107 Yıllık Sahtekârlığın Belgesi: Balfour Deklarasyonu

Erdal Topparmak

“Çaresiz olanlar ilk gidenler olacaklar; çünkü çaresizler en iyi istilacılardır. Büyük zaferleri kazananların çaresizler olduğunu unutmayın. Bizim en önemli ihtiyacımız bu en fakir ve çaresiz insanların katılımıdır.” 

Theodor Herzl

Shakespeare’in kanımca en muhteşem eseri Venedik Taciri’dirünkü tek bir oyunda hayata dair çok fazla şeyi küçük dozlarda izleyiciye sunar. Klasik bir aşk öyküsünü, birbiri için canını verebilen iki yakın dostun hikâyesini, kadın-erkek eşitsizliği, düzen, kölelik ve din eleştirisi yanında komedi unsurlarını içerir. En bilinen tiradıysa Yahudi tefeci Shylock’un “Yahudiyim de ondan; Yahudilerin gözleri yok mu, elleri yok mu…” diye başlayıp, “….bana öğrettiğiniz kötülüğü size göstereceğim!” ile bitirdiği ırkçılık karşıtı isyanıdır. Shylock’a köpek denir, suratına tükürülür, gün sonunda gettoya kapatılır ve Yahudi olduğunun anlaşılması için özel giysiler giymek zorundadır. Diğer Yahudiler gibi, dönemin barbar düzeninin kendisine dayattıklarına tahammül etmek zorunda kalmış; ancak, sonunda tek varlığı olan kızının da bir Hristiyanla evlenmek üzere onu terk edip gitmesiyle artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştır. Elinde sadece “iyi Hristiyan” Venedik taciri Antonio’nun borç senedi vardır. Shylock, senedin bedelini Antonio’nun hayatıyla ödemesini istemektedir. Mahkeme ona borcun 3 katı para teklif etse de Shylock bunu reddeder; çünkü asıl istediği para değil, ona bu acıları yaşatan düzenden intikamını almaktır. Kişisel travması için düzene meydan okuyan Shylock, elbette istediğine ulaşamayacaktır. 

Tarihe baktığınızda Yahudiler Shylock’un tam tersini yaptı. Hem Fransız, hem de Bolşevik devrimlerinde ön saflarda yer alan Yahudiler, kendi çıkarlarıyla ezilen tüm halkların çıkarlarının ortak olduğuna inandılar. Kendi kurtuluşlarını, sadece tüm halkların kurtuluşuyla birlikte elde edeceklerinin bilincindeydiler. Bu açıdan Yahudi halkının tarihi, bu onurlu insanlık mücadelesi tarihinin bir parçasıdır. Bu nedenledir ki gericiler, her iki devrimin de birer Yahudi komplosu olduğunu uydurarak karşı-devrimci hareketleri kızıştırmaya çalıştılar. Avrupa Yahudileriyse hep ilerici saflarda yer aldılar. Bu sayede 19. ve 20. yüzyıllarda hem Avrupa hem de ABD’de antisemitizm defalarca yenildi. Bu ilerici, antisemitizm karşıtı mücadelenin en iyi örneği Dreyfus vakasıdır; Fransız gericiliğine, antisemitizmine, ve aynı anda Avrupa Siyonizmine çok ağır bir darbe indirmiştir. 

Dreyfus vakası, 1894-1906 yılları arasında devam etmiş ve Fransa’yı ilerici ve gerici iki cepheye bölmüş olan tarihteki en büyük adli ve antisemit skandallardan biridir. Fransız ordusunun Yahudi kökenli bir mensubu olan Alfred Dreyfus, 35 yaşındayken haksız yere ihanetle suçlanmıştır. Fransız askeri sırlarını Paris’teki Alman Konsolosluğu’na verdiği iddiasıyla vatana ihanetle yargılanmış, Fransız Guyanası’ndaki Şeytan Adası’nda ömür boyu hapse mahkum edilmiştir. Dreyfus, bu adada yaklaşık 5 yıl hapis kalmıştır. 

Yargılamanın gizli yapılmış olması ve Dreyfus’un cesurca ve tekrarlı olarak masum olduğu konusunda ısrar etmesi pek çok kişide adil yargılanmadığı kanaatini uyandırmış; Dreyfus, Yahudi olmayanların çoğunlukta olduğu Fransız ilericilerinin, işçi sınıfı hareketinin ve Fransız entelektüellerinin önemli desteğini almıştır. 1896’da karşı istihbarat başkanı Georges Picquart tarafından yapılmış araştırmalar sonucunda yeni kanıtlar elde edilmiş ve gerçek suçlunun başka bir ordu mensubu olan Ferdinand Walsin Esterhazy olduğu anlaşılmıştır. Ancak, bu sırada fabrikasyon belgelere dayanarak ordunun bir kesimi Dreyfus’a farklı suçlamalar getirdi. Gericiler ve Kilise, antisemit bahanelerle Dreyfus’un suçlu olduğu konusunda ısrar ediyordu. Bunun üzerine yazar Émile Zola, tüm prestijini riske atarak, Fransız halkına açık bir mektup yazdı ve Dreyfus lehine bir toplumsal hareketin oluşmasına neden oldu. Davanın yeniden değerlendirilmesi gündeme geldi. En sonunda Dreyfus’un masumiyeti kanıtlandı. Devlet kendisinden özür diledi. Orduya geri alınan Dreyfus, Birinci Dünya Savaşı’na katıldı. 1935 yılında Fransa’da öldü. 

1895 yılında Dreyfus vakası devam ederken Paris’te gazetecilik yapmakta olan siyasal Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl olayı yakından izledi. Yahudi olmayan kesim Dreyfus’a büyük destek vermiş, sosyalist hareket de işçi sınıfının Dreyfus’u desteklemesini sağlamıştı. Buna karşın, Viyana’nın en önemli gazetecilerinden biri olarak da tanınan Theodor Herzl, Yahudi Dreyfus için tek bir protesto bile yapmadı. [7, 8] 

Dreyfus vakası, 1894-1906 arasında Fransız toplumunu ilericiler/Cumhuriyetçiler ve sağcılar/Kilise yanlıları/antisemitler şeklinde böldü. Sonuçta antisemitizm ve gericiler yenildi. Kilise, antisemitizm ve Siyonizm büyük prestij kaybına uğradı. Siyonizm, Dreyfus için hiçbir şey yapmadı; Siyonist ideolojinin temelinde antisemitizmle mücadele yoktu. Onlara göre antisemitizm Hristiyan ve Müslümanların “genlerinde” vardı, antisemitizmle mücadele edilemezdi ve Filistin’e gitmek dışında antisemitizmden kurtulmanın başka hiçbir çaresi olamazdı. Dreyfus vakasının Fransız toplumu üzerindeki etkisi yıllar sürdü. Naziler Fransa’yı işgal ettiklerinde, Yahudileri katletmek için işbirliği yapacak ve Yahudi Konsili (Judenrate) kuracak kimseyi bulamadılar. Bu nedenle Fransız Yahudilerinin %75’i soykırımdan kurtuldu. Günümüzde Fransa, 450.000 kişilik Yahudi nüfusuyla Avrupa’da en fazla Yahudi barındıran ülke durumundadır. [3] 

Theodor Herzl’de Dreyfus vakasını Siyonizm için bir yenilgi olarak kabul etti. Herzl, davanın antisemitizme karşı bir mücadele olduğunu kabul etmek istemedi. Ona göre antisemitizm doğal bir olguydu ve mücadele edilemezdi. Herzl, bu süreçte Dreyfus’u destekleyen ne bir açıklama, ne de bir protesto yaptı. Verdikleri antisemitizm mücadelesi başarıya ulaşan Fransız Yahudileri Siyonizm’i reddetti. Herzl, bu nedenle Fransız Yahudiliğini gerici-fırsatçı ideolojisine uygun şekilde eleştirdi: “Fransız Yahudileri sosyalistlerden, yani mevcut düzenin yıkıcılarından medet umuyorlar. Bence onlar artık gerçek Yahudi değiller; ayrıca, Fransız olarak da kabul edilemezler. Muhtemelen Avrupa anarşizminin bir parçası olacaklardır.” [6, 7]

Dreyfus vakası antisemitizmin hangi amaçla kullanılacağının habercisiydi. Bu dönemde, 2. Enternasyonali oluşturan bağımsız işçi-kitle partileri, kapitalist sistemin yıkılmasının ve sosyalist toplumun kurulmasının gerekliliğini ilan etmeye başladı. Avrupa ve Amerika’da ortaya çıkan Yahudi işçiler, Yahudi halkının hakları için mücadeleyi, toplumsal ilerleme mücadelesinin bir parçası olarak gördü. [1]

Tüm bunları neden anlattık? Siyonizm denilen “sömürgeci ticaret anlaşması”, Yahudilerin ve insanlığın onurlu mücadele tarihinin geriye götürülmesinden başka bir şey değildir. Siyonizm, asla bir ulusal özgürlük hareketi olmamıştır. Yahudi halkının o dönemki isteklerinden doğmamıştır. Siyonist liderler ve emperyalist patronları, Siyonizm’in “kadim” olduğu yalanını bugün hâlâ anlatmaktadırlar. Bu yalanın esas amacı Siyonizm’in sınıfsal içeriğini ve gerçek amacını gizlemek, köken aldığı tarihi insanlara unutturmak ve tüm Yahudileri tarih boyunca istedikleri tek şeyin bu olduğuna inandırmaktır. 

2 Kasım 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu, bu sahtekârlığın temel atma törenidir. Asıl sorulması gerekense şudur: Bu kadar önemli bir siyasi karar, neden İngiliz Parlamentosu’nda tartışılmak yerine bir para babasına gönderilen mektubun içerisine sıkıştırılmıştır?

Polonya devleti 1772, 1793 ve 1795 yıllarında Rusya, Prusya ve Avusturya devletleri arasında çok defa bölündü. Bu bölünmeler sonucunda büyük miktarda Yahudi nüfusu Rus egemenliğine girdi. Rusya’nın antisemit politikaları sonucunda bu insanlar, İskan Bölgeleri denilen alanlarda kısıtlı haklarla yaşamaya mahkum edildiler. Siyonizm sadece Yahudi halkının dinamiklerinden doğmuş olsaydı, tüm Avrupa’da antisemitizme karşı, Rusya’da da İskan Bölgelerindeki halkın özgürlüğü için mücadele verirdi. Peki, Siyonizm gerçekten bir halk hareketi değilse, nereden türedi de Balfour Deklarasyonu denilen sahtekârlığı, dolayısıyla on yıllardır devam eden Orta Doğu trajedisini yarattı? Bu sorunun cevabı Siyonizm’in sınıfsal analizinde yatmaktadır. 

Kuşkusuz, yukarıda anlattıklarımız “Yahudi Sorunu” adlandırmasına denk düşüyor. Ancak bu adlandırmayı fırsat bilip suistimal eden sömürgeciler, Avrupa Yahudilerini maşa olarak kullanmak istediler. Siyonizm, Napoleon Bonaparte döneminde dünyanın emperyalist güçlerinin, Osmanlı’nın zayıf durumundan yararlanmak isteyen ve Filistin’in kolonizasyonunu amaçlayan sömürgeci hevesleri sonucu ortaya çıkmıştır. Napolyon, Avrupa Yahudilerini 5. kol olarak kullanmaya kararlıydı. Mısır ve Filistin’i işgal ettiği ve Kudüs’ü ilhaka heveslendiği dönemde (1798-1799) kutsal toprakları “Filistin’in gerçek mirasçılarına” vadeden bir bildiri yayınladı.[9] Amacı, Avrupa Yahudilerini Rusya ile savaşında ve İngiltere ile yaptığı ekonomik mücadelede kullanmak istemesiydi. Siyonist sömürgeci hevesleri olan tek lider Napolyon değildi. Otto von Bismarck da Siyonizm’in hamisi olmak ve Yahudileri Berlin-Bağdat demiryolu hattı çevresine yerleştirmek istemişti. Emperyalizmin tek amacı, Yahudi halkını çıkarlarının bekçisi olarak elinde tutmaktı.[3, 5, 9] 

Yahudiler, Fransız Devrimi sonrasında tarihlerinde ilk defa yaşadıkları toplumda hukuksal anlamda eşit vatandaş olma fırsatını yakaladıklarından, “seçilmiş halk” ve “kutsal topraklara dönüş” gibi uydurma bahanelerin peşinden Filistin’e gitmek istemediler. Fransız Yahudileri Siyonizm’i katı bir şekilde reddettiler ve Napolyon’a şu cevabı verdiler: “Bizim Kudüs’ümüz Paris’tir”. 

Osmanlı Yahudileri de Siyonizm’e benzer tepkiler verdiler. Siyonist sermaye destekli yoğun propagandaya rağmen 1905-1912 yılları arasında sadece 1000 Yahudi Filistin’e göç etti; çünkü Yahudilerin çoğu Osmanlı yurtseverleriydi. Siyonist fikrin doğduğu dönemde Filistin Yahudi nüfusu 5000’den azdı. Reform Yahudiliğinin 1885’de ABD’de yaptığı konferansta delegeler, “Filistin’e geri dönmek istemiyoruz.” açıklamasını yaptı. Bundan 12 yıl sonra Amerikan Yahudi Merkez Konferansı’nda Yahudi devleti kurulmasına ilişkin her türlü girişim reddedildi: “Amerika bizim Siyon’umuz.” kararı açıklandı. Almanya’daki Yahudi liderler de “Stuttgart bizim Kudüs’ümüz.” açıklamasını yaptılar. Alman Yahudileri bununla da kalmadılar, 1897’de düzenlenen 1. Dünya Siyonist Kongresi’nin Almanya’da toplanmasına engel oldular. Alman Yahudilerinin muhalefeti nedeniyle kongre İsviçre’de toplanmak zorunda kaldı. [4, 7, 10]

Siyasal Siyonizm, 19. yüzyılın sonuna doğru uluslararası proletaryanın sınıf savaşlarının ortasında, kapitalizmin emperyalizme evrildiği dönemde gelişti; hareketin kurucusu Theodor Herzl de, yatırımcılara yüksek kâr vadeden sömürgeci hevesler çerçevesinde bu harekete hayat verdi. Tam bir emperyalizm işbirlikçisi olan Herzl, hayatının sonuna kadar büyük sermayeye yaranmayı amaçladı; bu nedenledir ki “Yahudi Devleti” isimli kitabına taslak halindeyken “Rothschildlere Hitaben” adını vermişti. Kendisi Viyanalı zengin bir banker-borsacının oğluydu. Mensubu olduğu sınıfın üstünlüğüne inanıyordu. Bu temelde Siyonizm, yaklaşık 150 yıldır, halkları ve kanunları dinlemeyen elitist kararlar almaktadır.  

Siyonizm uğruna harcanan milyonlarca dolara ve propagandaya rağmen, 1880-1920 yılları arasında sadece 120.000 Yahudi Filistin’e göç etti. Bunların yarısı da kısa bir süre sonra Filistin’den ayrıldı. Yani Siyonizm, elle tutulur bir başarı elde edemedi. Filistin’e 40 senede gönderilen Yahudi sayısı 60.000’de kaldı. Oysa Siyonist planların yürütülebilmesi için Filistin Yahudi nüfusunun Arap nüfusuna üstünlük sağlaması gerekiyordu. 

Theodor Herzl’in iki amacı vardı: Yahudileri mücadeleden vazgeçirip çaresiz olduklarını düşünmelerini sağlamak ve çaresiz kalınca da Batı ülkelerine değil Filistin’e göç etmelerini garanti etmek. Şu cümle kendisine aittir: “Eğer Batı ülkeleri çaresiz Yahudiler için kaçış yeri olursa, bu ülkelerdeki kardeşlerimiz ayrıcalıklı ekonomik durumları açısından korkuya kapılacaklar Herzl’e göre Doğu Avrupa Yahudileri genelde büyük devrimcilerdi ve Herzl, bunların Batıya göç ederek bu ülkelere devrim getireceğinden korkuyordu. Ancak, Herzl’in alt sınıfları aşağılayan zihniyeti bundan ibaret değildi. Filistin’e girmesini istediği Yahudi “kardeşleri” için şöyle diyordu: “Çaresiz olanlar ilk gidenler olacaklar; çünkü çaresizler en iyi istilacılardır. Büyük zaferleri kazananların çaresizler olduğunu unutmayın. Bizim en önemli ihtiyacımız bu en fakir ve çaresiz insanların katılımıdır”. [5, 7, 12]

Birinci Dünya Savaşı’na kadar, çoğunluğu Siyonist olan, az sayıda Yahudi Filistin’e göç etmişti. Savaş ilerledikçe İngiliz ve Siyonist çıkarları birbirini tamamlar hale geldi. Siyonist liderler İngiltere ile görüşerek, Siyonizm’i desteklememeleri durumunda Bolşevik Devriminin tüm Avrupa’ya yayılacağını söylediler. İngiltere için Filistin’i ele geçirmek artık tartışılmazdı; ancak, bu açık işgalle olamazdı. Tek seçenek İngiltere’nin savaş emellerini “kendi kaderini tayin hakkı” ile bütünleştirmekti. Siyonist liderler bu planın uygulanması için oldukça kullanışlı oldular, emperyalizm için “etnik ve dinsel geleneklerin sürdürülebilirlik” garantisi haline geldiler. [7]

Savaş devam ederken Siyonist lider Dr. Chaim Weizmann, 1905 yılında Yahudileri ülkesinde istemediğini açıkça söylemiş olan, antisemit Arthur Balfour ile temasa geçti. 1917 yılında, Mark Sykes’ın da dahil olduğu, İngiltere ve ABD hükümetleriyle yapılan görüşmeler sonucunda Balfour Deklarasyonu’nun ilanına karar verildi. Deklarasyon Rothschild ailesinin bankerlerinden biri olan Alfred Milner tarafından kaleme alındı. Metin, taslak halinde Balfour’un incelemesine sunuldu. 2 Kasım 1917 tarihinde Balfour Deklarasyonu bir mektup olarak İngiliz Dışişleri Bakanlığı adına Dışişleri Bakan Yardımcısı Arthur James Balfour tarafından Lionel Walter Rothschild’e (Lord Rothschild) gönderildi. Bu şahıs aynı zamanda İngiltere Siyonist Federasyonu’nun da başkanıydı. [2, 7]

Peki, o sırada İngiltere’de yaşayan 250.000 Yahudiden kaç tanesi İngiltere Siyonist Federasyonu üyesiydi? Sadece 5000. İngiliz Yahudilerinin sadece %2’si Siyonizmi destekliyordu. Bunun nedeni Yahudilerin çok daha önemli sorunlarının olmasıydı. Londra’nın Doğu Yakası’nda verilen yaşam mücadelesinin Siyonizm’le hiçbir ilgisi yoktu.      

Balfour Deklarasyonu Yahudiler için değil, Siyonist liderler için bir başarı oldu. WZO (World Zionist Organization – Dünya Siyonist Örgütü) liderleri, İngiltere için önemli olanın Bolşeviklerin durdurulması olduğunu biliyorlardı. Bu nedenle Sovyet İç Savaşı sırasında Beyaz Terör’ün safında yer aldılar. Bu açıdan bakıldığında Balfour Deklarasyonu, Siyonizmin emekleme döneminin kapanışını ve emperyalizmin güdümünde şahlanma döneminin başlangıcını ifade eder.

Balfour Deklarasyonu, İngiltere’nin hakkı olmadığı bir bölgedeki toprakları, orada asla yaşamak niyetinde olmayan Yahudi halkına verme bahanesiyle gasp ettiğini açıklayan bir aldatmacadır. Metin şu şekildedir: “Saygıdeğer Lord Rothschild; Majestelerinin hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. Majestelerinin Hükümeti, Filistin’de Yahudiler için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefin gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır. Filistin’deki mevcut Yahudi olmayan toplumların medeni ve dini haklarına ve başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin sahip oldukları haklara ve siyasi statülerine zarar verecek hiçbir şeyin yapılmayacağı açıkça anlaşılmalıdır. Bu deklarasyonu, Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım 

Deklerasyon metninde geçen “Yahudi Siyonist isteklerine duyulan sempatinin kabulü”, emperyalizmin ve Siyonizmin çıkarlarının ortak olduğunun bir göstergesiydi. Metinde “devlet” (state) yerine “yurt” (home) kelimesinin kullanılmasının nedeni Arapları kandırmaktı. Deklarasyonun Ağustos 1917 tarihli orijinal taslak metninde, “Filistin’de halihazırda yaşamakta olan Yahudi olmayan toplulukların dini ve medeni haklarının korunması” ifadesi yer almıyordu. Bu cümle belli ki o dönem bölge nüfusunun %91’ini oluşturan Arapları kışkırtmamak için sonradan koyulmuştu. Sonraki ifade ise “Filistin dışındaki tüm ülkelerde yaşayan Yahudilerin hakları ve siyasi konumlarının sürekliliği” mealinde kullanılmıştı ki, bunun temel amacı da Siyonizmin varlığı dolayısıyla yaşadıkları ülkelerden ayrılmak zorunda kalacaklarını veya bu ülkelerdeki ayrıcalıklı konumlarını kaybedeceklerini düşünen Yahudi orta sınıfının endişelenmesini engellemekti.

Siyonizmin doğası gereği burjuva olduğunu gösteren diğer bir kanıt da, Balfour Deklarasyonu’nun, o dönem büyük Yahudi finans kapitalinin ağababası olan Lord Lionel Rothschild’e yazılmış olmasıydı. Rothschild Meclisi’nin dünyadaki en büyük şubesi İngiltere’deydi. [3, 5, 7, 12]

Paskalya Bayramı’nda İngiltere Sosyalist Partisi’nin yaptığı bir toplantıda bir Yahudi işçi Balfour Deklarasyonu hakkında şunları söyledi: “Filistin’in bir Yahudi devletine dönüştürülmesi, tüm dünyada Yahudilerin kapitalistler tarafından bir araç olarak kullanılacağını gösteriyor. 

Siyonizmi savunanların en önemli motiflerinden biri her zaman devrimin engellenmesi olmuştur. 1917 Bolşevik Devrimi, Yahudi dünyası için dengeleyici bir rolü olacağı düşünülen Siyonizme ve onun sermaye gücüne sempatiyi arttırdı. Siyonist liderlerden kimyager Dr. Chaim Weizmann, Paris Barış Konferansı’nda şu tanımı yaptı: “Siyonizm, Doğu Avrupa Yahudilerinin yolunu şaşırmış yıkıcı enerjilerinin panzehiridir”. Şubat 1919’da yaptığı başka bir konuşmada Siyonist teklifin uzun vadede barış getirecek tek çözüm olduğunu ve Yahudi enerjisini yıkıcı eğilimlerde boşa harcamak yerine (yıkıcı denilen elbette devrimcilikti) yapıcı bir güce dönüştüreceğini vurguluyordu. Devrimin yıkıcı olduğunu söyleyen Dr. Weizmann, Birinci Paylaşım Savaşı’nda Winston Churchill ile anlaşıp patlayıcılar için tonlarca aseton üreterek milyonlar kazanmıştı. Aslında, Siyonist liderlerin Bolşeviklere duyduğu nefretin nedenlerinden biri de devrimden sonra Doğu Avrupa cephesinde savaşın herhangi bir ilhak veya işgal olmadan sonlandırılmasıydı. Bolşeviklerin yıktığı tek şey, Weizmann gibilerin, insanların katledilmesinden milyonlar kazanmasını sağlayan düzendi. [1, 3]

Siyonist liderler, Balfour Deklarasyonu’nun, Yahudilerin uzun mücadeleler sonucu elde ettiği bir kazanım olduğu propagandasını yapmaktadır. Oysa, deklarasyon Yahudilerin çok büyük bir bölümü tarafından asla desteklenmedi. Yahudiler, kendileriyle hiçbir alakası olmadığını düşündükleri deklarasyona karşı çıktı. Sadece Chaim Weizmann ve Nahum Sokolov gibi Siyonist liderler deklarasyonu savundu. Yahudilerin çok büyük bir bölümü, Balfour’u deli saçması olarak görüyordu. İngiliz Yahudi tarihçi Lord Beloff, deklarasyonu “Bir Yahudi’nin başka bir Yahudi’yi Filistin’e göndermek için bir üçüncü Yahudi’nin parasını istediği bir hareket” olarak değerlendirdi. [7]

İngiliz plutokrasisinde yer alan İngiltere doğumlu pek çok Yahudi de Siyonizm karşıtıydı. Bunlardan biri olan Edwin Montagu, kabineye oldukça sert bir anti-Siyonist memorandum sundu ve Yahudi devleti fikrinin yurtsever Yahudileri ülkelerinden kovmak için bir araç olarak kullanılacağını savundu: “Bu deklarasyonla devlet, Yahudi düşmanı olan ve bu nedenle geçmişte Yahudi yurttaşların özgürlüklerine büyük zarar vermiş olan bir Siyonist organizasyonun isteklerini gerçekleştirmek için araç haline getirilmiştir”[7]. İngiliz Yahudileri Temsilciler Meclisi ve İngiliz Yahudi Derneği, deklarasyondan önce 24 Mayıs 1917 tarihinde, The Times’a yaptıkları açıklamada Yahudiler için yurt inşasını reddettiklerini söylemişlerdi. Deklarasyon, İngiliz basını tarafından da olumsuz karşılandı. Sadece The Guardian deklarasyonun gerekli bir adım olduğunu yazdı; bu liberal “toz bezi”, her konuda olduğu gibi, Siyonizm ile ilgili olarak da 100 yıldan fazladır “sahibinin sesi” olmaya devam etmektedir.  

Balfour Deklarasyonu’nun temelinde yatan ideolojinin sevilmemesi, İngiliz Yahudilerinin tamamına yakınında yarattığı memnuniyetsizlik, deklarasyonun neden mecliste ele alınmak yerine bir mektup içinde gönderildiğini açıklamaktadır. Siyonizm, Yahudi halk kitlelerini kendi tarafına çekememişti. Bu nedenle de Yahudileri temsil edemezdi. Devlet, hem İngiliz hem de dünya Yahudiliğinin genelinin Siyonizme karşı olduğunun bilincindeydi. İşte bu nedenle bildiri dolambaçlı yoldan yayımlandı. Bildiriyi Lord Rothschild’e yazılan bir mektup içine sıkıştırarak Yahudiler “by-pass” edilmiş, böylece oluşacak bir toplumsal muhalefetin önüne geçilmişti. 

Balfour Deklarasyonu’nun açıklandığı tarihe kadar Siyonist ideolojinin temel unsurları olgunlaşmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle İngiliz emperyalistleri ve işbirlikçi Siyonist liderler için Filistin’in sınırsız ekonomik sömürüsü başlamıştı. Yahudi sermayesi Filistin’e yatırımlarını yavaş yavaş arttırdı. Bu arada Siyonistler, Arapları işçi sınıfı içinden kovarak, Arap işçi ve köylüleriyle Yahudi işçiler arasında işbirliğine bu şekilde engel olmaya çalıştılar.  Filistin’e yerleşen Yahudilerin Araplarla bir araya gelmesi zorlaştı. Araplar 1920, 1921, 1929, 1933, 1935 ve 1939’da ayaklandılar. Bunların hepsinde ayrıcalıklı konumdaki Yahudi işçi sınıfı emperyalistlerin yanında yer aldı. [5, 7, 12]

Balfour Deklarasyonu Filistin’in işgalinin ideolojik ve siyasal temelini sağlamış olduğundan, savaş sonrası barış konferasında Osmanlı’nın parçalanmış olması ve manda yönetiminin gündeme gelmesiyle, Filistin’in İngiltere’ye verilmesi artık bir oldubittiye kalmıştı. Antisemit siyasetçiler Arthur Balfour, Joseph Chamberlain ve Lord Shaftesbury, Siyonistlerle birlikte, Doğu Avrupa’da Beyaz Terör’den kaçan Yahudilerin İngiltere’ye göç etmelerine karşı çıktılar. Balfour, 1919 yılında Siyonist lider Nahum Sokolov’un kitabına “Yahudi göçüyle İngiltere’nin başına gelenlere” vurgu yapan bir önsöz yazdı. İngiliz Yahudileri yaşam ve vatandaşlık hakları için mücadele ederken, sırf Hristiyan olmadıkları için Yahudilere oy hakkı verilmemesi gerektiğini söyleyen Lord Shaftesbury, mecliste “1858 Özgürleştirme Yasası” aleyhine konuşuyordu. Deklarasyona adını veren Balfour’un ve Yahudi olmayan Siyonistlerin antisemit ırkçılar olmaları asla tesadüf değildir. 

Bolşeviklerin Sykes-Picot’un maddelerini ortaya dökmesine rağmen, 24 Temmuz 1922’de Filistin manda olarak İngiltere’ye verildi, Siyonist-emperyalist sermaye yatırımlarıyla gelişti. Siyonizm, sermaye aracılığıyla City of London ve Wall Street ile çok yönlü ilişkiler geliştirmeye başladı.[7]

Irkçı-faşist siyasetlerin ilk önce kendi insanlarına zarar verdikleri kolaylıkla fark edilebilir. Siyonist liderler, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında faşistlerle işbirliği yapmış, 30’lu ve 40’lı yıllardaysa Nazilere geniş çaplı ideolojik, ticari, siyasi ve istihbari destek vermiş, hatta 1941 yılında, Alman Büyükelçiliği’ne gönderdikleri belgede savaşa Nazilerin tarafında katılmak istediklerini açıklamışlardır[11] . Ne yazık ki dünya Yahudiliğinin büyük bir kısmı, Siyonist liderlerin Yahudileri sırtından bıçaklayan bir hain sürüsü olduğundan habersizdir. [2, 3, 5, 11]

Yahudilerin ilerici mücadele geleneğinin ve savaşta Avrupa Yahudilerinin esas kurtarıcısının SSCB olduğunun bilincinde olan emperyalist devletler (SSCB’nin Nazi güçleri karşısındaki zaferi 2 milyon Avrupa Yahudisinin hayatını kurtarmıştır, ayrıca savaş boyunca yaklaşık 1 milyon Yahudi SSCB’ye kaçarak Soykırımdan kurtulmuştur), Soğuk Savaş döneminde onları “özgür dünya” saflarında tutmak için Yahudilere ayrıcalıklı davranarak bir üst sınıf yaratma yolunu seçmiştir; böylece, Siyonizmin sınıfsal yapısını ve Siyonist liderlerin ihanetlerini unutturmaya çalışmışlardır. Bu noktada asıl önemli olan bu geleneğin farkında olan anti-Siyonist Yahudilerdir. Siyonist-emperyalist işbirliğinin kan-rüşvet-ihanet sarmalı içinde mücadele eden bu onurlu insanlar asla yalnız bırakılmamalıdır.     

  1. Antisemitizm ve Yahudi Sorunu – I. Rennap (İnter Yayınları, Eylül 1991). Çeviren: Şen Süer Kaya.
  2. Hitler ve Siyonizm – Kürşad Berkkan (Eftelya Kitap – Şubat 2018)
  3. Zionism in The Age of Dictators, A Reappraisal – Lenni Brenner, 1983 (Lawrance Hill & Company Westport).
  4. Türkiye’de Yahudi Hıristiyan Savaşları – Orhan Gökdemir (Destek Yayınları, Nisan 2012).
  5. Şebeke – Lenni Brenner (Profil Yayıncılık – 1.Basım, Ekim 2008) Çeviren: Manolya Aşık, Derya Metin. 
  6. Raphael Pattar, Ed., The Complete Diaries of Theodor Herzl, Vol II, s. 672-673.
  7. Zionism, a racist, antisemitic Tool of Imperialism. Harpal Brar; London.
  8. An Empire Divided: religion, republicanism and the making of French colonialism (1880-1914) – James Patrick Daughton (First edition, Oxford University Press – 2008). 
  9. https://www.jewishvirtuallibrary.org/letter-to-the-jewish-nation-from-napoleon
  10. Caution: Zionism, Essays on Ideology, Organization and Practice of Zionism – Yuri Ivanov (Moscow – Progress Publishers, 1970). 
  11. The Hidden History of Zionism – Ralph Schoenmann (1988 – Veritas Press, Santa Barbara).
  12. The Class Origins of Zionist Ideology – Stephan Holbrook (Tuskegee Institute, Alabama, Department of Philosophy, Collage of Art and Sciences).