AKP’nin Anayasadan Anladığı: İkinci Cumhuriyet’in Paçavraya Dönen Hukukuna Başkanlık Ayarı

Anayasaların toplumsal-siyasal yaşamı tüm yönleriyle düzenleyen metinler olduğu biliniyor. Bu metinlerin mevcut düzenin meşruiyet dayanaklarının da en önemli parçası olduğu göz önüne alındığında, söz konusu metinlerin içeriğine ayrıntılarıyla hakim olma durumu sosyalistleri yakından ilgilendirmekte. Bu ilgi hiç kuşkusuz burjuva hukuksal çerçevenin sınırlı doğasına saplanıp kalmadan, onu aşacak girdilerle zenginleştirilmeli. Ancak AKP’nin mevcut hukuksal çerçeveyle ilişkisi söz konusu olduğunda mesele karmaşık bir hal almakta.

Ele alınacak başlık AKP ve hukuk ikilisi olduğunda, bu partinin on yıllık iktidarı süresince yasalara uyma konusunda ne kadar hoyrat davrandığı malum. AKP’nin, Cumhuriyet’in hukuksal yapısında bir takım gedikler açarak arzuladığı tüm değişiklikleri sağladığı da bir başka gerçek olarak karşımızda durmakta. Yani iktidar partisi, kafasında tasarladığı modelin çok büyük bir kısmını yeni bir anayasaya gerek kalmadan, mevcut hukuksal çerçeve içerisinde gerçekleştirdi diyebiliriz. Bu durumun sağlıklı bir şekilde kavranması, AKP’nin anayasayı değiştirme amacının ve ele alacağımız anayasa taslağının hep vurgulandığı gibi “ana enstrüman” olmadığının, ancak İkinci Cumhuriyet’i taçlandırmak için çok önemli bir adım olduğunun anlaşılmasını sağlar.

Öte yandan başkanlık sistemi AKP için her kapıyı açacak bir maymuncuk olmayacak, aksine yine krizler yaratan bir atmosferi de beraberinde getirecektir. Kaldı ki “partili cumhurbaşkanlığı” da bir seçenek olarak önerilmekte. Bu noktayı belirtmek kuşkusuz mevcut taslağı ve başkanlık sistemi gibi uzun süredir dönen tartışmaları önemsizleştirmiyor. Ancak bu tartışmaların hukuksal boyutunun başatlaştırılmasının ve siyasi yönünün geri plana atılmasının sakıncaları olduğunu belirtmek gerekiyor. Kısacası önümüzdeki dönemde bölgesel gelişmeler ve içerideki siyasal süreçler söz konusu olduğunda yaşanacak tıkanmaları yer yer aşabilecek, ancak son tahlilde tüm bu tıkanmaları öteleyebilecek bir hukuksal-yönetsel çerçevenin oluşturulması gibi bir tahayyüldür yürürlükte olan. Bunu söylememizin nedeni, İkinci Cumhuriyet’in çürük temeller üzerine oturuyor olmasıdır. Bu durum sürekli bir enerji ihtiyacını gerekli kılar. AKP’nin bu ihtiyacı anayasa üzerinden irade beyanı ile giderilmeye çalışılmaktadır. Yeni anayasa, tüm bu parametreleri bütünün içine alan bir meşrulaştırma aracı olacaktır.

Bununla birlikte anayasa tartışmalarının “uzlaşı” ekseninde dönen tartışmaların içine çekilmesi, AKP’nin kafasındaki hukuksal çerçeveyle nasıl bir Türkiye kurguladığını da görmemizi engelleyecektir. Söz konusu eksen TBMM’de oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun hezimetle neticelenmesi sonucu bir nebze aşınsa da, AKP’nin bu komisyonu anayasayı tek başına yapabilmesini meşrulaştırmak için oluşturduğunu ilk sıraya koymak gerekiyor. AKP cephesinden “biz çağırdık ama yapamadılar” ifadelerinin dolaşıma sokulması da bu niyetin dışavurumu olarak değerlendirilmeli. Nitekim tüm bu süreçte komisyon içerisinde gerçekleşen ve bu yazıda ele alacağımız tartışmalar da anayasa hazırlama sürecinin bütününün bir çadır tiyatrosu olduğunu kanıtlar nitelikte. Ancak AKP’nin mevcut anayasa kurgusunun kısmi tavizlerle birlikte hayata geçirilmek için çalışıldığını da söyleyebiliriz. Bunun sebebi, AKP ile birlikte kurulan yeni düzene bir nebze de olsa yakıt sağlayacak bir bütünün AKP taslağında mevcut olması olarak görülebilir. Yani söz konusu olan bütünüyle AKP’nin ve dinselleşen Türkiye’nin ihtiyaçlarıdır. Bu açıdan daha pürüzsüz bir yönetim ve iktidar mekanizmasının oluşturulması için böyle bir hukuksal çerçeve gerekli görülmektedir.

Anayasa uzlaşma komisyonu: anayasa yazımına başlama süreci

TBMM’de 17 adet ihtisas komisyonu bulunuyor. Bunlardan bir tanesi de Anayasa Komisyonu. Bu komisyonun başkanı Burhan Kuzu ve komisyonun üye sayıları Meclis’teki sandalye sayısına oranlanarak belirleniyor. Anayasa Uzlaşma Komisyonu Meclis’teki Anayasa Komisyonu’ndan farklı. Uzlaşma Komisyonu’na başkanlık eden TBMM Başkanı Cemil Çiçek komisyonu şu şekilde tanımlıyor:

“… bizim komisyonumuz anayasal bir komisyon değil, İç Tüzük’e göre kurulmuş bir komisyon da değil, siyasi partilerimizin sayın genel başkanlarının muvafakatiyle, desteğiyle oluşmuş teamüllü bir komisyon…” 1 

Uzlaşma Komisyonu mecliste temsil edilen dört partinin her birinin önerdiği üç isimden oluşuyor. 2 Komisyonun üye sayısı belirlenirken, partilerin meclisteki sandalye sayısına bakılmaksızın her partiden eşit sayıda üye istenmesi AKP tarafından eşit temsilin gözetilmesi olarak sunuluyor. Bu temsiliyetin AKP için her fırsatta bir koz olarak kullanıldığını da belirtelim.

Çalışma usullerine ilişkin komisyon tarafından hazırlanmış 15 maddelik bir iç tüzük bulunuyor. Bu iç tüzüğe göre komisyonun görevi anayasa yapım sürecini yönetmek ve anayasa taslak metnini hazırlamak" 3 olarak tanımlanıyor. Bu metindeki “Teknik Heyet” olarak geçen 8. Madde’de her siyasi partinin önereceği bir uzman ve TBMM Başkanlığı’nca görevlendirilecek bir uzmandan oluşacak üç farklı teknik heyetin kurulması gerektiği yazıyor. Bu maddeden yola çıkarak komisyon, görüş alma sürecini koordine etmek üzere beşer kişiden oluşan üç teknik heyetin kurulmasına karar veriyor.

Cemil Çiçek bu üç heyetin görevini 3 Kasım 2011 tarihinde Dolmabahçe’de medya temsilcileri ile yaptığı yeni anayasa çalışma toplantısında açıkladı. Bu açıklamaya göre birinci heyet siyasal partiler ve anayasal kuruluşlardan, ikinci heyet meslek örgütleri ve sendikalardan, üçüncü heyet ise sivil toplum kuruluşlarından ve cemaat temsilcilerinden gelen önerileri incelemek üzere oluşturulmuş. Burada “cemaat temsilcilerinin” bir bileşen olarak vurgulanabilir oluşu ve sivil toplum kuruluşları kategorisinde değerlendirilmesi önemli. “Herkesi dinleme” şiarıyla anayasa yapım sürecine dini örgütlenmelerin doğrudan müdahil edilmesi, yeni anayasa için nasıl bir kurgunun oluşturulmak istendiğini gözler önüne seriyor.

Siyasi partiler dışındaki örgütlenmelerin, sürekli olarak siyasete bulaşmayan, “bağımsız” örgütler olarak nitelenmelerine rağmen siyasal angajmandan azade olmadıklarını biliyoruz. Özellikle AKP Türkiyesi’nde sivil toplum kuruluşlarının, derneklerin, sendikaların, meslek örgütlerinin ve akademinin AKP’ye olur verecek şekilde yeniden kurgulanmaya çalışıldığı açık. AKP burada çok geniş bir yelpazeyi anayasa çalışmalarının içerisine alarak, siyasetin “kirliliği”nden uzak bir “demokratik cümbüş” görüntüsü oluşturmaya çalışıyor, bu nokta önemli. Bu temiz gösterme operasyonu ile meselenin siyasal boyutu da gözden uzaklaştırılıyor ve yalnızca toplumsal hayatı düzenlemek adına, herkes sözünü söyleyebilsin diye anayasa yapılıyormuş imajı çiziliyor. Her konuda çok farklı eğilimlere sahip bu kadar oluşumdan nasıl tutarlı bir bütünlük çıkacağı sorusu da orta yerde duruyor.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun ilk toplantı tarihi 19 Ekim 2011. Bundan bir ay önce 19 Eylül 2011 tarihinde TBMM Başkanı Cemil Çiçek, polis akademisinden ve çeşitli üniversitelerden anayasa hukukçularının katılımı ile bir toplantı gerçekleştiriyor. 3 Kasım 2011’de de medya temsilcileri ile Dolmabahçe toplantısı yapılıyor. Bu toplantılarda Cemil Çiçek anayasa yapım sürecinin en önemli meşruiyet dayanaklarından olan “katılımcı” olma demagojisini tekrarlıyor:

“…Biz birinci aşamada herkesten görüş bekliyoruz, herkes. Kim ne diyecek? Vatandaş ne diyecek? Meclis dışında olan siyasal partilerimiz ne diyecek? Sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, önemsiyoruz. Hani, bize de sorun diyorlardı, tam da soruyoruz. Kim ne söyleyecekse, şimdi söylemeli, şimdi söylemeli, şimdi söylemeli… Duymadım, görmedim, bilmedim yok. Çok net ifade ediyoruz…” 4Anayasa Uzlaşma Komisyonu çok iddialı olduğu herkesi dinleme sürecini, anayasa yapım aşamasının ilk adımına sıkıştırmış durumda. Yani henüz ortada taslak yokken herkesi dinleyip taslaklarına yön vereceklerini iddia ediyorlar. Taslak oluştuğunda ise “biz herkesten görüş aldık, bu milletin iradesidir, görüşüdür” denerek muhalefet üzerinde baskı kurulacağı tahmin edilebilir bir durum. Anayasa yapım sürecinin de başka başlıklarda olduğu gibi demokrasi sosuna batırılarak yürütülmeye çalışıldığı açık.

Komisyonun anayasa yazımı: “Fırsat verdik, uzlaşamadılar”

Komisyon, 4 Mayıs 2012’ye kadar, üç ayrı alt komisyonda, 42 siyasi partiyi, 39 meslek örgütü ve sendikayı, 79 dernek, vakıf ve platformdan oluşan sivil toplum kuruluşlarını üniversiteler ile çeşitli kurumları dinledi. 5 Görüşleri toplama ve değerlendirme aşamasından sonra komisyon Mayıs 2012’de anayasayı yazmak için çalışmalarına başladı. Yazılıp ardından kamuoyuna sunulacak ve gelen görüşlere göre değerlendirilip teklif haline getirilecek metnin tamamlanma tarihi olarak 2012 sonu belirlenmişti; ancak Mayıs 2013’te hâlâ tamamlanmış bir metnin olmadığını görüyoruz. Aradaki süreçte komisyonun çalışma süresinin birkaç kere uzatıldığına tanıklık ettiğimiz gibi, “siz uzlaşmazsanız biz kendimiz hallederiz” tehditlerini de çok kez duyduk. Esasen komisyonun hangi amaçla bir araya geldiğinin bu uzlaşamama hali ve tehditler ile demokrasi söylemi eksenleri üzerinden yorumlanması önemli.

AKP’nin komisyondaki milletvekili sayısı eşitliğini sürekli vurgulayarak demokrasi çerçevesinde bir komisyon kurduğunu; ancak bu komisyonun bir türlü uzlaşamadığını söyleyip kendi teklifini sunacağını iddia etmesi ve Cemil Çiçek’in sürekli olarak “zaman bizi sıkıştırıyor”, “seçim atmosferine girilmeden işimizi tamamlamalıyız”, “milletimize söz verdik” söylemleriyle komisyon çalışmalarını hızlandırma kaygısı bir arada değerlendirildiğinde, AKP’nin bu komisyonu “demokratik uzlaşı” için değil, kendi teklifini “dayatma” ekseninden “çözüm” eksenine taşıyarak teklifini meşrulaştırmak için kurduğunu söyleyebilmemiz mümkün.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda madde yazımına geçildiği, 1 Mayıs 2012 tarihinden bu yana (Ocak 2013) 59 madde görüştü. 21 maddede mutabakat sağlandı ancak 25 madde yeniden görüşülmek üzere “paranteze alındı”. 6 

7 Mayıs 2013 tarihinde komisyon tarafından yapılan açıklamada komisyonun çalışma süresinin Haziran sonuna kadar uzatıldığı açıklandı. Komisyon adına açıklamayı yapan Mehmet Ali Şahin 1 Temmuz tarihinde uzlaşı sağlanamayan maddeler parti genel başkanlarına, Sayın Meclis Başkanımız tarafından götürülecek. Ki uzlaşı sağlayamadığımız maddeler olacaktır. Meclis Başkanımız, biz bu maddelerde uzlaşı sağlayamadık diyecek ve parti genel başkanlarından görüşleri alınacak” 7 diyerek uzlaşma komisyonunun uzlaşamamasının normal olduğunu bir kere daha dile getirmiş oldu. Yukarıda ifade edilen sayılardan da anlaşılacağı gibi komisyon pek çok maddede uzlaşma sağlayamıyor. Uzlaştığı konuların bir kısmı da nasıl bir Türkiye istediklerini ortaya koyuyor. Örneğin; “Temel Hak ve Hürriyetler Bölümü”nün alt başlıklarından olan “Ailenin Korunması” başlığına AKP’nin getirdiği öneride yer alan “Devlet, insan neslinin sağlıklı devamı, çocukların ve gençlerin gelişimi ve maddi ve manevi varlıklarının korunması için gerekli tedbirleri alır.” Kısmında “insan neslinin sağlıklı devamı” denilerek kürtaj önündeki engellemelerin yasal olarak meşrulaştırılmasının sağlanabileceği düşünülüyor, ancak bu öneriye komisyondan itiraz eden parti çıkmış değil.

Komisyonda tartışılan önerilere baktığımızda herkesin büyük titizlikle kelimeler üzerine odaklandığını görüyoruz. CHP ve MHP’nin köşesini kaptığı, yangından kaçıracağı ganimeti belirlediği ve onun için savaştığı bir komisyon var karşımızda. CHP için bu ganimet “laiklik” olurken MHP için “Türklük” vurgusu oluyor. Bu iki parti için tartışmalar bir bütünlükten ziyade kelime değiştirme ve eklemeler biçiminde sürüyor. Örneğin; AKP ailenin ”toplumun temeli” olmasını önerirken MHP “Türk toplumunun temeli’” denmesini öneriyor.

BDP ise savunmaya geçen taraf değil istekleri için pazarlığa oturmuş taraf olarak kodlanabilir. Dolayısıyla kendi isteklerini anayasaya yansıtmak için uzlaşmalara açık olan taraf da oluyor aynı zamanda. Üzerinde uzlaşılamayan ve en çok gerilim yaşanan başlıklardan biri vatandaşlık tanımı. Bu başlıkta AKP “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” tanımını önerirken, BDP “Türkiye vatandaşlığı” tanımını, CHP ve MHP ise “Türk vatandaşlığı” tanımını önerdi ve uzlaşma sağlanamadı.

Özellikle AKP tarafından verilen önerilerin pek çoğunda hissedilen dinselleşme vurgusuna bir karşı duruş söz konusu görünmüyor. Aksine demokrasi mefhumu üzerinden devletin dine çok fazla el attığı, bunun gereksiz olduğu yönünde tartışmalar yaşanıyor. Altan Tan’ın AKP’ye yönelttiği AKP yetkililerine soruyoruz; bugün en gelişmiş demokratik standartlarla yeni bir anayasa yapmak mı yoksa laikçi, ulus devlet anlayışını boyanıp tekrar satmak mı istiyorsunuz?" 8 sorusundan da BDP’nin ulus devletle hesaplaşırken laiklikle de hesaplaşmaya hazır olduğu anlaşılıyor. Laiklik tartışmaları CHP ile AKP arasında yaşanırken CHP’nin genel tavrı yukarıda belirttiğimiz gibi bu kelimeyi varlık olarak anayasada korumak üzerine kurulu, üzerinde uzlaşılan kimi maddelerin laikliğe indirdiği darbe ise göz ardı ediliyor.

Kısacası komisyonda gerçekleşen tartışmalardan bir sonuç çıkmayacağı ve komisyonun uzlaşabilmesinin zorluğu başından beri biliniyor. Burada AKP’nin, bu sonuçsuzluğu kullanarak üste çıkmaya çalışacağı, partilere görüşlerini belirtip anlaşmaları için fırsat verdiği vurgusuyla bir kez daha kendini parlatacağı açık. Nitekim son dönemde AKP cephesinden gelen “fırsat verdik, uzlaşamadılar” yönündeki tepkiler de bunu kanıtlar nitelikte.

Bir çalım denemesi olarak AKP’nin anayasa taslağı

AKP’nin Anayasa Taslağı’nın tartışılacak birçok yönü olmasına rağmen özünde başkanlık sisteminin durduğunu söyleyebiliriz. Esasında üzerinde en çok tartışılan konulardan biri de söz konusu metinde “değiştirilemez hükümler”in olmaması. Taslağın bütününe baktığımızda, meclisten geçirildikten sonra üzerinde rahatlıkla oynanıp yeni bir şekil verilmesini kolaylaştıran bir muhtevaya sahip olduğu görülüyor. Başlangıç bölümüne baktığımızdaysa eski yapının muhafaza edildiği ve çelişkili etnik göndermelerin var olduğu ifadelere rastlıyoruz:

“Herkesin insan haysiyetinden kaynaklanan evrensel hak ve hürriyetlere sahip olduğu inancıyla her türlü ayrımcılığı reddeden, kültürel zenginliğimizin kaynağı olan etnik ve dini farklılıklarımıza saygı duyarak müşterek tarihimiz ve değerlerimiz etrafında birlikte yaşama arzusuyla hareket eden biz Türk Milleti; demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dayanan bu Anayasayı egemen irademizin ifadesi olarak kabul ve ilan ederiz.”

Taslağın başkana çok özel misyonlar veren yönlerine değineceğiz, ancak taslağın merkezinde Başkanlık sisteminin durduğunu ve her şeyin sonrasında çözülecek bir bütün olarak kurgulandığını söyleyebiliriz. Yani amaçlanan şeyin, makyajlanmış ifadelerle başkanın var olan toplumsal-ekonomik sorunları çözeceği gibi bir algı yaratılması olduğu açıkça görülüyor. “Devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı 4. madde, anayasaların doğası açısından oldukça absürd ifadeler barındırıyor:

Devletin temel amaç ve görevleri, milletin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

Bir anayasada siyasal, ekonomik, sosyal vb. engellerin yer alması, acemi bir kelime oyununun sahnede olduğunu kanıtlar nitelikte. Tariflenen açıkça mevcut anayasal çerçeve içerisinde söz konusu engellerin sona ermeyeceğidir. Yani yeni bir anayasa oluştururken böyle bir engeller dizgesi sunmak, “daha yeni” bir anayasa için kolların sıvanacağının göstergesi diyebiliriz. Tüm bu kelime oyunları, anayasanın bir an önce değiştirilmek için yapılacağını açık bir şekilde gösteriyor. Kısacası “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engeller”in bu şekilde ilk kez dile getirilmesi, bu engellerin ancak çok geniş yetkilere sahip olacak başkan tarafından kaldırılabileceğini düşündürüyor. Bu yüzden, onca fırtına koparılan yeni anayasa içerisinde bu tip ifadelerin geçmesi, bunların yürütmenin tek elde toplanmasıyla ortadan kaldırılabileceği gibi bir algının yaratılmasıyla oldukça paralel. Yani, AKP için yeni anayasa söz konusu olduğunda mevcut sistem oldukça sorunlu. Kaldı ki on yıllık bir iktidar pratiğine sahip ve devlet aygıtını bütünüyle ele geçirebilmiş, her türlü yasal müdahaleyi yapma kudretine erişmiş bir öznenin hala bu tür engellerden bahsetmesi, anayasa yapım sürecinin AKP’nin hesaplarından bağımsız gelişemeyeceğini kanıtlıyor.

Öte yandan bu tasarının AKP’nin kurguladığı Türkiye’yi anlatmadığı açık. Aslında her şey 7. maddede yer alan “yürütme yetkisinin başkan tarafından kullanılacağını” belirten ifadelerle, anayasa değişikliğinde başkana verilen çok özel rollerde düğümleniyor. Bunun en somut işaretlerini, tasarının sonunda bu tasarının en detaylı parçası olarak karşımıza çıkan “Anayasanın değiştirilmesi” bölümüne baktığımızda görebiliyoruz. Açıkçası bu yönüyle tasarı kurnazca bir araya getirilmiş, içi boş bir maddeler bütünü. Yıllarca azami değer atfedilip kutsallaştırılan yeni anayasa için sunulan bir taslak metninde o anayasanın değiştirilmesiyle ilgili bölümün oldukça detaylı hazırlanması, ileriye dönük nasıl bir kurgunun hayata geçirileceğine yönelik bir tabloyu netlikle ortaya çıkarıyor:

“Anayasanın değiştirilmesi

Madde–1 (1) Anayasanın değiştirilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte biri tarafından yazılı olarak teklif edilebilir.

(2) Anayasa değişikliği Meclis üye tamsayısının en az beşte üç çoğunluğu ile kabul edilir.

(3) Başkan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları onaylayarak yayınlayabilir veya veto edebilir ya da halkoylamasına sunabilir.

(4) Başkanca veto edilen kanun, Meclis tarafından, üye tamsayısının beşte üçünün kararı ile halkoylamasına sunulabilir.

(5) Meclis, veto edilen anayasa değişikliğine dair kanunu, üye tamsayısının en az üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse Başkan bu kanunu onaylayarak yayınlar.

(6) Halkoylamasına sunulan Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların kabul edilmesi için, geçerli oyların yarısından çoğunun kabul oyu olması gerekir.

(7)Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki tekliflerin görüşülmesi ve kabulü, bu maddedeki kayıtlar dışında, kanunların görüşülmesi ve kabulü hakkındaki hükümlere tâbidir.”

Burada dikkat çeken değişiklik; Anayasa’nın değiştirilmesi konusundaki oylamanın mevcut durumun tersine gizli olmaktan çıkarılması. Böyle bir hamlenin AKP için içeriye dönük bir kontrol mekanizması anlamına geldiğini söyleyebiliriz. Üzerinde oynanması için oldukça geniş bir alan oluşturularak yapılandırılan taslak söz konusu olduğunda böyle bir adımın atılması pek de şaşırtıcı değil.

Getirilen bir diğer değişiklik ise mevcut anayasada yer alan “Anayasanın değiştirilmesi hakkındaki teklifler Genel Kurul’da iki defa görüşülür” ifadesine yer verilmemesi. AKP’nin, baştan beri vurguladığımız şekilde, ele aldığımız taslağın değiştirilmesini uzatacak veya zora sokacak her türlü engeli temizlediği açık bir şekilde görülüyor. Dolayısıyla ele aldığımız anayasa taslağı AKP’nin yıllardır arzuladığı bir nihai metin yapısına sahip olmaktan çok, üzerinde oynanıp nihayete erdirilecek bir bütünü oluşturuyor. Yani AKP, her açıdan “ideal” bir anayasa ortaya çıkarmak yerine istediği şekilde değiştirebileceği bir anayasa öngörüyor.

AKP’nin anayasa taslağında öncelikle başkanlık sisteminin hayata geçmesi yazıyor diyebiliriz. Anlamlı bir hukuksal bütün çıkarmanın olanaksız olduğu metni incelediğimizde, tamamen formalite bir metinle karşı karşıya kalıyoruz. Yani AKP’nin kafasındaki ülke tasarımını nihayete erdirecek bir metin olmasından çok, her kesime hoş gözükmeyi amaçlayan ancak bu arada da Başkanlık sistemini yerleştirmeyi hedefleyen bir içerik mevcut. Özetle; arzulanan şeyin Başkanlık sistemi ile birlikte planlanan anayasa formatına sahip olmak değil, Başkan’ın formatlayacağı “ideal” bir anayasa metni olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  

Başkanlık sistemi bir çeşit maymuncuk mu?

Türkiye’nin kapitalizm yönelimi ve özellikle ‘80 sonrası dünya kapitalist sisteminin bir önceki dönemin sosyal-devlet gibi çeşitli öğelerinden kurtulma çabası, sermaye sınıfının ihtiyaçlarını sağlayacak ortamı pürüzsüzleştirdi diyebiliriz. Türkiye’de de ‘80 öncesinde yaşandığı gibi emek cephesinden karşı tarafın dengesini bozacak müdahalelerin yapılmasının önü kesildi. Geldiğimiz noktada da başkanlık sistemi, daha fazla kazanım elde etme arzusu ve eldekileri kaybetmeme çabası ile birlikte düşünülmelidir.

AKP ve sermaye sınıfı için başkanlık sistemini üst sıraya yerleştiren etmenlerin başında bugün yaşanan sıkışma gelmektedir. AKP, bölgesel tıkanma yaşamanın yanında içeride de önemli toplumsal huzursuzlukların oluştuğunu görmektedir. Yönetimin tek bir elde toplanması, bu sıkışmaların aşılmasına yol açmayacak ancak erteleyebilecek bir konsolidasyonun sağlanması açısından oldukça önemli görünmektedir.

Başkanlık sisteminin nasıl kurgulandığı konusunda da tahmin edileceği gibi toplumun nabzını ölçmek amaçlı çeşitli şekillerde görüş bildirildi. Bunlar arasında; ABD’den farklı olarak başkana meclisi feshetme yetkisi verilmesi, buna karşılık meclisin de başkanı görevden alabilmesi, Başkan’ın meclisi feshetmesi ya da meclisin başkanı görevden alması durumunda seçimlerin devreye sokulması gibi önerilerin yanında, tüm üst düzey bürokratları ABD örneğindeki gibi bir senatonun değil de doğrudan başkanın atayabilmesi, başkanın kendi bakanlarını ataması ve görevden alabilmesi, meclisin gensoru, soruşturma, hatta kabinenin düşürülmesi benzeri hiçbir tasarrufta bulunamaması gibi bir bütün oluşturulmak istendiği daha önce duyuruldu. 9 Bunun yanında son dönemde daha önce önerilen model revize edilerek “yarı-başkanlık” sistemine ilişkin görüşler de dile getirildi. Buna göre; yarı başkanlık modelinde halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanının partisinden istifa etmesi gerekmeyecek ve cumhurbaşkanı başbakanı atayacak, atanan başbakan kabinesini oluşturup Meclis’ten güvenoyu alacak. Ancak Cumhurbaşkanı yürütmenin başı olarak bakanlar kuruluna başkanlık edebilecek, Başbakan ise cumhurbaşkanının yardımcısı pozisyonunda çalışacak. 10 

Toplum ile devlet arasında bağ kuran parlamentonun etkisizleştirileceği bir modelde, toplumsal denetimin öyle ya da böyle sağlandığı bir kurumsal mekanizmanın varlığı da boşa düşüyor. Bu açıdan AKP’nin iktidar pratiğinde yıllardır vurgulanan tekleşme eğilimi ile paralel bir yapının oluşturulmasının önü açılıyor diyebiliyoruz. Başkanlık sistemi, AKP’nin kafasındaki siyasal tahayyül ile birleştiğinde karşımıza toplumsal tercihlerin ve yönelimlerin devre dışı bırakıldığı bir model çıkıyor. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’nun yazdıkları ise bu görüşü pekiştirir nitelikte:

“Dünyadaki genel eğilim iktidarın kişiselleşmesi yönündedir. Vatandaşların bu tür iktidar anlayışına sempati duyduğu gözlemlenmektedir. Bunun da nedeni; bu tür bir iktidarla işlerin daha iyi yürüyeceğine ve sorumlunun daha iyi belirlenebileceğine inanılmış olmasıdır. Nitekim, uygulamada bütün hükümet şekillerinde Başkanlık sistemine doğru bir kayma gözlemlenmektedir. Rusya bile bu sisteme yönelmiştir. Bu gidiş sanki eksiye dönüşü andırıyor. Gerçekten, hürriyet mücadelesinin ve parlamentoların oluşumu kavgasının tek kişi yönetimlerine karşı yapıldığı düşünülürse, bugün tekrar o sistemin revaçta olması başka türlü açıklanamaz. M. Duverger’in bunlar için ‘seçimle gelen krallar’ ifadesini kullanması boşuna değildir. Fakat seçimle gelen bu yeni krallar ‘seçimle giden krallar’ pozisyonuna düştükleri için fazla korkulacak bir durum yoktur.” 11 

İfadelerin trajik olması bir yana, aktarılanlar önemli bir gerçeği de barındırıyor. Parlamentoların oluşumu aşağı toplumsal katmanların yoğun toplumsal mücadelelerinin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Başlarda monarşileri denetleyen mekanizmalar olarak karşımıza çıkan parlamentolar, daha sonra uluslaşma dinamiklerinin tetiklenmesiyle birlikte monarşilerin işlevsizleştirilmesi ve siyasal alandan dışlanmasında başat rol oynadılar. Kuzu’nun aktardıkları ise denetimden uzak, keyfi ve toplumsal bağlarından kopuk bir şahsi yönetim mekanizmasına dönüşün arzulandığını gösteriyor. Bu minvalde Türkiye’de başkanlık sistemi, parlamentonun şimdiye kadar zaten tırpanlanan yapısının da ötesine geçerek tamamen devre dışı bırakıldığı bir yönetim sistemi olarak düşünülmeli.

“(…) Kısacası, geçmiş uygulamalarımızın yanında, Eski Türklerde ve Osmanlı’dan kalan 600 yıllık padişahlık geleneğimiz var. 1950-60 dönemi ‘güçlü icra’ yönü ile bu modeli çağrıştırmaktadır. Özal’ın Cumhurbaşkanlığı dönemi yer yer bu sistemi hatırlatmaktadır (…) Kısacası, her bitkinin her iklimde yetişmeyeceği gerçeğini kabul etmekle beraber, Başkanlık Rejimi’nin bizim topraklarda yaşayabileceği ve bu topraklara yabancı olmayan bir sistem olduğu kanaatindeyiz. Esasen, ABD’nin ilk kuruluşunda bu sistem oluşturulurken, o günün Osmanlı yönetiminden etkilendikleri de bir gerçektir.” 12 

Kuzu’nun öykündüğü ABD modelinde başkanlık sistemi zenginler arası bir mücadeleden ibaret. Başkan seçilme şansını elde edebilmek için de mevcut toplumsal düzeni değiştirmek gibi bir eğilimi olmayan, aksine pekiştirmeyi ve konsolide etmeyi amaçlayan iki büyük partinin birinden aday olmak gerekiyor. Amerikan modelinden esinlenilerek Türkiye için de önerilen iki partinin, ABD’deki örneğinde birbirinden ne tür farklılıklar taşıdığı bir türlü tam olarak kestirilemiyor. Çünkü söz konusu iki partinin bütünüyle tali birkaç başlık dışında birbirinden farkı bulunmuyor. Mevcut düzene muhalif kesimlerin siyasal alanın dışına itilmesini doğuracak bu durum kuşkusuz egemen sınıf açısından da önemli olanaklar barındırıyor. Söz konusu yapı, siyasi partiler arası ideolojik farklılıkların doğurduğu mücadele alanının yok edilip, bu alanın partilerden ziyade kişiler arası mücadelenin sürdüğü bir ringe çevrilmesini içermekte.

AKP’nin Cumhuriyet’in çetin mücadeleler sonucunda kazanılan bütün kazanımlarını ezip geçmek niyeti Kuzu’nun ifadelerinde görüldüğü gibi açıkça dile getiriliyor. Bu anlamda kendisinin açıkça söylediği Cumhuriyet öncesi toplumsal-siyasal yapıya dönüş arzusu, AKP’nin kendi iktidarını sağlamlaştırma çabasıyla paralel. Yeni anayasa, AKP uygulamalarının doğurduğu siyasal krizleri daha az yara alarak aşacak bir yapıyı sağlayacağı için önemli. Bu ise yukarıdaki alıntılarda görüleceği gibi Cumhuriyet’in meşru temelleri tamamen yok edilmeden gerçekleştirilemeyecek bir olgu. Dolayısıyla AKP için yeni anayasa ve başkanlık sisteminin Kuzu’nun çizdiği çerçeveye yerleştirilmesi kaçınılmaz.  

Sonuç

Yeni anayasa tartışmaları özellikle 2010’dan beri gündemde. Son seçimlere de anayasa vaatleriyle girdiğimiz anımsanacaktır. Seçimlerin ardından meclisteki tüm partilerin yeni anayasa yapımı konusunda ortaklaşmasıyla oldukça hızlı işletilen bir sürecin içine girildi. Hal böyleyken ve süreç hâlâ ilerlerken bir son söz söyleyebilmek zorlaşıyor. Yine de devam eden bu süreçte kimi noktaları vurgulamak oldukça önemli.

Başkanlık sisteminin AKP için vazgeçilmez olduğu, iktidar partisinin tüm planlarını onun üzerinden yaptığı gibi bir yanılgıya düşmemek gerekir demiştik. Aynı şekilde Başkanlık sistemi üzerinde uzlaşma sağlanamaması yahut cemaat kalemşorlarının Tayyip Erdoğan’a başkanlık konusunda ayar vermeye çalışmaları ve “partili cumhurbaşkanı” önerilerinin de dolaşıma sokulması alternatiflerin gündemde olacağının işareti. Uzlaşmak için kurulmadığı başından belli olan bir komisyonun uzlaşamıyor olma halinden veya fazlaca parlatılan başkanlık meselesinde yaşanan geriye düşüşten sürecin bütününün sekteye uğradığı sonucu çıkarılamaz.

Ancak AKP’nin kurduğu yeni rejimin oturduğu zeminin altı boştur ve boşluğun anayasal yapıyı değiştirmekle doldurulamayacağı açıktır. Başkanlık isteğinin Erdoğan’ın kişisel hırslarının karşılanmasıyla da ilgisi olmakla birlikte, iktidarın tekleşmesinin bahsettiğimiz boşluktan kaynaklanan problemlerin üzerine gidilmesinde biraz daha yakıt sağlayacak bir hamle olduğunu belirtmek gerekir.

Anayasa başlığı AKP için topluma ve düzene bir tür ayar verme anlamında bir hukuk durağı olmasının ötesinde, sürecin dozunu, rotasını ve hızını belirlemesini sağlayacak bir meseledir. Bu haliyle yalnızca hukuksal bir başlık olmanın ötesindedir. Dolayısıyla yalnızca başkanlık sistemine sıkıştırabileceğimiz bir kurgu yok ortada. AKP bu konuda daha önce de söylediğimiz gibi “partili cumhurbaşkanı” sistemine de fit olduğunu çeşitli şekillerde dile getirdi 13 ; ancak anayasa gündeminin sekteye uğramasını göze alamayacaktır. Neticede AKP kendisini meşrulaştırmak için ne kadar hamle yaparsa yapsın bu durum siyasal bir fiyasko olarak hanesine yazılacaktır. AKP’nin anayasa taslağında süreci sekteye uğratacak tartışmaların yaşanabileceği başlıklarda titiz davranması da, bu durumu göze alamadığını göstermektedir. Çünkü AKP için bu dönem, kurduğu yeni Cumhuriyet’in tabiri caizse görücüye çıktığı, notlandığı, kabul edileceği dönemdir. Zamanın daralıyor olması, seçimlerin yaklaşması, anasaya sürecinde sürekli olarak ertelemelere gidilmesi, yaşanan bölgesel sıkışmalar ve gelgitler AKP’yi daha da zora sokmakta. Enerjisi azalan AKP’ye ihtiyacı olduğu enerjiyi sağlama potansiyeli olan bu dönem, taşıdığı kırılganlıklar nedeniyle AKP’nin öngöremeyeceği yeni sıkışmalara da yol açabilme potansiyelini barındırmaktadır. 

 

 

Dipnotlar

  1.   TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu Tutanakları, TBMM Başkanının Medya Temsilcileriyle Yaptığı Yeni Anayasa Çalışma Toplantısı, 3 Kasım 2011.
  2.  AKP adına; Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya, İstanbul Milletvekili Mustafa Şentop, Karabük Milletvekili Mehmet Ali Şahin. CHP adına; Eskişehir Milletvekili Bedii Süheyl Batum, İzmir Milletvekili Rıza Mahmut Türmen, Konya Milletvekili Atilla Kart. MHP adına; Antalya Milletvekili Tunca Toskay, Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk, Konya Milletvekili Faruk Bal. BDP adına; Batman Milletvekili Ayla Akat Ata, Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ve İstanbul  Milletvekili Sırrı Süreyya Önder.
  3.  Komisyon çalışma usullerinin bütünü için: https://yenianayasa.tbmm.gov.tr/calismaesaslari.aspx
  4.  TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu Tutanakları, TBMM Başkanının Medya Temsilcileriyle Yaptığı Yeni Anayasa Çalışma Toplantısı, 3 Kasım 2011.
  5.  Mumcu Özge, Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Kısa Bir Değerlendirme Notu, www.tepav.org.tr , 9 Ocak 2013
  6.  Mumcu Özge, Anayasa Uzlaşma Komisyonu: Kısa Bir Değerlendirme Notu, www.tepav.org.tr , 9 Ocak 2013
  7.   http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/anayasa-komisyonu-sureyi-uzatti-haberi-72631
  8.  http://www.bianet.org/bianet/siyaset/146464-anayasa-komisyonu-yeniden-basladi
  9. http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/iste-erdoganin-turk-tipi-baskanlik-modeli-haberi-62866
  10.   http://haber.gazetevatan.com/turk-tipi-yari-baskanlik/529342/9/siyaset
  11.   Kuzu, Burhan; Türkiye İçin Başkanlık Sistemi, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1997, s. 124.
  12.  Age., s. 108.
  13. http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/erdogan-boyle-istiyor-secimler-ertelenecek-partili-cumhurbaskanligi-gelecek-haberi
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×