Yıldönümünde “Küba Toprak Reformu” üzeri̇ne
Küba Devriminin 17 Mayıs 1959 tarihli nihai Toprak Reformu Yasası dünya tarihi açısından önemli bir örnek teşkil etmektedir. Yasa, yalnızca 1953’teki Moncada Kışlası saldırısı sonrasında, Fidel’in tarihi savunmasında aktardığı, devrimden sonra hemen yürürlüğe koyacaklarını açıkladığı 5 temel ilkeden 2’sinin hayata geçmesi olmadı, aynı zamanda Küba’nın gelecekteki devrim mücadelelerine sunduğu en özgün katkı, “muhtemelen bu kadar coşkuyla kabul gören ve karşılığı iyi alınan en büyük çaplı toplumsal reform”(1) olarak tarihe geçti.
Küba Toprak Reformunu bu kadar önemli hale getiren, Sovyet, Çin ve Doğu Avrupa örneklerinden farklı kılan neydi? Bunu anlayabilmek için, devrim öncesi Küba tarım emekçilerinin ve yoksul köylülerinin yaşam koşullarını ve bu dönemdeki toplumsal rollerini anlamaya çalışalım.
Devrim Öncesi Küba Ekonomisi ve Toprak Mülkiyeti
Devrim öncesi Küba’da ekonomi, tek ürüne dayalıydı; şeker.Müttefik Dünya Bankası raporlarında bile şekere daha az bağımlı bir üretim çeşitliliğinin elzemliği vurgulandığı halde, gücü elinde tutan yerli ve yabancı sermaye, durağan – tek ürün ekonomisinden büyük kârlar elde etmişlerdi ve bunun değişmesini istemiyorlardı. Devrim ve toprak reformu işte bu nedenle zorunluydu (1).
Ülkede latinfundist mülkiyet temel toprak mülkiyeti biçimiydi. “Latifundia” kelimesi Latince latus “geniş” ve fundus “çiftlik, arazi” anlamına gelir. Basit anlamıyla latinfundist mülkiyet, geniş ulusal topraklarının, az sayıda yerli veya yabancı sermayedara peşkeş çekilmesi ve bu zenginlerin çok sayıda yoksulu sömürerek zenginleşmeye devam etmesini sağlayan toprak mülkiyeti/tekeli biçimidir.
1945 yılı Ulusal Tarım Verilerine göre, çiftlik ve arazilerin sadece %8’i, tüm toprakların %71’ine kurulmuştu (2), yani çok az sayıda zengin mülk sahibi, devletin veya yoksul halkın sahip olması gereken toprakların çok büyük bir kısmına tek başlarına sahiplerdi. Ulusal toprakların %87’’si şeker çiftliklerinden oluşurken, sadece %21,7’si şeker dışı tüm tarım ürünleri için işlenebilir haldeydi (2). Ekonominin neredeyse tamamına yakını tarıma dayanıyordu. Buna rağmen, sistem sadece adaletsiz değil aynı zamanda verimsiz işletiliyordu, toprak atıl duruma terk edilmişti.
Devrim Öncesi Köylülerin ve Tarım Emekçilerinin Durumu
1950’lerde yaklaşık 6 milyonluk Küba nüfusunda durum şöyleydi; 600 bin tarım emekçisi, 100 bin şeker işçisi, sezonluk işsizlik veya eksik işsizlik sorunu[1] yaşayan 200 bin campesino[2] ailesi. Açlık sınırında yaşayan, evlerin sadece %10’unda elektrik olan, sadece %8’inin ücretsiz sağlık hizmetine eriştiği, 15 yaşından büyüklerin %40’ının okuma yazma bilmediği bir nüfustan söz ediyoruz(2). Yoksulluk, açlık ve cehalete terkedilmiş bu köylüler ve tarım emekçileri, toplam nüfusun neredeyse 6’da birini, çalışabilir nüfusun ise çok önemli bir bölümünü oluşturuyordu.
26 Temmuz Hareketi, daha devrim sırasında “Toprak, işleyenindir!” söylemini yükselterek, köylülerin yüzyıllık düşünü gerçekleştirmeye başlamıştı(1). Tıpkı Fidel’in 1953’te mahkeme savunmasında bahsettiği, devrimci yasalar çerçevesinde hedeflenen ve 58-59’larda isyan ordusunun ele geçirdiği bölgelerde doğrudan uygulamaya geçirilen haliyle, “toprak, marabaların, ekicilerin, yarıcıların, ortakçıların, kiracıların, mevsimlik göçer işçilerinin, şeker kamışı tarımı yapan küçük çiftçilerin… gerçek sahiplerinin”(3) olmuştu.
Buna karşılık, köylüler diktatörlüğe karşı verilen savaşa ellerinde avuçlarında var olan başta besin maddeleri olmak üzere, her şeyi vererek katkı koydular ve devrimin dinamosu haline geldiler. İlerleyen dönemlerde kentli işçi sınıf, aydın ve sanatçı orta sınıf gibi hemen hemen tüm halk kesimlerinin desteğini alarak iktidara yükselen Küba devriminin ilk aşamasının en belirgin özelliği ve Batista rejimini deviren en önemli etkenlerden biri, tarım işçileri ve yoksul köylülerin Küba Ulusal Kurtuluş Savaşına katılmaları oldu; köylüler için ulusal kurtuluş savaşı, toprak için savaşa dönüştü, bu da devrimi kitleselleştirdi (4). Grineviç, bu durumun en başta köylülüğün sosyo-ekonomik durumunun belirlenmesine yaradığını vurguluyor ve Engels’in köylülük ile ilgili tespitlerinin doğrulandığını hatırlatıyor: “…herkesten daha çok kentlerin sanayi işçilerine yakın olan, onlarla aynı yaşam koşullarını paylaşan, hatta onlardan çok daha yoksul durumda bulunan bir sınıftır”. Bu insanlar, sadece topraksız değillerdi, diğer sınıf kardeşleri gibi aynı zamanda evsiz, işsiz, okulsuz, hastanesiz, geleceksiz ve aç haldeydiler.
İsyan Ordusu Öncesi Toprak Reformu Adımları (4)
Koca bir hiçti diyerek başlayalım. Kâğıt üzerinde boş, sahipsiz toprakları kolonize etme ilkeleştirildi ama asla uygulamaya geçmedi. 1930’lar ve 1940’larda hakkını arayan ve kendiliğinden oluşan köylü birlikleriyle baş edebilmek için iktidar, kollogial (mesleki) birlikler adını verdikleri örgütler oluşturarak (Küba Kolonlar Birliği, Hayvancılar Birliği, Kahve Üreticileri Ulusal Birliği gibi) sadaka ve sus payları ile köylüler arasında sınıf bölünmesi yaratmaya çalıştılar. Örnek olarak, 1933 yılında Machado Hükümeti, yoksul köylü ailelerine gerekli toprak işleme araçlarıyla birlikte 13 hektar toprak dağıtılmasını öngören 108 sayılı kararnameyi yayınladı ancak bu kararname asla yaşama geçmedi. Bunun gibi diğer örneklere bakacak olursak;
1935- Liberal Parti tarım programında işlenmeyen özel mülkiyet ve devlet topraklarının, yarıcılık anlaşması imzalanması koşuluyla toprağı az olan köylülere dağıtımını öngörüyordu. Bu da özünde latifundist tarım programı olup devlet topraklarının dağıtılmasının üzerine şık elbiseler giydirilerek podyuma sunulan versiyonuydu. Demokratik ve Cumhuriyetçi partilerin tarım politikaları da aşağı yukarı bu çerçevedeydi. Ortodoks partinin program dili daha devrimci olsa da, detaylar yapısal değildi.
1940- Halk kitlelerinin oluşturduğu geniş anti-latifundist hareketin baskısıyla kabul edilen 1940 Anayasası’nda 90. madde ile, latinfundiyalar biçimsel olarak kapatılıyor ve ulusal topraklar Küba yurttaşlarına geri veriliyordu. Anayasanın bu maddesi asla yaşama geçmedi.
1950- Beşinci Ulusal Köylü Kongresi’nde, emperyalistlerin, ulusal topraklar üzerindeki mülkiyetine son verilmesi, latinfundiyaların kapatılması ve toprakların tarım araçlarıyla birlikte köylülere dağıtılması temelinde bir tarım reformu talebi karar altına alındı. Yerli oligarşi ve yabancı sermayenin egemenliğindeki devrim öncesi Küba’da bu talepler asla karşılık bulmadı.
1952- Batista, toprakların kolonizasyonu kararnamesini yayınladı. Ancak bu da bir kılıftı. Projeye ayrılan 5 milyon pesonun yarıdan fazlası, memurlar tarafından çalındı, köylüler için ise topraksızlık devam etti, hatta durumları daha da kötüleşti. Ülke toprakları tamamen yabancı sermayeye peşkeş çekildi. Geniş köylü yığınları ile toprak burjuvazisi arasındaki çelişki daha da derinleşti.
İsyan Ordusu’nun Toprak Reformu Adımları(4)
Devrim öncesi, 26 Temmuz Hareketi’nin başlangıcı sayılan Moncada Kışlası baskını sonrası, Eylül 1953’te Fidel, Tarih Beni Aklayacaktır ismiyle kitaplaştırılan ünlü savunmasında, 53 ayaklanmasının başarılı olması halinde hemen uygulanmak üzere hazırlanan 5 devrimci yasadan 2’sinin tarımda üretim ilişkilerinin değiştirilmesi üzerine olduğunu aktarıyordu; 100 bin küçük üreticinin işledikleri toprağın sahibi yapılacağından, yasadışı olarak el konulan toprakların devletleştirileceğinden ve köylülere dağıtılacağından, pahalı makinelerle donatılmış tarımsal kooperatiflerden ve eğitimden, toprak sorunun kökünden çözüleceğinden söz ediyordu (3).
10 Ekim 1958’de kabul edilen 3 No’lu Sierra Maestra Yasası diye bilinen “Köylülerin Toprak Üzerindeki Haklarına İlişkin Yasa”, tarım emekçilerinin, sınıfsal durumlarını netleştiren Fidel ve yoldaşlarının mücadelesine kitleler halinde katılmasında büyük rol oynadı.
Küba’nın zaferden sonraki tarım programının da temelini oluşturan bu yasanın içerdiği başlıca ilkeler şunlardı; tarım ve sanayinin birbiriyle uyumlu halde gelişmesini sağlamak, köylülerin yaşam düzeylerini yükseltmek, latifunfiya ve minifundiyaların varlıklarına son vermek, toprağı işleyenlerin tümünü işledikleri toprağın sahibi yapmak, tarımsal üreticilere devletçe yapılan kredi yardımını artırmak.
İsyan ordusunun denetimi altında bulunan bütün topraklarda yasa hemen yürürlüğe konuldu. Grineviç, yasanın tarihsel öneminin, devrimin başlıca görevi olan toprak sorununu yapısal ve radikal bir değişimle ele alması olduğunu aktarıyor ve Antonio Nunies Himenes’in şu satırlarını alıntılıyor: “Böyle bir yasanın kabulü, Kübalı devrimcilerin, tarım sorununu çözümünde Marti’nin düşlediği cumhuriyetin ruhuna uygun bir yaklaşımda olduğunu, bir hükümet kararı olarak Sierra Maestra savaşçılarının kaldırdıkları toplumsal eşitlik bayrağını yükselterek, yenileşmeye olan arzularını dile getirmeleriydi… toplumsal eşitlik ilkesi yaşama böyle geçirilmişti”(4).
3 No’lu yasa sonrası Tarım Bürosu kuruldu, köylülere topraklar dağıtıldı ve belgeleştirildi. Köylüler de, her geçen gün artan sayılarla isyan ordusuna canla başla katkı koymaya devam ettiler. Daha devrimden önce isyan ordusu köylülüğün yaşamında önemli değişiklikler yaratmıştı, ve devrimden sadece 4-5 ay sonra 17 Mayıs 1959’da radikal bir toprak reformu yürürlüğe girdi. Sosyalist Küba, tarım sorunun geniş halk kitlelerinin çıkarları ve ulusal ekonominin gelişmesi doğrultusunda çözümlendiği ilk Latin Amerika ülkesi olmuştu(4).
Zafer sonrası 1959 – 1963 Toprak Reformları
1959-1963 yılları arasında uygulanan Toprak Reformlarıyla 67 hektara kadar olan toprak “onları işleyenlerin” oldu. 100 binden den fazla campesino ailesi, büyük toprak sahiplerinin kamulaştırılan topraklarına erişim elde etti ve buralarda yaşam alanları inşa etti(2). 402 hektara kadar olan topraklar sahipleri tarafından işlendikleri takdirde sahibine bırakıldı. Kamulaştırılan toprakların sahiplerine, 20 yıllık bir dönem içinde %4,5 faiz ile kullanabilecekleri “Tarım Reformu Tahvilleri” verildi. Yaşlı ve dul mülk sahiplerine, yaşamlarının sonuna kadar aylık ödemeler yapıldı. Önce kooperatif çiftlikler, ardından devlet çiftlikleri kuruldu. Devlet çiftlikleri Küba tarımında aslında geleceğin sosyalist mülkiyetinin embriyosuydu (5).
Küba toprakları üzerinde yabancı şirketlerin ve onların adadaki müttefiki olan latifundiaların egemenliğine son verildiği için ABD ve emperyalistlerin tavrı sertleşti, ve 60’dan fazla yıldır devam eden ABD ablukasının temelleri atılmış oldu.
Huberman ve Sweezy, Küba toprak reformunun tarihteki diğer örneklerinden farklı olduğunu, en ilerici örnek olduğunu ortaya koyuyorlar. Toprak reformu, mülkiyet haklarının basit bir biçimde yeniden karılıp düzenlenmesi olarak değil, hükümetin rehberliğinde ve tüm ekonomiyi etkileyecek biçimde devamlı bir süreç olarak tasarlandı ve uygulandı. En başında yasanın amacı; Küba’nın gelişmesi, doğal kaynaklarının vatandaşlarınca en etkili biçimde faydalanılmasını tesis etmek için hem büyümeyi, hem de sanayinin çeşitlenmesini, ayrıca yetersiz ekonomik kalkınmanın belirtilerinden biri olan ve temelde hala varlığını sürdüren tek ürünlü tarımsal sisteme bağımlılığın ortadan kaldırılması olarak tanımlanıyordu ve toprak reformu bu bütünlüklü amaçlara ulaşmak için en önemli araç olarak uygulanıyordu (1).
Toprak reformunun bütünlüklü yaklaşımını anlayabilmek için, 17 Mayıs 1959’da yürürlüğe konan 24 sayfalık yasanın, Fasıl VI’sında tanımlanan Ulusal Toprak Reformu Enstitüsü’nün (UTRE olarak anılacak) görevlerini incelemek faydalı olacaktır. UTRE, kırsalda sağlık, barınma ve eğitim konusunda çiftçilere makine ve diğer tedarikleri, hizmetleri sağlamak için merkezler oluşturmak konusunda, tarımın tüm branşlarında araştırma, geliştirme ve deney yapma konusunda, ve özellikle kooperatiflere kredi sağlamak konusunda sorumluydu. Yasada belirtilmiş ilk amaç olan sanayinin büyümesi ve çeşitlendirilmesi ile Küba köylü emekçilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi bir ve aynı şeye dönüşmüştü. UTRE, sadece toprak mülkiyetini ve tarımı değil, endüstriyi ve yaşamı değiştiriyordu ve UTRE tamamen devrimci ordu üyelerinden oluşuyordu.
Küba Kooperatiflerinin Tarihsel Farkları(1)
SSCB’de yaşanan süreci Nevzat Evrim Önal’ın “Sovyetler Birliği’nde Tarımda Kolektivizasyonun Mantığı” başlıklı makalesi ile detaylandırmaya çalışalım. 1917 yılı başında, Çarlık Rusya’sının %85’ini 15-16 milyon haneyle köylüler oluşturuyordu. Küba örneğinde olduğu gibi yine işlenebilir toprakların önemli bir bölümü (üçte biri) 30 bine yakın malikane sahiplerinin tekelindeydi ve bu toprak miktarı 10 milyon yoksul köylü ailesinin sahip olduğu toprağa eşitti. Geri kalan üçte birlik kısım ise kulaklar[3] ve orta sınıf köylüler tarafından işleniyordu. Tarım insan ve hayvan gücüyle, traktörsüz ve hatta neredeyse çelik saban bile olmadan işletiliyordu. Köylü hanelerinin üçte biri çekim hayvanına dahi sahip değildi. Bununla birlikte Şubat Devrimi sonrası dönemdeki köylülük veya ülkedeki devrimi sahiplenme ortamı da Küba’dan oldukça farklıydı. Köylüler, Bolşeviklerle, Küba’da olduğu gibi birlikte mücadeleye dayalı güven odaklı bir bağa sahip değildi, ve devrim sonrasındaki siyasi ortam ise Küba’daki gibi tüm halkın coşkusuyla ilerlemek şöyle dursun, kanlı bir iç savaş ortamıydı, toprak reformu ile ilgili bir fikir birliği de yoktu. 1917 Şubat Devrimi sonrası Nisan ayında neredeyse Menşevik ve Sosyalist Devrimciler (SR) koalisyonuna dönüşen geçici hükümet ne savaştan çekilebilmişti ne de toprak reformu konusunda uzlaşmadan öteye bir adım atabilmişti. Bu noktada köylüler de kontrolü ele almış ve malikâneleri zorla ele geçirmeye başlamışlardı. “Sonbahara gelindiğinde ise sosyalist devrim süreci için koşullar olgunlaşmış, Bolşevikler köylüler nezdinde hatırı sayılır bir nüfuza ulaşmışlardı”(7).
Bolşevikler, SR’lerin sol kanadıyla birlikte 7 Kasım 1917 gecesi iktidara el koydular. “Esasen SR’lerin tezlerinden oluşan”(7) ve devrimin ilk günü Rusya Sovyetler İkinci Kongresi’nde Lenin tarafından sunulan Toprak Kararnamesi kabul edildi. “Kararname, toprakta özel mülkiyeti kaldırılıyor, toprağın kiralanması ve işlenmesinde ücretli emek kullanımını yasaklıyor, malikâneler dışında kimsenin toprağına el konulmayacağını beyan ediyor ve toprağı yerel koşullar göz önünde bulundurularak herkesçe eşit yararlanılacak bir toplumsal kaynak olarak tanımlıyordu”(7). Yani Önal’ın deyimiyle; “bu açıkça bir taviz metniydi. Bolşevikler henüz toprağı sosyalist anlamda toplumsal, yani merkezi planlama tabi bir üretim aracı olarak kamulaştıracak güce sahip değildi; yoksul köylülerin ise on yıllardır uğruna acı çektikten sonra elde ettikleri toprağı daha yüksek bir mülkiyet biçimine gönüllü olarak devredecek ne bilinç, ne de niyeti vardı… Ekim Devrimi kırda, burjuva demokratik aşamada durmuş oluyordu”. Önal’ın alıntısıyla Lenin, durumu şöyle özetliyordu: “…bu yasa tasarısına karşı öne sürülen her değişiklik önerisine karşı çıkıyoruz… Rusya büyüktür ve Rusya’daki yerel koşullar başka başkadır; biz köylülüğün sorunu doğru olarak kendi başına bizden çok iyi çözebileceğine inanmak istiyoruz.” Önal, bu manevrayı “devrimin köylülük üzerinde büyük zorlukla tesis ettiği ve en ufak bir sol maceracılıkta kolaylıkla dağılabilecek meşruiyeti” koruma çabası, “köylülere verilen bir taviz” olarak yorumluyor. Ekim Devrimi sonrası başlayan iç savaş ise devrimci kadroların tüm enerjisini buraya harcamasına sebep oldu ve köylü-işçi ittifakına koruyabilmek merkeze alındı. Sonuç olarak, devrimin ilk aşamasında el konulan malikâne ve kilise topraklarının %86’sı kolhoz olarak özel kullanıma dağıtılmış, kamusal nitelikte olarak Sovyet çiftlikleri (sovhoz) ise %11 pay alabilmişti.
Artık ürüne el koyan köylü, ihtiyacından fazlasını üretmiyordu. 1920 yılında iç savaş kazanılmış ama ekonomik sıkışma doğal olarak çözülememişti. “7 yıl süren savaş yorgunluğu, eşkıyalık, köylü huzursuzluğu”(7), sanayiyi geliştirecek merkezi tarımsal üretimin yoksunluğu ve tarımsal üretimdeki açlık yaratan verimsizlik ardından ayrı bir yazı konusu olacak tek çare olarak NEP uygulamaları geldi. Önal, NEP’i şöyle özetliyor : “bir adım geri atmak, bir iktisadi geliştirici olarak sınırlandırılmış da olsa piyasa mekanizmalarının sürmesini bir süreliğine kabul etmek ve sanayiinin geliştirilmesi yoluyla kır ile kent arasındaki mevcut dengesizliği kent lehine dengeleyecek bir kalkınma politikası oluşturmak”(7). NEP ile köylünün ürün fazlasını piyasada satmasına izin veriliyordu, üretim artışını teşvik etmek için toprakta işçi çalıştırmak veya kiralamak kabul ediliyordu. Tarım politikası özel mülkiyet ile, “burjuvazinin tek temsilcisi kulakların”(7) egemenliğinde 27’lere kadar böyle devam etti. Bu süreçte kooperatifler desteklenmiş olsa da, kulaklara ve orta sınıf köylülüğe dair müdahale edilmedi. Merkezi olmayan özel mülkiyete dayalı tarım, ihtiyaç değil kâr odaklı bir yaklaşımla ilerledi ve bunun doğal sonucu olarak eşitsizlikler arttı, yoksul köylü yine ezilen konuma düştü. Önal, kulakların bu haliyle karşı devrim potansiyeli taşımasını, kendisi için tahılı istifleyerek sadece ekonomik zenginlik değil aynı zamanda yoksul köylüyü boyunduruk altına alan bir politik güç halini almasını ve bu durumun aynı zamanda parti içi ve dışında yarattığı ideolojik sıkıntıları, sağa sapma eleştirilerini aktarıyor.
1929’da, “(zorunlu hale gelen) kolektivizasyonun, itici gücü yoksul köylünün kıtlığın suçlusu olarak tanımladığı kulaklara dönük öfkesinin patlaması oldu”(7). Kulakların kamulaştırmaya karşı tepkisi 1928-1933 yılları arasında hayvanların neredeyse yarıdan fazlasını yemek için kesmesi veya süreci baltalamak için öldürmesi, doğaya salması, buğdayı ateşe vermesi gibi yaklaşımlar süreci daha da körükledi. Ardından kanlı mücadeleler sonrasında kulakların nihai yenilgisi ile birlikte köylüler için devlet otoritesi tanınmış oldu(7).
Sonuç olarak, Bolşevikler aşırı büyük topraklara ve nüfusa sahip olması, köylüler ile kurulan bağın Küba’dan farklılığı, iç savaş ve dünya savaşının getirdiği köylü-kentli bir aradalığını koruma zorunluluğu gibi haklı nedenlerle, “toprağı milyonlarca küçük köylüye dağıtmaya mecbur kalmış, ancak şiddetli ve kanlı toplumsal mücadelelerden ve dehşet boyutta tarımsal kayıplardan sonra kolektif çiftlik ve devlet çiftliği kurabilmeyi başarmışlardır”(1). SSCB kolektif çiftliklerinde yani “kolhoz”da işleyiş şöyleydi; tekil köylüler toprağın sahibi durumunda, arazileri ortak havuzda toplanıyor, katkı konulan iş birimi oranında köylülere ücret ödeniyor, köylüler yöneticilerini seçiyorlar, ve kolhozlar bir süre sonra kendi politikasını belirleyen ve merkezi ihtiyaçları tehdit edebilecek özerk bir organ halini aldılar. Devlet çiftlikleri olan “sovhoz” ise arazideki fabrika gibi, devlet mülkün sahibi ve işçi ücretli çalışıyor, kâr devlete ait.
2. Dünya Savaşı sonrası Çin ve Doğu Avrupa’da da toprak reformu önce çiftçilere dağıtım, sonra kolektivizasyon şeklinde ilerledi.
Küba kooperatifleri ise kolhoz ve sovhoz arasında bir yerde konumlanıyor; toprak devlete ait, yöneticiler UTRE tarafından atanıyor, üye işçilere maaş ödeniyor, ancak net kârın bir kısmı devletin, bir kısmı halkın, üyelerin arasında paylaştırılıyordu, üyeler yöneticiyi sevmemişse şikayet sunma hakları vardı, şikayet konusuna göre UTRE, ya bölgesel açık varsa bunu kapatmak ya da yöneticiyi değiştirmek gibi çözümlere gidiyordu. Ücretler 2 ya da 3 katı arttı. Dahiliyet ve katılım aracılığıyla devlet ile halk birbirinden ayrı ve çıkarları çatışan değil, birbiri için üreten tek bir organ halini almış oldu.
Büyük toprak sahipliği yerine temel tarımsal kuruluş olarak kooperatifler, fiziksel, ekonomik, toplumsal ve hukuki olarak daha önceki örneklerde elde edilmeyen bir başarı getirmiştir(1). Üyeler, yanlarında birkaç kişisel eşyası dışında hiçbir şey getirmeyen, bugüne kadar perişan haldeki bohio‘larda[4] yaşayan topraksız işçiler, kooperatiflerle birlikte kendileri için yeni ve cazip evleri ve okullarını inşa ettiler(1).
Tarihsel deneyimler nedeniyle, devrim sonrası Küba yöneticileri arasında da Küba köylüsünün toprağı işlemenin müşterek biçimlerine hazır olmadığı ve sonunda, sürdükleri toprağın doğal olarak sahipliğini elde edecekleri uzun bir hazırlık periyodundan geçmeleri gerektiği varsayıldı. Yani yasanın ilk taslağında kooperatifler yoktu. Peki nasıl oldu da yasa kooperatifler ile son halini aldı? Fidel Castro, campesinoların kooperatiflere hazır olduğunu iddia etti, ve haklı çıktı. Huberman ve Sweezy, Fidel’in bu kararının verip vereceği en önemli karar, devrimin dönüm noktası olarak nitelendiriyor ve Fidel’i bu kararıyla siyasi bir deha ve en büyük devrimci liderlerden bir olarak tanımlıyorlar: “Başka hiçbir ülke bugüne kadar, küçük köylü ekiciliğinin ağırlıkta olduğu bir safhayı atlayıp doğrudan kolektif ekiciliğin devasa avantajlarına sahip olmamıştı. Küba, böyle yaparak, Devrim’i daha en başından kayda değer biçimde güçlü bir siyasi temele oturtabilmeyi ve tarımsal ve en nihayetinde endüstriyel üretimin hızla genişlemesi için heyecan verici bir arayışı başlatmayı başarmaktadır”(1).
Toprak Reformunun Sonuçları
Akif Akalın, toprak reformu olmasaydı, bugün Küba’nın dünyaya örnek gösterilen sağlık reformlarından söz edilemeyeceğini söylüyor: “Bugün Dünya Sağlık Örgütü’nün Sağlığın Toplumsal Belirleyicileri Komisyonu’nun da, sağlıkta eşitsizliklerin ana nedeninin ‘gelir eşitsizliği’ olduğunu belirttiği düşünülürse, ekonominin neredeyse tamamına yakınının tarıma dayandığı 1959 Küba’sında toprak reformunun, Kübalıların gelir eşitsizliğini ortadan kaldırmakla Kübalıların sağlığına ne kadar büyük bir katkı koyduğu daha iyi anlaşılır… Örneğin Küba toprak reformu yapmasaydı veya eğitim seferberliğiyle cehalete son vermeseydi, hiçbir sağlık kuruluşu Küba’nın sağlığına bugün yaptıkları katkıyı sağlayamayacaktı. Diğer bir deyişle, Küba’daki sağlık kurumlarının çalışmalarının etkili olmasını sağlayan da, Küba’nın sağlık ‘dışındaki’ alanlardaki çalışmalarıdır. …Yine beyinleri burjuva ideolojisiyle yıkanmış olanlar anlamakta güçlük çekebilir, fakat toprak reformu, en önemli ‘sağlık’ hizmetlerinden biridir. Toprak reformunu tarihte ilk kez ‘reçetesine’ yazan hekim, toplumcu tıbbın kurucularından Rudolf Virchow’dur”(6).
Grineviç, yapısal ve kalıcı toprak reformu olmasaydı, bunlarla karşılıklı ilişkiler ve etkileşimler içinde bulunan ekonomik ve politik sorunların çözümü ve ülkenin ekonomik bağımsızlığını kazanmasının olanaksız olduğundan söz ediyor (4).
Huberman ve Sweezy, toprak reformunun sadece toprak meselesi olmadığını ve insan hayatına doğrudan dokunduğunu anlatan iyi örneklerden biri olarak; New York Times’in Küba muhabiri R. Hart Phillips’in, 1960’da yayınlanan köşe yazısında aktardığı, 14 yaşındaki Adalberta Pena’nın devrimden 6 ay öncesine kadar, tek bir bardak süt içmediğini ve devrimden sonraki 6 ayda ise 9 kilo aldığını alıntılıyor (1).
Toprağın onu işletenlere ait olması ilkesine dayanan bu yasa, yaşamı bütünsel ve insan onuruna yaraşır bir halde dönüştürmeyi amaçlıyordu. Yasa, bu amaçla en eski zamanlardan beri var olan üretimin çeşitlendirilmesine duyulan ihtiyaca cevap verdi; ekonomik kalkınma sağladı; işsizlik, yoksulluk cehaleti ortadan kaldırdı. Başkumandan Raúl Castro’nun sözleriyle:”Bu tarım reformu olmadan, ekonomik bağımsızlık, endüstriyel gelişme ve toplumsal refah söz konusu olamazdı”(5).
Yasa ile birlikte, tarım ve hayvancılık sektörlerinde istihdam yaratmaya yönelik programlar hayata geçirildi. Eğitim, sağlık, elektrik ve iletişim ağları sağlayabilmek için toplumsal hizmetler inşa edildi. Bu da köylü emekçilerin demokratikleşme sürecinde radikal değişim sağladı. 80’lerde gelindiğinde köy-kent arası eşitsizlik veya bölgesel eşitsizlik sorunu olmaksızın, Küba gelişmiş devletlerle rekabet edebilecek veya bazı başlıklarda daha ileride olan toplumsal gelişmişlik göstergelerine sahipti. Bu yasa sayesinde, 1959 sonrasında tarımda uygulanan sosyalizm ile tarım arazilerinin 70%’i, tüm işlenebilir toprağın %60’ı toprağı işleyen halkın oldu. 1989’a gelindiğinde bu sayı toplam toprakların %82’siydi. Küba kırsalı, bu yasayla demokratikleşmiş, sürdürülebilir tarımsal gelişim sağlamış, karar alma süreçlerinde doğrudan katılımını sağlamış, kendi gelişim süreçlerinin baş kahramanı olmuştur (2).
Küba’da tarım sorununun çözümü, radikal tarımsal devrimin radikal siyasal devrimden kopuk olarak gerçekleşmesinin olanaksızlığına ilişkin leninist öğretinin kanıtı olmuştur (4).
Notlar ve kaynaklar
Genel Not: Bölüm başlıkları yanına konulan referans numaraları, metin içinde tekrar tekrar referans vermemek adına, ilgili bölümün çoğunlukla referans verilen kitaptan alındığını vurgulamak için bu şekilde eklenmiştir. Yazının son halini almasında asıl özne olan tüm kıymetli yazarlarımıza sonsuz saygıyla…
(1) Leo Huberman ve Paul M. Sweezy (1960) Küba: Bir Devrimin Anatomisi. Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2019, s.150-182.
(2) José Bell Lara ve Richard A. Dello Buono (2005) Cuba in the 21st Century: Realities and Perspectives. Editorial José Martí, s.151-161.
(3) Fidel Castro (2014) Beni Tarih Aklayacaktır. Yazılama Yayınevi, İstanbul, s.49-51.
(4) E.A. Grineviç (1975) Küba, Devrimin Geçtiği Yol. Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara, 1999, s.152-161.
(5) José Cantón Navarro (1996) Küba Tarihi – Bir Halkın Biyografisi. Yazılama Yayınevi, İstanbul, 1ç Basım, 2015, s.304-305.
(6) Akalın A (2018). Sosyalist Küba’da sağlığı nasıl anla(t)malı? soL Haber Portalı, 12.02.2018. https://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/bir-sosyalist-kubada-sagligi-nasil-anlatmali-22822 (7) Nevzat Evrim Önal (2017) Sovyetler Birliği’nde Tarımda Kolektivizasyonun Mantığı, 100. Yılında Büyük Ekim Devrimi içinde. Yazılama Yayınevi, İstanbul. s.213-236.
Dipnotlar
[1] Eksik işsizlik: eğitimi, yeteneği ve deneyimine göre az ücretle veya daha az yetenek, bilgi, deneyim gerektiren işlerde, tam zamanlı yerine kısa süreli çalıştırılmak.
[2] Campesino: Küba’da kendi toprağı olmayan, köylü çiftçilere verilen ad.
[3] Kulak: Kulak sınıfı ya da Kulaklar, Çarlık coğrafyasında kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan, aristokratik kökene sahip olmayan ve büyük toprak sahiplerinden edindikleri topraklarda, pazarlanabilecek miktarda üretim yapar hale gelen varlıklı köylü aileleri(7).
[4] Bohio: Kökeni aborijin gruplardan gelen, 19. yüzyıldan itibaren kır kesimleri arasında yaygınca kullanılmak zorunda kalan, palmiye ağaçları ve jagua yaprakları kullanılarak yapılan oldukça kötü koşullarda kır evleri, Türkiye gecekondu kavramının Küba kırları için olan versiyonu olarak düşünülebilir.