21 Mart 2010 Türkiye Komünist Partisi İşçi Kurultayı Tebliğleri
Metin Çulhaoğlu, Zehra Güner, Kaya Güvenç, Erhan Nalçacı
1980 öncesi ve sonrası sınıf hareketi ile ilgili
kimi gözlemler ve saptamalar
Metin Çulhaoğlu
Türkiye’de sınıf hareketini ve sergilediği kimi özellikleri “1980 öncesi” ve “sonrası” olarak iki dönemde gözlemek mümkündür.
Ancak, 1980 öncesi dönemi de, “1960-1971” ve “1971-1980” olarak kendi içinde iki alt döneme ayırmak yerinde olacaktır.
1960-71 dönemi
• Bu dönemde sınıf hareketliliğinde görülen yükselişin,
i) özellikle İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerdeki işçi sınıfının nicel anlamda büyümüş olmasıyla;
ii) bu büyümenin, toplumdaki pek çok kesimin kendi haklarının peşine düştüğü bir ortamda “biz de varız” deme ihtiyacını doğurmasıyla;
iii) geleneksel kamu sektörü dışında özel sektörün toplam üretimdeki ağırlığının artmasıyla ve
iv) TÜRK-İŞ’in öncesine göre farklı bir ortamda farklı bir sendikacılık yapma gereğini duymasıyla ilişkilendirmek mümkündür.
• ’61-’71 döneminin ilk yarısında, modern-kentli işçi sınıfının, kendini ülkedeki genel “emekçi” nüfustan daha ayrı bir yere koyarak, daha dar anlamda “işçi” olarak tanımladığını ve böyle hareket ettiğini görüyoruz.
• Ancak, sınıf hareketliliğin ’60’lı yılların ikinci yarısında da sürmesine ve 1967’den başlayarak özellikle özel kesimde güçlü DİSK’in varlığına karşın, muhtemelen Türkiye’deki genel sol siyasal atmosferin ve söylemin bir sonucu olarak kentli işçi sınıfının, genel bir “emekçi”, “ezilen”, “sömürülen” vb. kategorisi içinde bir ölçüde geri plana düştüğünü görüyoruz.
• 1961-71 döneminin ikinci yarısı alındığında, 15-16 Haziran 1970’e kadar en canlıları dahil işçi hareketliliği, sınıfın kendisinde “bizim gücümüz özeldir” veya “biz öncüyüz” özgüveni yaratamamış, genel olarak emekçi hareketin destekçisi sol da onda bu özeliklileri görmemiştir.
• Bununla birlikte, işçi sınıfının tekil-spesifik direnişlerinin özellikle öne çıkıp simgeleşmesi geleneği bu 10 yıllık dönemde, özellikle Kavel ve Paşabahçe direnişleriyle başlamıştır.
• 1961-71 dönemi işçi hareketliliklerinin, toplumun diğer kesimleri üzerinde zincirleme bir etki yarattığını, genel olarak toplumun ilgisini “işçi sınıfına” ve hareketliliğine odaklandırdığını söylemek mümkün değildir.
• Gene bu dönemde, işçi sınıfı hareketliliğinin düzen içi-burjuva siyaseti doğrudan etkilediğini, bu düzlemde önemli parametrelerden biri haline gelip aktörlerin siyasal tutumlarını belirgin biçimde yönlendirdiğini söylemek mümkün görünmemektedir.
• Her şeye karşın, 1961-71 dönemi işçi hareketliliği, bu ülkede sınıf direnişi geleneğinin ilk kez ortaya çıkmasını sağlamış; sınıf “farkındalığından” sınıf bilincine doğru geçişişin ve sınıf-siyaset ilişkilerinin farklı bir düzlemde kurulmasının ortamını oluşturmuş, “öncü işçi” kadroların yetişmesini sağlamıştır.
1972-80 dönemi
• Bu dönemin işçi hareketliliği açısından en belirgin özelliklerini,
i) dönemin “ücret sendikacılığını” mümkün kılan birikim modelinin grev-direniş gibi eylemleri daha da tetiklemesi,
ii) özel sektördeki işçi direnişlerinin önceki döneme göre daha da ağırlık kazanıp genel bir “işçi-patron” karşıtlığına zemin oluşturması,
iii) DİSK’in “ücret sendikacılığı” alanındaki başarısının TÜRK-İŞ’i daha da sıkıştırması şeklinde özetleyebiliriz.
• Döneme damgasını vuran bir başka olgu ise, yükselen işçi sınıfı hareketliliği ile toplumun farklı kesimlerini kapsayan genel “halk hareketliliğinin” bütünlüklü değil “ikili” (düalist) bir yapı oluşturması, bu iki dinamiğin farklı siyasal oluşumlarda mahreç bulmasıdır.
• Bu dönemde genel olarak işçi sınıfının “modern sanayi proletaryası” denebilecek kesimi özgüven oluşturma açısından önceki döneme göre hayli ileri adımlar atmış, hatta kimi siyasal girdilerle birlikte bu özgüven başka toplumsal kesimlere “üstten bakma” denebilecek bir düzeye ulaşmıştır.
• Gene bu dönemde işçi sınıfı hareketliliği düzen içi siyasette dikkate alınan ve bu siyaseti etkileyen bir parametre haline gelmiştir. Ancak, aynı etkililikle birlikte, burjuva siyasal oluşumların sınıf üzerindeki operasyonları da özel bir ağırlık kazanmıştır.
• İlk kez bu dönemde sınıf hareketliliği örneğin DGM direnişinde olduğu gibi genel siyasal gündemlere veya MESS direnişinde olduğu gibi işverenlerin genel örgütlülüklerine de yönelmiştir.
1980’den günümüze
• 1989 Bahar Eylemleri ve 1991 Zonguldak direnişi, nicelik ve yaygınlık açısından taşıdığı özelliklere karşın,
i) 12 Eylül kayıplarının telafisi (birincisi),
ii) toplumun genelinde bir sempati ve dayanışma ortamı oluşturması (özellikle ikincisi) ve
iii) iktidardaki ANAP’ın sarsıp geriletici etkiler yaratması (ikisi birden) dışında, bir mücadele geleneği olarak daha ilerisinde çok az şey devredebilmiştir.
• 1980’den günümüze işçi hareketliliklerinin önceki dönemlere göre en önemli farkı, önceki dönemlerde bu hareketliliklere “daha iyisine ulaşma” (bir anlamda saldırı) dürtüsü damgasını vururken, bu dönemin belirleyici olgusunun “eldekini yitirmeme” (savunma) kaygısı olmasıdır.
• 12 Eylül öncesinden farklı olarak, genel anlamda sınıf dinamizminin zayıflığı, özel olarak da sendikaların güç yitirmesi sonucunda “sosyal diyalog”, “hepimiz aynı gemideyiz” türü sınıf uzlaşmacısı yeni söylemlerin etki ve ağırlığı artmıştır.
• Özelleştirme dalgası ve yaşanılan ideolojik-siyasal tahribat sonucunda ortaya çıkan bu durum sınıf içinde dayanışma yönelimlerini büyük ölçüde erozyona uğratmış, “her koyun kendi bacağından asılır” anlayışının yerleşmesine yol açmıştır. Başka bir deyişle, olağan dönemlerde kendini “vatandaş” saymakla yetinen işçi, ancak kendi dalına basıldığında “işçi” olduğunu hatırlayabilmiştir.
• Yeni birikim rejimiyle işverenlerin elindeki imkânların (işletmenin yerini değiştirme, esnek üretim, taşeronlaşma, işsiz ordusunun büyümesi) 12 Eylül öncesine göre çok daha artmış olması ve sendikaların da üyelik açısından büyük bir erozyona uğraması sonucunda, sınıf içinde farklı bir apolitizm yaygınlaşmıştır:
• 12 Eylül öncesinde siyasal-ideolojik açıdan yeterince olgunlaşmamış, ancak sınıfın kendine güveniyle dengelenen bir politikleşme söz konusu iken, 12 Eylül sonrasında görülen apolitizm, bu kez sınıfa özgüvenini kaybettiren, “yapabileceklerini sınırlı saydıran” bir tür negatif politikleşmenin sonucudur. Başka bir deyişle, 12 Eylül sonrası sınıf hareketlerini belirleyen, sınıfın apolitikliği değil, tersine onu dinginleştiren, elde edebilecekleri konusunda umutsuz kılan, kendi işkoluna-işyerine odaklanmaya zorlayan başka tür bir “politikleşmedir.”
• 12 Eylül’den günümüze uzanan işçi hareketliliklerinde, ülkedeki genel kültürel ortamın da etkisiyle, “medyatik olma” dürtüsü önceki dönemlere göre çok daha ağır basmaya başlamıştır. “Bütün Türkiye bizi konuşuyor” hissiyatı başka tür bir politikleşmeye zemin oluşturma açısından olumlu sayılsa bile, işçi sınıfının direnen bölmelerini bir tür benmerkezciliğe yöneltmesi ve dayanışma duygusundan uzaklaştırıcı etki yaratması açısından dikkate alınmalıdır.
• Türkiye’de özel olarak işçi sınıfı hareketliliği ile genel bir siyasal hedefe karşı mücadele arasındaki ilişkiler söz konusu olduğunda, geçmişin ve daha yakın dönemin deneyimlerinden hareketle şöyle bir sonuca varılması mümkündür: İşçi sınıfı hareketliliği, belirli bir siyasal oluşumu (siyasal iktidar, belirli bir parti, vb.) geriletmede ve etkisini kırmada kendi başına belirleyici olamamakta, ancak bu hareketlilik belirli bir siyasal oluşuma yönelik genel toplumsal tepkiyle örtüştüğünde etkisi artmaktadır. 1970’lerde MC, 80’lerde ANAP ve günümüzde AKP iktidarları bağlamında düşünüldüğünde durum budur.
Sendikalar mücadele aracı mı, alanı mı?
Zehra Güner
İsçi örgütlerinin tarihsel olarak birlikler formunda ortaya çıkmasını takiben sendikalar formuna ulasması elbette tarihsel ilerleme olarak kabul edilebilir. İlerleyen yıllarda, sendikalar isçilerin en önemli mücadele araçlarından biri olmustur. İsçiler sendikalar ile önemli kazanımlara sahip olmustur. Kazanımlar, sendikaların isçi sınıfının tarihsel çıkarları ile arasındaki bağın güçlendiği dönemlerde artmıstır.
Sovyetler Birliği’nin çözülüs sürecini takiben tüm dünyada hakimiyetini ilan eden kapitalizm, sendikaları da sermayenin çizgisine yakınlastırmıstır. Sermayenin kendi krizini asmak için isçi sınıfının tarihsel kazanımlarına topyekün saldırısında; sendikalar, savunma pozisyonunda kalmıs, bu yeni evrede isçi sendika iliskisi farklılasmıs, sendikalar kapitalist sisteminin güçlü bir biçimde yeniden üretildiği, devamının sağlandığı yapılar haline getirilmistir. Uzlasma-teslimiyet çizgisinde, sosyal diyalog mekanizmaları ile kusatılan sendikal yapılar, mücadele örgütü olma vasfını kaybetmis, elindekini korumaya çalıstıkça da üye kaybetmeye devam etmistir. Mücadele örgütünden sivil toplum örgütüne dönüsen sendikalar, sivil toplum örgütü olmayı sahiplenmistir. Sendikalar, varlıklarını sürdürebilecekleri zemini isçi sınıfının mücadelesinden uzaklasarak aramıs, sivil toplum örgütü olma vasfıyla sermaye politikalarına sığınmıstır. Sendikalar, isçiler ile sol siyaset arasında duvar örmüs, bu duvar kalınlastıkça da isçi sınıfının mücadele gündeminden çok uzaklara yerlesmistir. Sendikalar isçi sınıfının mücadelesinde “araç” konumundan, “takoz” konumuna doğru yer değistirmektedir.
12 Eylül’ün karanlık günlerinden bugüne, isçi sınıfı için ilerletici bir isleve sahip olmayan sendikalar, toplumsal ağırlıklarını korumaktadır. Sendika üye sayısının toplamda yüzde besi asmamasına karsın, bütün alanlara müdahale etme kararı alan TKP, sendikal alana da güçlü bir müdahalede bulunmalıdır. Partinin sendikal alana müdahalesinin, Türkiye isçi sınıfı açısından ekonomik, sosyal ve siyasal karsılıkları bulunmaktadır.
Sosyalist iktidar için mücadele ettiğimizi hiçbir zaman unutmadan sendikal alana müdahale etmeli ve kanallarımızı bu hedefle yaratmak zorundayız. Bütünsel olarak hedefimiz, Türkiye isçi sınıfının ayağa kalkması, örgütlü mücadeleye yönelmesi, siyasal alana etkili müdahaleler yapması, isçi sınıfının kimlik kazanmasıdır. Bu görevlerimizi, sendikal alanda da yerine getirmek, isçi sınıfının tarihsel çıkarları açısından gerekliliktir. Partili mücadeleyi sendikal mücadeleyle esitleyen anlayıslara prim verilmemelidir. Parti, kendi görevlerini sendikalara yükleyemez. Bu alanda müdahale, sendikaları mücadele alanı olarak tanımlamaktan geçmektedir.
Müdahale nasıl olacaktır?
Sendikal alana müdahale, isçi sınıfının kendine güveninin sağlanması, ülke siyasetinde ağırlık kazanması, mücadele eden bir sınıf yaratma ile ilgilidir. Bu anlamda varolan sendika ve konfederasyonlarının çok önemli bir bölümünün siyasi olarak sermaye politikaları ile kusatılmıs olması, yeni sendika ve konfederasyon kurulusu arayısının bir parçası olarak değerlendirilmemelidir. Bu yasal düzlemde ve bölünmüslük tablosunda, arayıs yeni bir sendika ve konfederasyon kurulusu olamaz. Müdahale, sendika ve konfederasyonların tümünü kesen, tümünü hedefleyen ve özellikle sendikaların kapsayamadığı devasa kitle olan örgütsüz isçileri içeren yeni bir sınıf hareketinin yaratılmasına yönelik olmalıdır. Bunu tasıyacak güçlü bir merkeze ihtiyaç vardır. Bu merkez sınıf sendikacılığını sahiplenen, isçilerin ülke gündemine müdahale yeteneğini artıran ve güçlendiren niteliklere sahip olmalıdır.
Sendikal alana müdahale aynı zamanda sınıf sendikacılığı ilkelerini sahiplenen sendika ve sendikacıların sayısının artması anlamına gelecektir.
Sendikal alana müdahalede “daha seffaf olsun, taban inisiyatifini veri alsın” gibi sendikal alanın “kiri”ni temizlemeye odaklandığında ve dahası bunun için mücadele edildiğinde isçi sınıfının mücadelesini ülke gündemine tasımada ileriye doğru adım atmak “hayal” olacaktır. Yıllardır sendikalarda “temizliği” hedefleyen “iyimserler” sendikal bürokrasi tarafından kusatılmıs, uzlasmacı sendikacılar olmanın ötesine geçememisler, sendika solculuğunun ilerisinde yer alamamıslardır. Üstelik bu durumun solcusundan sağcısına geçerli olduğunu da hatırlatmak gereklidir.
Sendikal isleyiste demokrasi, seffaflık, taban inisiyatifi söylemleri; üretim ve hizmet birimlerinde yani asağıda örgütlülüğe yaslanmamıssa, bu birimlerde tüm kesimlerin “birlikte” örgütlenmesini sağlamaya odaklanmamıssa ve bunu sağlamamıssa ve hepsinden önemlisi sendikal politika anlamında bir siyasi doğrultu çıkartmıyorsa, bir süre sonra onun da mevcut sendikal bürokrasinin ya da statükonun devamına oturması kaçınılmaz olacaktır.
Bugün çoğu sendika AB fonlarından “projecilik” adı altında para almaktadır. AB fonlarından kendisine kaynak olusturan sendikaların, konfederasyonların bağımsızlığından söz etmek zordur. AB, fonlarla, kendi politikası doğrultusunda sendika yaratma amacındadır. AB fonları ile sendikalar nefes maddi olarak nefes aldıklarını sanarken, adım adım mücadeleden uzaklasmaktadır. Sendikalarda AB’cilik yapılması ve AB fonlarından Bu anlayıslar ile büyük kavgalara girilmelidir.
Sendikalarda bu anlayısların sökülüp atılması için güçlü birlikler olusturulmalıdır.
Birlik, isçi sınıfının en önemli gücüdür. Sendikal alana en önemli müdahale, isçi sınıfının birliğinin sağlanmasına yönelik olacaktır. Ülkesi ve ekmeği için mücadele eden isçi sınıfı yaratmanın yolu, isçilere güven vermekten, sermayeden ve emperyalizmden tam bağımsız politikalarla sağlanacaktır. Birlik bu siyasi çerçevede sınıf sendikacılığı anlayısı üzerine kurulmalıdır. Ortak örgütlenmenin bir aracı olarak kurgulanmıs birliklerden bugüne kadar isçi sınıfının mücadelesinde kalıcı kazanımlar sağlanamadığı göz önüne alınırsa, siyasi birlikteliklerin önemi ortaya çıkacaktır.
TEKEL isçilerinin müdahalesi ile sendikal alanda tablo daha da sadelesmistir. Sendikalar ülke gündemini sarsan, AKP’ye geri adım attıran mücadelenin çok gerisinde kalmıstır. Bazı sendika ve konfederasyonları açıkça hükümetin tarafında yer alarak, TEKEL isçilerinin mücadelesini “alçakça” baltalama görevi üstlenmistir. Hükümete muhalif konfederasyonlar ise, direnise sahip çıkamamıs, üyelerini kıpırdatmamıs, grev yapmak yerine yandaki fabrikayı gözetlemenin ötesine geçememislerdir.
TEKEL isçilerinin müdahalesi ile;
1. AKP ile sendikalar arasındaki iliskiyi berraklastırmıs, AKP’li sendikacıları isçiden yana tavır almaya zorladı.
2. TEKEL’in özellestirme sürecinde Tek Gıda-İs Sendikası bu kadar güçlü bir eylemin merkezi olmamıstı. İsçilerin kararlı tutumu, sendikayı da yer yer zorlayarak ileri yönde adım atmaya zorladı.
3. TEKEL isçileri, eylemlerini merkezilestirmis, direnisin merkezi Ankara olmus ancak, tüm yurtta TEKEL isçileri direnislerini sürdürdü.
4. Ülke siyasetine TEKEL isçilerinin direnisi damga vurdu.
5. AKP’ye karsı isçi sınıfının cephesi olusturulmus, AKP geriletildi.
6. Direnisin haklılığı toplumda kabul görmüs, toplumun değisik katmanları TEKEL isçileri ile dayanısmada bulundu.
7. TEKEL isçileri ile “sol” arasındaki açı daralmıs, güncel çıkarları için basladıkları kavga, daha ileri formlara ulastı.
8. Sınıfın özgüveninin geri kazanması, haklılığına inanması konusunda TEKEL isçileri buz kırıcı bir rol üstlendi.
9. Özellestirme politikalarının isçilerin kazanılmış haklarına, örgütlülüklerine yapılan saldırı olduğunu bir kez daha açığa çıkardı.
10. Bölünmüs isçi sınıfı örgütleri için diri bir mücadelenin birlestirici olabileceğini gösterdi.
TEKEL direnisi, sendikaları daha ileri pozisyon almaları için çok büyük bir basınç oluşturdu. Sendikaların boşlukları ortaya çıktı, sendikal alan daha da sadeleşti. Simdi, sendikal alana müdahale etmek, yüklenmek için daha uygun kosullar var. TEKEL isçilerinin direnisi sonrası sendikalara yönelik müdahale için düne oranla çok daha cesur olunabilir, olunmalıdır.
İşçi eylemlerinin değişen nitelikleri, sendikalar ve görevlerimiz
Kaya Güvenç
Sermayenin yeniden yapılanması sürecinin bütün kapitalist sistem içinde en önemli unsuru, kuralsız işgücü düzenidir.
Ülkemizde bu politikalar 12 Eylül darbesiyle uygulanmaya baslanmıs, ekonomik programın temel unsurunu ucuz,
güvencesiz, kayıt dısı isgücü olusturmustur. Bu ekonomi politika isçi sınıfının örgütsüzlestirilmesini zorunlu kılmıstır.
Eylül’deki yasal düzenlemelerle, grev sadece toplu is sözlesmesine bağlanarak büyük ölçüde kullanılamaz bir durumuna düsürülmüs, hak grevi, is yavaslatma, grev çadırı gibi haklar yasaklanmıs, yetki sürecine sayısız bürokratik engel konulmus, kıdem tazminatlarına sınırlar getirilmis, fiili baskılarla örgütlenme zayıflatılmıs, grev yasakları genisletilmistir.
İsçi sınıfının sendikal mücadele araçlarının bu olumsuz durumuna karsın 1986’da NETAS’ta baslayan büyük grev yeni mücadeleler için ortam hazırlamıstır. 80’lerin sonundaki dönem, isçi sınıfının yüz yüze kaldığı reel ücret kayıplarının çekilmez boyutlara ulastığı, ancak ANAP iktidarının gerilediği bir ortamdır. 1989’daki toplu sözlesme sürecinde patlayan Bahar Eylemleri yaklasık altı yüz bin isçiyi kapsayan toplu is sözlesmesi sürecinde ortaya çıkmıstır. Ancak isçiler uygulaması zorlasan ve etkisizlesen grev uygulamalarıyla yetinmemis, yalınayak – yarı çıplak yürüme, bıyık kesme – saç kazıtma – sakal bırakma, toplu vizite, yemek boykotu, is yavaslatma, ise geç baslama, gibi eylemler yapmıslardır. Eylem sendika subelerinin önemli katkıları ile, eylemlerin kamuoyunda yarattığı destek ve ülke çapındaki yaygınlığı ile basarıya ulasmıstır.
Bahar Eylemlerini Büyük Madenci Yürüyüsü izlemistir. Direnis yine bir toplu sözlesme sürecinde ortaya çıkmıs, ama bu kez eylemin gerekçesine düsük ücretlerin yanı sıra maden ocaklarının kapatılması, özellestirilmesi konuları da eklenmisti.
Sendikanın yönlendiriciliğinde gelisen hareket içinde grevlerin yanı sıra isçilerin baskısı ile baslayan yürüyüs tüm ülke emekçilerinin desteğini kazanmıstır. Yerel bir düzeyde kalmasına karsın bu eylem harekete geçirdiği isçi sayısı ve sağladığı toplumsal destekle basarıyla sonuçlanmıstır. Her iki eylemde de sendikaların olumlu katkılarının altı çizilmelidir.
Grevler ve toplu sözlesme sayısı 1990’ların basından itibaren hızla azalmaya baslamıstır. 1991’den sonra KESK’in kurulus eylemleri yasanmıstır. Kamu emekçisi olmayan isçi kesiminde ise eylemliliklerin baslama nedenleri ve gerekçeleri değismeye baslamıstır. Sermaye sınıflarının topyekun saldırısı karsısında, özellikle 1990 sonrasının eylemliliklerinde ekonomik sosyal hakları gelistirme hedefi büyük ölçüde geri planda kalmıs, toplu sözlesme görüsmelerindeki uyusmazlıklardan çok hak kayıplarının önlenmesi öne çıkmaya baslamıstır. Kamu sektöründe özellestirmelere, özel sektörde sendikalasma çabalarından dolayı isten çıkarmalara karsı direnisler sıklasmıstır. Öte yandan isten çıkarmalara, sirket kapanmalarına, taseron sirket isçilerinin sözlesmelerin yenilenmemesine, ücret ödemelerindeki gecikmelere karsı direnisler gibi baslıklar eklenmistir. Bu eylemliliklerde sendikaların rolleri mücadele baslıklarına göre farklı olmakla birlikte genel bir etkisizlikten söz edilebilir. TEKEL direnisinde apaçık görüldüğü gibi, isçi sınıfının hak arama mücadelesi konfederasyonların ve sendikaların daha etkili, daha ciddi ve daha somut karar ve uygulamalarını hak etmektedir.
Esnek istihdamın yaygınlasmasına kosut olarak isçi sınıfı eylemliliğinin konuları ve araçları da değismis, kurallı emek rejiminin mücadele araçları yerine fiili – mesru mücadele daha sık görülmüstür. Son yıllardaki isçi eylemleri ve en son TEKEL isçilerinin Ankara direnisi de toplu sözlesme sürecinin dısında, hak kayıplarını önlemeye yöneliktir. Ancak hak kayıpları, söz konusu kayıpların ancak açık seçik hale gelmesi ve yakın bir tehlike olması durumunda mücadeleye konu olmus, isçiler asgari taleplerle en geri savunma hattında yer tutmuslar, sınıfın bütünlüğü, mücadele ve irade birliği sağlanamamıstır.
Örneğin yıllarca özellestirme mağdurları olarak bir araya gelip hak arayan isçiler, Türk İs konfederasyonun siyasi iktidarla görüsmeler süreci içinde kaybolmuslardır. TEKEL direnisi, isçilerin sayıları, sınıfsal ve sendikal bilinç düzeyleri ve mücadele deneyleri, belli dönemeçlerde de olsa öncülükten kaçınamayan bir sendikanın varlığı ile baska direnislerde gözlenen zaafları asgari düzeyde tutarak önemli bir engeli asmıs ve bugünkü noktaya erismistir.
AKP iktidarı zamanlamayı gözeterek de olsa isçi sınıfının kosullarını ağırlastırmayı hedefinde tutmaktadır. Kuralsız emek düzeninin en önemli yasal düzenlemesi AKP iktidarında çıkarılan 4857 sayılı İs Kanunudur. Bu düzenleme sayısız eklemelerle pekistirilmistir. Ancak geldiğimiz nokta sermaye sınıfları açısından yeterli sayılmamaktadır. Daha çok esneme yani kuralsızlastırma, kıdem tazminatlarının kaldırılması gibi hususlar sermaye sınıflarınca sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. TEKEL iççilerinin Ankara direnisi sırasında bir Bakanın ağzından 4 C statüsünde çalısanların kısa bir süre sonra 10 bini TEKEL, 15 bini Seker isçileri olmak üzere 125 bin olacağı açıklanmıstır. AKP yakın tarihte varlık satıslarının yanı sıra aralarında Seker Fabrikaları, enerji dağıtımı, Halk Bankası, THY, liman, otoyol ve köprüler olmak üzere çok sayıda özellestirme yapmayı planlamıstır. Öte yandan özellestirme ile benzer sonuçları doğuracak taseronlastırma bütün hızıyla devam edecektir.
Kamuda çalısan taseron sirketi isçilerinin sayısı iki yüz bini bulmustur. Bunların yarısından fazlası sağlık sektöründe bulunmaktadır. Esnek istihdamı kolaylastırırken sendikal örgütlülüğün önüne yeni engeller çıkaracak özel istihdam bürolarının her an yeniden gündeme gelmesi beklenmelidir.
Sendika ve toplu is sözlesmesi ve grev kanunlarda yapılacak değisikliklerle grevin uygulanabilirliği konusunda her hangi bir iyilestirme söz konusu olmazken, toplu sözlesme ve grev haklarından yoksun ve isçi sınıfının sendikal örgütlenmesini daha da bölecek isyeri ve meslek sendikaları kurulmaya çalısılmaktadır. Sendikalasma oranı 12 Eylül öncesindeki yüzde ellilerden günümüzde %6’lar düzeyine düsmüstür. Esnek üretim ve esnek istihdam, issizlik ile isçilerin islerinde, isyerlerinde ve oturdukları yerlerde sürekli değisikliklere neden olmakta ve örgütlenmeyi güçlestirmektedir. Öte yandan sendikaların önemli bir bölümü sınıfın örgütlenmesinden çok kurumsal varlıklarını ve yöneticilerin konumlarını sürdürmeye odaklanmıslar, hatta örneğin kimi sendika birimleri örgütlenmeyi gelir – gider dengelerine göre planlama anlayısına teslim olmuslardır. Bu ve benzer nesnel ve öznel nedenlerle mevcut sendikal kalıpların, yapıların, anlayısların günümüz kosullarında hak kayıplarını önleme ve hakların genisletilmesi mücadelesini sürüklemesi beklenmemelidir.
Kurallı emek rejimi araçlarının karsı karsıya kalınan sorunların çözümü için yeterli olmadığı da ortaya çıkmıstır. İsyerlerinde örgütlenmede önemli bir mesafe almadan, sadece yönetimlerdeki değisikliklerin ise, mücadeleye katkısı olmayacak ancak yeni hayal kırıklığına neden olacaktır. Sendikaları yok saymadan, tam tersine sınıfın önemli bir örgütlenme aracı olarak onları mücadeleye daha çok katkı yapacak sekilde yapılandırıp güçlendirerek, özellestirmelere, hak kayıplarına ve emeğin kölelestirilmesine karsı, son direnislerin kısmen de olsa yarattığı özgüveni ve fiili – mesru mücadele hattını güçlendirmek gerekmektedir. TEKEL isçilerinin direnisi yaygınlastırılması gereken bir örnek yaratmıstır.
Bu hat Partimize büyük sorumluluklar yüklemektedir.
Yurtsever Cephe İşçi Birliği (YCİB) deneyimi nereye evrilebilir?
Erhan Nalçacı
2007’deki İsçi Kurultay’ı ile kurulusu ilan edilen YCİB bugün Genel Merkez’i ve 12 subesi ile oldukça gelisti. 2010 İsçi Kurultay’ı ise kurulmus olan YCİB çalısmasının önüne gelisme perspektifi sunmak zorundadır. İsçi sınıfının birliğini sağlamak, sınıfa güven ve akıl asılamak üzere kurgulanan YCİB’i daha ileri bir asamaya nasıl tasırız, bu görevlerinde nasıl basarılı kılarız, sorularına yanıt bulmak zorundayız.
Bir ilde YCİB subesi kurmak isçi çalısmalarımızda sıçramanın göstergesidir.
Bir ilde veya ilçede YCİB subesinin kurulması o ildeki isçi çalısmalarımızda bir sıçrama anlamına gelecektir. Sunu çok iyi biliyoruz, isçi çalısması öncelikle kadroların sürekliliğine, kararlılığına ve yetkinliğine dayanmaktadır. Bir YCİB subesi kurmak için yürütmeyi olusturacak, isçi çalısmalarında deneyimli, is hukuku bilgisine sahip, sendikacılık konusunda birikimi olan, siyasi olarak geliskin, zamanını çalısmalara ayırabilecek en az üç kisiye gereksinim vardır. Yedi kisiye çıkabilecek yürütme aynı zamanda çevredeki öncü isçileri, sendika uzmanlarını, meslek odası deneyimi olan kisileri etrafında toplaması durumunda bir yönetim kurulu olusturabilecektir. Çalısmanın bağımsız bir mekana kavusması ve bunu sürdürebilecek maddi olanaklar yaratması hem çalısmadaki sıçramaya isarettir hem de yeni gelismeleri tetikleyecektir.
Bir YCİB sube yürütmesi neler yapabilir?
Bir YCİB yürütmesinin basarısı Parti çalısmaları ile esgüdümü koruyarak isçi çalısmalarında siyasi öncülük yapabilmesinde aranmalıdır. Siyasi öncülük için, iyi geri bildirim almak, alanı iyi tanımak, olası gelismeleri öngörebilmek ve gerçekçi örgütlenme hedefleri koyarak tüm isçi çalısmalarını bu hedefe kitleyebilmek gerekecektir. YCİB subeler önlerine gelen isçi sorunlarına ve direnislerine müdahale etmekle kalmamalı, bazı isyerlerinde direnisi baslatacak ve yönetecek güce ulasmayı hedeflemelidir. YCİB’in avantajı bir isyerindeki farklı emek rejimine tabi isçilerin hepsini örgütleyebilmesindedir. Diğer bir avantajı ise bir süre issiz kalan veya farklı sektörlerde ve mekanlarda çalısmaya baslayan isçilerin de örgütlülüğünü koruyabiliyor olmasıdır. Farklı sektör ve meslekteki isçilerin aynı örgütte olmasının yarattığı birlik ve dayanısma duygusu hissedilmelidir. Genel üye toplantılarında planlar ve kararlar ortaklasılmalı, eylemlerdeki dayanısma yükseltilmelidir.
YCİB’in baska bir avantajı sınıfın tarihsel görevleri ile günlük mücadele baslıklarının bir arada değerlendirilmesi, bu kavrayısın gelismesi için isçi okullarının devreye girmesidir.
YCİB’in dezavantajı grev ve toplu sözlesme hakkına sahip olmamasıdır. Ancak bugün toplu sözlesme ve grev hakkı o kadar sermayeyi kollayan yasalar tarafından cendereye alınmıstır ki, YCİB etrafında gelisecek fiili mesru mücadeleler daha fazla kazanımla sonuçlanabilecektir.
Öte yandan YCİB yürütmeleri ve üyeleri seçilen alanlarda sendikal örgütlenmeyi destekleyebilir ve içinde yer alabilirler. Bu YCİB’in dolaylı olarak isçilerin gündelik mücadelesine verdiği destek olarak okunabileceği gibi aynı zamanda sendikalara sınıfın siyasi aklını tasımak olarak da değerlendirilebilir. Farklı sendikaların üyelerinin, isyeri temsilcilerinin ve yöneticilerinin YCİB üyesi olması, sınıfın birliği için atılmıs bir adım olarak kabul edilmelidir.
Sınıfın birliği için adres olma
YCİB’lerin sınıfın birliğini sağlama islevi, farklı emek rejimlerine bağlı isçileri aynı çatı altında örgütlemesi ile sınırlı değildir.
YCİB’ler aynı zamanda isçi sınıfının bölündüğü farklı örgütleri de bir araya getirme islevi tasımalıdır. Parti ve YCİB üyelerinin sendika ve meslek odalarındaki etkinliği artıkça bu daha fazla mümkün olacaktır, ancak bu islevine simdiden anlam kazandırmak mümkündür. YCİB subelerinin kendi bölgelerindeki dost sendika ve meslek odası yöneticileri, uzmanları ve önde gelen aktivistleri ile aylık bulusmaları kurumsal hale getirmesi sınıfın birliği konusunda ciddi bir ilerleme olacaktır.
YCİB Genel Merkez’in bu bulusmaları diğer örgütlerin genel merkez yöneticileri düzeyinde yapması beklenir.
YCİB’lerin mesru bir kimlikle ortaya çıkması, kitle örgütü haline gelmesi ve sınıf mücadelesinde basarılar elde etmesi, sınıfın siyasi aklının kendinde cisimlestiğini kanıtlaması birliğe giden yolda önemli bir adımdır. Bu akıl giderek daha çok kurumsallasmalı, farklı konfederasyon ve meslek birliklerine bağlı sendika ve odaların birliğini etrafında sağlayacak bir pozisyona gelmelidir.
Bu model kendiliğinden isçi hareketleri ile isçi sınıfının siyasi öncüsü arasındaki iliskinin kurulması için Türkiye’ye özgü yaratıcı bir çözüm olacaktır.
YCİB’in belirli bir örgütsel düzeye gelmesi durumunda, uluslararası ilerici, sosyalizan sendikal birliklerle iliski kurmak için beklemeyecektir. Türkiye’deki tüm konfederasyonların uluslararası isbirlikçi ve emperyalizmin uzantısı olan birliklere üye olduğu düsünülürse, bu girisimin nasıl bir sıçramaya karsı geldiği daha iyi anlasılır.