Sonbahara Girerken

2017 yazına, Haziran’da ve Ağustos sonunda, iki momentte müdahale eden Kılıçdaroğlu’nun damga vurduğunu söylemek durumundayız. Bu manzaranın solun eklemlendiği kısmı, Türkiye “sosyalist” hareketinin nadir dip noktalarından birini temsil ediyor. Beğenin beğenmeyin, programını, davranış biçimini doğru bulun yanlış görün, Türkiye’de sol çok defa zayıf düşmüş ve hata yapmıştır. Ama düzen dışı solun “sosyalist” sıfatının tırnak içine alınmasının zorunlu hale gelmesi, sıradan bir gerileme değildir.

 

2017 yazında siyasete CHP merkezli bir ayar yapılırken sola bırakılan alan yalnızca ve yalnızca sosyalizmin inkarıdır. Yürüyüşte girmek için sıra olduğu kadrajdan “şimdi kurt işareti vereceğiz, sizi kenara alalım” diye çıkartılınca akıllanmayan sol, Ağustos sonunda da Said-i Nursi oturumunu sessizce dinlemek zorunda kalmıştır.

 

Sol rota

Gelenek’in bu sayısındaki özet güncel değerlendirmede yapacağımız ilk saptama, içinde bulunduğumuz konjonktürde ciddi bir tasarımla karşı karşıya gelindiğidir. Türkiye siyaseti, evet, “tasarlanmaktadır.”

 

İkinci ve yalnızca yukardaki kadarıyla yetineceğimiz saptama bu tasarımda sola sol olarak bir yer ayrılmadığıdır. Açıkçası, “egemen güçler”in, vasat fikirlerini aktaracağı kadraj ve mikrofon düşkünlüğünden başka bir özellik göstermeyen sola rezervasyon yaptırmamasında şaşacak bir şey yoktur. Görüntü böyle olmayabilir ve CHP’de solcu ziyaretçilerin yüzüne gülünüyordur. Ama bunun nedeni başkadır.

 

Peki kimdir bu tasarlayıcılar veya egemen güçler? Ayarlarla nasıl bir mekanizmayla oynanmaktadır?

 

Bu soruların yanıtları olağan zamanlarda olabileceğinden çok daha berrak hale gelmiştir. Olağan zamanlarda güç odakları ve ağırlıklı sınıflar ile siyasal dalgalanmalar arasındaki ilintinin bu ölçüde manipülatif olmasına rastlanmayabilir. İlintinin daha doğrudanlaşması bir kriz olgusudur ve kitle hareketinin eksikliğini gerektirir.

 

Bugün Türkiye’de AKP’nin Almanya ile gere kasa götürdüğü ilişkiye ve bunun içindeki emperyalist manipülasyona dönük bir kitlesel tepkime yok. AKP-MHP tabanı partilerinin Batı “karşıtlığının” bir pazarlık olduğunun tamamen farkındadır. Meczup veya “aşırılar” bu farkındalığın istisnası değiller ve gâvur nefretiyle böğürmek yerine, Almanya’nın ve ABD’nin kendilerini kollayıp beslediği zamanları özlemle yâd etmektedirler.

 

Öte taraftan muhalefet de parçası olduğu cepheyi herkesin bal gibi bildiğinin farkındadır, ama ortada çırılçıplak duran resmi görmezden gelmek gerekmektedir. Bu, ıslık çalıp havalara bakma tavrının başlıca istisnasını oluşturan Can Dündar’ın gelecekte cüreti nedeniyle ödüllendirilmesi de, dış güçlerin kucağına oturduğu için itibarsızlaştırılması da mümkündür. Bir tasarım var derken, siyasette tasarımın sınırları çizen de, içini dolduran da, biliyoruz ki, hakiki mücadelelerdir: Sınıf mücadeleleri.

 

“Kim bunlar” sorusunun yanıtı eksiksiz kılınmaya çalışılan bir listeyle verildiğinde, tam da bu faktör nedeniyle yanlışa düşülür. Tüsiad ile temsil edilen sermaye fraksiyonunun Erdoğan tipi aşırı tıkız bir rejimi ideal bir model değil, kullanışlı bir enstrüman saydığı açık. Kullanışlılığın yitirileceği çizgiyi Kemal Okuyan soL portalda daha geçenlerde betimledi:

 

“Erdoğan karşısındaki blok başta Almanya olmak üzere batılı emperyalist ülkelerin desteğini aldıkça, Erdoğan elindeki Rusya kartını kullanmak için daha büyük istek duyuyor. Ancak Erdoğan bir devrimci değildir, kapitalizmle sorunu yoktur ve Türkiye kapitalizmi huzur içinde kapitalist Rusya’ya doğru kayamayacak kadar Amerikancı ve Almancıdır. Dolayısıyla Erdoğan’ın kurtuluş umudu aynı zamanda onun sonudur da.”1

 

Bu süreç aynı anda hem bir mücadeledir, hem bir tasarımdır. “Program, ideoloji ve kitle hareketi” kümesi belli bir bütünlük; “tasarım, manipülasyon ve pazarlık kümesi” ise bir diğer bütünlük oluşturur. Bugün Türkiye’de ikinci küme önde gidiyor. En başı hatırlarsak, bu duruma emekçi sınıflar adına baş kaldırması beklenen solun çoğu belli başlı öznesi durumu veri olarak kabul etmiştir.

 

Muhalefetin AKP’yi ve temsil ettiği bütün gerici, sömürücü unsurları yok etmeye, radikal bir hesaplaşmaya yönelmesi sınıf karakteriyle çelişirdi. Ancak daha fazlası var ve 2017 sonbahar başında artık tasarlanmış, projelendirilmiş, ayarlanmış olduğu su götürmeyen muhalefet kendisini “yeni hanedan” olarak kurgulamaktadır. Kuşkusuz yeni hanedan bazı şeyleri değiştirmelidir ve örneğin laik okul bırakmama tutkusu terkedilmelidir. Veya Erdoğan’ın milis kuvvetlerinin tasfiyesi bir meşruiyet tazelemenin vazgeçilmez unsurudur. Aynı birkaç yıl önce, Türkiye solunun, Kenan Evren ve arkadaşlarına dava açılmasında AKP düzenini meşrulaştırma operasyonuna eklemlenmesi gibi, bu tür düzenlemeleri “demokratik devrim” ilan etmeye eğilimli kesimler ortalıkta dolaşmıyor mu? Bu arkadaşların zafer kutlamalarının özgürlükleri iade edilen yöneticilerle renklenmesi pek muhtemeldir.

 

Adını koyalım, CHP-MDP koalisyonu şu anki verilerle eksiklidir ve ortada teorik olarak davet çıkarılabilecek üç unsur vardır. En önemlisi ve belirleyici olan AKP’nin kendisi. Hanedanın yalnızca uzak akrabalarının, tanıdıklarının değil, mümkün olan en tepe noktalardan yarılması, uzlaşmacı burjuva stratejisine özgü radikal hedeftir.

 

İkincisi Kürt hareketi veya onun şu anki somut karşılığı olarak HDP’dir. Artık Türkiye’de bir tane başat Kürt hareketinden söz edemiyoruz. HDP’de Haziran-Eylül arası öne çıkan eğilimin Kılıçdaroğlu’nun açılış vuruşunu yaptığı oyuna katılmak olduğu görülüyor. Ancak Kürt hareketinin siyasetin diğer kutbunu büsbütün boşlamak yerine kilidi her yöne açma özelliğinde bir anahtar rolüne soyunması ciddi olasılıktır. Belli ki, Türkiye siyasetindeki Kürt parametresi hakkında biraz daha konuşmak gerekecek…

 

Ama üçüncü davetliyi de hatırlatalım. Türkiye solu, hep söylediğimiz gibi, kitle gücü ve bu anlamda siyasal gücü açısından ihmal edilebilir olsa bile, kimsenin devralamayacağı özgün bir yana sahip. Düzen içi herhangi bir projenin sol tarafından aklanması gerekir; veya bu, şiddetle arzu edilir. Görünen, aklayıcı solun bu alışverişte bir iki milletvekilliğine razı olduğudur. Eğer gerçekleşirse, soranlara bunun hiç de fena bir pazarlık olmadığını, daha birkaç seçim öncesinde topu topu şu kadar belediye büfesine fit olduklarını hatırlatacak çok “kadro” yetişmiş bulunuyor Türkiye’de. AKP döneminde bunda şaşılacak bir şey olmasa gerekir!

 

Bizim işimizin bu üçüncü alanı boşa düşürmekten başladığını herkes bilsin. İsteyen istediğini yapar; ama sosyalizmi CHP Meclis grubuna paspas yaptırmayız. Önce sol şeridi boşaltacaklar; ondan sonra…

 

Kastımız bireysel bir değişim değildir. Bu kadarı hem çok kolaydır ve Ufuk Uras gibi artık kimsenin solcu saymadığı, kendisinin de iddiayı sürdürmediği örnekleri var. (Aslında istisnası yok!) Ancak asıl önemli olan kişilerin değil siyasetin boşa düşürülmesidir. Komünist hareketimiz, sol düzen içi bir projeye eklemlenmesini başka bir ağırlık merkezini inşa ederek etkisizleştirebilir yalnızca. Bu müdahale dışarıdan yapılır, mesafeyi açarak yapılır, didişmekle değil örgütlenerek yapılır. Bu, başka ve yanlış açılımların yadsınması değil, kendi pozitif açılımımızın hayata geçirilmesi demektir.

 

Kürt hareketinin ağırlık merkezi

Aslında Apocu hareketin arzusuna nail olduğunu söyleyebiliriz. Hareketin, Kürt toplumunun bölündüğü ulus-devlet sınırlarının ötesine taşıp uluslararası bir aktör olarak şekillenmesi amacı çok önceleri formüle edilmişti. Sorunu, Türkiye’nin, Irak’ın, İran’ın sorunu veya bunların toplamları olmaktan çıkartıp küresel bir sorun olmaya taşımak, etkiyi arttırmanın tek yoluydu ve bir anlamda “rüşt ispatı”ydı. Bu “başarılmıştır.”

 

Ancak dört ülkeye yayılan, iç siyasal yapılanması son derece karmaşık bir toplumun, Ortadoğu “cangılında” başarı diye karşısında ne bulacağını kestirmek aşağı yukarı olanaksızdır. Başarı-başarısızlık, bir program hedefine yakınlaşmak-uzaklaşmak ile ölçülecekse, nedir o hedef? Bence bunu bilen yok. Zaten program da yok!

 

Hal böyle olunca sözcülerin “yanlış anlaşıldım” deme sıklığı da artar. Osman Baydemir’in “her iki taraf da birbirine güvenmiyordu ve çözüm sürecinin bitmesini istiyordu. Her ikisi de kendi varlığının devamını çözüm sürecinin bitmesinde görüyordu.” sözleri hakikaten yanlış anlaşılmış olabilir ve doğrusu samimi olarak “Her iki taraf da bu sürecin bitirileceğini ve çatışmanın tekrar başlayacağını düşünecek kadar birbirlerine güvenmiyorlardı.” olabilir.2

 

İlk versiyonu, dillendirdiği iddia edilen HDP sözcüsünden bağımsızlaştırabilir ve altına ben imza atabilirim! 2013-2015 aralığı, Baydemir’in “düzelttiği” gibi güvensiz bir patikada geçmiş, 2015 itibariyle ise taraflar sırasıyla şunları esas alarak pozisyon değiştirmiştir:

 

AKP, barış sürecinin HDP’ye kattığı güç veri iken, iki yıldır karşı karşıya kaldığı ve derinleşeceği ayan beyan açık olan siyasal krizle baş edemeyeceğine kanaat getirmiştir.

 

(Kandil anlamında) PKK liderliği ise barış sürecinde bütün ana ve tali taraflarca kuşatılmakta olduğunu görmüştür. Gerilla ve onun komutanlığı sürecin feda edilecek piyonuna dönüştürülmüş, çıkış kanalı bırakılmamıştı.

 

Ondan sonra hareketin ağırlık merkezi Rojawa’ya kaydı. Bu ara sonuç hakkında ilgililerin karınlarından konuşmaları anlaşılır bir durumdur.

 

Lakin Rojawa’da üç buçuk, Güney’de beş buçuk milyon toplam karma (yani yalnızca Kürtler değil) nüfusun olduğu hesaplanan diğer parçalar üzerinden Türkiye’nin Kürt sorununun çözülemeyeceğini görmek için biraz aritmetik bilmek yeter! Apocu akımın Türkiye’deki gerilemeyi Suriye’den kompanse etmesinin arkasında ABD üsleri olduğunu hepimiz biliyoruz. Kuzey’de uzun yıllar kitle hareketi önemliydi. Yer değişiminden sonra “önemin kaynağı” da farklılaşmıştır. Artık siyasal gündem Türkiye içi karakterini yitirmiş, uluslararası alana kaymış bulunuyor.3 Burada kazanan yoktur ve yaşanan değişim, ilgili bütün aktörlerin krizi anlamına gelmektedir.

 

Krizdekiler arasında en zordaki, tahmin edileceği gibi Ankara. Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık referandumu projesi ile AKP içindeki Barzaniciler doğal olarak empati kurdular. Erdoğan’ın ise bundan farklı olarak Rojawa’yı Barzani üstünden vurmanın hayalini kurduğu sezildi. Müttefiklerin buharlaştığı ve Erdoğan’ın AKP içinde bir çekirdekle yalnızlaştığı bir süreçte Kürt ulusal kimliğinin iki temsilcisi arasında brakuji kışkırtabilmesi hayli güçtü. Anlaşılan oldurulamadı.

 

Geriye kalan bir başka yorumcunun yakın zamanda saptadığı gibidir:

 

“Suriye ve Irak’ta ise emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı veren bir Kürt siyaseti yok…

 

“Kürtlerin Ortadoğu’da ‘ulusal birlik’ stratejisi ile Türkiye’de emekçi sınıfların ‘birleşik muhalefeti’ stratejisi örtüşmüyor. Türkiye sosyalistlerinin ‘ulusal birlik’ gibi bir sevdaları zaten olamaz. HDP bildirisindeki ilk dört madde konusunda Türkiye’nin devrimcileri olarak emperyalizme karşı mücadele çağrısı yapmaktan başka seçeneğimiz düşünülemez.”4

 

Bu tabloya komünistlerin yapması gereken bir ek var. Ağırlık merkezi Türkiye sınıflar mücadelesi arenasının dışına kaymış bir dinamik, hakikaten bu açıdan dışsal hale gelmiştir. Sadece komünistlere değil, Türkiye’nin yaşamı burada geçen, burada nefes alıp veren, burada çalışan ve işsiz kalan, iş katliamına ve gerici saldırılara maruz kalan Kürt emekçilerine de dışsal!

 

Belirli bir kütlenin temsiliyetini yürütmüş bir hareketin dışsallaşmasından iki sonuç çıkartabiliriz, iki anlam yükleyebiliriz: Birincisi bölünmedir. Henüz Kürt siyasetinin ağırlık merkezinin dışarıya kayması bir bölünmeyi aktive etmiş değildir. İkincisi, boşluk oluşur. Kürt emekçileri siyasal ve örgütsel bir boşlukla karşı karşıyadır. Boşluk Türkiye solunu ve Kürt halkını iki ayrı yaka olarak görerek doldurulamaz. Komünistler, emperyalizme karşı birlikte mücadeleye çağırmaktan vazgeçmeyecekler, ama Ortadoğu’nun bugününde bu çağrının karşılıksız kalacağını bilecekler. Komünistler, Kürt emekçilerinin Türkiye işçi sınıfının organik parçası olduğu gerçeğine daha fazla ağırlık verecekler.

 

Türkiye’ye biçilen solsuz siyasetin kendi çerçevesi içinde gerçekçi olup olmadığını tartmak bu yazının ve derginin işi olamaz. Gelenek bu akıl yürütmenin komünistler ve işçi sınıfı yok sayılarak yapılabilmesini reddetmelidir. Kılıçdaroğlu merkezli modelin içinde olmayan şey, aslında solcuların temennileri, özlemleri değildir. Kurultayda Said-i Nursi paneli olmasa, bira şişesini duyunca herkes gölgesinden korkup saklanmaya kalkmasa sorunlar ortadan kalkmış mı olacaktı? CHP, içinde sosyalizmin seslendirildiği günleri de çok görmüştür. Üstelik CHP’li sosyalist veya Marksistler, Batılı sosyal-demokrat partilerde rastlanmayacak bir olanağı da yaşamış olmalılardır. Bu partinin tarihinin işçi sınıfı devrimini hançerleyen bir ihanete indirgenmek yerine, burjuva devriminin zirvesiyle özetlenebilmesi, aslında, içindeki sosyalistler için rahatlatıcıdır.

 

Neyse; sorun solculuğun dozajının ayarlanmasında değil, işçi sınıfının yok sayılmasında ve onu politik alanda yok edecek bir tasarım yapılmasındadır. Marksistler böyle bir tabloyu, dokumasındaki kırmızı iplikleri sayarak değil, karşısına işçi sınıfını çıkararak yargılarlar.

 

Aynı yaklaşım Kürt dinamiği için de tarif edilmelidir. Komünistler her kökenden işçi sınıfının bütünlüğünü savunmak durumundadırlar, bu savunuyu her kökenden işçilerin örgütlenmesinde temellendirmek tek yoldur. Gerisi Bundculuktur, gerisi ezilen ulusun hakkı veya kendince meşru rasyonalitesi değil, işçi sınıfını bölmektir.

 

* * *

 

Türkiye 2017 sonbaharına sıkışık bir denklemle giriyor. Bizim işimiz nasıl çıkacağına ilişkin tahminlerde bulunmak değil. Sola ve işçi sınıfına yönelen çıkışı bulmak. 10 Eylül’de 97 yaşını devirecek olan Türkiye Komünist Partisi’ne, Ekim Devriminin 100. yıldönümünde başka türlüsü yakışmaz.

Dipnotlar

  1. Kemal Okuyan, “Merkez Demokrat Parti, CHP, HDP ve diğerleri…”, http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/merkez-demokrat-parti-chp-hdp-ve-digerleri-207793
  2. Baydemir düzeltmeyi Waar televizyonunda Kürtçe yapmış ve haberi Türkçe olarak şurada yayınlanmıştı: https://www.evrensel.net/haber/326525/baydemirden-tekzip-sozlerim-yanlis-cevrildi
  3. Bu gelişmeyi Türkiyeli bir aktör olan HDP de kabul etmiş bulunuyor. 9 maddelik bildirinin ilk 4’ünü böyle yorumlamak durumundayız: http://haber.sol.org.tr/toplum/hdpden-9-maddelik-bildiri-207617
  4. Melih Pekdemir, “HDP bildirisi hakkında”, http://www.birgun.net/haber-detay/hdp-bildirisi-hakkinda-176772.html
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×