Emperyalizmin Hint Okyanusu Planı

Obama yönetimine yakın düşünce kuruluşlarından, A New Century for American Security Center’da (Amerikan Güvenliği’nde Yeni Bir Çağ Merkezi) çalışan ünlü stratejist Robert D. Kaplan, 2009 Mart-Nisan döneminde Foreign Affairs 1 dergisinde bir makale yayınladı. Makalenin ana iddiası 21. yüzyılda güç politikalarının ana merkezini Hint Okyanusu’nun oluşturacağıydı. Makalenin ana öngörüleri, “Amerikan Gücü”nün “çok kutuplu” bir dünyadaki geleceğini tartışmak için kaleme alınan türlü siyaset belgesine dayanak noktası olarak dahil edildi. Kaplan’ın meseleye dair ana tezlerini sıralayacak olursak:

1. Hint Okyanusu yalnızca coğrafi ve bu özellikleri sayesinde stratejik önem taşıyan bir oluş değil, aynı zamanda bir “fikirdir”. Çinli askeri uzmanlar, Hint Okyanusu kurgularında ABD’li plancılardan çok daha hırslılardır. Hatta Çin, 2005’ten bu yana Ming Hanedanlığı’nın Hint Okyanusu’nu bir baştan bir başa fetheden amirali Zheng He’nin anılarını ve fikirlerini yeniden canlandırmaktadır.

2. ABD, Hint Okyanusu’nun “dışından” bir oyuncu olarak Hindistan-Çin ilişkilerinde büyük bir kaldırma kuvvetine sahiptir. ABD, bu açıdan bir tür  “zarif çekilme” politikası izlemekte ve müttefikleri Hindistan ve Japonya’nın deniz gücünün önünü açmakta, onlara sorumluluk yüklemektedir. Ayrıca, korsanlık ve doğal felaketler Hint Okyanusu kıyılarındaki düşman devletleri bile ittifaka yöneltecektir. “Deniz NATO”su böyle oluşacaktır.

3. ABD donanması büyümektedir. ABD denizlerde en etkili güç haline gelmelidir. Böylece savaş kabiliyetinin gelişmesinin ötesinde, küresel ölçekteki ticari anlaşmaların polisliğini yapabilir. Ayrıca Hint Okyanusu’na erişim gelecekte Orta Asya (dolayısıyla Rusya) siyasetinin nasıl tanımlanacağında çok belirleyici olacaktır.

İleriki satırlarda bu ana tezler birer izlek olarak kabul edilip, emperyalizmin Hint Okyanusu planına dair kimi tespitlerde bulunulacak. Amacımız Robert Kaplan’ı taltif etmek değil, sadece gelecek öngörüleriyle siyasa önerilerini harmanladığı bu yazıdan kimi ipuçları elde etmek.

“Zarif Çekilme”?

Bundan 4-5 sene önce, uluslararası ilişkiler bölümlerindeki her çeşit dersin orasında burasında sevimsiz “düşünür” Samuel Huntington’un eserleri okutulurdu. Aynı zamanda bir siyasa inşacısı da olan Huntington’a göre, “yeni dünya düzeni”nde Amerikan gücünün kaynağını (benzeri tedrisatlı şahıslar ABD yerine her daim Amerika derler) toprak ilhakı gibi bir stratejiden değil, topraklara nüfuz etme becerisinden alır. Çok haksız sayılmaz. Ama onun Leninizme düşman her okuyucusunun bu noktadan emperyalizm çağının sonu fikrini çıkardığını biliyoruz.  Toprak elde edilmiyorsa, açık işgal yoksa, emperyalizm yoktur iddiası. Ciddiye almadık.

Bugünse toprak ilhakının da emperyalizmin yönelimlerine yeniden eklendiğini iddia edersek fazla mı cüretkâr oluruz? Hayır, hayır, kukla devletlerden, emperyalizmin yönelimlerine göre pozisyon alan bağımlı devletlerden, hatta bir anlamda Irak ve Afganistan savaşlarından bile bahsetmiyorum. Adlı adınca toprak elde edilmesini anlatmaya çalışıyorum… Bugün emperyalizmin Hint Okyanusu planının temel belirleyicilerinden birisini “toprak” ya da “toprak tutkusu” oluşturmaktadır.

Hint Okyanusu’nun en batı sınırını oluşturan Afrika Boynuzu ülkelerinden Etiyopya’dan başlayalım. Etiyopya 2000’lerin başından beri Güneydoğu Afrika’daki en sıkı ABD müttefiklerinden… 2006 yılında, ABD desteğiyle tarihsel ve sınır anlaşmazlıkları olan Somali’yi işgal etti. Ancak asıl amaç ABD ve Batı’nın Somali üzerindeki oyunları için bir risk oluşturan radikal İslamcı direnişçileri hezimete uğratmaktı. Etiyopya’daki egemenler işbirlikçilikte sınır tanımıyor. Bölgenin en yoksul ülkelerinden biri olan Etiyopya’da, hükümet elinde bulundurduğu verimli toprakların en az 3 milyon hektarını ekilip biçilmek üzere “zenginlere” ya da “zengin” ülkelere bağışlıyor. Britanya topraklarının en az iki katı büyüklüğünde bir toprağın el değiştirdiği, bir kısmı için de yabancı hükümetlerle ya da devlet destekli yatırımcılarla pazarlıkların sürdüğü artık herkes tarafından bilinen bir gerçek… 2 Toprağın bu denli kıymete binmesinin sebeplerinden birisini de AB’nin yakın dönemde ısrarcı olduğu bir uygulama oluşturuyor: 2015 yılı itibariyle ulaşımda kullanılan yakıtların en az yüzde 10’unun bitki temelli biyo-yakıtlardan elde edilmesi şartı… Buraya üşüşen uluslararası TEKELler dünyadaki en ucuz toprağı elde etmiş olmaktan dolayı çok mutlular ve darısı Somali’nin başına diyorlar!

NATO da bu yeni toprak sahiplerinin işini kolaylaştırmak için 2010’da Stratejik Konsept’inde değişiklik yapmaya doğru gidiyor. Hillary Clinton’un ocak sonu itibariyle Fransa’da ABD-AB güvenliği üzerine yaptığı konuşmadaki en kritik vurguyu “geleneksel olmayan tehditlerin” de NATO’nun kendi müttefiki her tür ülkenin “düşmanı” olan üçüncü ülkelere müdahalesine yetki veren ünlü 5. Madde’sine eklenmesi oluşturuyor. Buna göre, pandemik hastalıklar, siber savaşlar ve doğal felaketler NATO’nun müdahale alanına giriyor. Bu durumda, Haiti örneğinde olduğu gibi, büyük deprem durumları ya da salgın hastalıklar NATO’nun yeni topraklara girmesine, o toprakları “dezenfekte” etmesine yarayacak. Hint Okyanusu gibi yoksul ülkelerin türlü doğal felaketlere açık olduğu bir yerde NATO’nun elindeki bu kart geleceğin de habercisi…

Kaplan’ın “Zarif Çekilme” stratejisi olarak gördüğü ABD politikasının Hint Okyanusu’nun doğusunda daha geçer akçe olduğunu söylenebilecekse bile -zira bu bölgede Çin’i dengeleme rolünü Hindistan yüklenmiş görünüyor- okyanusun batı yakasında işler hiç de öyle gözükmüyor. 2007 yılında Bush tarafından kurulan Afrika Kumandanlığı’nın (AFRICOM) Obama döneminde bütçesinin iki misli artırıldığını, operasyon sayısının fazlalaştırıldığını, ona bağlı yeni misyonlar tanımlandığını görüyoruz. Misyonlardan bazıları şöyle: Bölge ülkelerinde ordular kurmak, polis kurumlarını tesis etmek ve güçlendirmek, kıyı güvenliğini genişletmek, vb. Henüz yegane merkez üssünün Cibuti’de bulunduğu bu kumandanlık, kendine ev sahipliği yapacak bir başka Afrika ülkesi daha arama aşamasında. Ancak Cibuti’nin karşı kıyısı Yemen’de de nefes aldırmayan ABD, şimdiden Kızıl Deniz’in Hint Okyanusu’na döküldüğü Bab el-Mandeb’i kontrolü altına almış bulunuyor.

Henüz Afrika’daki hiçbir ülke ABD’ye AFRICOM’u kendi topraklarında misafir etmek için bir davette bulunma cesareti gösteremedi. Bu nedenle işleri çabuklaştırmaya çalışan ABD’nin, bölgedeki görece bağımsızlıkçı devletler ve bu devletler sayesinde kendilerini aslında kolayca ABD’ye teslim edecekken cesareti kırılan Afrika ülkelerinin karşısında yine bir Afrika Boynuzu ülkesi olan Eritre’ye yüklenmeye başladığını görüyoruz. 2009 yılında,  Birleşmiş Milletler, “İslamcı teröristlere yardım ve yataklık” ettiği bahanesiyle Eritre’ye yaptırımlarda bulundu. Bunun üzerine, Afrika Birliği’ne üyeliğini donduran Eritre, İran’dan sonra BM tarafından ambargoya maruz bırakılan ilk ülke oldu. ABD tarafından da “Terörizmin Devlet Sponsoru” olarak ilan edilen Eritre, Somali’nin Etiyopya tarafından işgal edilmesine karşı Somali’deki direnişi desteklemişti. Şu anda kırık dökük de olsa Eritre’deki hükümet, Somali ve Yemen’deki direnişçilerle birlikte, ABD ve diğer Batı ülkelerinin müdahaleleri ve Hint Okyanusu’nda AfPak Savaşı’nın genişlemesine karşı paralel bir direniş hattı örüyor. Eritre’ye uygulanacak olan yaptırımların BM’de oylanmasına katılmayan ve İran’a uygulanan benzeri ambargolar konusunda da diplomatik davranan Çin ise, ABD’nin Afrika Boynuzu’ndaki egemenliğine, büyüyen savaş hattı boyunca inşa ettiği limanlar, takip merkezleri vb. mekanizmalarla taş koyuyor.

Sermayenin hesabını yaptığını ve tüm Afrika kıtasındaki toplam petrol rezervinin Irak’taki rezerv miktarına ancak denk düştüğünü defterine yazdığını biliyoruz. Bu durumda, Eritre gibi nüfusu 5 milyon kadar olan bir Afrika ülkesinin emperyalist ülkelerin bu denli sinirini bozmasını ilk başta en ufak bir bağımsızlık ideolojisinin bile kanlarına dokunması, ikinci olarak da “toprak ilhakının” bu ülkelerin hâlâ gündemlerinde olmasıyla açıklayabiliriz.

“İnsanlığın Ortak Düşmanı” ya da stratejik deniz yolları

NATO’nun yeni dönem gündemlerinden bir diğerini enerji güvenliği oluşturuyor. Bu yeni dönemin dayandığı sermaye sınıfı korkuları şöyle: Boru hatlarına, konteynır gemilerine, elektrik şebekelerine saldırılar… Bu korkulardan ikincisinin adını emperyalizm Hint Okyanusu’nda “korsanlık” olarak koydu.

Korsanlar, yukarıdaki ara başlıkta tercümesinin de ifade ettiği gibi yüzyıllardan beri “hostes humani generis” olarak görülmüşlerdir. Yine bir egemen sınıf kandırmacası… Kapitalizmin tohumlarının atıldığı, deniz ticaret yollarının belirdiği keşifler döneminden itibaren, tüccar gemilerindeki zulme, kürek mahkumluğuna boyun eğmeyen emekçilerin bir başkaldırı yöntemidir korsanlık. İnsanlığın değil sömürünün düşmanıydılar. Böyle doğdular. Sınıflar mücadelesinin kurallarını hukuka tercüme eden Roma İmparatorluğu döneminden itibaren korsanların yakalanması ve infaz edilmeleri “evrensel yargılama yetkisi doktrini” olarak ilan edilmiştir. 3 Bu kurala göre, devletler kendi karasularında “suç işlememiş olsalar” dahi tüm korsanları yargılama ve infaz etme hakkına sahiptirler.

Benzer bir şekilde, Hint Okyanusu güvenliğine tehdit oluşturduğu düşünülen Somalili korsanlar, kim tarafından yakalanırsa onlarca yargılanmaktadırlar. Tabi Guantanamo rezaletinden sonra şimdilik benzer yükleri taşımak istemeyen ABD, Somalili korsanları kendi boyunduruğu altındaki devletlerde, yani Somali’nin iki komşu devleti olan Kenya ve Etiyopya’da yargılatmaktadır.

Elbette buraya kadarki anlatı şunu var sayıyor: Küçük balıkçı kayıklarıyla Somalili korsanlar dev gemilere, etrafta cirit atan ABD ve diğer NATO ülkelerinin savaş gemilerinden oluşan Birleşik Görev Kuvveti 150’ye (Combined Task Force 150) rağmen kök söktürmektedir. Bir açıdan söktürdüklerine şüphe yok, bir açıdansa ortada bir aldatmaca var.

Öncelikle Somalili korsanların, en azından fenomene ad konulmasına sebep olacak kadar önemli bir kısmı korsan değil yurtsever… Somali son otuz senedir kendi topraklarına ve karasularına egemen bir devlet özelliği gösteremiyor. Sadece içinde bulunduğu şehrin, başkent Mogadişu’nun havaalanını yönetebildiği düşünülen, ABD tarafından yerleştirilmiş bir Milli Geçiş Hükümeti’ne sahip… Bu devletsizlik hali, uluslararası hukukun asgari müştereklerinden olan kıta sahanlığı vb. unsurların hiçe sayılmasına ve sayısız yabancı bandrollü geminin Somali kıyılarında trolle balık avlamasına, yine aynı kıyılara nükleer atık 4 ve ağır metal içeren sanayi atıkları boşaltmasına sebep oluyor. 5 Kıyıları ve bu anlamda önemli geçim kaynakları tarumar edilen Somalililer kendi aralarında kıyılarını bu emperyalist saldırıya karşı korumak ve savunmak için, adı Ulusal Gönüllü Kıyı Koruma olan bir tür halk milisi oluşturmuş durumdalar.

Hem doğası gereği yurtsever herhangi bir reflekse katlanamayan hem de bu tavrı kendi büyük emellerine bahane eden NATO, donanmasını Hint Okyanusu’na yerleştiriyor. NATO, donanmasını yerleştirmekle kalmıyor; aynı zamanda Somali ve Yemen arasındaki dünya tarihsel öneme sahip Aden Körfezi’ndeki ilk deniz operasyonunu da 2009’un Ekim ayında gerçekleştiriyor.

Aden Körfezi ve dolayısıyla Somali kıyıları buradan geçen deniz yolu nedeniyle dünyaya dağılan petrol ticaretinin kontrolü açısından kritik öneme sahip. Bugün, dünyadaki petrol taşımacılığının yüzde 40’ı için Aden Körfezi kullanılıyor. 6  Ayrıca pek yakında bu oranın artacağını göz önüne alan ABD donanması, 2025 Deniz Güvenliği Vizyonu adı altında yayınladığı raporunda, 2035 itibariyle dünya petrol tüketiminin yüzde 50 artacağını, bunun da daha çok Çin ve Hindistan’ın tüketimine bağlı olacağı tespitinden yola çıkıyor. Buna bağlı olarak uzun zamandır ABD’li askeri çevreler tarafından dillendirilen “1000 Gemili Donanma” fikri emperyalizmin ajandasına yeniden girebilir. Bu fikir ABD donanması liderliğinde, tüm müttefiklerin donanmalarının da katkısıyla dünya denizlerinde volta atacak bir tür çete oluşturmaya dayanıyor. Hindistan’ın (şimdilik Çin’in müttefiki olan Burma’nın karşısında ve Çin’e giden tüm ticaret gemilerinin geçmesi gereken Malakka Boğazı’nı çevreleyen Andamon ve Nikobar Adaları gibi) ve ABD’nin (Sokotra ve Seyşeller gibi) türlü adacıklarda ve ada devletlerinde hızlı bir savaş gemisi limanı inşası işine girişmesi daha da anlam kazanıyor.

Seyşeller’in, ABD için bir askeri üs adasına dönüşme arzusu yanında ikinci bir özelliği ise korsan karşıtı yasaları en hızlı çıkaran ada ülkelerinden biri olması. Ayrıca, 2010 yılı sonu itibariyle bir “korsan” hapishanesi inşa etmiş olma işine girişen Seyşeller, Kenya ile beraber Hint Okyanusu’nun gönüllü Guantanamo’ları olma yolunda ilerliyorlar. Bu nedenle Hint Okyanusu kıyılarına doğru genişleyen AfPak Savaşı’nda okyanus adalarını kimin kontrol ettiği de belirleyici olacağa benziyor. Zira bu yolla NATO 2010 programında dillendirdiği yeni bir savaş yöntemini de yürürlüğe sokmuş oluyor: Aynı anda birden fazla düzensiz savaşı yürütebilmek. Öte yandan, Hint Okyanusu’nda bu emperyalist pratiklerin yaygınlaşmasının önünde Çin engeli var.

Çin’in petrol ihtiyacının yarısı Afrika kıtasından temin ediliyor. 7 Çin ve Afrika arasındaki toplam ticaret 2008 yılında 106 milyar doları aştı. Ayrıca Çin uluslararası ticaret anlaşmalarında kendi para birimi renminbi’yi (yuan) kullanmak için yakın zamanda pilot uygulamalara başladı. 8 Birçok ABD müttefiki Arap Yarımadası ülkesi de Çin’e petrol satmak için can atıyor. Suudi Arabistan’ın Çin’e para birimi olarak ABD dolarını kullanmayacak bir şekilde petrol satacağına dair spekülasyonlar bile ABD’nin Hint Okyanusu’na daha da bir yerleşmesine yetiyor. İnsanın aklına eski hamam yeni tas mı diye sormak geliyor. Yeni bir soğuk savaş stratejisi mi?

Çin’in egemen sınıflarının aklının bu yolla çalışmaya başladığı kesin. Bu sınıfın görüşlerini yansıtan “The People’s Daily” adlı gazetede ABD’nin bu ve benzeri adımları, örneğin (Çin’in “Tek Çin” politikasına karşı ayrı bir devlet olma yönünde mücadele veren) Tayvan’a 6,4 milyar dolar değerinde silah satması, soğuk savaş mantığının ve ikiyüzlülüğünün bir işareti olarak değerlendiriliyor. Çin de hızla bu mantığa karşılık veriyor. Bir yandan Obama’nın “sorumluluk altına girmek” kelimeleriyle suç ortaklığına çağırdığı Çin, Somalili korsanlara karşı sefere çıkarken öte yandan da ABD’nin “Stratejik Ortağı” Hindistan’ın burnunun dibinde Hint Okyanusu’nun göbeğinde koca bir ada olan Sri Lanka’da savaş gemisi limanı inşa ediyor. 9 

Bu karşılıklı adımların toplam etkisi Hint Okyanusu’nun ağır bir şekilde militarizasyonunda vücut buluyor. Bu militarizasyonun bir ayağını da özel askeri şirketler oluşturuyor. Birçok Afrika ülkesi kendini özel askeri şirketlere teslim ederken, aynı kıyılarda avlanan İspanya asıllı balıkçı gemileri ise korunma amaçlı özel bir askeri şirkete başvuruyor. Özel askeri şirketler, tarihlerindeki yeni bir sıçramayı, bu denize açılma işini emperyalizmin Hint Okyanusu planına borçlular.

Yoksa İran ve Rusya mı?

Belli ki Hint Okyanusu politikaları meselesinde odak olarak bir tek Çin’e yönelmek eksikli bir değerlendirme olacak. Haritada Güney’in önemlice bir kısmına ev sahipliği yapan bu okyanusu okumaya Yemen’den başlarsak, İran’la tırmandırılan gerilime tosluyor burnumuz. Zira özellikle İngiltere ve ABD, Yemen müdahaleleri sayesinde, Arap Yarımadası’ndaki varlıklarını güçlendirmenin yanı sıra daha önce İran’la sık sık birbirlerini taciz ettikleri Hürmüz Boğazı’nın da stratejik ağırlığını hafifletmiş olacaklar.

Yemen’de el çabukluğuyla El Kaide ve onun destekçileri olarak dertop edilen muhalefet aslında içinde çok farklı renkler barındırıyor. Kuzeyde, Suudi Arabistan’ın da sık sık bombalamaktan çekinmediği Şii kökenli Zeydi hareketi ile güneydeki ayrılıkçı ve zamanın Sosyalist Güney Yemen Devleti’nin hatıratını öyle ya da böyle taşımaya devam edenler arasında belirgin farklar var. Ancak malumunuz Afganistan ve Pakistan’dan kaçan El Kaide militanları buraya yerleştiği ve tüm muhalefeti kendine bağladığı, hatta karşı kıyıya geçerek bir de Somali’yi karıştırdıkları için, ABD bu bölgeye askeri müdahaleye kendini mecbur hissediyor! Bu zırvalıkların en kestirmeden tercümesi şu olsa gerek: Bu yolla, Hint Okyanusu’na yeni bir düğüm atacak olan ABD ve müttefikleri, İran’ı da köşeye sıkıştırmış olacak.

Hatta yine yukarıda değindiğimiz aynı adlı konuşmasında ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un,  Çin’e bu meselede aba altından sopa gösterdiğini söyleyebiliriz. Clinton, Çin’in İran’a karşı uluslararası toplum tarafından uygulanan yaptırımları tanımamaya devam etmesi halinde, kendi enerji ihtiyacının büyük bir kısmını sağladığı İran’dan vazgeçmesi gerekeceğini dolaylı olarak ifade ediyor. 

Yemen’in kuzeyindeki Şii kökenli hareketin İran’dan destek aldığını iddia eden Suudi Arabistan ve ABD egemenleri savaşın bu yeni cephesine kılıf hazırlamakta zorlanmayacaklar. Afrika Boynuzu’ndaki toprak talanının en büyük paydaşlarından biri olan Suudi Arabistan’ın, Çin’i İran’a karşı uygulanan yaptırımlara katılmaya ikna etmesi ilk görevleri arasında. Hillary Clinton tarafından verilen bu ödev, Suudi Arabistan’ın Çin’i İran’dan değil kendisinden ve diğer Körfez ülkelerinden petrol ihtiyacını temin etmeye yönlendirmesinde karşılık buluyor.  Bu meyanda da Suudi Arabistan’ın petrol yataklarını korumak için ABD tarafından hızlı bir savunma gücü inşaasına girişilmiş durumda. Olası bir İran saldırısında, bu saldırının deniz ticaretine ve petrol fiyatlarına etkisini bertaraf etmenin bir yolu olarak Suudi Arabistan’ın bölgedeki ağırlığının artması ABD tarafından destekleniyor.

Yemen üzerinden elde edilen bir kazanım Hürmüz Boğazı’nda İran’ı kıstırmak olacaksa, bir diğeri ise Yemen’in Hint Okyanusu sahilindeki Sokotra Adası’na kurulmasına Yemen hükümeti tarafından da onay verilen ABD üssü olacak. Bu adanın geçmişte Sovyetler Birliği’ne ev sahipliği yaptığını hatırlatalım. Ada bir savaş gemisi gibi bezeniyor şu aralar. Michel Chossudovsky, bu ada ve etrafında yürütülen yoğun operasyonun Rusya’ya karşı da bir hamle olduğunu iddia ediyor. 10 Yemen, 2004-2008 yılları arasında toplam silah ithalatının yüzde 59’unu Rusya’dan gerçekleştiriyordu. Sonuç itibariyle Yemen’in militarizasyonunda Rusya’nın eli hâlâ çok güçlü ve ABD’nin bundan çok hoşlanmadığı, Obama’nın Yemen’e verilen silah ve istihbarat yardımı bütçesinin iki katına çıkarılmasını Kongre’den talep etmesinden de anlaşılıyor. Ayrıca, Robert Kaplan, Hint Okyanusu’nun Kafkaslardaki petrole ulaşmak için Hindistan ve Pakistan gibi yaşamsal “tahliye noktaları”na sahip olduğunu söylüyor. Ama şunu da unutmamak gerekiyor ki Çin’in Hint Okyanusu’nda sahip olduğu en büyük liman Pakistan’daki Gwadar Limanı. Bu liman, ABD’nin kontrolü altına geçirmeye çalıştığı Hürmüz Boğazı’na ise beş adım mesafede…

Sonuç olarak, Afrika Boynuzu’ndan Malakka Boğazı’na kadar Hint Okyanusu bir yandan NATO’nun kendini yeniden üretmesine olanak sağlarken öte yandan da Çin’e bu okyanusta yüzyıllardır sahip olduğu üstünlüğü şimdilik “sessiz” bir şekilde sürdürme imkanı veriyor. Hint Okyanusu’nda her ne kadar Çin ve ABD birbirlerine karşı stratejik hamlelerde bulunuyorlarsa da, Afganistan’da başlayan savaş genişleyerek bağımsızlıkçı “korsanlarla” emperyalistler arasında geçeceğe benziyor. Hint Okyanusu’ndaki deniz emekçileri birleşin!

Dipnotlar

  1. Kaplan, Robert D., “Power Plays in the Indian Ocean: The Maritime Commons in the 21st Century”, The Future of American Power in a Multipolar World adlı rapor içinde, Ocak 2010, www.cnas.org.
  2. “How food and water are driving a 21st century African land grab”, 07.03.2010, http://www.guardian.co.uk/world/africa.
  3. Boot, Max,  “Pirates Then  &  Now: How Piracy was defeated in the past and can be again”, Temmuz/Ağustos 2009, www.foreignaffairs.com.
  4.  Obama döneminde, Beyaz Saray’ın Milli Ekonomi Konseyi yöneticisi olan Lawrence Summers’ın bu konuyla ilgili temel tezlerinden birisini, sanayisi gelişmemiş ve bu nedenle daha az çevre kirliliği oranına sahip ülkelere atıkların atılmasının doğru ve ekonomik bir yöntem olduğu oluşturuyor.
  5. Hassan, Mohammed, “Somalia: How Colonial Powers drove a Country into Chaos”, www.michelcollon.info, 10.02.2010.
  6.  Rozoff, Rick,  “US, NATO expand Afghan War to Horn of Africa and Indian Ocean”, www.globalresearch.ca, 08.01.2010.
  7. Kaufman, Alison,  “China’s Participation  in Anti-Piracy Operations off  the Horn of Africa: Drivers and Implications”, CNA China Studies, Conference Report.
  8. Alden, Chris ve Meyer, Riaan, “Unveiling the Diversity of Chinese Finance in Africa”, 09.02.2010, www.allafrica.com.
  9.  Nazemroaya, Mahdi Darius, “Great Power Confrontation in the Indian Ocean: The Geo-Politics of the Sri Lankan Civil War”, 23.10.2009, www.globalresearch.ca.
  10. Chossudovsky, Michel, “Yemen and The Militarization of Strategic Waterways: Securing US Control over Socotra Island and the Gulf of Aden”, 07.02.2010, www.globalresearch.ca.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×