Biden ve Yerleşimler: Yüzündeki Tükürüğü Silmek*

Bazı haftalar haberleri tek bir kelime belirliyor. Bu haftanın sözcüğü de “zamanlama”ydı.

Her şey zamanlamayla ilişkili… İsrail hükümeti Amerika Birleşik Devletleri Başkan yardımcısı Joe Biden’a, İsrail’in en önemli “dostlarından” birine (bu, AIPAC’a 1 bütünüyle bağlı bir kişi olduğu anlamına geliyor) hakaret ederek, Başkan Barack Obama’nın suratına tokadı yapıştırdı. Ne olmuş? Her şey zamanlamayla ilgili…

Eğer hükümet Doğu Kudüs’te 1600 tane yeni konut inşa edeceğini bir gün önce ilan etmiş olsaydı bu sorun olmazdı. Eğer hükümet bunu üç gün önce ilan etmiş olsaydı bu muhteşem olurdu. Ama bunu tam da Joe Biden, Bibi 2 ve Sarah’le 3 ile akşam yiyeceği sırada yapmak gerçekten kötü bir zamanlama oldu.

Meselenin kendisinin bir önemi yok. Doğu Kudüs’te bin tane daha yerleşim; isterse on bin ya da yüz bin olsun, ne fark eder ki? Önemli olan tek şey zamanlamanın kendisi…

Fransızların dediği gibi, bu suçlu olmaktan da beter; bu aptalca…

***

“Aptal” sözcüğü de bu hafta epey gündemdeydi; “zamanlamadan” hemen sonra…

Aptallık siyasette kabul edilebilir bir fenomendir. Hatta diyebilirim ki siyasette başarılı olmak isteyen kişinin bir aptallık ölçüsüne ihtiyacı vardır. Seçmenler çok akıllı siyasetçileri sevmezler. Böyleleri seçmene kendisini aşağılık hissettirir. Ahmak bir politikacı ise “halktan biri” gibi görünür.

Tarih, siyasetçilerin ahmakça davranışlarının örnekleriyle doludur. Bunun hakkında pek çok kitap yazılmıştır. Bana göre, (artan sırayla) Avusturyalı, Rus, Alman, Fransız ve İngiliz siyasetçilerin birikmiş aptallığı nedeniyle patlak vererek milyonlarca insanın ölümüne neden olan Birinci Dünya Savaşı ahmaklığın ta kendisidir.

Ama siyasette bile aptallığın bir sınırı vardır. Ben bu sorun üzerine çok kafa patlattım ve kim bilir belki büyüdüğümde onun hakkında bir doktora tezi bile yazarım.

Benim tezim şu: Siyasette (başka alanlarda olduğu gibi) aptalca şeyler düzenli bir biçimde gerçekleşiyor. Ama bunlardan bazılarına zaman içinde, büyük bir felakete neden olmadan önce dur denilirken, bazılarına denilmiyor. Bu tesadüfi bir durum mu, yoksa bir kural var mı?

Benim yanıtım kesinlikle bir kural olduğu şeklinde. Kural şöyle işliyor: Birileri rejimin ruhuna aykırı düşen ahmakça bir iş yaptığında, bu aptallık yolda durduruluveriyor. Ahmaklık bir bürokrattan diğerine yayılırken birileri merak etmeye başlıyor: Bir dakika, bu doğru olamaz! Bu, üstlere bildiriliyor ve bir süre sonra da birileri bunun bir hata olduğuna karar veriyor.

Diğer yandan yapılan ahmaklık rejimin ruhuna uygun düşüyorsa, süreç hiçbir şekilde fren tutmuyor. Ahmaklık bir bürokrattan diğerine yayılırken bu durum hepsine birden doğal görünüyor. Kırmızı ışık yok. Alarm zilleri yok. Ve böylece ahmaklık acı sona ulaşıyor…

Bu kuralın aklıma ilk kez ne zaman geldiğini anımsıyorum. 1965’te Tunus Cumhurbaşkanı Habib Bourgiba cesur bir adım atmıştı: Bourgiba, o zamanlar Ürdün idaresi altında bulunan Eriha’daki en büyük mülteci kamplarından bir tanesinde bir konuşma yapmış ve Araplara İsrail’i tanıma çağrısında bulunmuştu. Bu, Arap dünyasında büyük bir skandala yol açmış oldu.

Bir süre sonra bir İsrail gazetesinin muhabiri BM Genel Merkezi’nde yapılan bir basın toplantısında Bourgiba’nın İsrail’in yok edilmesi çağrısı yaptığını söyledi. Bu bana garip gelmişti. Araştırdım, protokolü kontrol ettim ve doğrusunun tam tersi olduğunu keşfettim: Muhabir kazara “hayır”ı “evet” yapıvermişti.

Bu nasıl gerçekleşti? Eğer gazeteci tam aksi yönde bir hata yapmış ve örneğin Cemal Abd-el Nasır’ın İsrail’in Arap Birliği’ne katılması çağrısı yaptığını bildirmiş olsaydı, bu konudaki haberler derhal durdurulurdu. Böyle bir durumda bütün kırmızı ışıklar yanardı. Birileri şöyle derdi: Burada bir tuhaflık var! Tekrar kontrol et! Ama Bourgiba örneğinde hiç kimse hatanın farkına varmadı, çünkü bir Arap liderin İsrail’in yok edilmesi çağrısı yapmasından daha doğal ne olabilirdi ki? Başka bir doğrulama çabasına girişmenin gereği yoktu.

Bu hafta Kudüs’te olan da budur. Bütün hükümet görevlileri milliyetçi Başbakan’ın Doğu Kudüs’ün Yahudileştirilmesine çalıştığını, aşırı milliyetçi İçişleri Bakanı’nın bu konuda daha da şevkli olduğunu, had safhada milliyetçi Kudüs Belediye Başkanı’nın ise Tapınak Dağı’nda bir Yahudi mahallesi düşleyince ağzının suyunun aktığını biliyor. Öyleyse bir bürokrat Doğu Kudüs’te yeni bir Yahudi mahallesi yaratılmasını neden ertelesin ki? Sırf bir Amerikalı farfara geldi diye mi?

Öyleyse zamanlamanın bir önemi yoktur. Önemli olan meselenin kendisidir.

***

Başkan Bill Clinton görev süresinin son günlerinde, bu bölgedeki sekiz yıllık başarısızlığını telafi etmeye çalışan ve daha sonra gelecek İsrail hükümetlerini önünde secdeye varmaya zorlayacak bir barış planı yayınlamıştı. Bu görece makul bir plandı, ama bir saatli bomba da içeriyordu.

Clinton, Doğu Kudüs hakkında Yahudi olanın İsrail Devleti’ne katılmasını, Arap olanınsa Filistin’e dahil edilmesini öneriyordu. Clinton, Yaser Arafat’ın, Doğu Kudüs’teki birkaç yeni Yahudi mahallesinin İsrail’e dahil edilmesi anlamına gelen böyle bir uzlaşmaya hazır olduğunu varsayıyordu (ve bence haklıydı). Ancak Clinton yaptığı önerinin sonuçlarını öngörecek kadar akıllı değildi.

Pratikte bu, İsrail hükümetine Doğu Kudüs’te, bunların da İsrail’in parçası haline gelmesi beklentisiyle, yeni yerleşimler inşa etmeyi hızlandırması için yapılmış açık bir davetti. Ve gerçekten de daha sonra gelen İsrail hükümetleri o zamandan beri bu doğrultuda ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Paranın kokusu olmadığı için Amerika’daki bütün Yahudi kumarhane sahipleri ve Avrupa’daki bütün Yahudi genelev patronları bu çabaya katılmaya çağrıldı. Kitabı Mukaddes’in şu emri bu kutsal dava için askıya alınıverdi: “Bir fahişenin kirasını ya da bir köpeğin bedelini hiçbir koşulda Yüce Tanrı’nın evine getirmeyeceksin; çünkü bunlardan her ikisi de Yüce Tanrı’na yapılmış hakaretlerdir” (Tevrat’ın beşinci kitabı 23:18).

Şimdi adımlar daha da hızlandırıldı. Çünkü artık barışı engellemek için Doğu Kudüs’te yeni yerleşimler inşa etmek kadar etkin başka bir yol yok.

***

Bu bölgeyle irtibatı olan herkes için açık olan nokta şurası: Bağımsız bir Filistin devleti olmadan barış olmaz; Doğu Kudüs olmadan bağımsız bir Filistin devleti olmaz… Bu konuda, Fetih’ten Hamas’a kadar bütün Filistinliler, Fas’tan Irak’a kadar bütün Araplar, Nijerya’dan İran’a kadar bütün Müslümanlar arasında tam bir fikir birliği vardır.

Harem el-Şerif’in, bizim Tapınak Dağı dediğimiz yerde bulunan İslam’ın kutsal mabetlerinin üzerinde Filistin bayrağı dalgalanmadan barış falan olmaz. Bu, demirden bir yasadır. Araplar, ızdıraplı da olsa, mülteci sorunu konusunda, yine acı verici de olsa sınırlar konusunda ve güvenlikle ilgili meselelerde uzlaşmaya yanaşabilirler. Ama Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olmasının tartışmaya açılması konusunda uzlaşmaya gidemezler. Bütün ulusal ve dinsel özlemler bu noktada birleşmektedir.

Barışa en küçük bir şans tanımak isteyen bir insanın harekete geçmesi gereken nokta burasıdır. Herhangi bir barış anlaşmasının yerleşimlerden (en azından) çoğunluğunu ortadan kaldıracağını bilen yerleşimciler ve destekçileri geçmişte (ve muhtemelen bugün de),  bunun dünya çapında bir ateş yakarak bütün barış olasılıklarını ilk ve son kez küllere gömeceğini umarak, Tapınak Dağı’ndaki camileri bombalamayı tasarladılar.

Daha az aşırılıkçı insanlar idari hilelerle, Arapların evlerinin yıkılmasıyla, onları yaşamsal ihtiyaçlardan mahrum bırakmakla ve genel olarak hayatı onlara zindan ederek Doğu Kudüs’ün yavaş yavaş etnik açıdan temizlenmesinin hayalini kurdular. Ilımlı sağcılar Doğu Kudüs’teki boş her santimetrekareyi Yahudi yerleşimleriyle doldurmayı istediler. Amaç her zaman aynıydı.

***

Obama ve danışmanları elbette gerçeğin ne olduğunu gayet iyi biliyorlar. Başlangıçta safça Netanyahu ve şürekasını tatlı dille yerleşimlerin inşa edilmesi faaliyetinden vazgeçirip, iki devletli çözümün başlatılmasını kolaylaştırmaya ikna edebileceklerine inandılar. Çok kısa bir süre içinde bunun büyük bir baskı kurmadan mümkün olamayacağını gördüler ve bu duruma hazırlıklı değillerdi.

Obama kısa ve zavallı bir mücadeleden sonra teslim oldu. Batı Şeria’da bir “yerleşimlerin dondurulması” aldatmacasına ikna oldu. Şimdi orada da inşaatlar büyük bir şevkle yapılıyor ve yerleşimciler durumdan tatmin olmuş görünüyor. Bütün gösterilerini durdurdular.

Kudüs’te lafta bir girişim bile söz konusu olmadı -Netanyahu Obama’ya orada (Tel Aviv’de olduğu gibi) inşaata devam edeceğini söyledi ve Obama da başını salladı. İsrailli yetkililer bu hafta “Ramat Şlomo”da, hiçbir taahhüdü atlamadıkları devasa bir inşaat planı açıkladılar. Geriye sadece “zamanlama” meselesi kaldı.

***

Joe Biden için bu bir onur meselesi. Mahmud Abbas içinse bir hayat memat meselesi…

Abbas, Amerikalıların ve onun ajanı olan Arap ülkeleri yönetenlerinin yoğun baskısı altında Netanyahu hükümetiyle müzakereye oturmayı kabul etmek zorunda bırakıldı -bunlar yalnızca, aslında “mesafeli görüşmeler” denmesi gereken, “yakınlaşma görüşmeleri” olsa bile…

Açık ki bu görüşmelerden Filistinlilerin aşağılanması dışında hiçbir şey çıkmayacak. Gayet basit: Doğu Kudüs’te ve Batı Şeria’da inşaat yapan herkes peşinen bir anlaşma şansının olmadığını ilan ediyor. En nihayetinde aklı başında hiçbir İsrailli, Filistin devletine verileceğini bile bile bir yere milyarlar yatırmaz. Hali hazırda elindeki pizzayı yemekte olan biri onun hakkında samimiyetle müzakere yürütmüyor demektir.

Abbas ve halkı bu ileri aşamada bile buradan iyi bir şeyler çıkacağını umuyorlar: ABD haklı olduklarını kabul edecek ve eninde sonunda iki devletli çözümü uygulaması için İsrail üzerinde baskı kuracak.

Ama Biden ve Obama umutlu olmak için pek bir neden bırakmıyor. Suratlarındaki tükürüğü silip, kibarca gülümsüyorlar.

Atasözünün dediği gibi: Karakteri zayıf olanın yüzüne tükürdüğünde “yağmur yağdı” der. Bu, dünyanın en güçlü ülkesinin başkanı için de geçerli mi?


*Barış mücadelesinin önde gelen isimlerinden İsrailli yazar Uri Avnery’nin bu makalesi 15 Mart 2010’da www.counterpunch.com sitesinde yayınlanmıştır.

Dipnotlar

  1. The American Israel Public Affairs Committee (Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi), ABD’deki en güçlü Yahudi lobisi olarak biliniyor – çevirenin notu.
  2.  Netanyahu – çevirenin notu.
  3. Netanyahu’nun eşi Sarah Netanyahu– çevirenin notu.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×