Türkiye Sosyalist Hareketi İçinde Hikmet Kıvılcımlı’nın Yaşamı ve Mücadelesi

Türk sosyalist hareketinin ülke ve dünya nesnelliği gözönünde bulundurulduğunda, çok zorlu bir dönemden geçtiği bilinen bir gerçek. Bu bir geçiş süreci, önemli güçlükler, sarsıntılar bizi bekliyor. Bir başka deyişle, atlatılması hiç de kolay olmayan, ama imkansız da olmayan bir süreç içindeyiz. Bu süreci atlatmak; nesnelliğin rüzgarına kapılmadan, özne olarak (teorik politik bir güç) nesnelliğe yapılacak müdahalenin niteliğine ve bu olumsuz dönemin sonunda ayakta kalabilmeye bağlı. Çünkü, ancak ayakta kalabilenler sosyalizme prestij kazandıracak ve geleceği belirleyeceklerdir.

Evet, önümüzdeki yıllar biz sosyalistlerin, Türkiye ve dünyada sosyalizmin kaybolan prestijini yeniden kazandırmak için mücadele edeceğimiz yıllar olacak.

Bunu yaparken önem vermemiz gereken birçok şey var, özellikle tarihin tekerrür etmemesi için üzerimize düşen çok şey var olmalı. Üzerinde önemle durulması gereken şeylerden birisi de tarihe bakışımız olacak. Tarihe tepkiselliklerden uzak bakmak ve ders çıkarmak önemli olacaktır. Geçmişin anlaşılması, bugünün ve geleceğin de daha iyi anlaşılmasını sağlar. “Tarihsel süreç süreklidir; bugünün geleceğe nasıl yansıyabileceğini bilmezsek geçmişin bugüne nasıl dönüştüğünü hiç anlayamayız.”1

… Bu yazıda, Türkiye sosyalist hareketinin önemli ve özgün kimliklerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve mücadelesi incelenecek, bu eski tüfek sosyalistin düşünce ve mücadelesinin, bugünün Türkiyesi’nde bulduğu soluk miras nedir; etkilediği çevreler ve etkinlikleri hangi zemine oturmaktadır gibi sorulara yanıt aranacaktır.

MÜCADELEDE İLK YILLAR

Türkiye komünist hareketinin en çok hapis yatmış düşünce ve eylem adamlarından Hikmet Kıvılcımlı’nın sosyalizmle tanışması, tıp öğrenciliği sırasında Kurtuluş ve Aydınlık dergileri aracılığıyla olmuştur. Kıvılcımlı’nın Aydınlık’ta imzalı bir yazısı olmasa da, derginin son gençlik yazısını onun yazdığı söylenmektedir. Aydınlık dergisi, 1921’de dergileri kapanan Kurtuluş grubunun İstanbul’da çıkardığı bir dergiydi. (Gizli TKP’nin legal partisi olduğu söylenen TİÇSF’nın legal bir yayını olduğu söylenmekte. Bkn. ayrıntılı bilgi için Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar-I 1908-1925)

Türkiye sosyalist hareketinin kendisine bulduğu üç kaynaktan (Anadolu, Rusya ve Almanya), Almanya kanadı içinde mücadeleye başlayan Kıvılcımlı, 1925’lere kadar Ankara Hükümetinin (Kemalist İktidarın ) sınıf temelini kavrayamamış bir sol grubun içinde bulunuyordu. Gerçekten de, Aydınlık çevresinin yaptığı kapitalizmin gelişmesi için ulusal burjuvaziyi desteklemek ve işçi sınıf kavgaları için uygun zemin oluşturmaya çalışmaktı. Aydınlık çevresinin bu politikasını tümüyle nesnelliğe bağlamak mümkün tabii! (1924′ de Komintern’in 5. Kongresinde bu politikası çok eleştirilen Aydınlık, bir yıl sonra da “aman Kemalist iktidara arka çıkın” diye uyarılıyor) Ancak, bu politik tutumun Türkiye Sosyalist Hareketi üzerinde çok uzun yıllar süren etkileri gözönüne alındığında ve bırakılan mirasın ne olup olmadığı soruları sorulduğunda, Türkiye’nin ilk sosyalistlerine kızmadan edemiyorum. Evet saygı duymak gerekiyor ancak eleştiriyi dışlayarak değil.

Tarih içinde sosyalistlerin nesnelliği zorlamadan ileri adım attıkları görülmemiştir.

Nesnelliğin peşine takılanlara dersini yine değişen koşullarıyla nesnellik verecektir.

Kıvılcımlı’nın sosyalizmle tanıştığı atmosferin niteliğine kısaca değindikten sonra tekrar onun mücadelesine dönebiliriz.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı 1 Ocak 1925’te, TKP’nin 2. Kongresi’ne, Aydınlık grubundan delege olarak katılıyor. Ve 1925 Şubatı’nın ortalarında başlayan Şeyh Sait önderliğindeki Kürt ayaklanması nedeniyle çıkartılan Takrir-i Sükun Kanunu’na dayanılarak Anadolu’daki düzen dışı tüm unsurların bastırıldığı 1925 Mayıs tevkifatında 10 yıl kürek cezasına çarptırılıyor. Bir yıl sonra af yasası ile çıkıyor.

1925 Mayıs tevkifatından sonra, 1926 Mayıs’ında Viyana’da yapılan TKP Konferansı’nda genel sekreterliğe getirilen Vedat Nedim Tör’ün ihanetiyle gerçekleştirilen ve TKP’ne en ağır hasar veren tevkifatlardan birisi olan 1927 Tevkifatı geliyor. Tutuklanmadan önce, Türkiye Genç Komünistler Federasyonu Reisi sıfatıyla parti içindeki çalışmalarına devam eden Hikmet Kıvılcımlı, yer altında Alev ve Bolşevik adlı dergileri çıkarmaktaydı. Bu tevkifatta da 3 ay hapse mahkum oldu.

1927 Tevkifatı’ndan sonra; Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya partiden uzaklaştırılmış, Elektrikçi Nuri ve Salih Hacıoğlu Sovyetler Birliği’ne gitmişlerdi. Yeni merkez komitesi şu kimselerden meydana gelmişti: Laz İsmail (Maral), Sarı Mustafa (Börklüce), Hüsamettin Özdoğu, Nazım Hikmet, Hamdi Şamilof, Modelci Kerim Soyka ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı.

Nazım Hikmet, “Memleketim’den İnsan Manzaraları” adlı eserinde bu zorlu yılları anlatmıştır. Kahramanlarının büyük bir bölümünü aynı zamanda arkadaşları olan siyasi kimlikler oluşturmuştur. Bunlardan “Mahkum Halil”, Kıvılcımlı’dan izler taşımaktadır. Muhtemelen Dr. Hikmet’i anlatan dizeler aşağıda aktarılmıştır. (Ayrıntılı bilgi için Emin Karaca’nın “Nazım Hikmet’in Şiirinde GİZLİ TARİH” adlı çalışması okunabilir)

“Evinin her basılışında

aynı rahatlıkla açtı kapıyı

Ve müdüriyette her kalkışında sopanın altında

(yanaklarında parçalanmış gözlüğü

ve tabanlarında ayıpladığı bir sızı)

yüreğinde fakat

hiçbir şey söylememiş

hiç kimseyi ele vermemiş olmanın rahatlığı

aynı rahatlık

Ve galiba üçüncü girişinde İstanbul Cezaevine aynı rahatlıkla yattı açlık grevine

arkadaşlarla beraber ve tayınları yastık yaptılar ayaklarında pranga

ve ıslak çimentoya uzandılar yarı çıplak.

Ve Şark’ta

akrepleri toprak koğuşları karpuzlarıyla

ünlü hapishanede

Halil’in üstüne uşaklarını saldırdı Kürt beyleri ve beline inen odunla devrilmeden önce Halil

aynı rahatlıkla yardı üçünün kafasını”2

1929 Tevkifatı’ndaki sorgulamalarda birbirini suçlamaya dek giden ifadelere rastlanmaktadır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı ise, gerçekten bir komüniste yakışacak nitelikte ifade vermiş, ağır işkencelere karşın direnerek, ne partili olduğunu ne de pratikteki mücadelesini kabul etmiştir. Yargılaması sonunda cezası okunduğunda, “bu kadar süre kızıl bir profesör olmak için yeterli bir zamandır” dediği rivayet edilmektedir. Elazığ cezaevinde geçirdiği hapislik sürecinde de boş durmamış ve bir komünistin koşullar ne olursa olsun her zaman yapacağı bir şeyler olduğunu kanıtlarcasına teorik ürünler vermiştir. Mücadele arkadaşlarından Kerim Korcan anılarında, Dr. Hikmet’den şöyle söz etmektedir; “O Elazığ Hapishanesinde ne zamandır cezasını dolduruyor, melodik bir yöntemle okuyor, yazıyor, arkadaşlarına ekonomi politik dersleri veriyordu. Zamanla idarenin dikkatini çekmişti bu dimdik yürüyen kesinlikle boyun eğmeyen adam. İyi ama onu içeriye atmaktan maksat güya ıslah etmek, zorla da olsa mutlu azınlığın arasına katmak değil miydi? Ne yorulmaz yılmaz bir güçtü bu, halbuki o mahpus hayatını bir kılıç gibi bilenmek, bilinçlenmek, bunu cömertçe çevresine yaymakla kendini görevli sayıyordu.” 3

Evet, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın belki en çok üzerinde durulması gereken çalışması; YOL’dur. Bu TKP Merkez Komitesi’ne tartışılması için sunulan ve özü itibarı ile TKP’yi leninist bir zemine çekme çabasıydı. Partili mücadelede kendi kendini eleştirme ve denetleme mekanizmasının gerekliliğine dikkat çekmesi eserin en önemli özelliğiydi. Ancak TKP Merkez Komitesi bu eseri tartışma platformu yapmak yerine hasıraltı etti.

Kıvılcımlı’nın 1930’lu yıllardaki bu çıkışını bolşevikçe bir karşı çıkış olarak yorumlamak mümkün belki. TKP’nin Eleştirel Tarihi Yol’da, sosyalizmle tanıştığı Kurtuluş ve Aydınlık çevrelerini sert bir dille eleştiriyor. “Kurtuluş, edebi bir tenkit mecmuasıydı, marksizme özeniyordu. Aydınlık marksist bir tenkit mecmuasıydı, edebiyattan yakayı kurtaramamıştı.” 4 Özellikle Şevket Süreyya, Vedat Nedim Tör ve Sadrettin Celal ve diğer partilileri eleştiriyor. Aydınlık bakış açısını “anti emperyalizm eşittir kapitalizme tapınma” olarak suçluyor. Aydınlıkçıları sınıfsal bakmamakla ve burjuvazinin emrinde hareket etmekle suçluyor.

Altı doldurulmuş ve haklı bir suçlama. “Burjuvazinin hep istediği şey, gerçek sosyalistlik yerine sosyal demokratlık veya Troçkistliktir. Kuyrukçular da aynı şeyi istediler.” Kıvılcımlı 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal’e ve kemalist ideolojiye en sert eleştirileri getiren aydın konumunda. Bu yıllarda Kıvılcımlı’nın dikkate alınmamış olması, önaçıcı, ileri, adım atıcı niteliklere sahip düşüncelerinin üzerinde durulmamış olması, belki de kemalizmle hesaplaşma denilen süreklileşmiş görevi bugüne kadar getirmiştir. Belki de Kıvılcımlı’nın bolşevikçe diye nitelendirdiğimiz çıkışı, tavrı, yıllar sonra bu yüzden menşevikliğe dönüşmüştür.”Kadro’nun bütünlüklü bir kemalist ideoloji yaratma işine girmesi ve bunda başarılı olması H. Kıvılcımlı’yı sola iterken, 1960 sonrası MDD’nin eklektik Kemalizm savunusu bu sefer sağa savurmuştur.” 5

Dr. Hikmet, 1929 Tevkifatı’nda aldığı cezasının bitimine az kala, Cumhuriyetin 10. yılı dolayısıyla çıkartılan afla 1933 yılı Ekimi’nde hapisten çıkıyor. Bu yıllarda ülkenin yayın hayatı oldukça canlılık kazanmıştı. 1932’den beri çıkmaya başlayan KADRO, kemalist ideolojiyi benimseyen dönek TKP’lilerce çıkartılıyor ve kemalist ideoloji oturtulmaya çalışılıyordu. Bir yandan da, çeşitli yayınevleri kuruluyor, marksist klasikler çevrilip yayınlanıyordu. Dr. Hikmet hapisten çıktıktan sonra, Marksizmin Bibliyoteği Yayınevini kuruyor. Bibliyoteğin yayın kurulunda; o dönem TKP-MK’sında bulunan Hasan Ali Ediz ve Eczacı Vasıf da bulunmaktaydı. Kıvılcımlı’nın bu yayınevini kurması kendi deyimine göre; “içeride kurallarını hazırladığı (….) strateji planına uygun legalite taktiği uygulayarak”, partiye bir çığır açmanın yollarını aramaktı. İşte Kıvılcımlı, yine kesinlikle yılgınlığa düşmeden, inatla mücadelenin devamı ve partisinin geleceği için kolları sıvamıştı. Kıvılcımlı hem “Marksizmin Bibliyoteği” yayınevi adı altında, hem de bu yayınevine bağlı “Emekçi Kütüphanesi” ve günün meseleleri adları altında telif ve tercüme kitap yayınına geçti. Bu yayın faaliyetleri ile marksist düşüncenin klasiklerini Türkçe’ye kazandırırken, bir taraftan da ülke sorunlarını araştırmaktadır.

1936 yılı sonlarında Hasan Ali Ediz ve Eczacı Vasıf’ın Komünist ideolojiyi terketmeleri üzerine, yayınlarını Fatma Nudiye (Yalçı) ile sürdürdü. 1934-1937 yılları arasında bir yandan yayınları ile ilgili, bir yandan da yeraltındaki faaliyetlerinden dolayı işkenceli tutuklamalara uğradı.

1930-1938 yılları tek parti döneminin (kemalist ideolojinin) baskılarına rağmen nispeten legalite kanallarının zorlandığı (daha çok kültürel ağırlıklı), bir anlamda yıllarca yeraltında bulunan TKP’nin atılım yıllarıydı. Parti bu dönemde ordu içinde de örgütsel çalışmalara yönelmişti. Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı ve Kerim Sadi’nin sürdürdüğü yayın faaliyetleri ile özellikle ordu ve bahriye içinde genç kuşakları etkilemekteydiler. Derken 1938’in başlarında ,tarihe Harpokulu ve Donanma davaları olarak geçen tevkifatlar geliyor. Bu iki davada da amaç ordu içindeki sol unsurların temizlenmesiydi.

Kara Harp Okulu Davası’nda Nazım Hikmet dışında 22 askeri öğrenci ile 7 sivil, toplam 29 kişi yargılanır. Yargılananlardan bir bölümü ağır hapse mahkum olur, Nazım Hikmet bu davada 15 yıl ağır hapis cezası alır.

Donanma davasında ilk gözaltına alınan kişi, 30 Nisan 1938 günü Kerim Korcan’dır. 1938’in Haziranı’nda ise Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın da içinde bulunduğu kalabalık bir grup tutuklanır. İçlerinde Kemal Tahir, Fatma Nudiye Yalçı, Hamdi Alev Şamilof, Emine Alev Şamilof da bulunmaktadır. Bütün tutuklular Erkin Gemisi’nde kurulan askeri bir mahkemede yargılanırlar. İddia, Harp Okulu Davası’nda olduğu gibi “askeri öğrencileri itaatsizliğe teşvik etmek”tir. Yargılama sonucunda 27 kişi içinde en ağır cezaya çarptırılanlar; Nazım Hikmet (20 yıl), Hamdi Alev Şamilof, Nuri Tahir (18 yıl), Mehmet Ali Kanton, Kemal Tahir, Hikmet Kıvılcımlı, Haydar Korcan (15 yıl), Fatma Nudiye Yalçı, Kerim Korcan ve Seyfi Tekdilek (10’ar yıl) oldu.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 12 yıl sonra 1950 yazında ilan edilen af ile hapisten çıkıyor.

Bu hapislik sürecinde de, Tarih Tezi, Osmanlı Toplum Yapısı ve İslam Tarihi üzerine çalışmalar yapıyor.

VATAN PARTİSİ DÖNEMİ

Hikmet Kıvılcımlı 1950 yılında, 12 yıllık tutsaklıktan sonra, direngenliğinden birşey kaybetmemiş ve bir an önce devrimci pratiğe girme isteği ile dolu olarak hapisten çıkar. Bir komünistin içerde de dışarda da, kısacası her nesnellikle yapacağı birşeyler vardır olmalıdır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı bu yönüyle (verilen ürünlerin niteliği ve bugüne ne bıraktığı tartışılmadan) Türk Sol tarihi içinde özgün bir yere oturan ender komünistlerdendir. Onun bu yönünü hiçbir “eleştirel” yaklaşım unutturamaz.

Kıvılcımlı ilk önce partisi ile temasa geçmeye çalışır. Bundan olumlu bir sonuç alamaz, birkaç yılı bu şekilde geçer. Bu noktada ise, TKP’nin bir örgüt olarak Kıvılcımlı’nın ve diğer sosyalistlerin yeteneklerini ne derece yönlendirici, değerlendirici bir rol oynadığı görülmektedir. Bu farklı bir yazının konusudur. Ancak Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ilk dönemlerdeki nitel sıçramalarının devam etmemesinin, aksine çok sığ politikalara hapsolmasının TKP’nin örgüt yapısı ile de bağlantısı olduğu burada söylenebilir.

Kıvılcımlı için artık kavgaya atılmanın zamanıdır. Dr. Hikmet’in hapisteyken stratejisini çizdiği mücadelenin, kendi deyimine göre, halk katında denenmesi gerekiyordu. Yoksa yeni fikirlerin bir anlamı yoktu. Bu heyecanla daha fazla beklemeyip 29 Ekim 1954’de İstanbul’da Vatan Partisi’ni kurdu. Vatan Partisi’nin kurucuları; S. Kayaoğulları, Hüseyin Kazancı, İ. Savgat, Osman Serçen, H. Kıvılcımlı, İ. Kayaoğulları, Ahmet Cansızoğlu idi. Parti’nin Genel Başkanı Hikmet Kıvılcımlı oldu.

Vatan Partisi İstanbul Merkez ve 6 ilçesi dışında sadece İzmir il örgülünü kurdu. Samsun, Konya Ereğlisi, Adapazarı ve Trakya Bölgesi’nde de ilişkiler kuruldu.

Demokrat Parti döneminin bütün olumsuzluk ve baskılarına karşın partili mücadeleyi zorlamak ve uygulamaya geçirmek takdir edilecek bir tavır (biçimsel olarak bakıldığında); ancak, burada partinin programı, ideolojik hattı (özellikle sosyalizm projesini önüne koyan bir parti için) çok fazla önem kazanıyor. Yazının devamında Vatan Partisi’nin programının taşıdığı özelliklere değinilecek. Bu önemli, çünkü Dr. Hikmet gibi yaşamını devrimci mücadeleye adamış inaçlı direngen bir komünistin nasıl olup da nesnelliği zorlamak adına aynı nesnelliğin güncel politikanın sağa itici unsurlarına kapılıp kaldığını görmemize yardımcı olacak. Evet, özne sağlıklı değilse nesnellikle doğru ve yerinde ilişki kurulamıyor ve mücadele sağa kayıyor.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın bu dönemde yayınladığı kitaplardan birisi olan Kuvva-i Milliyeciliğimiz’de (Gerekçe), Vatan Partisi’nin hedefi şöyle anlatılıyordu: “Neden vatanımızı yükseltmek için işçi kanadını başa geçirmek istiyoruz? İşçi deyince o da halkın bir parçasıdır. Halk yığını içine işçilerde girer. Biz, bu geniş halk tabakalarından hiçbirisini ötekisinden ayırdetmeye taraftar değiliz. Çünkü öyle bir ayrılık yalnız memleket düşmanlarına karşı tehlikeli bir gedik açmakla kalmaz, bilhassa, Kuvva-yı Milliye harekeline şiddetle muhtaç bulunan yurdumuzda gönüllü elbirliğiyle yapmaları şart olan halk yığınlarının hayırlı teşebbüs ve emeklerini de dağıtmak ve israf etmek olur. Münevver, esnaf, köylü, amele, işçi İlah vatandaşlar hep birden milli bir iman ve feragatle 30 yıl evveli kuvva-yı milliyecilik ruhunu diriltebilir ve yaşatabilirse vatanımızın kısa yoldan cennete dönmesi mümkündür. Onun için, biz vatan kartalımızın işçi kanadı ile yükselebileceğini düşünürken, bu kartalın dimağı yerindeki münevverleri gövdesi yerindeki çalışkan köylüleri ve esnafı aynı vücuttan sayarız. Ancak: Öncü dava işçi davasıdır. İçtimai harekette baş çeken işçi olmalıdır diyoruz. Bunun ilim hakikatleri bakımından sebebi şu: Madem cemiyetin ana çarkları sermaye münasebetleri ile döner; bu münasebetleri doğrudan doğruya ve bilhassa temsil eden iki kutup: işverenlerle işçilerdir.” 6

Şimdi Vatan Partisi’nin programına göz atalım.

Programın özünde, Türkiye’de henüz tamamlanmadığına inanılan demokratik devrimin gerçekleştirilmesi amacının yattığını açıkça görürüz. Gaye ve konusu, tüzüğünde şu ana maddeler halinde açıklanmıştır:

a)- Devleti milletten üstün değil, milleti devletten üstün tutan gerçek hürriyeti fiilen kurmak ve anti demokratik kanunları ayıklamak.

b)- Müzmin işsizlik ile azgın hayat pahası kanser haline gelmiştir. Bunları kökten kazımak için 2. kuvva-yı milliye seferberliğine gerek vardır. Bu iktisadi seferberliğimizi atom dahil en son sistem ağır sanayi temeline dayandırmak.

c)- Milli istihsal mücadelemizin para maddesini ne sadakayla ne zorla ancak ucuz devlet ve şuurlu ticaret yolu ile sağlamak.

d)- Bu mübarek iktisadi kuvva-yı milliye seferberliğimizin güdücü ruhunu, başta işçi sınıfımız gelmek üzere cahil alim köylü şehirli… Bütün değer yaratan iyi niyetli vatandaşların tamamıyla serbest teşebbüs teşkilat kontrollarında bulmak; ve bu

emelle bütün organlarda bilfiil müstahsilleri çoğunlukla görmek, yarımız olan kadını ön safta bulmak gençliğe sonsuz inanmak.()7

Görüldüğü gibi programda vurgulanan en önemli hedefler demokrasi, hürriyet, köylülük, sanayi sorunları vb… olmuştur. Oysa, bu sorunların çözümünü hedeflemek herhangi bir düzen partisinin de programında bulunabilen şeylerdir. O zaman aradaki fark ne olacaktır? Güçlü bir ideolojik hat olmazsa burjuvazinin kullandığı söylemi, motifleri biz sosyalistler de kullanırsak, gerçekten kitlelere ideolojik ve politik olarak nasıl alternatif olacağız?

Vatan Partisi böyle bir program ile Kıvılcımlı’nın 1930’larda acımasızca eleştirdiği ve eleştirilerinde de haklı olduğu Kemalizmin kucağına düşmüştür. “Öncü dava işçi davasıdır” derken, konulan hedeflerin bu davaya nasıl hizmet edeceği gözardı edilmiştir. Nitekim Kıvılcımlı, 1960’lı yıllarda kendisi de Vatan Partisi Programı için “bir sınıf hareketine yol göstermeyi değil, ilerici bir hükümete faaliyet planı olmayı misyon edinmiştir” demiştir.

Parti’nin yayın organı olarak Vatandaş Gazetesi çıkarılıyor; o da ancak 3-4 sayı dayanıyor.

Vatan Partisi 1957 erken genel seçimlerine katıldı. Çeşitli mitingler düzenlendi. Bu mitinglerde; özellikle de Eyüp Mitingi’nde; son hapislik yıllarındaki inceleme ve araştırmalarına konu olan Osmanlı ve İslam Tarihi çalışmalarının etkisiyle, dini devrimci mücadeleye yar etmeye çalışıyor. Ancak, bu kadar popülist ve sağ bir söylem bile Vatan Partisi’nin etkinliğini arttıramıyor. 1957 yılının son günü Demokrat Parti yöneticilerinin dikkatlerini üzerine çeken parti kapatılıyor. Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve 38 parti yöneticisi tutuklanıyor. Kıvılcımlı bu tutuklanma sonucunda da 25 yıl hapis cezası alıyor, ağır işkencelere maruz kalıyor. Kıvılcımlı 25 yıl sonra beraat ediyor (!), parti de aklanıyor.

VE 27 MAYIS: BİR DÖNÜM NOKTASI

Evet, 27 mayıs ve sonrası süreç, Türk Sol Tarihi açısından en önemli tarih kesitlerinden birisi, 61-71 dönemi olarak da vurgulanan dönem Türk Solunun kendi içinde oldukça yoğun tartışmalara aranışlara girdiği bir dönem. Özellikle Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim tezlerinin tartışıldığı 40 yıllık TKP geleneğinden ideolojik ve örgütsel olarak kopuşu deneyen kadrolarla, eskiyi yeniden keşfetmeye çalışan kadroların sahnede olduğu bir dönemdi.

“1961’le birlikte, dünyadaki gelişmelerin ışığında Türkiye’de en güçlü ‘el’e sahip olan Kemalizmin ayrışması sonucu düşünce tortularıyla marksizme yönelenler ile 27 Mayıs’ın etkisiyle kemalizm ilgileri depreşen marksistlerin oluşturduğu bloktur.” 8

Bu mozaik içinde, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın 27 Mayıs’a ilişkin yorumlarına baktığımızda; Dr.’un mücadeleyi sürdürebilmek adına kompleksli sınıfsallıktan uzak oldukça sığ çözümlemeler yaptığını görüyoruz. Kişiliğine ve mücadeleciliğine yakışmayacak tavırlar alıyor:

Kıvılcımlı, “Ulu görevliler eğer Türk milletini önlerinde yuvarlak bir bilmece bulmaca gibi görmeyip de, oradaki sosyal sınıf münasebetlerini olduğu gibi kavrayabilselerdi: tutacakları yanı daha ilk adımı atarken bilirler ve o yana yönelirlerdi.” 9

Kıvılcımlı’ya göre; Vatan Partisi’nin program ve tüzüğü 1954’den beri hazırdır. Milli Birlik Komitesi’nin görmesi gerekenin bu olduğunu vurguluyordu. Hiç vakit kaybetmeden 28 Mayıs 1960 tarihinde bir telgraf çekiyor, bu telgrafı aynı nitelikte mektuplar izliyor. Telgraf metni aşağıdadır:

MBK Başkanı ve TC Devlet ve Hükümet Başkanı,

Sayın Orgeneral Cemal Gürsel,

Tarihimizde daima kuvvetle çarpan kalbimizin, yiğit ordumuzun kötülüğe başeğdirişini huşula selamlarım. İkinci Kuvva-i Milliye Gazanız kutlu olsun. Gerçek demokraside Allah yanıltmasın.

Vatan Paıtisi Genel Başkanı

Dr. Hikmet Kıvılcımlı”

(Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 2. Kııvvay-ı Milliyeciliğimiz İstanbul sunuş yazısı)

10 Temmuz’da, ikinci mektubu ile birlikte Gerekçe Program tüzük ile tekliflerini de belirtir. (MBK’ne ) Ancak itibar görmez.

Şimdi konuyla ilgili olarak yukarıda bahsettiğimiz Türk soluna yeni bir çıkış ideolojik ve örgütsel bir yön vermeye çalışan TİP içindeki marksist aydınların, zinde güçlere ilişkin yorumlarına bakmak gerekiyor.

İçinde Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın da bulunduğu ve özü MDD tezinin bakış açısı olan sol cuntadan ilericilik, devrimcilik beklentisine karşın 1963 yılında Behice Boran şunları söylüyor:

“Kestirme yol taraftarlarına göre, bir kere iktidar ele geçirildikten sonra halk yararına işler görerek halkın desteği kazanılır, iktidar halka dayandırılmış olur.(….) İyi niyetli, namuslu, bilgili, vatansever, aydın bir kadronun işbaşına geçtiğini bir an için varsayalım. Böyle bir kadro, kendi kuvvetiyle iktidarı alamayacağına göre iktidarı kuvvete dayanarak ele alanlar, bu kadroyu işbaşına çağıracaklar demektir. İlk soru çağırırlar mı? Çağırmaları sadece bir ihtimal, zorunluluk değildir. Çağırsalar tam yetki verirler mi? Verseler gerçek kuvveti elinde tutanlar her an müdahale etmek imkanına sahip değiller midir? İktidarı bütün rizikoları göze alarak ele geçilmeyi başaran kuvvetlerin elbette kendilerine göre görüşleri tutumları olacaktır.” 10

Evet, Türk Solunun Kemalizm ile bağını koparamadığı aşamacı, önce Milli Demokratik Devrim sonra sosyalizm diyen MDD’ciler ile marksizme inandıklarını söyleyen ama yine de kemalist bakmaktan kendilerini alamayan Doğan Avcıoğlu-Yön çevresinin yanında, Behice Boran’ın bakışının daha gerçekçi ve sınıfsal olduğunu söylemek mümkün.

Dr. Hikmet, daha da ileri giderek, 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi’nde şunları söylüyor:

“Sosyalizm, Batı için ne kadar kaçınılmaz bir zaruretse, Türkiye için o kadar fikir gümrüğünden konfeksiyon mal, hazır elbise kaçırmak, kafamızı gövdemizden apayrı çalıştırarak beynimizi çok alışkın bulunduğumuz düşünce tembelliğiyle katılaştırmak taşlaştırmak oluyor.”

Dr. Hikmet’in sınıfsal bakış açısından iyice uzaklaştığını görüyoruz. Dönemin TİP’ini ve Yön hareketini aynı kefeye koyarak şöyle eleştiriyor:

“ABA’cı TİP yöneticilerinin ciğerlerinin kaç para ettiği daha ilk TİP’e takılan Aydın Kelle’nin ilk bildirisinde sırıttı. Onlar kendilerini Kadrocuvari ve Yönvari ‘sorumlu’ aydınlar gibi öne sürüyorlardı. İşçi sınıfını gütmeye adanmış altıkuç bebe nıhiler onlardı. Program düzülüp satışa çıkarılınca bütün foyaları dünyanın en ’emekten yana’ sözleriyle maskelenemeyecek ve silinip ortadan kaldırılamayacak duruma geldi.” 11

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, bu bakış açısı ve değerlendirmeleri ile, haklı olarak solun birçok kesiminden olumsuz eleştiriler alıyor. Yıllarını komünist mücadeleye adamış bir devrimcinin, belki de acelecilikten, artık bekleyememekten dolayı kendisini çok sığ politikalara hapsedip, bunun da teorisini yapması hiç anlaşılır bir şey değil. Çünkü gerçek anlamda devrimcilik, dar pratikçi sığ politikalarla yürütülemeyecek kadar uzun soluklu ve zor bir iştir. Uzun yıllar süren hapis hayatının da bunda etkili olduğuna inanıyorum. Uzun süre devrimci mücadeleden ayrı kalmanın ve nesnelliği bir kenara bırakıp mutlaka birşeyler yapma isteğinin, istek ne kadar samimi de olsa sağa itici, geriletici etkiler yaptığı açık. Çünkü nesnellik önemli ama, onu ancak ideolojik ve politik bir güce sahip, kitlelere sosyalizm alternatifini sunabilen ve burjuva partilerinden ayrılığını ortaya koyabilen tutarlı bir parti zorlayabilir. Büyük devrimci Dr. Hikmet Kıvılcımlı bunu bilmiyormuş gibi davranıyor.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, mücadeleciliği ile Türk sosyalistlerine örnek olabilecek bir kişilik ancak;

“Güzel olmak için mücadele etmenin zorunlu olduğuna inanıyorum. Ama mücadeleciliği güzelliğin yeterli koşulu saymak mümkün olmuyor. Türkiye’de pek çok ölçüt açısından mücadeleci sayılabilecek ama pek de güzel sayılmayacak çok insan var. Geçmişe dönülüp Şefik Hüsnü’ye bakılabilir. Mücadeleci olduğu tartışılmaz. Ama, nedense hep yalnız kalıyor. Çevresinde sürekli tepki ve anti-pati yaratıyor. Mücadeleci Hüsnü’yü güzel bulmak çok güç oluyor. Benzeri sanıyorum Hikmet Kıvılcımlı için de söylenebilir. Türkiye’de, solun en mücadeleci insanları mücadele çizgilerini besleyecek yeterli katılım bulamadıkları için ve o oranda kendi kendilerine karşı mücadele eden insanlara dönüşüyorlar.” 12

BİR ÖZGÜNLÜK İDDİASI: İSLAM VE OSMANLI ÜZERİNE TEZLER

(TARİH DEVRİM SOSYALİZM)

Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 1965 yılında “Tarihsel Maddecilik Yayınları”nı kurdu. İlk ve en önemli tarih çalışması Tarih – Devrim – Sosyalizm adlı kitabını bu yayınevinden yayınladı. Kıvılcımlı’nın bu kitabı, uzun hapislik yıllarında Osmanlı ve İslam Tarihi üzerine yaptığı çalışmaların bir sonucuydu.

Doğrusu din ile sosyalizm arasında nasıl olup da bağlantı kurulduğunu anlamak zor. Ama Kıvılcımlı çıkardığı bu kitapta İslami keşfediyor. Bununla da kalmayıp, Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyalizan unsurlar buluyor. 1957 yılında Vatan Partisi ile erken genel seçimlerine girildiğinde yapılan mitinglerde de, bu çalışmanın içeriği doğrultusunda propaganda yapılmıştı. Yeterli kitlesel destek bulabilmek için bu denli geri bir siyasetin içine düşülmesini anlamak zor.

Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın uzun politik yaşamında kendisi ile çelişen tutumlara tavırlara girdiği görülüyor. Bir zamanlar kıyasıya eleştirdiği, hesaplaştığı kemalizm konusunda da aynı şeyi yaşamıştır.

” Dr., tarih alanında ve her yanıyla kemalist bir çizgide duruyor. Doktor’un tarih savının temeli Türk ordusunun ilerici olduğu ve bunun da dörtyüz çadırla başlayan yiğitlik tarihinin altıyüzyıllık değişmezi olduğu inancıdır. “13

Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasında bir bağ kurulup bunlara ilericilik ve devrimcilik misyonları biçiliyor. Ayrıca, marksist terminolojide ilkel komünal topluma denk düşen barbarlık dönemini sınıfların ve baskının olmadığı bir örgütlenme biçimi olarak tanımlıyor. “Tarihte insancıl güçleri en büyük dirençle savunan kimseler barbar olmuştu. Barbar, ilkel de kalsa, ‘sosyalist’ kamu düzeninin çocuğu idi. Eşitsizlik bilmiyordu. O yüzden yalanı ve korkuyu, kendi toplumu içine sokmayan alabildiğine ülkücü yiğitti.”14 Oysa eşitsizliğin olanaklı olmadığı bir dönemin sosyalist mücadeleye meşruiyet kaynağı olması mümkün değildir.

Dr. Hikmet Osmanlı İmparatorluğunun Yapısını ise, “Osmanlı Tarihinin Maddesi” adlı çalışmasında inceliyor.

“Atalarımız karşı koyan zengin efendileri tepeleyip mallarına el koyuveriyorlardı. Hiç sesini çıkarmayan fakir fukarayı da hoş tutuyorlardı” Atalarımızın dünya malına meyletmediklerini ve bunu da müslüman oldukları için yaptıklarını yazıyor. Büyük bir zorlamayla müslümanlığın sosyalizme dek varan bir sosyal doktrin olduğunu vurguluyor. Kıvılcımlı tarih yazarken özgün olmak iddiasına öylesine takılıyor ki… Özgünlük bulacağım diye kafasını geçmişten çıkaramıyor. ” Tarih yazmak”,(…)”geçmişten kurtulmanın bir yoludur” diye yazıyor Goethe. Oysa Kıvılcımlı değil geçmişten kurtulmak, geleceğe ilişkin olumlu ve rasyonel bir tez üretiminde bile bulunamıyor.

İslam dininin devrimci bir yan taşıdığını iddia eden düşünceleri ile birlikte bir islam düşünürü olan İbn-i Haldun’a Darwinizmin muştulayıcısı, islamın Marx’ı sıfatını yakıştırıyor.

“1960’larda Avrupa Solcusu, Afrika’daki müslüman Arap Ülkelerinin birbiri ardından bağımsızlık elde etmeleri ve bir elinde Marx ve diğer elinde Kuran taşıyan Cezayir’in bağımsızlık lideri genç Bin Bella türünden devrimcilerin ortaya çıkmasından son derece etkileniyor. Fransız Komünist Partisi’nin ve Fransa’nın önde gelen düşünürlerinden Roger Garaudy kabul görmüş otoritesini İslam ve Sosyalizmi birleştirme arayışlarının yolunu açmak için kullanıyor; ‘Sosyalizm ve İslamiyet ‘ kitabını yazıyor.

Garaudynkitabını Kuran’dan yapılan alıntılarla süslüyor ve Dr. Hikmet’den çok önce İbn-i Haldun’u İslamın Marx’’ı olarak niteliyor… Böylece Osmanlı Aydınlarının çok yakından tanıdığı ve bir tevekkül felsefesinin yayıcısı olduğu için de çok etkilendikleri İbn-i Haldun, birdenbire ve 1960 yıllarının başında Fransa’dan bütün azgelişmiş kapitalist ülkelere yayılmaya başlıyor. 15

Yalçın Küçük’ün görüşlerine katılmak mümkün görünüyor. Çünkü, bu dönem Dr.Hikmet Kıvlcımlı dışında sol hareket içinde bir etkinliğe sahip olan Yön hareketi de Garaudy’nin görüşlerinden etkileniyor. Hatta Garaudy’nin eseri “Sosyalizm ve İslamiyet”, Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli tarafından dilimize çevriliyor. Yön’ün tarih çalışmalarının temelini de bu görüşler oluşturuyor. Yön’cüler, Garaudy’nin az gelişmiş müslüman toplumların devrimcilerine yüklediği misyonu üstlenmiş gözüküyorlar. Yön’de İbn-i Haldun’u öven, islamiyet, sosyalizm, ulusçuluk yanında ve Batı karşıtlığı sayılabilecek yazılar yayınlanıyor. Yön’ün ideolojisinin ağır basan yanı ulusçuluk ve anti emperyalizmdir. Sınıfsallıktan uzak bir perspektif ile yeni bir kemalizm yorumundan öteye geçemeyen bir aydın hareketi. Kıvılcımlı için olumsuzluk olan, bu tavır 1960’lı yıllar da sol bloğun büyük bir kesimini etkilemişti. Bu dönemde de dışardan ve eleştirel bakamayan Kıvılcımlı’yı da etkilemiş gözüküyor.

TİP, YÖN VE MDD – 1965 SONRASI

1965 seçimlerinden sonra MDD tezini savunanlar ile Yön’cülerin daha çok yakınlaştıkları görülüyor. Zaten ideolojik ve politik olarak önemli bir ayrılıkları yok.

“İki noktanın altı yine de çizilebilir. Biri, Avcıoğlu’nun hiç “milli burjuvazi” den söz etmemesine, böyle bir kesime misyon yüklememesine karşılık, Çin deneyimini anlatmaktan pek hoşlanan Mihri Belli gündemdeki adım için milli burjuvaziyi doğal müttefik ilan ediyor. İkincisi, ittifaka Avcıoğlu, sınıflardan ziyade “güçleri” katıyor; Belli ise, marksizmle tanışıklığı olduğunu sınıf kavramları ile hatırlıyor.’16

1960’lı yıllarda başlayan ve sola yeni bir kimlik kazandırma arayışları ve bir anlamda da TKP geleneğinden kopuşun simgesi haline gelen TİP’e bu iki sol bloktan eleştiriler gelir. Konu ile ilgili olarak Dr. Hikmet’in bu konudaki görüşlerine değinmek gerekiyor.

Dr. Hikmet, TİP üzerine ilk eleştirilerini 1966 Nisan’ında, bir taşra dergisinde “İşçi Partisi Nedir, Ne Olmalıdır?” adlı yazısında yayınlar. Aynı yıl bu eleştirilerini “Uyarmak İçin Uyanmalı, Uyanmak İçin Uyarmalı -İşçi Partisine Teklifler” adıyla kitapçık olarak Tarihsel Maddecilik Yayınlarından çıkardı.

Kıvılcımlı’nın öneri ve eleştirileri daha çok program ve strateji üzerine değildir. Bunu açıkça söylemiştir. TİP’in henüz kendi iç evrimini geçirdiğine ve eksikliklerine karşın gerçek bir hareketi temsil ettiğine inandığını söyleyerek program ve tüzüğünün şimdilik önemli olmadığını vurgulamıştır. “Bu ilginç bir noktadır, çünkü geleneksel sol içinden gelen bir komünistin bir partiyi değerlendirirken tartışmasız bakacağı şeylerden birisi de, o partinin program ve tüzüğü olması gerekiyorken, dikkatin daha çok pratikteki eksikliklere çekilmesi, belki de Kıvılcımlı’nın kendi geçirdiği evrimle açıklanabilir. Bir devrimci partiye programından hareketle bağlanmak, belli bir yaşa gelmiş ve yoğurdu üfleyerek yiyen Kıvılcımlı’ya sıcak gelmiyor. TİP’e önerdikleri ise ; partililerin kendi kendilerini eleştirebilmelerinin önemini vurguluyor, partinin ilk kurulduğu yıllardaki işçi karakterinden gittikçe uzaklaşmakta olduğunu, aydın partisi olma tehlikesi ile karşı karşıya kalındığını vurgulayıp, bunun bir an önce ortadan kaldırılması gerektiğini belirtiyor.

Partinin kitlelerle bağ kurmasını baz alan diğer öneriler; parti organlarında yarı yarıya işçi değil, tüm organlarda işçilerin egemen kılınmasını, her parti üyesinin bir organda görevli olması gerekliliğini ve “işçi-köylü gönüllüleri” ağının örgütlenmesini öneriyor. (Kıvılcımlı’nın 1954 yılında kurduğu Vatan Partisi kurucuları içinde sadece kendisi işçi değildir.)

Kıvılcımlı ile aynı kuşaktan gelen MDD tezinin savunucusu Mihri Belli’nin TİP üzerine olan tartışmalardaki tutumu, Kıvılcımlı’nın tersine programatik zemindeydi. MDD tezinin savunucularına göre, TİP 1960 sonrası olumluluklardan birisi idi. Ancak Türkiye’de sınıf mücadelelerinde, TİP veya işçi sınıfı değil de, “asker, sivil aydın zümre”nin önemli rol oynama şansına sahip olduğunu savunuyorlardı.

Bu bağlamda, Kıvılcımlı’ nın değerlendirmelerini (önerilerini), iyi niyetli ve yapıcı olmaya çalışan bir tavır olarak almak mümkün olabilir.

Yön’ün kapanmasının ardından ,1967’de Dr. Hikmet Kıvılcımlı “Sosyalist” adlı bağımsız bir dergi çıkarmaya başladı. Derginin başyazarı da kendisi idi. “Sosyalist”, 7. sayıdan sonra yayınını sürdüremedi. Kıvılcımlı 1968 yılı başlarında İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı.

Bu arada MDD tezini savunanlar, 1968’de “Türk Solu” dergisini çıkarmaya başladılar (Mihri Belli önderliğinde), Dr. Hikmet Kıvılcımlı burada yazmaya başladı. Kıvılcımlı’nın Türk Solu’nda yazmasının (61-71 Döneminin sonunda MDD üzerine çıkan eleştirileri gözönünde bulundurulduğunda) nedenini Ergun Aydınoğlu şöyle açıklıyor:

” (…)Türk Solu Şefik Hüsnü geleneğinden TKP’lilerce çıkarılmaktadır. Bu kadro ise Kıvılcımlı’ya TİP liderliğine nazaran çok daha yakın gözükür. O nedenle de teorik değer-lendiımelerini bir kaç yıl boyunca bu çevrenin yayın organlarında yayınlar.” 17

Bu açıklama gerçekçi gözüküyor.

Kıvılcımlı 1968’lerden itibaren bir anlamda Türk Solu’nu teorik olarak etkilemek ve aydınlatmak için; Marx’ın ekonomi teorisinden, Türkiye sınıf yapısına, Osmanlıya ve diğer bir çok konuya ilişkin yazılar yazdı. Bu dönem, daha çok genç kuşaklar üzerinde etkili oldu. “Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Osman Ulagay, Mahir Çayan, Erdoğan Güçbilmez gibi genç yazarların Aydınlık’ta çıkan yazılarında Kıvılcımlı’ya yaptıkları referanslar bu etkinin kanıtı olarak verilebilir.”18

61 – 71 Döneminin sonuna doğru MDD’nin kendi içinde bölünmesi sonucu farklı gruplar birbirlerini eleştirmeye başlıyorlar. Görüşlerinin büyük bir bölümü MDD Tezleri ile örtüşen Kıvılcımlı (örneğin; orduyu “devrimin vurucu gücü ” ilan eden tezleri ) dönemin sonunda MDD savunucularını eleştirenler arasında.

“MDD’cilik ‘Devrim’i Evrim’le, ‘Sosyal Devrim’i Politik Devrim’le, 1930 Finans Kapital Devletçiliğini ‘Sosyalizm’le karıştırıyor ” diyebiliyor.

“Özellikle dönemin sonunda yaygınlaşan bu eleştirilerde sağlıklı yanlar bulmak mümkündür. Ama hiç unutulmamalıdır ki, Kıvılcımlı da ilk ve son çözümlemelerde bir demokratik devrimcidir.

Üstelik (…) kartlarının çok büyük bölümünü orduya oynayacak denli “jöntürk” bir demokratik devrimci. (…) Herşeye karşın Kıvılcımlı’da o dönemde pek rastlanmayan sağlıklı bir yan vardır.” ” İki Taktik’in yazarı Teoride temelin her ülkedeki orijinal ekonomi ve sınıf ilişkileri ‘karakteristiğine’ dayanırsa teori adını alabileceğini ısrarla belirtmişti. Hani Türkiye’deki MDD formülünün karşılığını ve sağlam temelini verecek orijinal ‘Ekonomi ve sınıf ilişkilerinin karakteristiği”19

Evet ,Kıvılcımlı MDD’ye yönelik o dönem ender rastlanacak değerli eleştiriler yapıyor. Ancak, gerek MDD, gerekse TİP’e olan eleştirilerinin öneri veya eksiklikleri giderici yanlar taşıdığı gözlenmesine karşılık, Kıvılcımlı’nın kafasında olan; kendisini eserlerini ve asıl 1954’den beri hazır olan Vatan Partisi Programını kabul ettirme düşüncesiydi.

Kıvılcımlı’nın bu dönemki iç tutarsızlığının oldukça yerinde bir tanımlamasını yine Metin Çulhaoğlu yapıyor: ” 27 Mayıs’ın hemen sonrasındaki Kıvılcımlı’dan daha ileride de olsa görüşlerinde inkar edilemeyecek bir leninist bilgilenme de bulunsa, pratik Kıvılcımlı son çözümlemede bir cuntacıdır. Kıvılcımlı’nın çelişkisi, MDD’yi eleştirirken leninizme, iktidarı düşünürken de MDD ‘ye yanaşmasıdır. () Hikmet Kıvılcımlı pratikteki cuntacılığı, teorideki leninciliğine baskın çıkan bir jakobendir.”20

Kıvılcımlı 1970 yılında, dönemin sorunlarına yönelik olarak çıkardığı “Oportünizm Nedir”, “Halk Savaşının Planları”, “Devrim Zorlaması” kitaplarının yanısıra “Sosyalist” gazetesini yeniden çıkarmaya başladı (bu kez haftalık olarak). 50 yıl gibi bir süre devrimci mücadelenin içinde yer almış bir devrimci olarak birikimini artık genç kuşaklara aktarmak istiyordu. Öyle ki, 1930’lu, 1940’lı yıllarda yazdığı yazıları, eserleri, kimini teksir olarak çoğaltıp dağıtıyor, kimisini de “Sosyalist”de yayınlıyordu. Bu pratiğe yönelik yoğun çalışmalar sonunda, genç kuşak içinde onun mirasına sahip çıkacak “Doktorcular” diye anılan bir grup devrimci oluştu. Bütün mücadele yaşamında hemen hemen hiç destek almamış yalnız bir devrimci olan Kıvılcımlı’nın görüşlerini savunan “Doktorcular”, 1990’ların Türkiyesi’nde de mücadele etmekteler. “1970 sonrası Doktorculuk” olarak yazının devamında ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

12 MART DÖNEMİ

Kıvlcımlı’nın, 27 Mayıs’ta olduğu gibi, Türk ordusunun işçi sınıfına ve politikasına demokratik yollar açabileceğine olan inancı devam etmekteydi. Ancak 12 Mart’ın faşist yüzü ortaya çıkıp sıkıyönetimin ilan edilmesi ve ülkede devrimci avına çıkılmasıyla Kıvılcımlı da diğer devrimciler gibi aranmaya başlandı. Hem uzun zamandır çekmekte olduğu prostat kanserinin yurt dışında yapılacak bir tedavi ile iyileşme umudu, hem de 1938 Donanma Davası benzeri bir tuzağa düşmemek için 1971 Mayıs ayının sonlarına doğru yurt dışına çıktı. Kıbrıs, Lübnan ve Suriye’den Bulgaristan’a ulaştı.

Ancak, 1951 Tevkifatı’ndan sonra yurt dışında örgütlenen dış TKP’nin başında Laz İsmail ve Zeki Baştımar bulunuyordu. TKP yöneticilerinin Kıvılcımlı için TKP’den atıldı iddiaları üzerine doktor, hem Bulgaristan’dan hem de Demokratik Alman Cumhuriyeti’nden kovuluyor. TKP yönetimi, devrimciliğe sığmayan bir zihniyete sosyalist ülkeleri ortak ediyor. En son Yugoslavya’ya geçiyor. Buradan sanığı olduğu 83 sanıklı davaya bakan İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 numaralı Askeri Mahkemesi’ne ülkeye dönüp hesap vereceğini bildiren bir mektup yolluyor. Hastalığının ilerlemesi üzerine mahkeme heyetine “gelemezsem ön sorgum yerine kabul edilsin” diyerek uzun bir mektup daha yolluyor.

Mahkemede gerçekten bulunamıyor…

Bu inançlı devrimci 11 Ekim 197l’de Belgrat Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’nde ölüyor…

12 MART SONRASI VE GÜNÜMÜZDE DOKTORCULUK

Yazının bu bölümünde önce, 12 Mart sonrası Türk Sosyalist Hareketi içinde “Doktorcular” diye anılan ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ nın mirasını devralan grupların mücadele biçimleri, kendi içlerindeki ayrımları ve 1990’lı yıllarda geldikleri nokta eleştirel bir gözle incelenmeye çalışılacaktır.

12 Mart sonrası 1974′ de kurulan ilk yasal sosyalist parti TSİP oluyor. TSİP Türkiye’yi Dünya emperyalist-kapilalist sisteminin bir parçası kabul ediyor, Sovyetler Birliği deneyine (reel sosyalizme) sahip çıkıyor, TKP’yi pasifist olarak nitelendiriyordu. TSİP kurulurken Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşlerini benimseyen bir grup da parti içinde yer alıyor. Ancak, 1976’da bu grup Parti’nin Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşlerinden uzaklaştığı savıyla Parti’den kopuyor. Demir Küçükaydın önderliğinde ve “Kıvılcım” dergisi çevresinden oluşan bu grup, 1975′ de İstanbul’da Emine Kıvılcımlı, Arif Şimşek, Ahmet Bavunoğlu, Ali Tuncalı, Cuma Şaşmaz, Kasım Sönmez, Fevzi Kaya, Sadık Öztürk, Bozan Kara, Mahmut Kaya, Orhan Aydın, Ahmet Cansızoğlu, Vasıf Kandemir, Ayberk Çölok ve Mustafa Aksungur tarafından kurulan Vatan Partisi’ne katılıyor. Vatan Partisi, 1954’de Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın kurduğu aynı adlı partinin tüzük ve programını benimseyen ve bir anlamda eski partinin reorganizasyonu için kurulmuş bir parti idi.

1974’de İstanbul’da Beşiktaş Kongresi ile atılan adım bir anlamda kongrede olmayan diğer grup ve çevreleri (Kıvılcımlı yanlısı) hedefleyen ve onlarla Vatan Partisi Programı temelinde birleşmeyi amaçlıyor. 1976’da TSİP’ ten ayrılan Demir Küçükaydın önderliğindeki grubun partiye katılması bu anlamda bir olumluluktu. Nitekim, 1977’deki kongre Vatan Partisi programını savunan çeşitli grupların biraraya geldiği reorganizasyon kongresi niteliğine sahip oluyor.

Ancak 1978’in son aylarında ülkede sınıf mücadelelerindeki yükseliş parti içinde birtakım sorunların tartışılmasını gündeme getirdi. Bu tartışmaların sonucunda örgütlenme sorunlarından başlayan ve ideolojik zemine de sıçrayan bir bölünme yaşanıyor. Parti’nin fikri önderlerinden Demir Küçükaydın’ın iki aşamalı devrim tezini reddetmesi, faşizme karşı silahlı mücadeleden yana tavır alınması gerekliliğini savunması ve reel sosyalizmin kazanımlarını tartışma konusu yapması bu kopuşu hazırlayan nedenlerdendir. Parti’den Mehmet Özler önderliğinde ayrılanlar SOSYALİST VATAN PARTİSİ’ni kuruyorlar. Demir Küçükaydın grubu daha sonra troçkizme yöneliyor.

1978’deki bu kopuşu şöyle açıklamak mümkün;

Türk Solu, 1978-1980 arasındaki “devrimci durumu” değerlendiremiyor. Kitlesel muhalefetin doruğa ulaştığı yönetenlerin artık yönetemediği bir ortamda; Sol bu muhalefeti yönlendirip yoğuramıyor. Gerek ideolojik, gerekse politik olarak bir güç olup iktidara yöneleceği yerde kendisini dar pratikçi hedeflere endeksliyor.

“Programlar, ideolojik yaklaşım ve tartışmalar bir yana, sosyalist ve devrimci demokratik hareketin bu dönem izlediği eylem çizgisi ve taktikler de aynı yönü gösteriyordu. 12 Eylül öncesinde Türkiye solunun ortak bir özelliği, alternatif bir toplumsal düzeni savunan, bütünsel bir dünya görüşüyle, pozitif program ve taktiklerle ortaya çıkamamasıydı. Toplumsal güçlerin hızla karşı uçlara doğru kutuplaşlığı, mücadelenin sert biçimler aldığı bir tarih anında erke ve yönetmeye kararlıca talip olamamak kavganın hedeflerini belirsizleştiren çok önemli bir eksiklikti. Buna, bir çeşit kimlik bunalımı da denilebilir. Devrimci hareketin kendini karşı olduğu şeylere referans vererek tanımlaması, savunmacı, edilgen ve olumsuz bir varoluş biçimiydi.” 21

Evet, 1960 ‘lı yıllardaki kimlik arayışlarının devamı, birtakım tartışmaların hala bitmemiş olmasından, bir anlamda tartışılan konularda netlik sağlanamamış olduğundan, 70’li yıllarda Türk solunda yaşanan kriz 1978 – 1980 yılları arasında birçok örgütün bölünmesiyle de kendisini göstermiştir. (Örneğin; Dev- Yol, Dev-Sol ayrılığı, TİP’in Sosyalist İktidar’ın kopuşu, TSİP’in bölünüp TKP-B’nin ayrı bir parti olarak çıkması, TKP’nin resmi TKP ve TKP/İşçinin Sesi olarak ikiye ayrılması hep bu dönemde olmuştur.)

1990’LI YILLAR

Bugünün Türkiyesi’nde, yani 1990’lı yıllarda, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın mirasına sahip çıktıklarını söyleyen, onun teorik önderliğini benimseyen çevrelere, bilebildiğimiz kadarıyla, görüşlerine, mücadele biçimlerine kısaca bir göz atalım.

Demir Küçükaydın’ın önderliğindeki, trotskizme kayan çevre, Kıvılcımlı’nın özellikle Tarih Tezini benimsiyor ve gelecek kuşak devrimcilerine Kıvılcımlı’dan kalan en büyük mirasın bu tarih çalışmaları olduğunu savunuyor. Bir anlamda Kıvılcımlı’nın politik mücadelelerini miras dışı tutuyor. Demir Küçükaydın şöyle diyor:

“Kıvılcımlı’nın politik tavır alışları, tarih tezinin ya da metodolojik katkılarının mantıki bir sonucu değildir. Hele kimilerinin iddia ettiği gibi, o politikalara teorik bir zemin bulma çabası hiç değildir. Öyle olsaydı, bilime bilimdışı kaygılarla yaklaştığı için “Alçak” diye nitelenmesi gerekirdi. Kıvılcımlı’nın tarih ve metodoloji alanlarındaki katkılarıyla ve bunların gerçekten devrimci özüyle politik tavırları arasında daima bir çelişki olmuştur. Resmi Sovyet görüşü ve bu görüşün Türkiye’deki savunucuları bu çelişkiyi çok iyi sezdikleri için, Kıvılcımlı’nın gelecek kuşaklara miras kalacak bu esas eleştirel ve devrimci yanını yok saymaya, küçümsemeye, hatta deli saçması gibi göstermeye çalışmışlardır.’22

Demir Küçükaydın, aynı yazısında (Kıvılcımlı’nın görüşlerini savunan bir diğer grup ile olan polemik yazısı), Kıvılcımlı’nın politik ve felsefi yönünün geri kalmasını tarih çalışmalarındaki gelişkinlik ile açıklıyor. Küçükaydın, doktora saygısı nedeniyle, teori-pratik ilişkilerini gereğinden fazla zorluyor. Oysa, teori ve pratik siyasi mücadelede tek başlarına ele alınıp değerlendirilebilecek veya birbirlerinden tecrit alanlar değildir. Pratikte soluk bulmayacak, pratiği etkileyemeyecek teorik katkılar ancak iktidar perspektifi olmayan, devrimi hissetmeyen, içi geçmiş, kendiliğindenci yaklaşımların sahipleneceği bir şeydir.

Bir diğer grup ise partili mücadeleyi benimseyen Mehmet Yılmazer önderliğindeki TKP-K (Türkiye Komünist Partisi -Kıvılcım) örgütüdür. TKP-K, 1954’deki Vatan Partisi’nin Programını esas alıyor. Kıvılcımlı’nın mirasına bakışlarını Mehmet Yılmazer şöyle dile getiriyor:

“Onun partili mücadele geleneği ve düşman zoruna hiçbir zaman teslim olmayan dirençli tavrı gelecek kuşaklara karanlık TKP tarihinden getirip bıraktığı… parlak bir mirastır. Onun mirasını devir alan bizler, söylemeye gerek yok ki, Kıvılcımlı’ya bir tarikat üyesi fanatizmiyle yaklaşmadık. Böyle yaklaşımlar olmuş, mirasın özüyle değil biçimsel yanlarıyla yetinenler çıkmıştır. Bizler için H. Kıvılcımlı, Türkiye Komünist Hareketinin gelişim tarihini kişiliğinde temsil eden bir değer, devrimci hareketin geleceğine ışık tutan yol gösterici bir önderdir. Onun görüşlerinin özüyle ilgiliyiz, yoksa teorik ve politik mirasını düşünce ve davranışımızı katılaştıran bir zırh gibi algılamıyor, geleceğe atılan adımlarda bir temel dayanak, mücadele yolumuzu aydınlatan bir odak olarak görüyoruz. (…) Ölümünden sonra geçen yirmi yılda Türkiye topraklarında oldukça önemli değişimler oldu. Bu değişimlere H. Kıvılcımlı’nın görüşlerinden doğrudan karşılık bulmaya çalışmak, bilimi ortaçağ sofizmine geri götürmek olurdu. Değişimler onun değerini azaltmıyor. Tersine onun emeklerinin bütünü ne ölçüde kavranmışsa, değişimler o ölçüde köklü ve hızlı kavranabilir; yani sağlam teorik ve politik yönelişler inşa edilebilir.” 23

Kendi bağlamında böylesin olumlu bir yaklaşım sergilenirken, 1954’de Dr.Hikmet Kıvılcımlı’nın kurduğu Vatan Partisi’nin programına endekslenmek, TKP-K’nın önünü kapatıyor.

” Programın esas ayağı, ” yakın amaç demokratik halk devrimi ” bölümüdür. Bu bölümde, henüz bütünüyle kapitalist ekonomi tasfiye edilmez. Hedef: Finans-Kapital ve tefeci-bezirgan ağının, buna bağlı olarak büyük toprak sahipliğinin tasfiye edilmesidir. Son parti kongresinde ve devrimci harekette yeniden başlayan sosyalist devrim-demokratik devrim tartışmalarına rağmen programın özü korunmuş değişiklikler bu özle sınırlı kalmıştır.” 24

Israrla savunulan demokratik halk devrimi tezi şu saptamalar ile destekleniyor: Türkiye’de kapitalizmin geri kalmışlığı ve kendinden önceki üretim biçimi ile olan içiçeliği; Sosyalist ülkelerde yaşananların demokratik halk devrimi süreçlerinin aşırı zorlanmasından kaynaklandığı… Aym yazıda şöyle devam ediliyor:

” Ülkemiz koşullannda, özellikle kırsal alandaki yaygın küçük üretim, demokratik devrimin sosyalizme ilerlemesinde en sancılı konu olacaktır. Sosyalist ülkelerdeki deneylerden anlaşıldığı gibi, küçük üretim, ajitasyon ve propagandayla kollektif üretime sıçramıyor. Tersine, kollektif bir durgunlaşma ve kanserleşme yaşanıyor. Bu temel nedenlerle, ülkemizde ilk elden şehir ve kırlardaki orta ve küçük üretimi kollektifleştirmeyi hedefleyen “sosyalist” programlar baştan yenilgiye mahkumdur.” 25

TKP K Türkiye’nin gündemindeki devrimin Sosyalist Devrim olduğunu inatla görmek istemiyor. 1954 Vatan Partisi Programının üzerinden yaklaşık 40 yıl kadar bir süre geçmişken hala bu programın hedeflerinin geçerliliğini savunmak için ya Türkiye’de yaşamıyor olmak ya da “Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya bir tarikat üyesi fanatizmiyle yaklaşmak” gerekiyor…

SONUÇ

Görüldüğü gibi Kıvılcımlı’ nın mirasını devralan grupların hemen hepsinin -aksini iddia etseler de-, Kıvılcımlı’ya eleştirel olmaktan uzak ve saplantılı baktıkları gerçek. Peki, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya nasıl yaklaşmak gerekiyor? Bu büyük devrimcinin bizlere bıraktığı miras ne ve biz bu mirasın neresinden tutacağız? Biz, Dr. Hikmet Kıvılcımlı gibi yaşamını ne pahasına olursa olsun devrimci mücadele için adamış tarihi bir kimliğe her şeyden önce ne putlaştırarak ne de uzun mücadele yaşamındaki teorik ve politik çelişkilerinden dolayı tu-kaka edilerek yaklaşılmasından yanayız. Putlaştırmak, miras olarak almamız gereken şeyleri kavrayamamış olmaktan kaynaklanan ve duygusal bir tutum. Tukaka etmek ise bize hiç birşey kazandırmaz aksine geçmişin kazanımlarına sırtımızı dönmek demektir… Evet, bu tavra bir örnek geçtiğimiz aylarda “Özgürlük Dünyası” dergisinde yapıldı. “Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve TKP – (1-2)” adlı yazıda ; Dr. Hikmet’in teorik çalışmalarına, mücadele biçimine, tutarsızlıklarına haklı eleştirilerde bulunulmuş. Burada söz konusu çalışmanın bizi ilgilendiren bölümü bunlar değil. Zaten yazının bu bölümleri okumakta olduğunuz bu yazıyla da paralellikler taşıyor. Sözüm yazının sonuç bölümüyle ilgili. Özgürlük Dünyası, Dr. Hikmet’i eleştirmenin ona duyulması gereken saygıyı da yokettiğini düşünüyor. Şimdi Özgürlük Dünyası’nın söz konusu yazısının sonuç bölümünü aktaralım…

(…) “bütün bu teorik çerçeveyle çelişmeyen, hatta bunun mantıksal sonucu diyebileceğimiz bir tavırla Sıkıyönetim Komutanlığına bir teslimiyet mektubu yazmış olmasıdır. Onun tarih teziyle başlayıp Sovyet Revizyonizminin “Kapitalist Olmayan Kalkınma Yolu ” teorisinde kendisine genel bir pratik çerçeve bulan tarihsel uzlaşmacılığı, onun geçmişinde saygıyla anılmayı haketmiş bütün mücadele anlarını karartmaya yetmiştir. Örgütçülüğü, teorik birikimi ve verimi, direngen ve savaşçı kişiliği başından beri teorisinde karanlık bir leke gibi duran “Türk ordusunun devrimci geleneği” kavramına kurban gitmiştir. Bu derslerle dolu büyük hayatın gösterdiği temel gerçek herhalde şöyle özetlenebilir: Sınıf mücadelesinin uzun ve güçlüklerle dolu yolunda, ister bir parti olsun isterse bir militan, büyük başarılar direnişler ve kavgalar ve verimli bir teorik yaşam geçirmiş olsa da, tarihin yargısı karşısında bütün bunların ulaştığı en son noktayla anılırlar. Bir devrimci eninde sonunda en güçlü ve en devrimci yanları kadar değil, kırılmasının ve dağılmasının gerçekleştiği son nokta kadar, kendi en zayıf halkası kadar devrimcidir.” 26

Bu görüşe katılmak mümkün değildir.Evet Kıvılcımlı’nın uzun politik yaşamı teorik ve politik olarak çelişkilerle ve geri adımlarla doludur. Bütün bunlar eleştirilebilir, eleştirilmeli. Ancak eleştiriler, onun bütün yaşamı boyunca sürdürdüğü mücadeleci, direngen kişiliğini kapsamamalı. Çünkü, Kıvılcımlı’dan bugüne kalan en önemli miras, onun devrimci kişiliğidir. Öyle ki; ilerleyen yaşına ve hastalığına karşın, 12 Mart döneminde evinde oturup beklemek yerine yeraltına inmiştir. Son geldiği nokta ne olursa olsun, Kıvılcımlı devrimci kişiliği ile örnek alınmayı haketmiştir. Vatan Partisi’nde birlikte çalıştıkları arkadaşı Esat Balım şöyle anlatıyor Kıvılcımlı’yı:

“bir daha onun kadar engin kültürü olan bir insana rastlayabileceğimi sanmıyorum. Uzman hekimliğinin yanısıra, Türk Edebiyatını mükemmel bilir, dünya edebiyatını yakından takip eder, sosyalist hareketin tarihini ve Bolşevik Devrimi’ni en ince detayına kadar bilirdi. O hapiste de bos durmazdı mesela, Talat Paşa üzerine bir kitap yazmıştı. Bir maddeci olmasına rağmen Kuranı ezbere bilirdi. İnsan ilişkilerinde ise çok alçak gönüllü, coşkulu dost bir insandı. O komple bir entellektüeldi, olumsuz bir tarafını gördüğümü söyleyemem.” 27

Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik alanda verdiği ürünler gözönünde bulundurulduğunda, kimilerinin dediği gibi bugüne ve gelecek kuşaklara kalan en önemli mirasın bu çalışmalar olduğu görüşüne katılmak mümkün gözükmüyor. Evet, Kıvılcımlı tarih yazımına girişen ilk insan olarak Türk Solunda özgün bir yere oturmaktadır. Ancak, tezlerinin bırakalım bugün ve yarına miras kalmasını, yazıldığı dönem için bile sonuçlarının geri oluşu, ön açıcı bir nitelik taşımaktan yoksunluğu, bu eserleri miras olarak kabul etmemizi olanaksız kılıyor. Evet, sonuç olarak Kıvılcımlı’dan bugüne ve gelecek kuşaklara kalan miras, partili mücadele geleneği ve teorik ve politik olarak geldiği nokta ne olursa olsun, tartışmasız kabul edip örnek alacağımız örgütçülüğü ve direngen kişiliğidir. Hiçbir nedenin onun bu özelliğini yok saymaya yeteceğini sanmıyorum.

Dipnotlar

  1. Carr E.H – Fontana J.” Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık ” İmge Kitabevi Yayınları Ekim1992 s. 18
  2. Karaca Emin “Nazım Hikmet’in Şiirinde – GİZLİ TARİH” Belge Yayınları Kasım 1992 s.2122
  3. Korcan Kerim “Harbiye Kazanı” E YayınlarıKasım 1989 s. 56
  4. Kıvılcımlı Hikmet TKP’ nin Eleştirel Tarihi – YOL İst. 1978 s. 146 Aktaran; Yalçın Küçük “Aydın Üzerine Tezler-5”- (1830-1980) Tekin Yayınevi İst. s.340
  5. Taşçı Nevzat Levent ” Kıvılcımlı’nın Mirası- İslamOsmanlı Kemalizm” Gelenek Kitap Dizisi:33 s. 3738
  6. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın ” Kuvvayi Milliyeciliğimiz ” adlı eserinden aktaran Emin Karaca “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yayınları No: 58 s. 1962 1963
  7. Vatan Partisi Tüzük ve Programı 2. Maddesinden “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi eki” İletişim Yayınları İst. s.460
  8. Çulhaoğlu Metin ” Solda Kimlik Aranışları” 61 – 71 “Gelenek Kitap Dizisi: 15” s.86
  9. Kıvılcımlı Hikmet “27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi” Ant Yayınlarıİst. 1970 s .168
  10. Boran Behice Kestirme Yol Yoktur Sosyal Adalet Sayı: 11 – Metin Toker’den Aktaran Metin Çulhaoğlu “Solda Kimlik Aranışları ” 61- 71 “Gelenek Kitap Dizisi” s.88
  11. Kıvılcımlı Hikmet ” Uyarmak İçin Uyanmalı Uyanmak İçin Uyarmalı ” 2. Baskı İst. 1970 s.12.
  12. Çulhaoğlu Metin “Tarih – Türkiye – Sosya-lizm – Bir Mirasın Güncelliği” Gelenek Yayınevi Mart 1988 İst. s. 148149
  13. Küçük Yalçın “Aydın Üzerine Tezler 5 (1830 -1980)” Tekin Yayınevi İst. s. 504.
  14. Kıvılcımlı Hikmet “Tarih Tezi” İst. 1974 s.23
  15. Küçük Yalçın “Aydın Üzerine Tezler – (1830 -1980)” Tekin Yayınevi İst s.520.
  16. Giritli Aydın ‘Türkiye’de Devrimci Demokrasi” “Gelenek Kitap Dizisi:8” s. 65
  17. Aydınoğlu Ergun “Eleştirel Bir Tarih Denemesi 1960- 1971 TÜRK SOLU” Belge Yayınları Kasım 1992 s. 161
  18. a.g.e. s. 200 132. not
  19. Çulhaoğlu Metin ” Solda Kimlik Aranışları” “Gelenek Kitap Dizisi: 15” Şubat 1988 Ankara s.101102
  20. a.g.e. s 103104.
  21. Yurtsever Haluk “Süreklilik ve Kopuş İçinde Marksizm ve Türkiye Solu” Etki Yayınevi Ekim1992 s. 226
  22. Küçükaydın Demir Kıvılcımlı’nın Mirası (2) “Gündem Gazetesi” 17 Ekim 1992
  23. Yılmazer Mehmet ” Kıvılcımlı’nın Mirası Üzerine (2) “Gündem Gazetesi” 3 Kasım 1992
  24. “YOL” Siyasi Dergi” Programımız” Yıl:1 Sayı: 1 Mart 1991 s. 109
  25. a.g.e. s. 110.
  26. “Özgürlük Dünyası” “Aylık Sosyalist Teori” ve “Politika Dergisi” Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve TKP 2 YOL’ un SONU Haziran 1993 s.25.
  27. Akar Atilla “Bir Kuşağın Son Temsilcileri Es¬ki Tüfek Sosyalistler” İletişim Yayınları İst 1989 s.58
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×