Savaşa geleneğimizle bakmak

Savaş, sözlükte “devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele” olarak tanımlanıyor. Savaşın aracı olan silah öne çıkarılmış; tanımın içi boşaltılmış. Oysa tanımın anahtar kavramı ve öznesi devlet; gizlenen temel fiili ise şiddet. Tarihsel materyalizm, savaşın nedenselliğini maddi dünyanın ilişkilerinde aramamız gerektiğini söylüyor. Sınıfsal boyut teorinin ışığında görünür hale gelir; bu, çoklukla derin bir çözümlemeyi gerektirir.

Ünlü savaş teorisyeni Prusya generali Clausewitz  savaşı “politikanın başka araçlarla devamı” olarak tanımlıyor. Bu tanımda yine şiddet yok. Çok teknik. Bu uzaklıktan bakıldığında yıkım, kan ve toplumsal çöküş tâli sonuçlar. Politikanın bu kadar açıklıkla tanımın merkezine konulabilmiş olması önemli. Savaşlarda yitip giden emekçi sınıfının politikanın özünün ne olduğunu sorgulayamayacağına; gözünün önündeki sınıfsal içeriği göremeyeceğine dair büyük bir özgüven içeriyor. Clausewitz’in tanımında eksik olan kelimeyi, yani şiddeti, Lenin 1915’te  yazdığı  “Sosyalizm ve Savaş” çalışmasında araya ekliyor. Fizik bilimi bize istediğimiz yönde hareket sağlamak için sürtünmeye karşı güç kullanmak gerektiğini söyler. Bu yasa, tarihsel devinim için de aynen geçerli. İç savaşta ve savaşta. Savaş, gerilimin devinime dönüştüğü andır. Nasıl depremleri, devinimin öncesinde artan gerilimi anlamadan kavrayamazsak; savaşları da koşullarının oluşumundan yakalamalıyız.

Politika, kapitalizm çağında gittikçe daha çok ekonomi-politiktir. Savaş, ekonomi-politiğin başka araçlarla devamıdır.

Geçmişe bakışla, 20. yüzyıla yaklaşırken pek çok ulusun militarist kültüründe yer etmiş olan Prusya tarzı subaylık basitçe bir diğer meslek değil, toplum yaşamında söz sahibi olmanın kapısıdır. Clausewitz asker olarak sadece işini yapmıyor; sınıfının aydını olarak yaptığı işi doğru sınıfsal terimlerle tanımlıyor. Daha alçakgönüllü sınıfsal konumlarda düşünce ideolojiyi belirlemiyor; ideoloji hayat görüşüne yansıyor. Küçük burjuva romantizmi şan, şeref, şöhret ve politik güç vaat eden askerlik alanını güzelliyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanındaki Hakkı bey gibi zabitler risk alıyor; savaşın sonuna kalırsa yeni düzende yer kapıyor.  Günümüzden farklı olarak zorun üretim ve yönetimi henüz kapitalist verimlilik yasalarına tam olarak tâbi değildir; hâlâ seçkin bir ilgi alandır.

Sosyalizm mücadelesine dokunan yönüyle savaş

Kapitalizmin tarihsel gelişime damga vurmasıyla emekçiler gittikçe artan sayılarda cephelerde can veriyor. Savaşı kaybettikleri esas alan ise cephe değil emek hareketinin politikaya dahil olduğu halkada yaşanan teorisizliktir. Emekçiler teorinin yokluğunda Clausewitz’in kullandığı anlamda politika’da kısa kalıyorlar. Savaş döneminde politikada kısa kalmak, kısaca sınıf olarak yenilmektir. Politika, Bolşevikler ayırt edici vuruşu yapana kadar savaş üzerinden devam ediyor. Uvertür kısmını da savaştan sayıyoruz. Bolşevikler, emperyalist savaşı, iç savaşa dönüştürmeyi başararak bitiriyorlar. Bize savaş kaçınılmazsa önemli olanın doğru savaşta yer almak olduğunu öğretiyorlar.

Clausewitz’de politika sözcüğün arkasında gizlenen, emperyalist niteliği öne çıkmış olan kapitalizmdir. Savaş, kapitalizmin liberal söyleminin iflâs edip “zor”un göreve çağrıldığı noktadır. Adam Smith’in ekonomiyi düzenleyen görünmez eli yerine finans-kapitalin harekete geçirdiği bir demir yumruk söz konusudur. Fizik bilimi enerji ile maddenin dönüşebilirliğini ortaya koyarken, kapitalizmin ilerleyişi ekonomi ile zor arasındaki karşılıklı geçişlerle belirleniyor. 

Günümüz devrimcisinin en büyük sıkıntısı, ekonomi ve zorun bir asır öncesi ile kıyaslanmayacak şekilde büyüyen ölçekleri karşısındaki güçsüzlük algısıdır. Oysa bu ölçekler, ancak kapitalizmin işleri yolunda giderken anlamlıdır.  Savaş dönemleri, maddi dünyanın temellerine dönülen boşluklar yaratır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da küçük alış-verişler için milyarlarca mark gerekmesi ibret verici bir tarihsel örnektir. Kelebek romanının kahramanı bu konuda bize son derece anlamlı bir metafor sağlar: sayısız başarısız hapisten kaçış denemesinden sonra amacına ulaşmak için hangi dalgaya atlaması gerektiğini analiz edecek kadar inançlı ve dik kafalı bir kişilik sergiler. Amacına ulaşmasını engelleyen denize baktığında imkânsızlık değil, kavranılıp çözülmesi gereken bir zorluk görür. Parti, devrimcinin, serinkanlı, kollektif aklıdır.

19. yüzyılın sonuna doğru en güçlü emekçi sınıfı politik hareketi Almanya’dadır. Alman prensliklerinden büyük Alman devletine giden yolda sağlam bir siyasal destek veren Alman emekçi hareketi, toprak sahibi gerici Junkerlerle pısırık Alman burjuvazisi arasındaki bloğu etkisiz hale getirecek politikaları üretemiyor. Lassalle’ın Alman İşçileri Genel Birliği ile 1875 yılında birleşmesi sırasında programatik olarak geri bir konuma düşen Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi marksist teorinin uzağına düşüyor. Milliyetçi dalganın yükselmesi ile kendi yolundan saparak ikincil ve belirlenen hale geliyor. Bismark’ın zekice yürüttüğü Bonapartçı politikanın, sac ayaklarından biri olmaktan ileri gidemiyor. Bismark, temsil ettiği bloğun sınıf savaşında değişen ağırlığına göre emekçilere önce yumuşak politika ve daha sonra açık sosyalizm düşmanlığı politikalarını sırayla uyguluyor.  İngiltere ve Fransa’nın gerisinden yola çıkan Almanya, sömürgeciliğe soyunduğunda Alman emekçi hareketinin enternasyonalizm algısının ülke sınırlarını aşamadığını anlıyoruz. Enternasyonalizm retorik düzeyde kalıyor. Bunun izini Gotha Programında “İşçi sınıfı,bütün uygar ülkelerin işçilerinin ortak çabasının zorunlu sonucunun, halkların uluslararası kardeşliği olacağının bilincinde olarak, kurtuluşu için, ilkönce, bugünkü ulusal devlet çerçevesi içinde çalışır” ifadesinde buluyoruz. Oysa herkes kapısının önünü süpürünce sokak temizlenmiyor; aksine pisliğin başka bir kapı önüne atılması büyük risk haline geliyor. Konu bu şekilde ortaya konulunca kendi ulusal devletinin diğer ulusal devletler karşısındaki tutumu konusunda doğru konumlanamayan, şovenizme ayak uyduran bir emekçi hareketine varmak kaçınılmaz oluyor. Devletin sınıfsal içeriği göz ardı ediliyor.  Marx ve Engels bu vahim hatayı kıyasıya eleştiriyor:

İşçi sınıflarının egemen sınıflara ve onların hükümetlerine karşı ortak savaşımında, uluslararası kardeşliğin bir eşdeğeri gibi yutturulmak istenen parlak bir ifade. Onun için Alman işçi sınıfının uluslararası işlevleri hakkında tek sözcük yok! İşçi sınıfı -kendisine karşı bütün öteki ülkelerin burjuvazisiyle daha şimdiden kardeşlik bağı kurmuş olan- kendi burjuvazisine ve Bay Bismark’ın uluslararası komplocu politikasına karşı, işte böyle meydan okuyacaktır!1

Bolşeviklerin ustalıkla iç savaşa ve devrime dönüştürmeyi başardıkları Birinci Dünya Savaşına ilişkin  vahim hataların düşünsel tohumları Bolşevizm dışında kalan emekçi hareketlerine bu şekilde ekildi.

Büyük savaş ve reel sosyalizm

Yıllar sonra yaşanılan Büyük Savaş, çiçeği burnunda Reel Sosyalizmin gelişimine vurulan ölümcül bir darbedir. Savaş koşulları partide ve toplumda kadroların nitelik ve nicelik açısından genişleyen yeniden üretimine izin vermiyor. Savaş sonrasında odak [kapitalist] verimlilik kültüne, Soğuk Savaş terörüne askeri düzeyde yanıt üretmeye ve halka “özgür” dünyadakiyle karşılaştırılabilir tüketim olanakları sunmaya kayıyor. Sosyalizmin ideolojik yıkımı başlıyor. Tüm zararlarına rağmen toplumsal bütünlüğü besleyen savaşın sonlanması, sosyalizmi çok daha çetin sorunlarla karşı karşıya bırakıyor.  

Sonuçları ile ne kadar övünürsek övünelim, İkinci Dünya Savaşı, Reel Sosyalizm için yıkıcı olmuştur. Bazı kaynaklara göre 27 milyon insanını kaybeden ve bir ara Stalingrad’a kadar Alman ordularının istilasına uğrayan Sovyetler Birliği ile anayurdunda savaş görmeyen, dolayısıyla savaşın yol açtığı yıkımı yeni dünya düzeninin kurulması açısından politik ve ekonomik bir avantaj haline getiren Amerika Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş ekseninde karşı karşıya geldiler. NATO cephesi ABD için sermaye operasyonunun arka bahçesi haline geldi. Truman doktrini üzerinde kurulan düzen, dünya kapitalizmini bir üst aşamaya taşıdı. Savaş yaralarının sarılması sırasında refah devleti kavramı altında emekçilere ödünler verilse de, bu ödünler kapitalizmin kendini güvende hissettiği ilk anda neoliberal politikalarla geri alındı. Refah devletinin amacı, savaş yıkımı sonrası doğan büyük talep ile eksik emek arzı arasındaki dengeyi uygun noktada kurmak; Keynesyan politikalarlarla ekonomiyi tekrar harekete geçirmekti.

Bu kısa hatırlatmalar sonrasında sonucu önden söyleyip, gerekçeler ve gelişmeleri marksist klasikler üzerinden açacağız.

Savaş gerçekliğe dönüştüğünde

Savaş, sosyalist harekete etkileri üzerinden değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Egemenler açısından savaş (ve iç savaş) bir kriz durumunun aşılmasına ilişkin rutin dışı ve güç kullanımı içeren dönemdir. Sosyalistler içinse olası sonuçları ve savaşan cepheler arasındaki çelişkilerden doğan dinamikleriyle yabana atılmayacak olanaklar barındırabilecek çözümleme ve siyasi konumlanış alanıdır. Minimalist bakış açıları ile savaşa içkin tarihsel dönüşüm olasılıkları anlaşılamaz.  

Bolşevik çizginin netleşmesi öncesi dönemde savaşın gerekçeleri ve olası siyasi sonuçları hakkında başarılı çözümlemeler olmasına rağmen, parti formülasyonu ile ilgili eksiklikler ve iktidar perspektifine uzaklık bu çözümlemelerin anlamlı bir fark yaratacak şekilde siyasi söylem ve pratiğe yansımasını engellemiştir. 1915’te Lenin  “Devrimci sınıf, gerici bir savaşta kendi hükümetinin yenilgisini istemek zorundadır. Bu bir aksiyomdur” yazana kadar düzen söyleminden köklü şekilde farklı, gür bir ses duyulmayacaktır. Bu anlayış olmaksızın Birinci Dünya Savaşından Bolşevik Devrimi’ne yol alınması mümkün değildi. Sosyalistler başta kendi kitleleri üzerindeki burjuva ideolojisini ve söylemini etkisiz kılmakla,  düşünsel-siyasi karşı ağırlıkları koymakla yükümlüdür.

Savaşa karşı enternasyonalist hareket

I. Enternasyonal ile uluslararası bir düzeye erişen sosyalizm mücadelesi, hızla gericileşen burjuvazinin elinde savaşların emekçilerin karşısında ne denli etkin bir araç olabileceğini bizzat tarihsel olarak yaşadı. 18 yıllık iktidarının devamlılığını savaşta arayan gerici diktatör Louis Bonaparte’ın ilk kıvılcımını çaktığı Fransa-Prusya savaşı Paris Komünü’yle sonuçlandı. Paris Komünü tüm acı sonuçlarıyla savaş ve burjuvazi  konusunda eşsiz bir tarihsel deneyim oldu. Bu sayede marksist klasiklerde savaş, iç savaş, militarizm ve şovenizm üzerine derin bir düşüncenin ilk temelleri atıldı. Yine bu sayede gelmekte olan I. Dünya Savaşı’nın öngörülmesi çok önceden mümkün oldu. Rosa Luxemburg, Junius kitapçığında Marx’ın Alsas-Loren’in  Almanya tarafından ilhakının Cumhuriyetçi Fransa’yı Rusya’nın kollarına ittiğini ve bu durumun Avrupa’yı iki kampa bölerek Rusya’da bir devrim olmaması durumunda eninde sonunda Almanya-Rusya savaşına yol açacağını öngördüğünü söylediğinde hemen herkesin bu öngörüyü çılgınlık olarak nitelediğini ancak tarihin bu öngörüyü aynen doğruladığını yazar.2

Marx’ın 1871 yılında kaleme aldığı Fransa’da İç Savaş, 18 yıllık Bonapartist iktidarın çöküşü ile sonuçlanan Fransa-Prusya savaşını ve iç savaş olarak niteleyebileceğimiz Paris Komünü deneyimini çözümler. Bu çalışmada kapitalizmin gelişmekte olduğu iki ülke arasındaki bu savaşın tarihsel çözümlemesi, burjuva ideolojisinin dar şablonlarının çok dışında bir durulukta ele alınmıştır. Bu savaş sayesinde galip Almanya ulusal bütünlüğün sağlanması motifi altında kapitalist gelişim önündeki engelleri aştı. Güçsüz ve pısırık Alman burjuvazisi, Bismark’ın Bonapartist bloğu üzerinden siyaseten varlık gösterebilecek konuma erişti. Öte yandan Paris Komünü’nün detaylı bir incelemesi yanlış ve eksik yapılanların gölgesinde kalan büyük bir başarıya işaret eder. Komün, kısa hayatında emekçilerin iktidara talip olabilme potansiyelini göstermiştir. Karşı taraftan bakış açısıyla, Paris Komünü, burjuvazinin kendi içsel savunma mekanizmalarını aciliyetle yaratmasına olanak sağlayan bir “aşı” görevini görmüştür. Kapitalizmin bünyesine sosyalist teoriyle güçlendirilmemiş şekilde zerk edilen emekçi mücadelesi, kaçınılmaz olarak antidotlarını oluşturdu. Bu yüzden son derece kanlı bir biçimde bastırılmış ve geleceğe en ufak bir miras bırakmaması amaçlanarak tüm liderleri yok edilmeye çalışılmıştır. Paris Komünü, savaşın yokluğunda Louis Bonaparte’ın II. İmparatorluğu kolayca devam ettiremeyeceği toplumsal dinamiklerin varlığının göstergesidir. Bonaparte, Prusya’yı bu koşullar altında savaş için kışkırtmıştı. Yenilgi sonrasında Prusya ile birlikte yürütülen sınıf düşmanlığı, egemenlerin yeri geldiğinde savaştan çekindiklerinden daha çok iç savaştan çekindiklerini gösterir.3

“Alman işçilerinin bildirgesi, Louis Bonaparte’ın kamu hukuku suçlusu olarak Fransız Cumhuriyetine teslim edilmesini istiyor. Yöneticileriyse tersine, Fransa’yı yıkmaya en uygun adam olarak onu Tuileries sarayına yeniden oturtmak için daha şimdiden ellerinden geleni yapıyorlar.”4

Bugünden bakışla “savaş gelir, diktatörler gider” kolaycılığına karşı yaklaşık 150 yıl öncesinden düşülen bir not. Savaşan kim? Gerçek düşman kim? “On sekiz yıl boyunca onarılmış imparatorluk farsını oynamaya izin verenler değil” tabii ki. Lenin’in 1915’te kaleme aldığı bir yazısında dile getirdiği üzere “Fransa, Almanya tarafından yenilmiştir, ancak emekçiler Bismark ve Thiers tarafından”.5

Dünya işçi hareketinin tarihsel gelişiminde önemli mihenk taşlarından birisi, savaş karşısında alınan tutum olmuştur. İlk enternasyonal emekçi girişimi olan Uluslararası Emekçiler Derneği’nin 1864 yılındaki açılış töreni çağrısında “Eğer emekçi sınıfların kurtuluşu, onların birlik ve kardeşçe yardımlaşmalarını gerektiriyorsa, canice niyetler izleyen bir dış siyaset, birbirlerine karşı ulusal önyargılar diktiği ve korsanlık savaşlarında halkın kanını ve malını saçıp savurduğu sürece, bu sınıflar bu büyük görevin üstesinden nasıl gelebilir?” uyarısı ile konunun ana ekseni doğru olarak ortaya konulmuştu.

Komünist Manifesto’nun temel çağrısı olan “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin” sloganı, değeri gün geçtikçe daha çok anlaşılan temel bir noktayı özlü şekilde ortaya koyar: kapitalizmin içsel gelişme dinamikleri; arızi barışta, daha da çok gizli ve açık savaşta emekçiyi öteki emekçinin kurdu yapma eğilimdedir. Sermayenin gittikçe serbestleşen ve finansallaşan hareketleri, onu sınıfsal özü gizlenen soyut bir varlık haline getirmekte. Zorunlu ya da isteğe bağlı emek göçü ise dünya vatandaşlığı yanılsaması ardında emeği sermayenin istediği yerde ve şekilde biçimlendirmekte. Ancak enternasyonalist farkındalık üzerinde kurulu somut siyaset, gerçek devrimci sonuçlara erişebilir. Önderlikte enternasyonalizm, iktidarı amaçlayan bir sınıfın temsilcisi olarak siyasi hattını ulusal sınırları aşan sınıfsal düşmanlıkları ve işbirliklerini hesaba katarak çizmek demektir.

Lenin, şovenizmi gerekli durumlarda sınıfsal uzlaşma öneren oportünizmin özel bir durumu olarak görüyor: şovenizmde savaşla ortaya çıkan yurt savunması gereğinin sınıfsal uzlaşmayı şart kıldığı düşüncesi hakimdir. II. Enternasyonalde egemen olan şovenist sapmanın kökenini hangi tarihsel momente kadar geriye doğru izleyebiliriz? Bunun çok yerinde bir yanıtını Gelenek’in 97. sayısında Özgür Şen veriyor: “…ustalar savaşların toplu olarak değerlendirilmesi konusunda olağanüstü bir tutarlılık içinde hareket etseler de, savaşın devrimci bir olanak olarak değerlendirilmesi hususunu teorize edemediler”6. Lenin öncesi klasik marksist yazında, savaşlara ilişkin çözümlemelerin sınıfsal ve tarihsel anlamda duru bir görüş sağladığını, ancak önderliğin gelişkinliği ölçü alındığında aynı başarıyı gösteremediğini söyleyebiliriz. Paris Komünü’nün mücadeleci emekçileri, Avrupa’da 45 yıl sonra şovenizm ile büyük ölçüde teslim alınacak olan işçi hareketinden çok daha az ideolojik kirlenmeye uğramıştı. Sorun sosyalist örgütlenmeye ve partiye ilişkin modellerin gelişmesi için daha on yıllar gerekmesine rağmen “erken” patlak veren devrimdir. Neye göre erken diye sorulabilir: önderliğin gelişkinliğine göre. Komünün temel zayıflığı, işçilerin bir partiye ve programa sahip olmamasıydı; devrim ve hükümet mücadele sürecinde kendiliğinden doğmuştu.7 Marx, 12 Nisan 1871’de Kugelmann’a yazdığı mektupta “Benim Onsekizinci Brumaire’in son bölümüne bakarsanız görürsünüz ki orada Fransız devriminin gelecek teşebbüsü artık bürokratik askeri makinayı bir elden diğerine geçirmek değil, fakat onu parçalamak olacaktır ve bu Kıtadaki tüm gerçek halk devrimleri için esastır”8 dediğini hatırlatıyor. İhtiyaç 1852’de düşünülmüş. Ancak 1870’te Fransa-Prusya savaşının şartlarında hala eksik olan bu işlevin öznesi olan partidir. 1848 Haziran ayaklanmasının bastırılması sırasında yok. Paris Komünü kalkışmasında hala yok. Ancak Ekim Devrimi’ne yetişiyor.

Lenin Komün Dersleri adlı eserinde Marx’ın başlamış olan devrimi selamlarken, eleştirel konum alan Plehanov’un kadetlerin incili durumuna gelen bir yapıt yazmasını mahkum eder. Marx, durumun umutsuz olduğunu yazan Kugelmann’ı 1871’de paylar: Eğer savaşıma ancak son derece elverişli şanslarla girilmesi gerekseydi, tarih yapmak elbet çok kolay olurdu9. Lenin öncesi marksizmi niteleyen savaşım fikridir; iktidar ve parti değil. Oysa emperyalist savaşa karşı en yüksek savaşım, Ekim devriminde taçlanan iktidar mücadelesidir. Bolşevikler, soyut bir savaş karşıtlığı yerine sınıf mücadelesinin bir tezahürü olarak ortaya çıkan savaşta iktidar için nasıl konumlanabilecekleri sorusunu merkeze koymuşlardır.

Teori yığınları kavradığı zaman maddi güç haline geliyor. Yığınların fikirleri kavraması ise aynı işlevi görmüyor. Teorinin yığınları kavramasının tek yolu, teori üzerine kurulan örgütlü siyasi pratik.

Şovenizm Batı’da işçi sınıfını nasıl teslim aldı?

Ulusu kriz durumlarda sığınacak liman olarak görmenin dışında gittikçe daha kimliksizleşen ve küreselleşen sermaye, konu üretim sürecinde emek kullanımı olduğunda ücretlerin en uygun olduğu  konumda üretebilme yeteneğini gittikçe geliştirmiştir. marksist klasiklerdeki ilk emperyalizm çözümlemelerinde meta ihracından sermaye ihracına doğru gelişen hareketin tanımlanması ile bu eğilim teşhis edilmiştir. Meta ihracı döneminde eşitsiz değişime rağmen keskin sınırlar ile ayrılan ülkeler arasında işleyen bir ekonomiden bahsedilebilir. Liberal safsata meta ihracına dayalı pazarlar çevresinde özgürce değişimde bulunan bağımsız ülkeleri varsayar. Eşitsizlikler verimlilik farklarından doğar ve uzun vadede giderilebilir. Sermaye ihracının başat konuma geçmesi ile emperyalist zincirin altında yer alan uluslar için emek-sermaye ilişkisi hâlâ ulusal sınırlar içinde işleyen, ancak yine de enternasyonal bir biçime girmiştir. Sosyalist hareketin enternasyonalizminin en az dünya sermayesinin enternasyonalleşme derecesine denk düzeyde varlık göstermesi elzemdir.

Paris Komünü girişiminin bastırılmasına bağlı olarak çöken I. Enternasyonal tarihsel olarak bu aşamanın belirginleşmesine cevaben üretim yapabilme konumunda değildi. II. Enternasyonal ise siyasi mesaisinin ciddi bir kısmını bu eğilime paralel olarak üretilen burjuva ideolojik söylemine [başarısız] bir karşı söylem oluşturmakta harcamıştır. Burjuvazi açısından sermaye ihracı kendi olanakları ile gelişemeyecek uluslara ihsan edilen bir olanaktır. Sömürgeler, bu ilişki sonucunda gelişiyorsa, sömüren ve sömürülen, kapitalist ve emekçinin hep birlikte kazandığı bir uzlaşma noktası olamaz mı? Kautsky’nin savaşları tarihe gömen “ultra-emperyalizm” tasarımı bu düşünsel çizginin sonucudur. Tarih kısa zamanda bu bakış açısını yalanlar. Sosyalistler Zimmerwald konferansının sonuç bildirisinde çaresizce “Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” imperatifine yeniden işaret ederken, Avrupa’nın reformist sosyal demokrasisi kendi burjuvazisinin yanında çoktan safa durmuştur. Sadece “Zimmerwald solu”nun çekirdeğini oluşturan Bolşevikler savaş konusunda tutarlı ve siyaseten somutlanabilecek bir duruş sergilemeyi başardılar.

marksist teorinin varlığına, 1848 kalkışmaları ve Paris Komünü deneyimlerine rağmen Avrupa burjuvazisi sosyalist hareketi I Dünya Savaşı öncesinde nasıl yedeğine alabildi? Paris Komünü’nün kötü sonuçları I. Enternasyonal’in yıkılmasına neden oldu. II. Enternasyonal tüm bu tarihsel deneyimlerin ışığında neden ve nasıl sağ oportünizme kayabildi? II. Enternasyonal’de eylemde radikal gözüken “sol” kanat ile “sağduyu” ve ılımlı politikayı temsil eden sağ kanat arasından sıyrılabilen bir marksist kanat görmeyiz. Her bir yerellikte yürütülmesi gereken sosyalist siyasetin aygıtı olan partilerin tasarımı en önemli teorik üretim alanlarından birisi olarak görülmemiş, yerelde biçimlenecek bir ayrıntı olarak bırakılmıştır. 1870’de I. Enternasyonal’in savaş hakkındaki bildirisinde savaşa karşı “işçi sınıfının hareket etmeye çağrılmasından”10 bahsediliyordu. Siyaseten tanımsızlığa yakın bir durum. On yıllar sonra II. Enternasyonal’in 1907 Stutgart Kongresi savaşın devrimci durum yaratma potansiyelini dillendirebildi. Devrimci duruma müdahalenin öznesi tanımsız kalmaya devam etti. Doğru teorinin siyasette doğru somutlanabilmesi başlı başına bir teorik çalışma alanıdır. Her şey olup bittikten sonra Paris Komünü’nün Fransız Bankası’na el koymamasının ölümcül bir hata olduğunu söyleyip çekilmek yeterli değil. Bunu yapabilecek olan sınıf savaşımının tarihsel bilgisini devrimci teorinin ışığında değerlendirmiş bir öncü partidir.   

Savaşlar, egemen sınıflar için tıkanıklıkların aşılarak egemenliğin biçim ve şartlarının yeniden yapılanması anlamına gelirken, emekçilerin tüm siyasi kazanım ve mücadelelerinin dondurulduğu, geriletildiği bozgun dönemlerini ifade ederler. Ancak gelişmiş bir sosyalist örgütlenme ve önderliğin varlığında zorunlu bir krize eşlik eden savaşın devrimci sonuçlara yol açması mümkündür. Savaş, doğal akış içinde emekçiler için ancak yıkım anlamına gelir. 

Siyaset alanı vakuma izin vermez. Boş bırakılan yer başkaları tarafından doldurulacaktır. Konu savaşa karşı mücadele ise Kuzey Almanya Meclisi’nde Bismark’ın savaş politikalarına tek başına karşı duran Karl Liebknecht’i nasıl atlayabiliriz? Junius broşüründe savaşa ilişkin duru saptamaları ile öne çıkan Rosa Luxemburg’u nasıl atlayabiliriz? Sorun düşüncesinde ve eylem niyetinde marksist olan bu devrimcileri amorf sol kanat içindeki diğer “ortodoks” marksistlerden ayrıştırmayı sağlayacak olan bir örgütlenme teorisinin Lenin’e gelmeden üretilememiş olmasıdır. Enternasyonal, paradoksal şekilde ulusal düzeylerde etkinlikle işleyebilecek bir tasarımın kökünde olabilirdi. marksizm cephesinde Fransa-Prusya savaşında Almanya’nın bütünleşmesi yönünde tarihsel bir ilerleme görmek ya da gerici Çarlık Rusyası’na karşı savaşımda çürümüş Osmanlı lehinde durabilmek yanlış anlaşılabilecek bir nesnel duruş sergiledi. Felsefi açıdan tercih edilen ya da yararlı olguları tanımlarken bunların sınırlarını ve öznel eylemimiz dışındalığını çok net ortaya koymak zorundayız. Ayrıca partinin öncü rolü ve öznelliği söz konusu olduğunda bu tercihler ve değerlendirmelerin tâli kalmadığı bir söylemden devrimci bir dinamik çıkamaz. Bu kadar nesnellik sosyalist hareketin kendi hedefine uzak olmasının gizli bir dışavurumu olarak algılanmaya mahkûmdur. Doğru duruş az bulunan bir meziyet olmakla birlikte aslolan yürüyüştür. 

Sosyalist iktidar tasarımı olmayan bir emekçi hareketinin siyasi olarak gelebileceği nokta verili sistem içinde emeğin durumunu iyileştirmek olabilir. Burjuva siyaseti kısa vadede siyasi baskıyı bertaraf etmek için geniş bir hareket alanı olduğunu bilir. Öncelikle artan üretkenlik emekçiye gittikçe daha değersiz ancak kullanım açısından anlam ifade eden metaların daha kolay sağlanabilmesini sağlar. Kısaca emekçinin refah algısı büyüyen ekonomik ölçeklerin karşısındaki mutlak fakirleşmesi ile koşut gidebilir. Buzdolabı dolu olan ya da bir asır öncesine göre daha fazla giysisi olan emekçinin sistemin büyüklükleri karşısında daha fakir olması bugünün gerçekliğidir. Bundan da önemlisi, emperyalist zincirin üst halkalarında yer alan ülkelerin (emekçileri de dahil olacak şekilde) kapitalist sömürüde elverişli şekilde konumlanabilme olanağıdır. Ulusun bağımsızlık mücadelesi basit ideolojik ayak oyunları ile ulusun medeniyet sahnesinde hakettiği yeri alması haline gelir. Örneğin Fransa ve İngiltere’nin emperyal geçmişi karşısında geciken Almanya Bismark döneminde ulusal bütünlüğünü sağlayarak sahneye çıkmakta ve emperyal düzendeki geçmiş kayıplarını telafi etmeye yönelmektedir. Osmanlı üzerinden açılmayı planladığı Ortadoğu’nun zenginliklerinden emekçisi dahil payını alması çok pragmatik ve baş döndürücü bir teklif değil mi? Sendikalist hareket, ne kadar radikal olursa olsun bu ayartmalara karşı koyacak sosyalist teoriye kendiliğinden sahip olamaz.

II. Enternasyonalin en kargaşalı kongresi olarak anılan 1896 Londra kongresi sömürgeciliğe karşı ulusların kendi kaderini tayin hakkı konusunu gündeme alır. Sosyalist siyasette güncel stratejinin bir girdisi olarak algılanması gereken ve burjuva öznel değerlendirmeler ile ideolojik biçimlendirmelere çok açık olan bu alanların ele alınmasındaki açık noktalar ileride çıkacak sapmaların ortamını oluşturur. Hitler’in Kavgam adlı eseri bile Alman halkının tarihi boyunca kendi kaderini eline alamadığı siyasi birlikler içinde ezilişini anlatır. Emperyalist bir dünyada rakiplere karşı hayatta kalmanın ulusal bir sorun olması akla yatkın değil mi? Ülke sosyal demokrasisi bu bakış açısı ile bu ulusal sorumluluktan muaf kalabilir mi? Sosyal demokrasinin sağ kanadı hızla şovenleşir. marksist bakış açısının net sınıfsal vurgusunun yerine reel politik kaygılar konulunca farklı bir sonuç bekleyemeyiz.

Paylaşım savaşında işlerin ters gitmesi durumunda anayurt savunması söylemi devreye girer. Dengelerin bir yönde ağır bastığı her savaş, sonunda diğer taraf için savunma savaşına döner. Şovenist bir hipnoz alanı olarak ciddi şekilde sorgulanması gereken bir temadır.

Bolşeviklerin tarihini okurken UKKTH ya da köylülüğün Ekim Devrimi’ndeki rolü gibi tarihsel stratejiler söz konusu olduğunda her zaman bunların ortaya atıldığı tarihsel momentin özgün siyasi koşullarını anlamak durumundayız. Sınıf mücadelesinde partinin yeri gibi insanlar yaşadıkça var olacak aksiyomatik gerekleri, emperyalizmin tanımı gibi tarihsel değişime paralel olarak yeniden el atılması gereken teorik çözümlemeleri ve UKKTH gibi o tarihsel dönemin koşullarına hitap eden siyasi çözümlemeleri aynı düzeyde algılamak bizi saçma sonuçlara götürür.

II. Enternasyonal’in 1907 Stutgart kongresi antimilitarizm konusunda ilkesel olarak doğru ve yoruma yer bırakmayacak bir tutum sergiledi ve bu tutumu sonuç bildirisine yansıttı. Savaş tehlikesinin gündeme gelmesi durumunda emekçilerin ve onların parlamentolardaki temsilcilerinin bunu önlemek için Uluslar Arası Sosyalist Büro’nun kordinasyonu altında her türlü çabayı göstermesini ve bunu yaparken o özelde farklılık gösteren genel politik durumu ve sınıf mücadelesinin keskinliğini dikkate alarak en etkin araçları kullanmasını öneriyordu. Savaşın getireceği ekonomik ve politik krizin kitleleri uyandırmakta ve sermaye sınıfının yönetimine son verilmesinde kullanılması teması ilk defa bir Enternasyonal bildirisinde yer alabilmişti. Stutgart Kongresi sonuçları reformist ve devrimci anlayışlar arasındaki ayrışmayı keskinleştiren bir tarihsel noktadır.

1915’te Zimmerwald kongresine gelindiğinde savaş çoktan başlamış ve II. Enternasyonal içindeki çatlak onarılmaz bir hal almıştı. Zimmerwald kongresi, Bolşevik Devrimi’ne destek verecek olan sol kanadın belirginleşmesi dışında savaşın gidişatına ilişkin anlamlı bir sonuç yaratmadı. 

Ekim Devrimi’nden kalan dersler

Ekim Devrimi, Bolşevik yorumun savaş konusundaki farkını ortaya koyar. Ancak Bolşevik düşünce tarzı, tüm şoven klişeleri tamamıyla göz ardı ederek kayıtsız koşulsuz emperyalist savaşın sonlandırılması ve eski devlet aygıtının imzasını taşıyan tüm gizli anlaşmaların açığa çıkarılmasını sağlayacak siyasi gözü pekliğe erişebilmiştir. Farkı yaratan, teorinin yanılsamasız bir uygulamasını uzlaşmalara girmeden yapabilecek bir siyasi aygıta sahip olmaktır. Güçsüzlük ve örgütsüzlük, her zaman siyasi pratiğe ödünler ve aklileştirmelerle yansır. Savaşlardan yorgun düşmüş ve Çarlığın gericiliği altında yıllar boyunca savaşta ve barışta ezilmiş halkına barış ortamında emeğiyle biçimlenen yeni bir hayat önerisi ile gitmek kadar doğal ve basit ne olabilir? Savaş, burjuva söyleminin kirinin açıkça gözükeceği bir pencere açmış; acı, kitleleri komünistlerin tasarılarını dinleyecek duyarlılığa getirmiştir. Örgütlülük, dinleyecek her ortamda komünizmi dillendirecek kadroları yaratmıştır. Bu çağrıya verilen her yanıtın duyulabilmesi ve kolektif mücadeleye örgütlenmesi esastır.

Savaşılacak savaş, sosyalizmin kurulması ve korunması savaşıdır.

Gerçekliği biçimlendirme zaafları gerçeklik tarafından biçimlendirilmekle sonuçlanır.

İnsan, hedefine yürürken inşa ettiği araçlarıyla insan oldu.

Dipnotlar

  1. Karl Marx ve  Freidrich Engels, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Eriş Yayınları, s. 23.
  2. Rosa Luxemburg, Junius Pamphlet, chapter 3, www.marxist.org 
  3. Bismark tarafından salıverilen 100 bin Fransız savaş tutsağı Paris Komünü’ne boyun eğdirmek için gönderilen kuvvetlerde yer aldılar. 
  4. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Sol Yayınları, s. 35. 
  5. V.I. Lenin, The Defeat of One’s Own Government in the Imperialist War. https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1915/jul/26.htm
    Thiers Fransa’da Louis Bonapart iktidarının yıkılması sonrası kurulan ve Fransa-Prusya barış müzakerelerini yürüten III. Cumhuriyet’in ilk başkanıdır. Paris Komününün bastırılması emrini veren kişidir. 
  6. Şen, Özgür (2007) “Ekim Devrimi ve Enternasyonalizm,” Gelenek, 97. 
  7. Foster,  William Z. Üç Enternasyonelin Tarihi,  Yazılama, s. 97. 
  8. Karl Marx, Kugelmann’a Mektuplar, Köz Yayınları , s. 158. 
  9. V.I. Lenin, Komün Dersleri, Sol Yayınları, s. 49. 
  10. Duclos, Jacques, Birinci Enternasyonal, Öncü Yayınları, s. 211. 
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×