet'i seksen yıl önceden alıp bugüne getirmeyi beceremeyenleri barındıran ve bunların eline kalem tutuşturan bir parti, bugünle ilgili en temel sorular karşısında nerede durduğunu netleştiremez.

EMEP, AKP hükümeti altında yaşanan süreçlerin toplamına, yani Türkiye'nin nereden nereye gittiğine ilişkin ne demektedir?

EMEP, AKP'ye sonuna kadar git diyen ve bu gidişattan demokratikleşme çıkmadığı için/çıkmadığı zaman AKP'yi deşifre eden bir çizgiye mi sahiptir?

EMEP'e göre AKP, kendisini önceleyenlerden farkı olmayan bir gerici düzen partisi midir?

Yoksa AKP, dinselleşmeyle, emperyalizmle girdiği benzersiz ilişkilerle, özelleştirmelerin tam da bu iktidar altında tamamlanmasıyla, öncüllerinden farklı ve daha radikal bir gericiliği temsil mi etmektedir?

Bu soruların yanıtı vardır. Ancak EMEP verdiği yanıtı belirginleştirmeyen bir partidir. EMEP, kah sendikalizmin, kah Kürt siyasetinin gölgesi altında konumlanan, Eylül referandumunda ise AKP karşıtlığını önemseyenlerin gölgesinde kalan, siyaseten silik bir partidir.

EMEP'in bu soru öbeğine verdiği yanıt daha fazla ikincisi, ara sıra da birincisidir. “AKP'yle mücadele” diyene “ama CHP'yle de” diyen, “sınav sahtekarlığı” diyene “sınav dediğin ne ki” diye laf yetiştiren, “emperyalizme karşı bağımsızlık” sloganını duyduğunda “tamam anti-emperyalizm; ama ya anti-kapitalizm” diye cevap veren bir çizgi… Bu nedenle, doğası gereği siliktir. EMEP 1990'lardan bu yana, solda doğru veya yanlış, ama belli bütünlüğü olan stratejilerin frenciliğinden başka bir misyona sahip olmamıştır.

Verdiğim örneklerden EMEP'in anti-kapitalist bir radikalizm bütünlüğüne oturduğu sonucu çıkartılmamalıdır. Zira EMEP sosyalist devrimci değil demokrasicidir. Dolayısıyla sadece radikal çağrışım yapan yanıtların değil, en sağcı çağrışımların da adresi olabilmektedir!

“…sınıf mücadelesinin sağcısı solcusu ya da milliyetçisi türkçüsü olur mu?

“Hiç olmaz… insanlar değişir, değişmek zorundadır…” 10 

Yıllarca sendikacılık yapan Sabri Topçu'nun verdiği bu yanıt boş ve kof EMEP geleneklerinden biridir. Solun işçi sınıfını siyasal veya sendikal mücadeleye katmasındaki zaaf karşısında onlarca yıldır “işçinin sağcısı solcusu olmaz” vecizini tekrarlayanların, Lenin'den alıntı yapmaya hâlâ cüret etmelerinde samimiyet bulamayız. Zira “işçilerin sağı solu belli olmaz” diyenlerin, bunu demeye devam ettikleri ikinci gün Lenin'i reddetmeleri gerekirdi.

Sağcılık-solculuk ile Lenin arasındaki mesafeyi bilip de açık etmeyenler samimiyetsizdir. Ezberi duyup okuyup tekrarlayıp, kendini Leninist sanmak ise cahillere özgüdür.

Kendini solcu olarak nitelemeyen, ama başkalarınca sosyalist sayılmaya da itiraz etmeyen bir ilginç partidir EMEP. Aslında sağsız-solsuz işçi aforizması, sendikalarda koltuk için her yolu mübah sayan fırsatçı politikaların örtüsü olarak uydurulmuştur.

Ancak hiçbir şey şişedeki gibi durmuyor. Bunca zaman işçi sınıfının solculaştırılması diye bir sorun tanımlamayan bir işçi sınıfı partisi, bugün komünist partiye nefretini dışa vururken, AKP yardakçılarına gözleri yaşararak, sevinçle bakan bir psikolojiye varmıştır:

“Kızıl bayraklar kadar anlamlı HAK-İŞ yeşil flamaları da; işçi haklarının, sömürünün, ezilmişliğin, dini, imanı olmaz, 'İşçi işçidir ve yeri bu meydandır' dedirtiyor insana.” 11 

Evrensel gazetesinin 1 Mayıs gözlemlerinde 1 Mayıs'ı Yahudi bayramı ilan eden bir gelenekten ne zaman koptuğunu hiç bilmediğimiz Hak-İş vardır, ama TKP'ye yer yoktur.

EMEP 1 Mayıs'ta

Evet geçerken EMEP'in 1 Mayıs pratiğine de bakılmalıdır. Bu pratik ta 1993'te Türk-İş ile DİSK arasında bir ayrışmanın yaşandığı, 1980 sonrasının ilk “izinli” açık hava 1 Mayıs'ına kadar gider. 1993 bölünmesi konfederasyon isimleri bir yana sağ ile sol arasında ayrışmaydı.

Ne olduğunu tahmin edebilirsiniz. Bu bir gelenek oluşturmuştur ve işçilerin sağcısı ile solcusunu ayırt edemeyenler, nedense hep sağcı sendikacıların peşinden gitmişlerdir.Ancak bu pratik, EMEP'ten nefret etmek için bir neden oluşturmamalıdır. EMEP sosyalist hareketin bir parçasıdır. Solcular arasındaki ilişkiye dayanışma duygusu damga vurmalıdır.

Tersi ise bir vakıadır. TKP'nin seçimlere bir buçuk ay kala 1 Mayıs hazırlıklarını seçim politikalarıyla birleştirmesinden daha doğal ne olabilir?

“TKP, 1 Mayıs’a da el attı ve yeni bir tanım getirdi; 'boyun eğmeyen emekçinin bayramı'!

TKP yine aklınca kategoriler üretiyor ve 1 Mayıs’ı sadece “boyun eğmeyenlere” bahşediyor.” 12

Burada içeriğin tartışılacak fazla bir yanı yok. Ama nefret ve öfkenin nedeni açıklanmayı gerektirmektedir.

Boyun eğmeme çağrısı, 1 Mayıs'a katılamayanların boyun eğmesi anlamına gelirmiş… Zaten TKP ülke çapında tek 1 Mayıs kutlanmasını önermekle “emekçinin birliğini zedeliyor”muş.

Yazarın bu satırları, buhran içinde yazdığını düşünmek durumundayız. Türkiye'nin bütün illerinde, ilçe merkezlerinde, kasaba ve köylerinde ayrı 1 Mayıs gösterileri düzenlendiğinde emekçilerin birliğinin sağlanmış olacağını düşünen biriyle karşı karşıyayız. Demek ki, EMEP'te sayı saymasını bilmeyen başkaları da varmış!

Kızgınlığın ve nefretin nedeni basit bir çekememezlik olamaz. Zira devrimci siyasal mücadelede başlangıç noktası ilkeler ve programdır. Kendisini anlamlandıran bir siyasi hareket, AKP'den az oy alınca veya 1 Mayıs'ta başka partilerden çok daha küçük kortejlere hapsolunca varoluş sorunuyla yüzleşmeyecektir.

Sorun tam da budur. Sorun “1 Mayıs'ta hep birlikte olalım” diyen TKP değil, çaldığı bütün kapılardan eli boş dönen EMEP'in umudunu TBMM'de bir üyelik bulmaya bağlayacak hale gelmesidir. Bu durum bir siyasi hareket için, varlık nedeninin flulaşması demektir. TKP'liler Türkiye solunun kırk yıllık geçmişi olan bir akımının düştüğü hal karşısında esas olarak hüzün duyacaklardır.

EMEP'liler ise TKP'ye düşmanlıklarını şöyle gerekçelendirmektedirler: “Buna ihtiyaç var; çünkü bugünkü gençlik hareketi, gelinen yerde karşısındaki güçlerin yanı sıra, harekete zarar veren tutum ve yaklaşımlara karşı da mücadele etmek zorunda." 13 

Bu da klasik bir ezberdir. “Karşısındaki güçlere” boyu yetmeyen solcular, kifayetsizliklerinin acısını diğer solculardan çıkartırlar. EMEP de bunu yapmaktadır. Gençlik hareketine biraz sonra döneceğim.

EMEP Ortadoğu’da

Bu yazının konusu Ortadoğu’daki son gelişmeler değildir. Ancak bazı EMEP yorumcularının şu satırlarının TKP'ye (veya TKP'ye de) referansla dillendirildiğini tahmin edebiliriz: 

“Erhan Keleşoğlu konuşmasına Ortadoğu’daki ayaklanmalara İslamcı ya da emperyalistlerin etkisindedir diyen iki eğilimi eleştirerek başladı.” 14 

“Yalçıner ayrıca politik önderliklere aşırı vurgu yapan ve kafasında yatan önderlikleri arayıp bulamayınca hareketi küçümseyen bu kesimlerin, Marksizm ile hiçbir ilişkisi olmadığından bahsetti. Hareketlerin neoliberalizmin sonuçlarına karşı başladığını ve milyonların coşkusunu içerisinde barındırdığını aktaran Yalçıner, Ortadoğu’da tekel sorununun olduğunu ve buradaki tekelci kapitalizm krizinin pekiştiricisinin de 2008 olduğunu aktardı.” 15 

Ortadoğu'da tekel sorunu olması lafını haber yazıcısının mı Yalçıner'in mi kullandığını bilemiyorum. TKP ise Ortadoğu'daki hareketlenmenin objektif kaynaklarına bakmayı ihmal etmeksizin, yani açıkçası siyasal süreçlere komplo teorilerinin ışığında yaklaşanların yanlışını paylaşmaksızın, gelişmelerde emperyalizmin inisiyatifi adım adım ele geçirerek bölgeyi yeniden biçimlendirme stratejisini görmüştür. Zamanında Doğu Avrupa ve Kafkasya'da liberal ve milliyetçi akımlarla buluşan emperyalist inisiyatifin, müslüman coğrafyada islamcılarla buluşmasında şaşırtıcı tek bir nokta yoktur ve bu anlamda, evet, Ortadoğu'da islamcılık ve emperyalizm birlikte yükselmektedir.

TKP politik önderlik adına solun sahneye neredeyse hiç çıkamadığı koşullarda, nesnelliğin, halkların kurtuluş yolunu kendiliğinden döşeyemeyeceğini vurgulamıştır. Ortada vurgu yapacak bir politik önderlik bulamayan TKP'nin “hareketi küçümseyip” marksizmden kopması bir yana, Yalçıner'in söylediklerinin, herhangi bir somut duruma bakmaya gerek bile duymaksızın söyleyebiliriz ki, marksizm ve leninizmle herhangi bir alakası, yöntemsel olarak yoktur.

“Hareketi küçümsemek” üstünde tartışılabilecek bir kavramlaştırma olamaz. Konu, kendiliğindenliğin hangi ideolojik siyasal etkiler altında biçimlenmekte olduğudur zaten.

Bunun az buçuk farkında olan Yalçıner, sözlerini Tunus Komünist İşçi Partisi'nden bahisle sürdürecektir. Kendiliğinden hareket tarafına büktüğü çubuğu, bir özneye doğru yeniden kıvırır. Bu arada Ortadoğu'da hareket denen nesnellik, NATO bombaları olup Libya'ya düşmeye başlamış, Suriye'de islami tonlar taşıyan bir ayaklanmaya evrilmiş olabilir. Ama ne gam; önemli olan EMEP'lilerin politik önderliğin rolünün abartılmasına karşı nesnelliği savunmuş olmalarıdır. Anlaşılan EMEP'in yalnızca -gerçek adıyla mı müstear imzayla mı yazdığını bilmediğimiz- bir yazıcısı değil, “tarihsel önderleri” de bilmedikleri konularda anlamadıkları meselelerde yazıp çizmekten kendilerini alamamaktadır.

EMEP'li olmak bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak anlamına mı gelir? Kamil Tekin Sürek neden Libya konusunda yazmak zorundadır?

Sürek'e göre Libya önceki isyan ülkelerinden farklıdır:

“Birincisi, Libya ayaklanmasında pek fazla muhalif partiler ve örgütlerin adı geçmiyor. Muhalif parti ve örgütlerler var mı? Bunu da çok iyi bilmiyoruz.” 16 

O halde neden yazıyoruz?

Bilmiyoruz ama kendimizi tutamıyor ve devam ediyoruz:

“Bugüne kadar medyadan bu tür örgütlerin varlığını ve isimlerini duymadık. Libya diktatörlüğünün büyük baskısı altında muhalif parti ve örgütlerin varlığı ve yaşamasına şans tanınmamış olabilir ya da çok gizli çalışan küçük örgütler olabilir ama bunların dünya ile bağları sınırlı olabilir.”

Aslında en iyi ihtimal, EMEP yöneticisinin şaka yapmakta olmasıdır! Şakacı arkadaşımız birkaç gün içinde Libya'da çalışan Türkiyelilerden biraz bilgi almayı bile ummaktadır!

“Libya isyanında ikinci önemli fark isyan eden halkın silahlı olmasıdır. Libya halkı zaten silahlı mı idi, yoksa ayaklanma sırasında ordu ve polisin silahlarına el mi koydular? Belki de ikisi birden. Fakat, fotoğraf ve filmlerde görülen içlerinde ağır silah da taşıyan, silahlı ayaklanmacıların varlığı isyanın karakterini hemen değiştiriyor. Örneğin en son gelen haberde isyancıların Bingazi şehrini (ki ikinci büyük şehridir Libya’nın ) ele geçirdiği ve Trablus’u kuşattığı belirtiliyordu. İsyancıların tanklarla dolaştığına dair görüntüler dahi var.”

Yazarın, Bingazi hakkında parantez içinde verdiği önemli bilgiyi nereden aldığını bilmiyorum!

Ancak kendisine, isyancıların elindeki ağır silahların kaynağını, Kaddafi Libya'sının Amerikan Ortadoğu modeline uymaması olgusunda aramasını önerebilirim. Üstelik bunun için “güvenilir kaynaklara” sahip olmaya gerek yoktur. Dünyaya bakmayı bilmek yeterli olur.

Onu beceremeyen Sürek başka halkların da Libya gibi silahlanmalarına dönük özlemini dile getiriyordu. Canını çok sıkmasın, bu tür detayları ABD elçilikleri zaten düşünüyordu!

Ortadoğu ile ilgili EMEP literatürünün zirvesini temsil eden “Libya'nın farkı” yazısı bir soruyla bitiyordu: “Bakalım Libya’nın silahlı isyancıları, isyanın sonunu nasıl bitirecek?”

Evrensel sayfalarında halkın Batıya doğru coşkun akan seline bu denli güvensiz yaklaşılması üzücü olmuştur.

EMEP Ulusal Sorunda

EMEP'in bilmeden yazıp çizdiği konulardan biri de, ulusal sorundur.

İkide bir TKP'yi ulusların kendi kaderini tayin hakkını reddetmekle suçlayan EMEP, Sovyet sonrası dünyada ulusların kaderlerini nasıl tayin ettikleri hakkında ne demektedir? Yirmi yıldır halkların çıkarına, işçi sınıfının ağırlığının artmasının eşlik ettiği, bu anlamda ilerici, emperyalizmi gerileten, özgürlüğü yakınlaştıran, milliyetçiliği baskılayan bir tayin olayı yaşanmış mıdır? Sovyetlerin var olduğu dünyada, anti-emperyalist bir ilerlemenin parçası olan kendi kaderini tayin pratiği, neden emperyalizmin lehine tecelli etmektedir? Yoksa bunun da mı suçlusu politik önderliğin rolünü abartan TKP'dir!

EMEP külliyatı bize büsbütün yüzeysel bir Lenin okumasını yansıtmaktan ibarettir. Oysa Lenin'in ulusların kendi kaderini tayin hakkını evrensel, genelgeçer bir ilke olarak değil, dönemsel bir devrimci taktik olarak formüle ettiğini görmek için yüzeyden derinlere gitmek bile gerekmez. Sadece yarım yamalak okumak yerine baştan sona okumak yetecektir.

EMEP ulusal sorun başlığında Lenin'e takılıp kalmış değildir. EMEP Lenin ve Stalin'in tezlerinden herhangi bir şey anlamamıştır! EMEP kendini leninist olarak sunmaktadır. Ancak leninist olduğuna gerçekten inanıyorsa, ortada başka bir sorun var demektir.

Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, parti önderliğinde sosyalist iktidar mücadelesi veren işçi sınıfının devrimci ittifak taktikleri içerisinde anlam taşır. Bu yaklaşım EMEP'in eskiden sosyal-emperyalizm olarak gördüğü Sovyetler Birliği döneminde, anti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadeleleriyle reel sosyalizm arasında güçlü bir köprü kurmaya hizmet etmiştir.

Üçüncü evrede ise ulusal süreçler üstündeki genel emperyalist etki artmıştır.

EMEP, ilk aşamada leninist ulusların kendi kaderini tayin hakkını evrensel bir teorik ilke düzeyine çıkartmakta, yani anlamamaktadır. İkinci evreyi sosyal-emperyalizm olarak görmekte ve yine anlamamaktadır. Son olarak ise emperyalizmin manipüle ettiği, yeniden biçimlendirdiği dünyada halkların özgürlük mücadelesini aramaktadır.

TKP'nin, içinde bulunduğumuz evrede ulusal dinamikler üstünde emperyalizmin daha geniş olanakları olduğunu bilmesi, bu dinamiklere kayıtsızlık veya düşmanlık üretmesine neden olmamaktadır. Ancak eski dil, yöntem ve araçların marksist-leninist yönteme dayanarak yenilenmesi gerekmektedir.

EMEP'in en dramatik gafı ise şudur:

“Ulusal sorunun çözümü demokratikleşmenin güvencesi olan işçi sınıfının birliğinin önündeki engellerin temizlenmesi bakımından çok önemlidir. Bugün tartışılan şeylerin ulusal sorunun nihai ve bütünlüklü çözümünü sağlayamayacağı çok açık olsa da, bu süreç bir kısım köprülerin geçilmesi için mutlaka değerlendirilmelidir.” 17 

Erdal İmrek'in 2009'da yazdığı bu satırlar, EMEP'in leninizm, sosyalist iktidar perspektifi gibi kavramlarla mesafesini gösterir. EMEP'e göre ulusal sorunun çözümü, kapitalizm altında, bütünlüklü ve nihai olmasa bile, mümkün ve gerekli bir aşamadır. Ancak ondan sonra işçi sınıfının birliği sağlanacak, “bir kısım köprüler” geçilecektir. Burada kast edilen, açıkça, ulusal sorunun emek-sermaye çelişkisinin serpilip boy atmasını ve işçi sınıfının iktidara yaklaşmasını önleyen bir engel olmasıdır! Nihai ve bütünlüklü türünden sıfatlar laf kalabalığından başka bir anlama gelmemektedir.

Seçenekler yalındır: ulusal sorun sınıf mücadelesinin önünden kaldırılması gereken bir engel midir, sınıf mücadelesinin bir parçası mıdır?

Marksist yanıt her zaman ikinci yönde olmuş, leninizm bu yanıtı ittifaklar politikasının içine yerleştirmiştir. EMEP başka bir dünyada, işçi sınıfının ve solun etkisinin dışında bir alanda Kürt sorunu gibi muazzam önemde bir konunun, nihai ve bütünlüklü olmasa da bir biçimde çözüme bağlanmasını ummaktadır. Ondan sonra sıra sınıfın birliğine gelecektir. Bu yöntem legal marksizme aittir.

Bu durum marksizm adına utanç vericidir.

Yeri gelmişken, bilmeden yazılıp uydurulanlar arasında, uluslararası komünist hareketin de bulunduğunu eklemek durumundayım. Uluslararası komünist harekette önemli bir eğilim yakın zamanda TKP ile Yunanistan Komünist Partisi'nin (KKE) ortak bir bildirisine 18 de yansıdığı gibi, emperyalizmin yeniden biçimlendirmekte olduğu dünyamızda, reel sosyalizmin belirli bir basıncı, anti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadelelerinin etkisi, kapitalist ülkeler işçi sınıfının kuşatması altında şekillenen devletler arası sınırların sabit kalmasından yana tutum almaktadır. Konunun milliyetçilikle ilgili bir yönü, KKE'nin Makedon TKP'nin Kürt ayrıkçılığından endişelenmesi türünden açıklamaları yoktur. Konumuz emperyalizme karşı mücadeledir. Mücadele etmek isteyen, düşmanın elini sistematik olarak güçlendiren gelişmelerin karşısına ilkeli biçimde dikilmelidir. Emperyalizmin yeniden çizdiği sınırlardan nemalanma arayışının sosyalizmle ve anti-emperyalizmle ne ilgisi olabilir?

EMEP Gençlik Eyleminde

TKP'ye gençlik hareketi vesilesiyle küfür sallayan EMEP'liyle Özgürlük Dünyası yazarı arasındaki benzerlik şaşırtıcıdır. Bu yalanın da caiz sayıldığı bir öfke yarışıdır:

“Durum böyle iken, TKP; eylemlerde en öne geçmek, imzalı dövizlerini en yukarı kaldırmak ve kitleye kendi siyasi sloganlarını hızla empoze etmek hevesiyle tartışmaların konusu oldu. Bu tartışmalar kimi zaman gerilimlere de neden oldu. Fırsatçılıkta ve ayak oyunlarında sınır tanımayan TKP, genel eylem saatlerine yakın saatte ve yakın yerlerde eylem koyarak, adeta bir 'kitle kapma yarışına' girdi. Son noktada, işi tamamen kendi tekelinde tutacak bir biçimde, ayrı yerlere çağrı yapmaktan ve hareketi bölmekten de geri durmadı." 19 

Bunlar son liseli eylemleri hakkında söylenmektedir ve külliyen yalandır.

Yazar daha sonra “liselinin de sağcısı solcusu olmaz” demeye yönelmektedir. Buna göre ilerici-gerici şablonları, yaftalamalar yanlıştır. Bu hareketi daraltmıştır…

Bu eleştiride anlaşılması imkansız olan, neden EMEP gençliğinin tersi yönde bir müdahalede bulunarak sağcısıyla solcusuyla, veya sağsız ve solsuz bütünlüğüyle bütün liselileri harekete geçirmediğidir. Büyük bir birliği savunan EMEP, kitleselleşmekte gördüğü eksiklikleri, küçük topluluklarla tatmin olan TKP'ye çıkaracağına işini yapmalı, TKP'nin de yakasından düşmelidir! Gençlik hareketinin solcu olmaması, AKP'ye, gericiliğe karşı tutum almaması gibi önermeler siyaseten ciddiye alınacak şeyler olmasa da, eninde sonunda birtakım tezlerdir ve hiç durmaksızın hayata geçirilmelidir. Yazarın “Kayseri’deki eylemlerde bozkurt işareti yaparak yürüyen ve ÖSYM’ye lanet okuyan öğrencilere ne demeli?” diye hatırlattığı güçlerle güç birliğine gitmesinden duyacağımız üzüntüye katlanabiliriz! 20 

Ama provokatörlere katlanamayız!

“YSK kararıyla ayağa kalkan ve demokratik haklarını savunan yüz binlerce Kürt yoksulu, TKP’nin gündemine bile giremedi. İstanbul dahil, yurdun dört yanında alanlara çıkan Kürt halkı ve demokrasi güçleri yanlarında TKP’nin bir temsilcisini dahi göremedi. Abluka altında direnen Demokratik Çözüm Çadırlarına ise bir kez dahi uğramadılar.” 21 

Bu satırların yazarı yalancı ve provokatördür. TKP, YSK eliyle BDP'ye yönelen saldırıya anında tepki göstermiş, bunu AKP'nin seçim politikası olarak mahkum etmiştir. 22 TKP bir dizi yayın çıkartmaktadır ve metinlere ulaşmak zor değildir. Gerisi palavradır.

Aslında provokasyon yazıcısının kastı başkadır ve tek kelimeyle provokasyondur. EMEP'li yazıcı, herkes gibi geçtiğimiz aylarda üniversitelerde yaşanan sorunları bilmekte ve düpedüz kaşımaktadır: “TKP, 500 bin boyun eğmeyen insan aradığını söylüyor. İyi ama adama sormazlar mı; yüz binlerce Kürt meydanlarda boyun eğmeden direnirken siz neredeydiniz?… Boyun eğmemekten kastınız; Kürt halkına boyun eğmeyi öğütlemek ve meseleyi sosyalizme havale etmek değilse nedir?” 23 

EMEP'li yazıcı, ağabeylerine, neden 1995 seçimlerinde Emek Barış Özgürlük Bloğunun karşısında bağımsız aday olarak çıkıp Kürt halkının mücadelesine taş koyduklarını da sormalıdır! Tabii eğer yazan bizzat o ağabeylerden biri değilse… Öyle veya değil, EMEP başka siyasi hareketi TKP'ye karşı kışkırtmak gibi tehlikeli işlere bulaşmamalıdır.

Bir de, sosyalizme havale ettiği, veya çözümünü sosyalizmde gördüğü sorun varsa, o sorunun adını bağışlamalı ve bizi aydınlatmalıdır.

EMEP sinemada

Bir gün duysanız; memlekette bir öykücü sosyalizmi savunan bir öykü yazsa. Bir romancı devrime atıfta bulunan bir roman yayınlasa. Bir müzisyen yeni bir isyan şarkısı söylese…

EMEP'lilerin nasıl yaklaşacağını bir küfür yazısını “son söz yerine” ara başlığından sonra öğrenebiliyoruz:

“Bugünlerde bir sinema filminin fragmanı dönmeye başladı, adı; 'Devrimden Sonra'.. TKP çevresi tarafından hazırlanan ve birçok ünlünün rol aldığı söylenen film 6 Mayıs’ta gösterime girecekmiş; yani Denizlerin katledildiği gün. Umarız bu film beklentilerimizi yanıltır ve yukarıda sıralanan çelişkileri içinde barındırmaz.

“Bir fırsatçılık örneği dahaysa eğer; 6 Mayıs’ı gösterim günü seçmek, filmi gösterime sokanların boynunda ağır bir zincir olarak kalabilir; bizden söylemesi… Çünkü fırsatçılık Denizlerin yanından bile geçmemiştir. Ayrıca Denizler Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını devrimden sonraya bırakmayacak kadar kararlı ve net bir tutumla sehpayı tekmelemişlerdir. Bakalım siz bunu en azından, ‘Devrimden Sonra’ bile olsa, telaffuz edebilecek misiniz?” 24 

Şaka gibi değil mi! Nâzım Hikmet Kültür Merkezi bir film üretiyor. Türkiye sosyalist hareketinin bir bileşeni olduğu varsayılan EMEP ise bir tuhaf lümpen yazı üretiyor. Bu yazıda, TKP'ye her nedense “idam sehpasını tekmelemek” hatırlatılıyor. Daha önceki satırlarda faşistlerle birlikte boykot örgütlemeyi TKP'lilerle dostluğa yeğlediğini açık eden lümpen yazarın, vizyondaki filmlerin genellikle Cuma günleri değiştiğini bilmesi, 6 Mayıs'ın Cumaya denk geldiğini akıl etmesi falan, elbette beklenmiyor.

TKP sosyalizm adına üretilen sanat ürünlerini, verilen mücadeleleri nefretle karşılayanları ilericiyim diyen herkesin dikkatine sunuyor.

Son Söz Yerine Bir Selam

Bu yazının isteği EMEP'le tartışıp durmak değildir. Aslında bu tartışma bize göre de değildir. Bu tartışmaya başladığımız yere çağırmaktadır çünkü.

Yalnızca son zamanlarda EMEP yayınlarındaki TKP düşmanlığı her tür etik değerin ötesine geçmeye başlamıştır. Anlaşılan, EMEP, TKP'yi eleştirme ve TKP'ye küfretme kampanyası açmış bulunuyor.

Ama söylemeliyim, EMEP'in sorunlarını bu kampanya çözmeye yetmez. EMEP Türkiye solunun üretmeyen, ezberci, kalıpçı, 1980 öncesi mücadelelerin iz bıraktığı bir hörgüçten yiyip duran hareketlerinden biridir. Bu durumda olan ve çözüm arayan, bizimle uğraşmak yerine işine bakmalı ve artık ne yapacaksa yapmalıdır. TKP kimsenin demokrasi mücadelesi vermesinin, Ortadoğu devrimlerini selamlamasının, blok kurmasının, 1 Mayıs'ı binlerce, on binlerce, yüz binlerce yerleşimde kutlamasının, hatta komsomol kurmasının önünde bir engel oluşturmamaktadır.

Komsomol oluşturmak derken, şaka değil, EMEP'liler bunu bile TKP'yle tartışmak istemektedirler:

“Gençlik pohpohlanarak, 'işte size partiyi teslim ediyoruz' dalkavukluğuna sarılarak, belki genç bir parti yaratılabilir; ama bu, sınıfa yardım ve önderlik yapacak bir partiden, küçük burjuva, sınıf-dışı bir gençlik partisine dönüşmeyi kabul etme ve aynı zamanda, geniş gençlik kitlelerinin de dışına düşme pahasına yapılabilir. TKP'nin durumu da budur. … her ciddi işçi sınıfı partisi için; gençlik örgütü kurmamak, daha baştan gençliği kazanma çalışmasından vazgeçmek, gençlik yığınlarını burjuvazinin etkisine ve insafına terk etmek anlamına gelmektedir.” 25 

Bu satırlar iki yıl önce yazılmış. Sağla solu ayırt edemeyen bizim “ciddi işçi sınıfı partisi”, TKP'nin ayrı gençlik örgütü kurmayıp geniş gençlik kitlelerinin dışına düşmesi karşısında, artık TKP'yle uğraşmayı bırakmalı ve ne yapması gerekiyorsa onu yapmalıdır.

Bu satırların yazarı ve bütün yoldaşları geniş gençlik kitlelerini işçi sınıfının mücadelesinin yanı başında örgütleyen bir dostları çıkarsa bundan memnuniyet duyacak ve bu gençlik hareketini selamlayacaklardır. Ama bunun yerine, küfürbaz cahiller ortalığa salınacaksa, herkes birkaç şeyi bilmeli, sonra “dememiştiniz” dememelidir:

TKP düşmanlığı ile anti-komünizm arasındaki mesafe sandığınızdan çok daha kısadır.

Bir hastalık olarak TKP düşmanlığının tedavisi yoktur, zira “nereye baksam TKP'yi görüyorum” bu hastalığın en önemli belirtisi ise, Türkiye'de önümüzdeki süreçte, herhangi bir politik hastalık taşımayan aklı başında insanlar da her baktıkları yerde TKP'yi göreceklerdir.

Çünkü TKP şuna buna bakmadan ilerlediği doğrultuda derinleşecektir.

Dipnotlar

  1.  Metin Çulhaoğlu, “Bilanço ve Yeni Dönem”, 30 Nisan 2011, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/bilanco-ve-yeni-donem-42023
  2.  http://hayatvideo.net/video/NYDOHRUM2M2G/Levent-T%C3%BCzel8217in-se%C3%A7im-de%C4%9Ferlendirmesi
  3.  Arif Koşar, “TKP'nin 90. Yıl Tezleri Üzerine”, Özgürlük Dünyası, 219, Nisan 2011, s. 51 (dipnot)
  4.  Koşar, agm. s. 52.
  5.  Mustafa Yalçıner, “Seçimler ve Yaklaşımlar…”, 13 Mart 2011, http://www.evrensel.net/news.php?id=1922
  6.  Koşar, agm, s. 53.
  7.  “TKP'ye Oy Vermek için 10 Neden”, http://www.tkp.org.tr/dosyalar/tkp/10neden.pdf
  8.  Koşar, agm, s. 56.
  9. Koşar, agm, s. 58.
  10.  http://www.facebook.com/video/video.php?v=1742252122287
  11.  http://www.evrensel.net/news.php?id=5303
  12.  Yaşar Ergenç, “TKP Solculuğu Nereye Gidiyor”, 21 Nisan 2011, http://www.evrensel.net/news.php?id=5038
  13.  Ergenç, agm.
  14.  http://www.emep.org/index.php?option=com_k2&view=item&id=552:arap-d%C3%BCnyas%C4%B1nda-ayaklanma&Itemid=212
  15.  http://www.emep.org/index.php?option=com_k2&view=item&id=552:arap-d%C3%BCnyas%C4%B1nda-ayaklanma&Itemid=212
  16.  Kamil Tekin Sürek, “Libya'nın Farkı”, 22 Şubat 2011,  http://www.evrensel.net/news.php?id=578
  17.  http://www.emep.org/index.php?option=com_k2&view=item&id=254:ger%C3%A7ek-%C3%A7%C3%B6z%C3%BCm-i%C3%A7in-m%C3%BCcadele&Itemid=208
  18. http://www.tkp.org.tr/basin-aciklamalari/turkiye-komunist-partisi-ve-yunanistan-komunist-partisi-nin-ortak-aciklamasi-1234
  19.  Ergenç, agm.
  20.  “Örneğin İstanbul Bağcılar Lisesi’nde… ‘reis’ lakaplı ve kendini ülkücü olarak tanımlayan bir öğrenci sınıfta söz alır ve sınıfa şöyle seslenir; 'Bu işin sağı solu yok hocam öğrenciler haklı, boykota çıkmak lazım'. Peki, bütün sınıfı boykota çağıran ama kendini ülkücü olarak adlandıran bu gence ne demeli? Onu bir TKP’li görse herhalde şöyle derdi; 'dur bakalım; sen sağcısın, boykota çıkamazsın, çünkü sağa geçit yok'!” (Ergenç, agm)
  21.  Ergenç, agm.
  22. “Alay mı ediyorsunuz?”, http://www.tkp.org.tr/basinaciklamalari
  23.  Ergenç, agm.
  24.  Ergenç, agm.
  25.  Ali Yaşar, “Gençlik ve TKP”, 11 Haziran 2009, http://www.emep.org/index.php?option=com_k2&view=item&id=201:gen%C3%A7lik-ve-tkp-*
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×