Dizimizin 21. kitabı “Marksist Klasiklerde Politika” başlığını taşıyor. Ana konuyu oluşturan çalışmalar, bilimsel sosyalizmin klasik “siyaset teorisi” yapıtlarını ve kritik dönemleri ele almakta. Metin Çulhaoğlu’nun “Gelenekten Geleceğe” sayfalarındaki makalesi konuya bir giriş niteliğinde; yazar klasiklerin okunmasına ve değerlendirmesine ilişkin bazı hatırlatmalarda bulunuyor. Ana konumuza ilişkin Servet Ulusoy, Faik Biçer ve Serap Biçer’in ortak çalışmaları olan...
“Klasikler” denildiğinde, solda pek çok kişi için akla Marx, Engels ve Lenin’in çalışmaları gelecektir. Marx’ı ve Engels’i sahiplenenlerden bir kesim ise, Lenin’i “klasik” saymayıp bir “sapma” ya da kendine özgü bir “yorum” olarak değerlendirmeyi yeğleyecektir. Alınan tutum ne olursa olsun konuyu ayrıntılı biçimde tartışmak mümkündür. Ancak amacım bu olmadığından, şu an için özet bir yargıyla...
Özellikle sosyalizmin bir gerçeklik olma sürecine girdiği 1917’den itibaren, sosyalist teori ve pratiğin evrenselliğine itiraz yöneltenler hep sapma olageldiler, literatüre öyle geçtiler. Karl Kautsky, Filipp Turati, Oscar Frossard Otto Şik, Santiago Carillo ve diğerleri 1917 Ekimi ile somutlanan sürecin evrenselliğini kabullenmediler, aynı anlama gelmek üzere, sosyalist düşünce ve pratiğin evrenselliğini inkar ettiler. Elbette donmuş bir...
Marksizm, bazı sosyal bilimciler tarafından belli bir yön ve hedef gösterdiği gerekçesiyle “din” düşüncesiyle ilişkilendirilmeye çalışılsa da tarihsel gelişmenin bir anında, son haliyle “gökten inmiş” bir kurallar bütünü ya da dogmalar sistemi değildir. Belirli bir tarihsel dönemde, yine Marksist bir söyleyişle sınıf savaşımlarının belirli bir olgunluk düzeyinde, ayrıca belirli bir mekanda -kaynayan ve sürekli hareket...
“Bolşevizasyon” olarak adlandırılan sürecin evrensel özünden sözedildiğinde, ilk söylenmesi gereken iktidar perspektifidir. Bolşevizasyon ve Leninist örgüt ile diğer işçi sınıfı kökenli eğilim ve örgütler arasında en önemli fark, ayrım budur. Sosyalist hareket, gelişimi boyunca zamana ve toprağa göre değişen bir takım engelleri aşmak zorundadır. Bunun en “has” örneği olan Bolşevik deneyime gelmeden önce “öz”ü yakalamak...
Aradan yaklaşık 70 yıl geçtikten sonra ilk sosyalist devrimin “tarihsel” önemi hiç değişmedi. Zaman ya da mekan olarak 17 deneyiminden uzak olmamız, onu bir sosyal bilimci gözüyle görmemize neden olmamalı. 17 devriminin tüm bilinen nedenlerini ardarda sıralayıp, Lenin’den alıntılar yapabiliriz. Ayaklanma planını anlatıp, Bolşeviklerin diğer eğilimlerle, Lenin’in başkalarıyla hesaplaşmalarını dökebiliriz. Tarım sorunu ve savaşın devrimi...
Önce bir şaire yapıtın yazarını nasıl gördüğünü soralım. Bize Brecht yanıt versin Lenin hakkında. “Mi-en-leh’in uygulamaları, onun büyük bir filozof olduğunu kanıtladı. Mi-en-leh felsefede uygulamacı, uygulamada ise filozof gibiydi.” İnsanlar kendi seçtikleri koşullar altında değil, doğrudan doğruya karşılaşılan, verilen ve teslim alınan koşullar altında kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Bu, çokça karşılaştığımız ve açıklayıcılık değeri kuşku...
“Çelikten binalar, traktörler yapıyorsunuz, fabrikada her mamülün parçalarını ayrı işçilere yaptırıp sonra birleştirmesini pekala beceriyorsunuz, ama dikiş iğnesi, firkete ara bakalım bulabilir misiniz ? Hey Allahın belaları siz nesiniz” 1917 Ekimi’nde yola çıkan Sovyet devletinin nasıl bir görüntü verdiğini bundan daha içten anlatmak mümkün mü? İlk sosyalist toplumun daha işin başındayken içerdiği acemilik, kendi insanına,...
Türkiye ilginç bir ülkedir. Türkiye toplumu geçmişinden uzaklaştığı ölçüde, yakın tarihini kimi alanlarda daha yoğun yaşamaya başlar. Çünkü Türkiye’de siyasetin açılımcı zenginliği, ideolojinin döngüsel kısırlığını oluşturur. Aynı nedenle ülkedeki sınıfsal ve siyasal mücadele süreçleri içerisinde, ideolojik formasyonlar, çoğu kez kendi doğal gelişimlerini yaşayamazlar. Bu anlamda pek “bitmezler” de. Siyasetin oynaklığı, aralarından kimilerini, birer parmak tadıldıktan...
Türkiye’de günlerdir, devletin radyo ve televizyonu dahil tüm basın, hükümet, siyasal partiler, milletvekilleri ve “sade” vatandaşlar, Irak ordusunun katliamından kaçarak Türkiye’ye sığınan yüz bini aşkın sayıda Kürt topluluğunu konuşuyor. Resmi organ ve ağızlarda, bu insanlar hala ya “Irak uyruklu” ya da “topluluk”; ama “kardeşlerimiz”. Türkiye’de resmi ideolojinin ilkelliği bir kez daha su yüzüne vuruyor. Kürtçe...
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×