19. Yüzyıl Fransa Deneyimleri Üstüne: Devrim, Politika ve Marx

Paul Louis, “Fransız Sosyalizmi” adlı çalışmasında “Fikir bir kere doğmasın, doğdu mu, gerçekleşmek için elinden geleni yapar” ifadesini kullanırken “fikir”lerin tüm toplumsal gelişim ve dönüşümlerde eyleme öncül ve eylemle yönelinen “amaç” olarak, rolü üzerinde gerekli bir vurgu düşüyor.1 Louis’in sözünü ettiği elbette, düşüncenin kendi içinde, kendi başına bir hareketi değil. Sözü edilen; sınıfların, sınıfları temsil eden, eylemlerine yön veren, eylemin “iradi yasa”larıdır. Tarihsel/toplumsal gelişmenin sonuçlarını önceden sezebilen, kestirebilen, yüzü geleceğe dönük tüm felsefi-ideolojik-politik eğilimler, er geç kendi toplumsal somutunu yaratmakla kalmıyorlar; farklılaşan somutta “yeni”nin, geleceği temsil eden düşünce ve eylemin ayak bağı haline de gelebiliyorlar. Belirli bir kesitte “ilerici-devrimci” bir nitelik taşıyan düşünce ve buna tekabül eden eylem, somut değişince “ilerici-devrimci” kimliğini yitirerek geriliği temsil eden bir konuma düşebiliyor. Hareketin bu en genel yasası tüm “fikir”lerin kendi somut tarihsel koşulları bağlamında ele alınmasını gerektiriyor. Bunun dışında bir yaklaşım onları, her zaman, her hal ve koşulda “genel geçer doğrular” olarak kabullenip sahiplenmek anlamına gelir ki, bu da düşüncenin zaman ve mekan dışı kılınmasıdır. “Düşüncenin zaman ve mekan dışı savunusu her zaman var olagelmiştir, bu eğilim bir yasallık düzeyinde kendini gösteriyor.”

Bu çalışma 19. yüzyıl işçi sınıfı hareketi deneyinden bugüne ışık tutacak kimi dersleri tekrar gündeme getirmeyi amaçlıyor. Daha açıkçası, Marx’ın “üçlü”sünde 19. yüzyıl deneyinin çözümlemeleriyle ulaştığı, bugün için kalıcı kimi yanları güncel tutmayı hedefliyoruz. Dolayısıyla deneyden süzülerek elde edilmiş ve eylemi etkileyen, yön veren, bugünkü geçerliliğini yitirmiş kimi yaklaşımları Marx’ın ayıklamaya çalıştığı biçimiyle ele almaya, daha derli toplu formülasyonlara ulaşmaya çabalıyoruz.

Her kavga, geçmiş başkaldırıların coşku ve kinini yeniden üreterek şiddetini oluşturuyor, kendine yol açıyor. İngiltere’de aydınlanma kendine yol açarken, Roma’da M.Ö. 1. yüzyıldaki Katilina ayaklanması 17. yüzyılda iki ayrı trajediye konu olabiliyor. Bu hem geçmiş deneyin derslerinin, ufkunun hem de gerilim ve şiddetinin yeniden üretilerek “bugün”e taşınması anlamına geliyor. Tek başına bu olaydan bile İngiliz aydınlanmasının, aydınlanmaya öncülük etmiş ütopyalar için bir dürtü oluşturduğunu kestirebiliriz. Marx, Brumaire’e girerken tüm devrimci bunalım çağlarında “…bütün ölmüş kuşakların geleneği büyük bir ağırlıkla yaşayanların beyinleri üzerine çökmüştür” diyor. Önemli olmalı… adeta geçmiş deneyin yeniden canlanarak ortaya çıkışına parmak basıyor:

“…İşte bunun gibi, Luther, havari Paul’ün maskesini takındı, 1789-1814 devrimi ardarda, önce Roma Cumhuriyeti, sonra Roma İmparatorluğu giysisi içinde kurum sattı ve 1848 devrimi, kimi 1789’un kimi de 1793’ün ve 1795’in devrimci geleneğinin taklidini yapmaktan öte bir şey yapmadı.”2 Marx’ın “eski devrimci geleneğin taklidi” olarak çözümlediği olgu; geçmiş birikim ve deneyin “bugün”ün eyleminin biçimlenişinde kendini bir yasa olarak ortaya koymasından ileri geliyor, tekerrür eder gibi bir dış görünüm alışının altında daha derin ve köklü bağlar gizleniyor. Bu bağlarda bir yanıyla 1848 devrimlerinin kendini dışa vuran temel çizgilerini yakalamak mümkün. Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri ile Brumaire‘de bunları ortaya koymaya çalışıyor. Öte yandan verili koşulların aynı yasallıkların sözü edilen çalışmaları “kontrol eden” niteliklerinden de kuşku duyulmamalı. Kuşku duyulmamalı, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri‘nde ileri sürülen kimi tezler Brumaire ile aşılıyor.

Tarihsel/toplumsal hareketin kavranılışı, bilimde hep yasallıkların yakalanıp formüle edilebilmesinden geçer. Bunlar kavranılabildiği ölçüde yasallıklar üzerinde etkide bulunulabiliyor. Yasallıklar, akış içinde bir toplumu ileri iten “itici güç” niteliği taşıyabileceği gibi, geriye çeken bir karakter de taşıyabiliyor. Bu nedenle “iradi müdahale” hep kimi yasallıkları kontrol edip, aşabilmeyi amaçlıyor. Yine bu nedenle “iradi müdahale”nin kendisi bir yasallık haline geliyor. Ünlü 11.Teziyle “iradi müdahale”nin önemini bir ayraç olarak ileri süren Marx, 1848’in iradi eylemini yargılarken yukarıdaki paragrafını şöyle tamamlıyor: “İşte böyle, yeni bir dili öğrenmeye başlayan kişi, onu hep kendi anadiline çevirir durur ama ancak kendi anadilini anımsamadan bu yeni dili kullanmayı başardığı ve hatta kendi anadilini tümden unutabildiği zaman o yeni dilin özünü, ruhunu çözümleyebilir.”

Oldukça önemli bir benzetmeyle Marx, 1848 devrimlerinin, bu devrimler içinde proletaryanın, eski geçiş sürecinin, eski deneyin diliyle girdiği eylemin niteliğini belirliyor. Proletaryanın durumunu yeni bir dili öğrenmeye başlayan insanın konumuyla izah ediyor. 1848 devrimleri eski dil ile eyleme giren proletaryanın deneyin dersleriyle kendi yeni dilini bulmasına olanak sağlıyor. Ve yeni dili, eski dilin kavramlarıyla oldukça yüklü doğuyor. Marx’ın 1850’de yazdığı Fransa’da Sınıf Mücadeleleri çalışmasını da, eski devrimlerin deneyleri, dili ve kavramlarıyla yüklü, proleter hareketin yeni siyasal dili olarak nitelemek gerek. Yeni ve aynı zamanda bulaşık doğuyor. Böyle olduğu tartışılmaz. Tartışılmayacağı 18 Brumaire ile ortaya çıkıyor.

Marx’ın Brumaire‘de, yeni devrimlerde “eski dil”in rolüne parmak basması hem bir nesnelliğin dışa vurumu hem de proleter hareketi eski perspektifinden koparma çabasına denk düşüyor: “Bu devrimlerde, ölülerin dirilmesi, sonuç olarak, eskileri taklit etmeye değil, yeni savaşımları ululamaya, (…) yerine getirilecek ödevi muhhayilede devrimin hayaletini yeniden çağırmaya değil, devrim ruhunu bulmaya hizmet eder”3 diyor. Yüklediği içerikle eski deneyin “kendini göstermesini” tekerrür mantığın dışında bir yoruma kavuşturuyor:

“19. yüzyılın toplumsal devrimi, şiirsel anlatımını geçmişten değil gelecekten alabilir. 19. yüzyılın devrimi, geçmişin bütün hurafelerinden kendini sıyırmadan, kendisiyle harekete geçemez. Daha önceki devrimlerin kendi öz içeriklerini kendilerinden gizlemek için tarihsel anımsamalara gereksinimi vardı. 19. yüzyılın ise, kendi öz içeriğine ulaşmak için ölüleri, kendi ölülerini gömmeye terketmek zorundadır. Eskiden söz içeriği aşıyordu, şimdi içerik sözü aşıyor.”4

Yukarıdaki ifadeler belirli ayraçlar koymak için yeterli açıklıklar sağlıyor. Açıklıkların önemli bir yanı, proleter hareketin 1848 öncesi ve sonrasında hüküm süren perspektifine ve de Marx ve Engels’in bu sürece nasıl baktıklarına ilişkindir. Marx ve Engels proletaryanın sınıf mücadelesi ile ilgili olarak çeşitli modeller geliştirdiler, kuşkusuz. Ancak biz kendimizi 1848-1850 dönemiyle sınırlayacağız. Sözü edilen döneme bakıldığında en tipik olarak şu özelliği görürüz: Marx bu dönemde sürekli olarak devrimin siyasal yanı ile toplumsal yanı arasında bir eşitsizlik görmüş, bunun sonucu olarak da, siyasal kurtuluşla toplumsal kurtuluşun birbirinden ayrı tutulmasına varan bir yaklaşım içinde olmuştur.

1848-50 dönemine ilişkin tezleri ele almadan, 1848 öncesinin deneylerinden çıkan ve sosyalizme geçişe ilişkin ilk modelleri etkileyen bir başka sürece değinmekte fayda var.

İki Farklı Geçiş ve Bir Sürecin Öyküsü

Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin temel karakteristiği, uzun bir zaman dilimine yayılması ve siyasal düzeyde tedrici dönüşümlerle belirlenmesidir. Tedrici geçiş siyasal bir savaşımla at başı gelişmiştir. Siyasal alanda bir dizi değişimlerle tamamlanan savaşın menşeine indiğimizde, böyle bir geçişi gerekli ve olanaklı kılan nedenleri buluyoruz. Bu nedenler arasında en temel olan feodal toplum bağrında burjuva üretim biçiminin süreç içinde yerleşip egemen hale gelebilmesidir.

Feodal toplumda kapitalist toplumun altyapısının süreç içinde yerleşimi siyasal düzeyde tedrici dönüşümler dayatmıştır. Bu durum, altyapıdan desteklenmenin avantajlarına sahip burjuvazi için, mülkiyet ve hukuk ilişkileriyle, siyasal düzeyde, bir savaşımın varlık nedenini oluşturur. Üretim biçiminin egemenlik durumuna göre üst yapısal düzeydeki çatışmalar tedrici dönüşümler ve uzlaşmalarla birlikte gelişmiştir. Burjuva üretim biçiminin aşamalı yerleşerek süreç içinde egemen hale gelebilmesi siyasal alanda tamamlanma ve bütünlenme sorunu olarak tedriciliği içeriyor. İngiltere bu duruma en gelişkin örnektir. 1789 Fransız Devrimi tersi bir görünüm almış olsa da bu devrim de bir bütün olarak gözetildiğinde aynı sonuca tekrar ulaşıyoruz. Buna karşılık kapitalizmden sosyalizme tedrici geçişi olanaklı kılacak aynı nesnel temeller yoktur.

Kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecine, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin tersi bir seyir izleyerek, tedrici dönüşüm yerine ani sıçramalar egemen olmuştur. Altyapıdan desteklemek yerine tersi, siyasal düzeyde iktidarın ele geçirilerek altyapının inşası temel yol olmuştur. Bu nedenle kapitalizmin bağrında sosyalizmin üretim biçiminden, sosyalist ilişkilerin gelişebilmesinden söz edebilmek olanaklı değildir. Üretici bir güç olarak işçi sınıfının, üretici güçlerin, üretimin sosyalize oluşu gibi, kısaca kapitalizmden sosyalizme geçişin maddi ön şartlarının kapitalizmin bağrında ortaya çıkması sosyalist üretim biçiminin egemen olması anlamını taşımıyor. Bu nedenle diğer süreçte olduğu gibi, altyapıdan desteklenmiş bir siyasal savaşım söz konusu olmuyor. Tam tersine ani bir geçişle siyasal iktidarı ele alan işçi sınıfının sosyalist üretim biçimini yerleştirebilmesi sorunu ortaya çıkıyor. Yine bu nedenle ittifaklar sorunu sosyalizmin inşasında hem altyapısal hem de üstyapısal düzeyler için can alıcı düğümleri oluşturmaktadır. Çulhaoğlu’nun daha önce çözümlediği gibi ittifakların özünde bir çatışmayı temsil etmesi iktidarın ele geçirilmesinden ziyade iktidarın yaşatılmasında, daha önemli olması bundandır.

Kapitalizmden sosyalizme tedrici geçiş olanaksız olduğu halde, feodalizmden kapitalizme geçiş süreci model alınıp geliştirilerek işçi sınıfı hareketi tarihinde siyasal savaşımı yönlendiren bir perspektif olarak ortaya çıkabilmiştir.

Bu perspektif Manifesto‘da anlatımını bulan demokratik devrim yaklaşımı ile 1848 devrimleri deneyinden çıkarsanan sürekli devrim tezini birbirine bağlamaktadır. Biz, buna doğrusal gelişim perspektifi adını vereceğiz. Manifesto devrim sürecinde misyonunu burjuvazinin üstlendiği bir demokratik aşamayı zorunlu sayar. Proletarya bu aşamanın tamamlanmasıyla kendi asli görevleriyle baş başa kalabilecektir. Öncesinde ise bu sınıfa düşen, “ilerici burjuvazi”ye destek sunmaktır. Önce, feodal kalıntıların tasfiyesi için burjuvazinin belirli kesimleri ile -ki sanayi burjuvazisi ilerici rol yüklenen en ağırlıklı kesimdir- ittifak, geçiş sürecinin ilk aşamaları için önem taşır. Manifesto‘da yazılan şu cümleleri buna yorumlayabiliriz: “Bu aşamada demek ki proleterler kendi düşmanları ile değil, düşmanlarının düşmanı ile, mutlak monarşi kalıntıları, toprak sahipleri, sanayici olmayan burjuvazi, küçük burjuvazi ile savaşırlar. Böylece tüm tarihsel hareket burjuvazinin ellerinde yoğunlaşır; bu biçimde elde edilen zafer burjuvazinin zaferidir.”5 İleri sürülenler yeterince açık olmalı. Manifesto‘da alt ve orta sınıflara yönelik değerlendirmelere de dikkat çekmek gerekir: “Alt ve orta sınıf, küçük imalatçı, dükkancı, zanaatçı, köylü bütün bunlar, orta sınıfın parçaları olarak varlıklarını yok olmaktan kurtarmak için burjuvaziye karşı savaşırlar. Şu halde devrimci değil tutucudurlar, hatta gericidirler çünkü tarihin tekerleğini gerisin geriye döndürmeye çalışırlar. (…) “Tehlikeli sınıf” (…) şurada burada bir proleter devrimi ile hareketin içine sürüklenebilir; ne var ki, kendi yaşam koşulları onu daha çok gerici entrikaların paralı aleti olmaya hazırlar…”6 Alt ve orta sınıflara ilişkin bu teşhisler, model içinde sınıflar konumlanışına ilişkin gerekli açıklıkları tamamlıyor. Esas olan emek-sermaye çelişkisinin, tümüyle kendini gösterebileceği toplumsal, siyasal koşulların yaratılması hedefleniyor.

1848’ler ve Sürekli Devrim

1848-1850 arasına ilişkin çözümlemelerde, Marx burjuvazinin politik olarak devrilmesi ile bir sınıf olarak toplumsal varlığına son verilebilecek koşulların gerçekleşmesi arasındaki geçiş dönemini sürekli devrim olarak tanımlar. Bu kavram, daha önce de belirttiğimiz gibi Marx’ın kapitalizmden sosyalizme geçişe ilişkin sürece bakışında egemen olan doğrusal perspektifinde yalnızca ve yalnızca bir revizyon denemesidir.

‘48 devrimlerinin temel dersi ise burjuvazinin eski misyonlarının artık çok uzağında olduğudur. Model değişiyor. Burjuvazinin terk ettiği noktadan, süreci proletaryanın sırtlanması gerekiyor. Siyasal analiz açısından son derece kritik önem taşıyan bu tezdeki yenilik kapitalizm-sosyalizm güçleri arasındaki bir eşitsiz gelişme olgusunun saptanmasına dayanıyor. Kendi öz siyasal iktidarını oluşturamayan ve gerici sınıflarla blok kurmak zorunda kalan burjuvazi, proletaryanın devrimci misyonunun realize olacağı bir tarihsel zemini yaratabiliyor. Ancak çizilen süreç başka eşitsizlikleri gündemine almıyor.

Bunlardan bir tanesi de sürekli bunalım teorisine ilişkin. Sürekli Devrim modeli, genel ve sürekli bir bunalım teorisine dayanıyor. Gerek Manifesto‘da, gerek Fransa’da Sınıf Savaşımları’nda bunların ipuçlarını yakalamak mümkün. Manifesto‘da burjuva üretim biçimlerinin yarattığı bunalımlar irdelendikten sonra şu cümlelere rastlıyoruz: “Peki, burjuvazi bu bunalımları nasıl atlatıyor? Bir yandan üretici güçlerin büyük bir bölümünü zorla yok ederek; öte yandan yeni pazarlar ele geçirerek ve eskilerini de daha kapsamlı bir biçimde sömürerek. Yani, daha yaygın ve daha yıkıcı bunalımlar hazırlayarak ve bunalımları önleyen araçları azaltarak.”7

Kapitalizmin proletarya tehdidi karşısında kendisini gerek iktisadi, gerek üstyapı düzleminde, karmaşık yöntemlerle tahkim edebileceğine fazla olasılık tanınmıyor.

Bir diğer nokta toplumun diğer sınıflarına ilişkin tezlerde kendini gösteriyor. Yukarıda kısaca değinilen ve Gelenek’de başka çalışmalarda ele alınmış olan ittifaklar politikası sorunu, Marx’ın modellerinde pek önemli bir yer tutmuyor. Burada değinilmesi gereken son bir nokta da örgüt ve sınıf önderliği konusudur. Bizzat proletaryanın içinde ve sınıfın iktisadi mücadelesi ile siyasal yönlendiriciliği ilişkisinde işleyen eşitsiz gelişme de, yine modellerin eksik yanlarını oluşturuyor. Bu eksiklikler eninde sonunda, sosyalizme geçiş sürecinde, vurgunun siyasal sıçrama ve önderliğin rolü ikilisinden ziyade nesnel gelişimden yana konmasına yol açmıştır.

1852 – Bir Kritik Nokta

1848-50 arası sürece ilişkin gündeme getirilen geçiş döneminin ne anlama geldiğinin sorusu devrim ve devlet teorisinin kritik sorularından birini oluşturur. Bu anlamda değerlendirdiğimizde, Marx’ın 1848-50 arası sürece yaklaşımını 5 Mart 1852’de Weydemeyer’e yazdığı Mektup ve 1852’de Brumaire içinde yer alan değinişleri ile aşmaya başladığını görüyoruz.

Marx’ın 5 Mart 1852 tarihli olarak Weydemeyer’e yazdığı mektup ile; “Benden çok önceleri burjuva tarihçileri sınıf mücadelesinin tarihi gelişimini, burjuva ekonomistleri de sınıfların ekonomik anatomilerini belirlemişlerdi. Benim yeni olarak yaptığım: 1)Sınıfların varlığının üretimin gelişmesinde tarihi bakımından özgül aşamalara bağlı olduğunu, 2)Sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne yol açtığını, 3)Bu diktatörlüğün kendisinin de ancak sınıfların ortadan kaldırılmasından ve sınıfsız topluma geçişten ibaret olduğunu kanıtlamaktır.” ve 1852’de Brumaire’de yer alan “Bütün siyasal devrimler, bu makineyi kıracakları yerde, yetkinleştirmekten başka bir şey yapmadılar. Art arda iktidar uğruna savaşan partiler bu muazzam devlet yapısını ele geçirmeyi, kazananın en birincil ganimeti saydılar” değinişleriyle açığa çıkardığı o muazzam keşfi, devlet aygıtının, siyasal iktidarın ele geçirilerek devrimin ileriye götürülmesi tezine bir son verildiğine işaret ediyor. Bu noktayı son derece önemli buluyoruz. Burjuva demokratik devrimlerinin koparılması, yani demokrasinin koparılması perspektifi ortadan kalkıyor. Oysa demokrasi mücadelesi o tezden bugüne artakalıyor ve işçi sınıfı hareketi içinde sürekli reformist eğilimlerin güçlenmesine yol açıyor. Daha önemlisi siyasal iktidarın kullanımının devlet aygıtından ayrı düşünülemeyeceği yerde, burjuvazinin tüm kurumlarıyla bir bütün olarak hedef alınması gereken yerde, “demokrasi mücadelesi” özü itibariyle bir uzlaşma çizgisinin temsilciliğine dönüşüyor.

Devlet aygıtının parçalanarak siyasal iktidarın ele geçirilmesi ve kapitalizmden sosyalizme geçiş süreci için proletarya diktatörlüğünün öngörülmesi; 1848-51 deneyinde, proletaryanın siyasal mücadelesinin kimi teori ve taktiklerine karşı, bir devrim niteliği taşıyor. Lenin, “bu dikkat çekici tartışma ile birlikte Marksizm, Komünist Manifesto’ya nispetle ileri muazzam bir adım atmaktadır.”8 “Bu sonuç Marksist devlet teorisindeki birinci ve temel noktadır.”9 diyor. Marx’ın Gotha Programının Eleştirisi’nden hareketle Jacques Duclos ise, proletarya diktatörlüğünün geçiş sürecine ilişkin zorunluluğunu net olarak hatırlatıyor:

“Kapitalist toplum ile sosyalist toplum arasında bunların birincisinden ikincisine geçmeyi sağlayan geçiş dönemi bulunur. Bu döneme bir siyasi geçiş dönemi tekabül eder. Ve bu arada devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmayacaktır.”10 Bu nedenle ve tamamen bu yüzdendir ki, Brumaire‘nin yazıldığı tarihten bu yana siyasal iktidarı ele geçirmek, devlet aygıtını parçalayıp dağıtarak, proletarya diktatörlüğünün hayata geçirilmesiyle eş anlamlıdır. Geçiş sürecinin mihenk taşı budur ve bu da her tür aşamacılığın reddini gerektirir.

Aşamacılık, proletaryanın siyasal mücadelesinde, zorunlu olarak 1848 öncesi devrimlerinin hayaletinin kendini göstermesidir. Bundan sonrasında, proletaryanın siyasal mücadelesini geriye çeken geçmişin ölü elidir. Marx, Brumaire ile geçmişin ölü elinin etkilerini proletaryanın teori ve taktiklerinden silmeye çalışıyor. Çok yaygın bir anlayışla, burjuvazinin emperyalizm çağında gericileştiği ileri sürülür; gericiliğin tarihini başlatmak bakımından yanlış görünüyor. 1848 devrimleri deneyi, burjuvazinin demokrat kimliğini yitirdiğini ve kendi devrimleri içinde gericileştiğini gösteriyor. Brumaire‘de küçük burjuvazi dahil, burjuvazinin herhangi bir kesimi için “demokrat” sıfatı artık kullanılamaz oluyor.

Fransa’da Sınıf Savaşımları’nı Kısa Kısa Yeniden Okumak

Friedrich Engels, Marx’ın bu yapıtı için; “Onun, kendi materyalist anlayışı ile ve giderek durumun içerdiği verilerin yardımı ile çağdaş tarihin bir parçasını açıklama yolunda ilk girişimi oldu.” diyor. Bu girişim, proletaryanın tarih sahnesinde ilk kez ön plana geçtiği bir tarih yazılmasına tekabül ediyor. 1848 devrimlerini büyük bir özgünlük olarak kavramak gerek. Çünkü 1848 öncesinde yan yana ve uyumakta olan güçlerin ihtilal sahnesinde hem birlikte hareketlerinin, hem de siyasal bir savaşımda karşı karşıya gelişlerinin tarihidir. 1848’ler tekrarlanamayan bir özgünlüktür;hem tarihi, iktisadi-sosyal koşulları, hem ihtilal içinde karşı karşıya gelen sınıfların varlığı, hem de kitle temelinde sınıfların ekonomik temeline dayalı siyasal hareketliliğinin zenginlik içermesi açısından.

Bu yazımızın bundan önceki bölümünde Fransa’da Sınıf Savaşımları’nı, eski devrimlerin deneyi, dili ve kavramlarıyla yüklü proleter devriminin yeni siyasal dilini niteledik. Bir eski geçiş süreci değerlendirmelerini ve bir sürekli devrim tezini göz önüne almadan yapılacak çalışmaların bu yeni siyasal dilin oluşma sürecini doğru kavrayabileceklerinden kuşku duyarız. Hele hele Brumaire ile bu yeni siyasal dilin aldığı şekil Fransa’da Sınıf Savaşımları‘ndan bazı noktalarda daha bir farklıdır.

Kendi Devrimleri İçinde Gericileşen Burjuvazi

1848 devrimleri deneyi bir bakıma burjuvazinin kendi devrimleri içinde gericileştiğinin tarihidir. Bu tarihi, emek-sermaye çelişkisinin tüm açıklıkla kendini gösterebildiği ve proletaryanın bağımsız olarak tarih sahnesinde ön planı almasıyla başlatabiliriz. Burjuvazi, proletaryanın siyasal bir güç olarak karşısına dikildiği ve kendi talepleri doğrultusunda harekete geçtiği anda ilerici kimliğini yitiriyor. Kendi demokratik devrimini, tüm eski kalıntıları temizleyerek ileri götüreceği yerde, tarih sahnesine çıkan yeni güç, yeni tehlike, karşısında, temizlemeye çalıştığı eski toplumun güçleriyle ittifaka giriyor. Bu nedenle tarihsel olarak kendine yüklenmiş olan ileri rolünü de yitirmiş oluyor. Marx, Brumaire‘de daha devrimin barikatları ortadan kalkmadan Şubat devriminin geriye doğru harekete geçtiğini belirtiyor. Burjuvazinin gericileşme eğilimini ve onun tarihini başlatmak açısından son derece önemli buluyoruz. Yine aynı çalışmanın başka bir yerinde Marx, burjuva kültürünün, burjuva liberallerinin en küçük burjuva reformunun bile sosyalist ilan edilerek, yine burjuvazi tarafından karşıya alınılışına değinerek ilave ediyor:

“Bu, basit bir konuşma tarzı, bir moda ya da bir parti taktiği değildi. Burjuvazi, kendisinin feodalizme karşı yaptığı bütün silahların, şimdi bizzat kendisine karşı döndüğünü, kendisinin kurumlaştırdığı bütün eğitim araçlarının şimdi onun kendi kültürüne karşı döndüğünü ve kendi yarattığı tanrıların hepsinin şimdi kendisini yüzüstü bıraktıklarını fark ediyordu. Bu sözde burjuva özgürlüklerinin ve ileri kurumların kendi sınıf egemenliğini, hem toplumsal tabanda, hem de siyasal zirvede yıprattıklarını ve onu tehdit ettiklerini görüyordu, dolayısıyla bunlar sosyalist olmuşlardı. Burjuvazi, haklı olarak bu tehditte ve bu sataşmada sosyalizmin sırrını görüyordu.”11 Bu bağlamda daha önce de değindiğimiz gibi burjuvazinin gericiliğinin başlangıç tarihi 1848 devrimlerini içine alan süreçtir.

Şubat Devrimi: Genel Kardeşleşme Komedisi

1848 Şubat, burjuva demokrasisinin ölümüdür. Daha doğrusu onun ölü doğumudur. Eğer, demokrasi, toplumda çıkarları birbirine aykırı tüm sınıfların siyasal iktidara katılımı ile ileri bir anlam taşıyorsa, Şubat böyle bir gündür. Hanedan muhalefetinden küçük burjuvazi ve proleterlere kadar tüm sınıflar geçici hükümette temsil ediliyor. Bu, rönesans ve aydınlanma ideolojisinin “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” fikirleri altında “demokrasi”nin toplumsal pratiğini bulduğu, Paul Louis’in deyimiyle “fikirlerin er geç ama mutlaka kendini gerçekleştirdikleri” gündür. Bu, Paris proleter temsilcisi Raspail’in, 200.000 kişi adına silah zoru ile geçici hükümeti emrettiği, bayraklara “Fransız cumhuriyeti! Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” cümlelerini yazdırdığı gündür. O gün, burjuva demokrasisi ölü doğuyor. O gün, Marx’ın deyimiyle “Burjuvaziyi Şubat devrimine iten dar amaç ve güdüler, anıları bile kalmamacasına siliniyor.”12 Burjuva demokrasisinin ölü doğumu olan bu günü de, nasıl işçiler, temmuz olaylarında savaşımla burjuva monarşisini koparıp aldıysa, aynı şekilde, burjuva cumhuriyetini koparıp alıyor.13 Bu aynı zamanda Şubat’ı, burjuvazi ile elbirliği içinde gerçekleştiren proletaryanın burjuva demokrasisini koparıp zaferi ilan ettiği gün, ilan ettiği zaferde mağlubiyeti gizleniyor.

Marx, Şubat’ı, Fransız ozan, tarihçi, politikacı Lamartine’nin kişiliği ile özdeşleştirerek şöyle ifade etmişti: “Lamartine, Geçici Hükümette, ilk önceleri, gerçek hiçbir çıkardan, belirli hiçbir sınıftan yana değildi; o, yanılsamaları, kuruntuları, şiiri, şiirinin hayali içeriği ve parlak sözleri ile ortak ayaklanmacı, Şubat Devrimi’nin ta kendisiydi. Ama, özünde, devrimin bu sözcüsü durumu ile olduğu kadar görüşleri ile de burjuvaziye aitti.”14 Olguları temsil eden kişilikleri yakalamakta bu denli usta Marx, Şubat Devrimi’nde, Paris proletaryasının temsilcisi, Luksemburg komisyonu üyesi Luis Blanc şahsında, bir olguyu daha resmedip çizmişti: Tarihte hemen hemen iki kez yinelenen büyük olay ve kişilerden birisi de “Robespierre’e göre Luis Blanc’tı.”

Blanc’ın kişiliğinde temsil edilen olgu ve eğilime bakarsak, 1848 Şubatında eylemiyle, mücadele hedefiyle, mücadele biçim ve yöntemleriyle, olgunlaşmış proleter hareketi görürüz. Bu proletaryanın “Şubat devriminden ödün olarak koparmak istediği, biçim bakımından abartılmış, içerik olarak çocuksu, bu yüzden de burjuva olan hak istemleriydi.”15 ; burjuva demokrasisiydi. Proletaryanın burjuva demokrasisi için mücadelesi hedefinin karşısına dikilen Marx, yukarıda tırnak içindeki cümlesini, yeni bir devrimci dalganın beklentisi, umudu ve coşkusuyla, henüz siyasal düşüncesinin proletarya diktatörlüğü ve devlet aygıtının parçalanarak siyasal iktidarın ele geçirilmesi düzeyinde olgunlaşmadığı o koşullarda şöyle tamamladı: Bu hak istemlerinin “yerini devrimci savaşımın gözü pek sloganı aldı: Burjuvazinin devrilmesi! İşçi sınıfının diktatoryası!”

Şubat Devrimine proletarya kendi sınıf iktidarı bakımından bağımsız siyasal hedeflerden yoksun katılıyor. Proletaryanın henüz, Şubat Devrimi öncesinde geçirdiği deneyler, onu, olgunlaştırmaktan da uzak. Zaman, nesnel ve öznel koşullar açısından bu olumsuzluğa, henüz emek-sermaye çelişkisinin siyasal düzeyde somut biçimleriyle yansımadığını eklediğimizde, proletaryanın hedefinin burjuva demokrasisini koparmak olarak ortaya çıktığını görürüz. Kaldı ki, Manifesto ve Fransa’da Sınıf Savaşımları‘nda Marx’ın sanayi burjuvazisinin iktidara gelmesi için özel bir ağırlık verdiğini de görürüz: “Yalnızca sanayi burjuvazisinin egemenliği feodal toplumun maddi köklerini söküp atabilir ve üzerinde bir proleter devriminin gerçekleşebileceği tek alanı düzler, engelleri ortadan kaldırır.”16 Sanayi burjuvazisine böylesine bir ilerici misyon yüklemenin nedenleri arasına, yukarıda sayılanlar yanında şunları da ekleyebiliriz: Toprağı sosyalist bir devrim için hazır etme kaygısı, parti fikrinin olgunluk kazanamaması ile ihtilallerde kitle eylemine belirleyici bir düzeyde rol tanınması… Proletaryanın mücadele hedefleri arasında sanayi burjuvazisinin egemenliğinin gözetilme eğiliminde olduğunu görüyoruz. Proletaryanın 1848 devrimlerinin hemen öncesinde ve bu devrimler içinde devrimi oluşturan halkalar arasında bu da var. Şubat, karmaşık bir çelişki ve çatışmalar yumağında ortaya çıkıyor: “Şubat devrimi güzel bir devrim, herkesin sempatisini kazanan bir devrim oldu, çünkü bu devrimde krallığa karşı patlak veren uzlaşmaz çelişkiler, henüz embriyon halinde uslu uslu yan yana uyuklamaktaydılar, çünkü onun arka planını oluşturan toplumsal savaşım ancak hayal meyal belirmiş bir varlık, ancak sözde kelamda bir varlık kazanabilmişti.”17 Tüm bu belirsiz çelişkiler Şubat ile birlikte açığa çıkıyor. Çünkü Şubatla birlikte proletarya tarihsel olarak ilk kez ve bağımsız olarak kendi hak istemleriyle meydana çıkıyor. Çıkmasıyla birlikte “uyuklayan çelişkiler”, modern toplumu ikiye bölen iki büyük sınıf arasındaki ilk savaşı (Engels) hazırlıyor. Proletarya toplumun tüm sınıflarınca kuşatılmış olarak, dönemin olaylar zinciri içinde Haziran’a sürükleniyor. “Burjuvazinin proletaryanın hak iddialarını silah elde çürütmesi gerekiyor.” Haziran proletaryanın büyük derslerini alacağı, yenilgiyle sonuçlanıyor.

Haziran ihtilali nereden bakılırsa bakılsın, hangi cepheden ele alınırsa alınsın, kesin bir dönemeç noktasını teşkil ediyor. Burjuvazi cephesinden, cumhuriyetin kendi yorum ve anlamına kavuştuğu yer Haziran ihtilali oluyor. Haziran bir bütün olarak emek-sermaye çatışmasının siyasal biçimini aldığı ilk büyük bu savaşta, burjuvazinin kendi devrimleri içinde gericileşen yüzünü açığa çıkarıyor. Proletarya cephesinden Haziran, Marx’ın deyimiyle bir dizi yenilgiler sonucu kendini kurtaracağı kişiler, düşünceler, tasarılardan ilk kopuş ile ilk büyük yenilgiyi gösteriyor. Bu süreç, kısaca: “Devrimci ilerleyiş, hiç de kendi dolaysız traji-komik kazanımları ile kendine yol açmadı, tersine, ancak sımsıkı, katı, güçlü bir karşı devrim ortaya çıkartarak, kendisine bir hasım yaratarak ve onunla savaşarak yıkıcı parti, en sonunda gerçekten devrimci bir parti oluyor.”18

“Haziran ihtilali Fransız proletaryasının ve geniş ölçüde de enternasyonal proletaryanın sınıf bilincinin oluşmasında bir dönüm noktası olmuştur.”19

Fransız Üçlemesi’nde İttifaklar

Fransız deneyini ele alan Marx’ın üç çalışmasının başlı başına çok yönlü bir zenginlik taşıdığını daha önce ifade etmiştik. Bu tarihi ele alırken, proletaryanın siyasal mücadelesiyle ilgili teori ve taktiklerle sınırlı kalmıyor, ya da salt bu açıdan yaklaşılmıyor. Bizim bu yazıda ele aldıklarımız ise oldukça sınırlı: Geçiş süreci açısından ele almaya çalışıyoruz. Dolayısıyla ittifaklar konusunu da içeriyor. 1848 Şubatıyla beliren, Haziran ile iyice açığa çıkmış olan temel bir süreç, proletaryanın bağımsız siyasal eylemiyle tarih sahnesinde belirmesidir. Bu durumun doğal olarak 1848 öncesi perspektiflere göre aşma yaratacağı doğaldır ve aşılmıştır da. Süreç üzerinde dikkatli bir gözlem, bugünün sosyalist devrim teorisindeki ittifaklar politikasının nüvelerinin oluşturulduğu (ama modellerinde pek önemli bir yer tutmadığı) sonucunu getiriyor. Bu konuda iki noktanın altını peşinen çizmek istiyoruz: İlki, yaşayarak ve yenilgiyle öğrenen küçük burjuvazide, proletaryaya, sosyalizme doğru bir yönelişin başlamış olması. Bunun nesnel temelleri oluşmuş görünüyor. İkincisi, Metin Çulhaoğlu’nun çözümlemesinde olduğu gibi “bazı ittifaklar ancak iktidarla sağlanıyor. Komün deneyinde olduğu gibi.”

Marx’ın adı geçen çalışmalarında ittifaklar politikasının nüvelerini oluşturduğundan söz açtık. Şimdi sıra bunu ele almaya geliyor:

Marx, küçük burjuvazi ve köylülüğün iflaslara, ipotek faizlerine karşı tepkilerinin bu kesimleri Şubat günlerinde başkaldırıya iten bir neden olduğunu ortaya koyuyor. Proletaryanın ise, Şubat günlerinde kendi çıkarını, bizzat toplumun devrimci çıkarı olarak istemek yerine uzlaşmacı tutumunu kızıl bayrağı indirerek üç renkli bayrak üzerinde anlaşmasıyla simgeleyerek eleştiriyor: “Ulusun, burjuva rejimine, sermayenin egemenliğine başkaldırmış, proletarya ile burjuvazi arasında yer alan kitlesi, yani köylülük ile küçük burjuvazi, devrimin ileri doğru yürüyüşü ile proleterleri öncüleri olarak tanıyıp onlara katılmak zorunda bırakılmadıkça, Fransız işçileri bir tek ileri adım atamazlar ve bu rejimin kılına bile dokunamazlardı.”20 diyor. Burada birbiriyle ilintili, birbirine bağlı iki nokta üzerinde durmak gerekiyor: Birincisi, proletaryanın kendi çıkarlarını bizzat toplumun devrimci çıkarı olarak istemesinden söz ediyor. Bu proletaryanın burjuva düzenini, burjuva çıkarlarını karşısına alması demek. Küçük burjuvazi ve köylülüğün sömürülmesi olgusu üzerine giderek, bu kesimleri kendi saflarına çekmeye çalışmayı gerektiriyor. Proletaryanın bugün için halen önünde duran “demokrat görevleri”nin buradan çıktığını düşünebiliriz. İktidar perspektifine sahip proletaryanın “demokrat görevler”e talip olması ittifaklar politikasını oluşturmak anlamına gelir. İkincisi, bu ittifaklar olmaksızın proletaryanın iktidarı ele alması, yaşatılmasının mümkün olmadığı sonucunu çıkartabiliriz.

Marx, bu konuyu proletaryanın iktidarının zaferle taçlanması temel şartı olarak kavrıyor ve hezimetten zaferi çıkartmasını bilerek “işçiler bu zaferi ancak korkunç Haziran yenilgisi ile satın alabilirlerdi” diyerek ekliyor. Haziran dersleri, proletarya adına bunları sayfalarına kazıyor.

1848 deneylerinden biliniyor; proletarya korkunç Haziranda küçük burjuvaziye karşı da savaşarak yenilmişti. Geneldir ve olgudur, deneyle ders almadıkça, yaşayarak öğrenmedikçe, dünyanın her yerinde sınıfsal konumu gereği, kendini, toplumdaki genel sınıf çatışmaları dinamiğinin üzerinde bir yere yerleştiriyor. Bu nedenle temel dinamikler karşısında sallantılı, ikircikli, kaypak konumu her zaman var olagelmiştir. Tamamen günlük, kısa erimli çıkarları -Marx’ın deyimiyle çıkar olmayan çıkarları- ama biraz derin ve uzaktan bakıldığında yok olan ya da aleyhine gelişecek olan “çıkarları” onun konjonktürel ve tamamen hesapsız olan tutumunun nedenini oluşturuyor. Bu nedenle eylemleri çoğu kez bindiği dalı kesen bir konum arz ediyor. Haziran 1848’de burjuvazi cephesinde proletaryaya karşı savaşan küçük burjuvazi, aynı nedenle aynı konumunu sürdürmüştü. “Böyle yapmakla kendi partilerinin, üzerinde bir güç halinde belirginleştiği arka planını kendi elleriyle yıkıyorlardı, çünkü küçük burjuvazi, burjuvazi karşısında devrimci tutumunu ancak arkasında proletarya olduğu zaman sürdürebilir”di.21 Küçük burjuvazinin bu miyop tavrı ve eyleminin bu niteliği her zaman var olagelmiştir. Ancak bu, onun, bazı kesimlerinin sosyalizme yönelmeyeceği anlamını taşımıyor. Bu kesimlerin 1848 devrimleri deneyleri içinde bir dizi olay ve yenilgi sonucu proletaryaya yöneldiğini de görürüz. Burada küçük burjuvazinin Haziran 1849 yenilgisinden başlayarak, köylülerin iktidara getirdikleri Napolyon’dan uğradıkları hayal kırıklıklarına kadar, bu kesimlerin tutum ve eylemlerinde bir değişimi doğuran olayların kronolojik gelişimi üzerinde durmayacağız. Sadece sonuçlarına işaret ederek yetineceğiz.

Olayların gelişimi, olaylar içinde çatışan güçler arasında cepheleşme eğilimini güçlendiriyor. Sonuç olarak burjuva cephesinin saldırıları karşısında küçük burjuvazi ile proletarya arasında siyasal bir savaşım için güç birliğini dayatıyor. Bu güç birliği bir uzlaşma programı ile “sosyal demokrasi”nin doğumunu hazırlıyor. Sosyal demokrasi bir uzlaşma programının etrafında ortaya çıkar: “Proletaryanın toplumsal taleplerinin devrimci sivriliği (ihtilalci uçları – S.U.) giderilerek onlara demokratik bir ifade veriliyor. Küçük burjuvazinin demokratik taleplerinin salt siyasal biçimleri kaldırılarak sosyalist noktaları ortaya çıkarılıyor. Böylece sosyal demokrasi yaratılmış oluyor.”22

Marx’ın proletarya ile küçük burjuvazinin güç birliğini somutlayan bu olaya, işin bu yanı ile olumlu baktığını söyleyebiliriz. Bu olumlu bakış için özel bir neden, burjuvazinin kendi devrimleri içinde gericileşmesi nedeniyle, gözlerini küçük burjuvazi ve köylülüğe çevirdiğini söyleyebiliriz. Ancak aynı olumluluğu program ve onun öngördüğü mücadele biçim ve içeriği açısından ifade edemeyiz.

Şu cümleler kendi dilinden bu olaya bakışını özetliyor:

“Sosyal demokrasinin özel niteliği, cumhuriyetçi demokratik kurumları, birer araç olarak istemesinde; iki ucu, yani sermaye ile ücretli emeği ortadan kaldırmak değil, ama bu iki uç arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi hafifletmek ve bunlar arasında bir uyuma dönüştürmek istemesinde özetleniyordu. Bu amaca ulaşmak için ileri sürülebilecek önlemler ne kadar çeşitli olursa olsun, amacın bürüneceği görüşlerin az çok devrimci niteliği ne olursa olsun, içerik hep aynı kalıyor. Bu toplumun demokratik yolla dönüşmesidir. (…) Küçük burjuvazinin, ilke olarak bencil sınıf çıkarını zafere ulaştırmak istediği yolundaki sınırlı bir anlayışı paylaşmak gerekir.”23

Son Olarak…

1848 devrimleri ve Fransa’daki sınıf savaşımlarına ilişkin değinilerimize son verirken özellikle birkaç nokta üstünde durmak isteriz.

Bunlardan bir tanesi 1848-1859 döneminde Marx ve Engels’in devrim sorununa yaklaşımları ile bu yaklaşımlarını özellikle Brumaire‘deki aşmaya yönelik değerlendirmelerdir. Marx ve Engels’in devrimin toplumsal ve siyasal yanlarına ilişkisinde getirdikleri ayrım vurgusu aradan yüz kırk yıl geçmesine karşın uluslararası harekette sürüp giden “strateji” içerikli her tür tartışmanın odak noktasındaki yerini korumaktadır. Marx’ın bir yanıyla ve de özellikle Komün deneyi ile bu ayrımı gidermesine yönelik ipuçlarını yakalamaya başladığı dönemeç noktasını bugün ne yazık ki fark edemeyenler bulunmaktadır. Ve bu dönemeç noktası fark edilemediği için aşamacılık savunulmaktadır. Bunun başka açıklaması yoktur. Proletaryanın başını çektiği ve mevcut devlet aygıtını parçalayıp dağıtarak iktidarı ele alan hangi devrim sosyalist devrim değil ki? Eğer böyle ise, hangi demokratik devrim burjuva devlet aygıtını yetkinleştirmekten başka işe yaramıştır? Aşamacılığı savunanlar geçiş sürecini devrimci demokratik diktatörlüğe dayandırıyorlar. Bir devrimin ortaya çıkardığı ve proletarya diktatörlüğüne dayalı bir geçiş süreci ile aşamacılık savunulamaz. Devrimci demokratik diktatörlük denilince bizim belleğimizde yer etmiş en gelişkin deney, Jakoben deneyidir. Bu ve benzerleri de aynı kapıya çıkıyor; burjuva devlet aygıtını mükemmelleştirmekten başka bir sonuç doğurmuyor. Devrimci Demokratik Diktatörlük Lenin tarafından da savunuldu. Ancak, somut pratiğini bulmadı. İkili iktidar çözümlemesi, devrimci demokratik diktatörlük kavramı ve onun içeriği ile tümden örtüşmüyor. İkili iktidar, de facto bir durumdur ve son derece kısa bir zaman aralığını temsil eder. Burjuvazinin siyasal erki tümüyle eline geçiremediği bir boşlukta işçi, asker ve köylü sovyetlerinin ellerinde topladığı siyasal gücün sosyalist bir devrim için önemine işaret ediliyor. Teorik bir derinlikten ziyade pratik ve politik anlamı ağır basan bir içeriğe tekabül ediyor. Sonuç olarak, proletarya için sosyalist devrim dışında bir perspektif, her zaman feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin temel karakteristikleri ile sürekli devrim modeli ile tanımlanan geçiş döneminin karakteristiklerini, proleter devrimi ve sosyalizme geçiş süreci için esas almak anlamına gelir. Bunun sonuçları görülmüştür.

Son bir nokta ise sınıf mücadeleleri ile sınıf bilinci ilişkileri üzerine Marx ve Engels’in yaklaşımlarıdır. Marx ve Engels, proletarya bilincinin eşitsiz ve kesikli bir biçimde gelişebileceği sonucunu oldukça az fark edebiliyorlar. Bu fark ediş azlığından, burjuva devrimlerinin tam olamayış gerçeğinden proletarya için bir silah türetemediler. Onun yerine aynı gerçeğe proletaryanın sınıf bilincini engelleyen bir işlev tanıdılar.

Marx ve Engels, emek-sermaye çelişkisinin kendini tüm açıklığı ile somutlayabildiği bir dönemi, gerçek sınıf mücadelesi için hiçbir zaman bir olmazsa olmaz olarak görmeseler bile, önceleri liberal burjuvazinin, daha sonra da proletaryanın mücadelesi ile etkili olacağı bir iktidarın tabloyu yalınlaştırabileceğini düşündüler. Ancak ne yazık ki bu tablo bugüne kadar hiçbir zaman yalınlaşmadı. Bunun böyle gerçekleşmeyişi teorik ve pratik sorunlar yaratmıştır. Bu tartışmanın arkasında yatan gerçek sosyalist mücadelenin en temel ama en az anlaşılan gerçeklerinden birini oluşturur. Bu ise, güncel sosyalist hedeflerin demokratlaşmasının mı yoksa güncel demokrat taleplerin sosyalizmde ve sosyalizmle yanıt bulması gerektiğinin ayrımının net olarak yapılması ve sınıf mücadelesinin gereklerinin bu çerçevede yerine getirilerek, sürdürülmesidir.

 

Dipnotlar

  1. 1)Paul Louis, Fransız Sosyalizmi Tarihi.
  2. 2)Karl Marx, Louis Bonaparte’nin 18. Brumaire’i, Marx-Engels Seçme Yapıtlar Cilt 1, Sol Yay, s. 478.
  3. 3)A.g.e., s.480.
  4. 4)A.g.e., s.480.
  5. 5)A.g.e., s.480
  6. 6)K. Marx, Burjuvazi ve Karşı Devrim, Marx-Engels Seçme Yapıtlar Cilt 1, s.141.
  7. 7)K. Marx, Komünist Parti Manifestosu, Marx-Engels Seçme Yapıtlar Cilt 1, s.141.
  8. 8)K. Marx, Louis Bonaparte’nin 18. Brumaire’i, Marx-Engels Seçme Yapıtlar, Cilt 1, s.501 Sol Yay.
  9. 9)K. Marx’ın Biyografisi, Öncü Yay, s.276.
  10. 10)Jacques Duclos, 1. Enternasyonal Tarihi, Cem Yay, s.331.
  11. 11)K. Marx, Louis Bonaparte’nin 18. Brumaire’i, Marx-Engels Seçme Yapıtlar Cilt 1, s.521-522, Sol Yay.
  12. 12)K. Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, Marx-Engels Seçme Yapıtlar Cilt 1, s.256, Sol Yay.
  13. 13)A.g.e., s.257.
  14. 14)A.g.e., s.255.
  15. 15)A.g.e., s.275.
  16. 16)A.g.e., s.259.
  17. 17)A.g.e., s.274.
  18. 18) A.g.e., s.250.
  19. 19)K. Marx’ın Biyografisi, Öncü Yay, s.252.
  20. 20)K. Marx, Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, Marx-Engels Seçme Yapıtlar Cilt 1, s.260, Sol Yay.
  21. 21)A.g.e., s.277.
  22. 22)K. Marx, Louis Bonaparte’nin 18. Brumaire’i, Marx-Engels Seçme Yapıtlar Cilt 1, s.507, Sol Yay.
  23. 23)A.g.e., s.508.