Röportaj – “Latin Amerika’da Bağımsızlık İdeolojisi Çok Güçlüdür”

Küba’nın Ankara Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal ile Latin Amerika’daki siyasi süreçler hakkında konuştuk. Aynı zamanda Küba Komünist Partisi Merkez Komite üyesi olan Gomez sol.org.tr’de ayda bir köşe yazısı yazıyor. Daha önce Irak’ta görev yapan Gomez’in Türkçede Nazım Kitaplığından çıkan Bağdat Görevi başlıklı bir de kitabı var.

Öncelikle geçtiğimiz yıllarda Latin Amerika’da yaşanan gelişmelerle başlayabiliriz. Açık ki bu gelişmeler emperyalist saldırganlığın dizginlerinden boşandığı ve tüm dünyayı tehdit ettiği bir dönemde ortaya çıktı. Venezuela başta olmak üzere devrimci ya da ilerici olarak adlandırılabilecek iktidarlar ortaya çıktı. Bu gelişmeleri nasıl değerlendirmek gerekiyor Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Son yıllarda Latin Amerika’da yaşananları anlayabilmek için tarihe bakmamız gerekir. Siyasi sorunlar söz konusu olduğunda tarihsellik katidir. 19. yüzyılda sömürgeci güçlere karşı yürütülen savaş bağımsızlık ideolojisinin temellerini attı. Bu ideoloji çok güçlü. Kıtayı kendisine aitmiş gibi değerlendiren ve bu arzularını hiçbir zaman gizlemeyen ABD’ye karşı Latin Amerika bağımsızlığının teorik temellerini dikkatle işleyen pek çok yurtsever insan vardı. Bağımsızlık ideolojisine genelde Monroe Doktrini adı verilen emperyalist teori ile karşı durulmaya çalışılıyordu. Monroe Doktrini “Amerika Amerikalılarındır” fikrini temel alıyordu. Bu Latin Amerika’nın Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) ait olduğu şeklindeki fikirlerin temelini oluşturdu. Bu kıtada karşı karşıya kalınan ciddi bir ideolojik yaklaşımdı. 18. ve 19. yüzyıl Küba da dahil olmak üzere Latin Amerika’daki en büyük sömürgeci güçler olan İspanya ve Portekiz’e karşı bağımsızlık savaşına tanıklık etti. Aynı zamanda da bölgedeki yeni emperyalist güç olan ABD’nin bölgedeki iktidarı almaya ve Latin Amerika ülkeleri üzerinde hakimiyet kurmaya dönük arzularının gündeme gelmesi de bu döneme rastlar. Bu arzular 20. yüzyılın ilk yarısında başarıya ulaşmış görünüyordu. Örneğin Küba, 19. yüzyılın sonunda tam da İspanyollara karşı verdiği bağımsızlık savaşını kazanmak üzereyken ABD’nin askeri müdahalesi ile yüz yüze kaldı. Küba’nın otuz yıl boyunca yürüttüğü savaş nedeniyle İspanya neredeyse bitmiş durumdaydı. Yani kendi çabalarımızla, kendi mücadelemizle, bağımsızlığımızı kazanmak üzereyken ABD askeri müdahalesiyle yüzsüze kaldık. ABD, Küba’nın formel bağımsızlığını sağlamak karşılığında pek çok koşul öne sürdü.

Örneğin ilk anayasamıza koydukları bir madde, Platt Yasası, ABD’nin çıkarlarına uygun gördüğü takdirde Küba’ya müdahale edebileceğini ifade ediyordu. Bu aynı zamanda Guantanamo üssü de dahil olmak üzere ülke topraklarını istedikleri biçimde kullanabilecekleri manasına geliyordu. Ekonomik koşullar koydular. Küba’nın en önemli ekonomik sektörleri, madenleri, hizmet sektörü, elektrik, limanlar, hava alanları ABD şirketlerinin kontrolü altındaydı. Yani uğruna 30 yıl boyunca mücadele ettiğimiz bağımsızlık yok olmuştu. Tam bağımsızlıktan bahsedebilecek durumda değildik. Sadece bağımsızlığımızın kimi sembollerine sahiptik. Bir bayrağımız, bir ulusal marşımız vardı, ancak ülkenin kontrolü ABD’nin ellerindeydi.

Bu sürecin aynısı neredeyse bütün Latin Amerika ülkelerinde yaşandı. Neredeyse aynı süreç. Siyaseti yozlaştırdılar, gerçek bağımsızlık imkanını engellemek için askeri diktatörlükler kurdular, pek çok ülkede CIA tarafından desteklenen hükümet darbeleri düzenlediler. Şili’de Allende’ye karşı düzenlenen darbe bunların bir örneğidir. Bunu pek çok ülkede yaptılar. Arjantin’de, Brezilya’da, Peru’da, Bolivya’da… neredeyse bütün Latin Amerika ülkeleri bu acı süreci yaşamak zorunda kaldı.

Bizde de aynısı oldu. 1950’lerde gerçek bağımsızlık ve ABD çıkarlarından kurtuluş için bir hareket varken Batista geldi. Bir hükümet darbesi oldu ve sonrasında Batista diktatörlüğü kuruldu. Ancak insanlar gerçek bağımsızlık ve özgürlük fikirleri etrafında çalışmaya devam ettiler ve Küba bir örnek haline geldi. Küba Devrimi’yle beraber gerçek bağımsızlık için savaşılabileceği iktidarın alınabileceği ve hatta ABD’nin büyük gücü karşısında elde tutulabileceği gösterilmiş oldu. Direnişin ve savaşın örneği olduk. Ve geçmişte elde edilmesi mümkün olmayan ve Latin Amerika’daki pek çok ülkedekinin aksine Küba pek çok sosyal ve ekonomik başarı da elde edebildi.

Küçük bir ülke olan Küba, ABD’nin büyük gücüne direnmenin ve bu direnişin ötesinde gelişmenin ve halk için başarılara imza atmanın da mümkün olduğunu gösterdi. Bu örnek Latin Amerika ülkeleri üzerinde de etkide bulundu ve geçtiğimiz yıllarda Latin Amerika’da yaşanan gelişmelerin unsurlarından birisi durumunda.

Yani özetle, bunun tarihsel bir mesele olduğunu söyleyebiliriz. Bir tarafta gerçek bağımsızlığı elde etmek için mücadele eden halklar ve diğer tarafta da bir yüzyıldan fazla bir süreden beri Latin Amerika siyasetini ve ekonomisini kontrol eden ABD var. Ve Küba örneği de gerçek bağımsızlığın elde edilmesinin mümkün olduğunu ortaya koyuyor.

Eğer değindiğiniz noktayla, tarihsel boyutla devam edecek olursak, bir bütün olarak Latin Amerika’nın kimi özgünlüklerinden, yani şu an içinde bulunduğumuz tarihsel dönemi etkileyen özgünlüklerinden bahsetmemiz mümkün mü? Özellikle 1990’lardan sonra dünyanın pek çok bölgesinde gerçek bağımsızlık fikri, ABD emperyalizmine karşı gerçek devrimci düşünce çoğunlukla terk edildi; ancak Latin Amerika’nın bugünkü gelişmelerin yaşanmasına neden olan bazı tarihsel özgünlükleri olduğunu düşünebiliriz…

Evet çok önemli bir etken var. Bunu şu şekilde tarif etmek mümkün, İspanya’ya, sömürgecilere karşı mücadele eden en önemli liderler aynı zamanda bir anti-emperyalist ideoloji de geliştirdiler. Jose Marti, fotoğrafı şurada duruyor, sadece bağımsızlık ideolojisinin değil aynı zamanda Latin Amerika’da anti-emperyalizmin de neredeyse en zeki ve gerçekten önemli örneğini oluşturur. Ama sadece o değil. Bolivar var, o da şu ya da bu biçimde aynı düşünce yöntemine sahipti. Latin Amerika’da bu düşünceyi ya da ideolojiyi geliştirmiş olan pek çok başka insan var. Sadece bağımsızlık için değil, aynı zamanda anti-emperyalist bir yaklaşımla da mücadele etmeyi hedefliyorlar. Bu durum bağımsızlık ve özgürlük savaşında sürekliliği koruma imkanını da sağlıyor. Bunun çok önemli sonuçları olduğu ortada. Bu sebeple şu anda Bolivarcı Devrim’den bahsediyoruz. Bu Lenin’in devrimi değil, Bolivarcı düşüncenin devrimi. Hem anti-emperyalist hem de önemli sosyal etkenleri içermek zorunda. Marti, örneğin, Küba Devrimi’nin temelini teşkil eder. Fidel Castro, 1953’te Moncada Kışlası baskını ardından yargılandığında, ona “ideolojik destekçiniz kim Fidel Castro ve Moncada Kışlası’nı basan bir grup insan tarafından sürdürülen bu savaşı kim destekliyor” diye sorduklarında, “Jose Marti” cevabını verdi. “Lenin” ya da “Marx” demedi, “Jose Marti” dedi. Bu hayli önemli çünkü devrimimizin kendi köklerine sahip olduğunu gösteriyor. Evet doğru, bizler sosyalistiz, Marksist-Leninistiz ama kendi köklerimiz var. Başka bir ülkede köken aramak durumunda değiliz. Ve Sovyetler Birliği ortadan kaybolduğunda biz yolumuza devam ettik, Avrupa’daki pek çok insan Küba Devrimi’nin çökeceğini söylediğinde, ideolojimizi, kendimize ait köklerimizi hesaba katmadılar. Çünkü Orta Avrupa’da, Doğu Avrupa’da sosyalist sisteme geçiş İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Sovyet tanklarıyla beraber gündeme geldi. Bu onların kendi mücadelelerinin ya da arzularının bir sonucu değildi.

Bu, Latin Amerika’daki sosyalist hareketi daha güçlü yapan şeydir. Venezuela’da meydana gelenler, Venezuela’nın koşullarına, sosyal, ekonomik koşullarına, siyasi durumuna uymak zorundadır. ABD’ye boyun eğmeyi söyleyen sistemin etkilerine karşı savaşıyorlar. Ama sadece buna karşı da değil, aynı zamanda siyasi yozlaşmaya karşı da. Siyasi yozlaşma Latin Amerika için önem taşıyan bir diğer etken. Sistem, ABD tarafından zorla kabul ettirilen hükümet sistemi içerisinde herkes yozlaşmış durumda. Neredeyse bütün ülkelerde bu durum böyle. Ve bu durumda kimse insanların sorunlarının çözümü için yapılması gerekenleri gündemine almıyor. Şimdi ilk kez hükümetler halkların uzun yıllar boyunca birikmiş olan sorunlarının çözümleri hakkında konuşmaya başladılar.

Ve Küba bir örnek oluşturuyor; işsizliği sona erdirmenin; insanlara okula gitme, üniversiteye gitme, eğitim hakkı tanımanın; çok iyi bir sağlık sistemine sahip olmanın; kadınlara haklarını sağlamanın; ayrımcılığı -siyahlara karşı ayrımcılıktan bahsediyorum- sona erdirmenin; yaşlı insanlara haysiyetli bir hayat sunmanın örneğini oluşturuyor. Okulu olmayan tek bir Kübalı çocuk yoktur. Bütün çocuklara okula gitme imkanının tanınması Latin Amerika’da inanılmaz bir şey! Neredeyse bütün dünyada da. Ve aynı zamanda eğer yeterli zihinsel kapasiteye sahiplerse üniversiteye gitme imkanı, ücretsiz, hiç bir şey ödemeden… Kimi alanlardaki gelişmeler çok önemli. Örneğin spor alanında, Latin Amerika’da yaşayan pek çok insan Küba’nın olimpiyat oyunlarında büyük ülkeleri yenebilme kapasitesine saygı duyuyor. Neredeyse bütün alanlarda Küba örneğinin etkilerinden bahsetmek mümkün.

Teker teker ülkeler hakkında söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Venezuela, Bolivya ya da Nikaragua… örneğin eğer bu üç örneği karşılaştıracak olursak, belki başka nedenlerden ötürü Şili ve Brezilya’yı da ekleyebiliriz ancak Venezuela, Bolivya ve Nikaragua en soldaki örnekler olarak görünüyor ya da en azından liderleri daha solcu görünüyor. Bu tekil örnekler üzerine söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Evet, en önemli nokta şu ki Latin Amerika siyasetinde sola doğru genel bir değişim var. Sola doğru halkın sorunlarının çözümleri doğrultusunda, ilk defa halkın çıkarlarını hesaba katan, genel bir yöneliş var. Bu genel bir tezahür.

Ve tabi ki Karayipler’de de. Karayipler Latin Amerika’dan bir miktar ayrı değerlendiriliyor, sanırım büyük oranda İngilizce ve Fransızca konuşulduğu için. Ancak Karayipler’de yaklaşık 20 ülke var ve bunlar hakkında çok fazla yayın olmasa da ya da bunlara değinilmese ya da bunlar hesaba katılmasa da Karayipler’de de sola doğru bir yöneliş var ve örneğin Küba ile olan ilişkileri artmış durumda. Küba ile işbirliği çok önemli bir başlık, çünkü bu ülkeler Birleşmiş Milletler’de (BM) 20 oy anlamına geliyor ve bunlar ABD ablukasına karşı Küba’yı destekliyor. Aramızdaki işbirliği önemli, bu ülkelerde çalışan pek çok doktorumuz var. Eğitim alanındaysa pek çok öğrenci üniversite eğitimi için Küba’ya gidiyor. Bu nedenle Karayipler’i de hesaba katmak gerekiyor.

Öte yandan elbette arada farklılıklar da söz konusu. Bütün ülkelerde aynı sürecin işlediği gibi bir değerlendirme yapamayız. Venezuela, Şili ya da Brezilya için aynı süreçlerden bahsedemeyeceğimizi siz de söylediniz. Arada farklılıklar söz konusu ancak bu bütün hareketlerin sola dönük olduğunu görmezden gelinmemelidir. “Sol” dediğim zaman, halkın çıkarları için çıkarları doğrultusunda çalışmaktan bahsediyorum. Bu süreci diğerlerinden farklı kılan nokta bence bu. Öte yandan sadece halkın çıkarlarını hesaba katmak da değil, aynı zamanda bu ülkelerin bağımsız siyasi eylemini de hesaba katmak gerekiyor. Bugünkü siyasi durumun en önemli iki etkeni bu iki başlıktır. Yani hükümetler ilk defa halklarının ekonomik ve sosyal çıkarlarını hesaba katmakta ve şu ya da bu biçimde, daha az ya da daha çok, sorunlara çözüm üretmek için çalışmaktalar. Yani halklarının sorunlarının çözümü için işler yapmakta ve bunları dile getirmekteler.

Diğer taraftan da ABD etkisi, ABD çıkarları, ABD’nin tarihsel hegemonyası karşısında bağımsız bir duruş ortaya koyabiliyorlar. Bu iki etken bugünkü durumu geçmiştekinden farklılaştırıyor.

Yaklaşık 10 gün önce Uruguay’da düzenlenen 16. İbero-Amerikan Zirvesi’ni ele alalım. Zirve belgelerini gördünüz mü bilmiyorum. Orada alınmış kararlar var. Küba’ya uygulanan ABD ablukasını hedef alan çok önemli bir karar bütün Latin Amerika ülkelerinin ve tabi ki İspanya ve Portekiz’in devlet ya da hükümet başkanları tarafından onaylandı. Buna benzer şeyler geçmişte söz konusu olmazdı. Latin Amerika’daki gelişmelerin bu gibi örgütler üzerinde ciddi bir etkisi var. Aynı zamanda terörist eylemlerin sona erdirilmesini talep eden ve bu bağlamda Posada Carilles vakasına -1970’lerde Küba Havayolları’na ait bir uçağın Barbados’ta havaya uçurulmasından sorumludur- özel olarak değinen başka bir sonuç belgesi var. İlk defa buna değiniliyor. Bu ABD’ye karşıdır. İlk defa…

Bunlar kıtadaki siyasi durumun farklılaştığını göstermektedir. Ve bu devam edecek çünkü seçimlerin yapıldığı ve solcu adayın kazanamadığı ülkelerde de solun, sol güçlerin ciddi anlamda ilerlediğini görüyoruz. Örneğin, Ekvador’da başkanlık seçimlerinin ikinci turu yapılacak. Correra’nın, sol kanadın adayının, iktidara gelemeyeceği düşünülüyor ancak bu ülkede ilk defa olarak yaşanmakta olanlar inanılmaz. Peru’da da sol kanat adayının oyları rakibiyle neredeyse aynıydı ancak iktidarı alamadı. Bir başka çok önemli örnek de Meksika. Meksika Latin Amerika’da hayli etkili, önemli bir ülke. Büyük bir ekonomiye sahip olan büyük bir ülke. Solun adayının oyların çoğunluğunu almasına rağmen seçim sonuçlarını çarpıtmaları inanılmaz bir şey. Ancak bu aynı zamanda özelde Meksika’da genelde Latin Amerika’da yeni bir gücün söz konusu olduğu anlamına geliyor ve bu yeni güç sağ kanat adayı ve ülkedeki oligarşik iktidarı ve tarihsel siyasi yozlaşmayı destekleyen ABD’nin bütün kuvvetine karşın iktidara gelme imkanına sahip.

Yani yaşananların yeni ve son derece önemli olduğunu düşünüyorum ve bunlar sadece ülkemizi değil uluslararası alandaki güç ilişkilerini de etkileme gücüne sahip.

Latin Amerika’daki gelişmelerin çift taraflı bir etkisi olduğuna siz de değindiniz. Bir yanda ilerici güçler halklarının çıkarları için çalışmaya devam ederken öbür yandan uluslararası alanda da emperyalizm karşıtı güçleri bir araya getiriyorlar. Örneğin Başkan Chavez sadece sol güçlerin ya da solcuların sempatisini kazanmakla kalmıyor, politik yelpazenin farklı yerlerinde duran pek çok insanın desteğini de alabiliyor. Bu durumun yakın ve orta vadedeki sonuçları neler olabilir? Hem Latin Amerika hem de dünya için sizin öngörüleriniz nelerdir?

Evet. Mesele şu ki Chavez adaletsizliğe karşı mücadelenin bir örneği ve bu insanların saygısını kazanıyor; belki siyasi anlamda değil, ancak gerçeği söyleyen bir insan olduğunu görüyorlar. Chavez ABD’ye karşı pek çok açıklama yapıyor ve bu açıklamalar pek çok insanın ona saygı duymasına sebep oluyor çünkü şu anda o ABD’ye karşı konuşmak gibi bir değere ve kapasiteye sahip olan tek kişi.

Örneğin kamuoyu araştırmaları Türkiye’de pek çok insanın ABD’ye karşı olduğunu gösteriyor, örneğin BBC tarafından yapılan araştırmalar ve diğerleri. Bu büyük oranda Irak’ta ve Ortadoğu’da yaşananlardan kaynaklanıyor. Ortadoğu’da ve Latin Amerika’da yaşananlar arasında bağlantı var. Adalet ve adaletsizlik, gerçek ve yalan, hegemonyanın ısrarı ve halkların bağımsızlıkçı tavırları, yani halkların toplumsal kazanımlar için yürüttükleri mücadele, temel sorunları da dahil olmak üzere sorunlarının çözümü için yürüttükleri mücadele ve halkları sömürmeye devam etme arzusu ve bağımsızlık arzusu ve kendi ekonomik kaynaklarını halkların çıkarları için kullanma arzusu arasındaki, bütün bunlar arasındaki savaş… Bu bütün dünyada aynı savaşın verildiğini gösteriyor. Öte yandan bu anlamda Latin Amerika’nın bir örnek olarak görülebileceği de ortada. Daha fazla bağımsızlığın mümkün olduğuna, halkların sorunlarının çözümünün mümkün olduğuna, bu savaşı, her şeyin kendi çıkarları için yürümesini isteyen bir büyük güce karşı yürütülen bu savaşı kazanmanın mümkün olduğuna dair bir mesaj var. Eğer birlik sağlanabilirse olanaklar söz konusu, bu kapasiteye sahipler, eğer yolu gösterebilecek bir lider varsa, bu liderin kapasitesi de önemlidir, halkın kendi çıkarları doğrultusunda başarı sağlama arzusunun sonuç alması mümkün.

Ortadoğu’daki durum da ABD’ye karşı savaşmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Irak’ta yaşananlara bakalım. ABD planlarını yenilgiye uğrattılar. Örneğin Lübnan’da olanlar, yurtsever güçlerin direnişi. Bütün bunlar İsrail ve ABD’nin büyük askeri gücüne karşı savaşmanın da mümkün olduğunu gösteriyor.

Bu yüzden sürecin geleceği hakkında iyimseriz, çünkü halklar direnişin ve başarılar elde etmenin mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Bu zaman alacak her şeyi bir iki günde değiştirmek mümkün değil; ancak en önemli şey savaşmaya devam etmek. Dünyayı değiştirmenin mümkün olduğu konusunda karamsar olmayın, daha iyi bir dünyanın mümkün olduğu konusunda iyimser olun.

Bir kaç yıl önce ABD’de emperyalizmin teorisyenliğini yapanlardan birisi ideolojilerin öldüğünü, tarihin sonunun geldiğini söylemişti. Herkes büyük güce, biricik güce boyun eğmeli demişti. Ve hızla durumun bu olmadığı görüldü. Değişim mümkündür, tarih halkların çıkarları doğrultusunda ilerlemektedir, hegemonyanın ve büyük gücün çıkarları doğrultusunda değil.

Küba-Latin Amerika ilişkileri üzerine neler söyleyebiliriz? Küba’da sosyalizmin kendi halkı için yeni bir ülke yarattığını biliyoruz ama Küba kazanımlarını sadece kendi halkının hizmetine sunmuyor. Dünya üzerinde pek çok ülkeyle ilişkileriniz var. Bu Küba’yı hem bir örnek haline getiriyor, ki bunu siz de söylediniz, hem de farklı ülkelerin yurttaşları Küba’nın elde ettiği başarılardan faydalanabiliyor. Bu başarılar Latin Amerika ülkelerinden nasıl görülüyor? Bu başarılar üzerinden kurulan ilişkiler hakkında neler söyleyebiliriz? Örneğin, bir ya da iki gün önce okuduğum bir haberde Kübalı uzmanların Ekvador’a giderek bu ülkedeki elektrik santrallerinde kimi incelemelerde bulunacakları ve enerji sıkıntısının atlatılmasına yardımcı olacakları yazıyordu. Yani sadece tıp, spor ya da eğitim alanlarından değil, Küba bu ülkeler için yapabileceği her şeyi yapıyor.

Evet, pek çok özel olgu var. Son olarak Başkan Yardımcımız Carlos Lage, Uruguay’daki 16. İbero-Amerikan Zirvesi’nde bir konuşma yaptı. Daha detaylı veriler bu konuşmada bulunabilir. Şu an bu tür ilişkilerin daha da gelişmekte olmasını önemsiyoruz. Bazen Venezuela gibi başka bir ülkeyle beraber, bazen kendi başımıza. Latin Amerika’daki değişimi desteklemek ve halkların çıkarlarını savunmak üzere Latin Amerika ülkeleriyle işbirliğine dönük büyük bir planımız var. Örneğin bugün Küba’da farklı Latin Amerika ülkelerinden gelmiş olan 28 bin öğrenci üniversitelerde eğitim görüyor. Bunun Latin Amerika’da önemli bir etkisi bulunuyor çünkü sadece düşük gelire sahip ailelerin çocukları Küba’da burslu okuma olanağına sahip. Yalnızca üst gelir grubundan ailelere mensup olanların üniversitede okumasına olanak sağlayan Latin Amerika ülkelerindeki kurulu düzeni bozucu bir etki yaratıyoruz. Dolayısıyla iktidarı yeni bir anlayışla almaya dönük yeni bir yol ortaya çıkıyor. Örneğin, binlerce doktoru, sağlık emekçisini yeni bir mantıkla, halka hizmet mantığıyla yetiştiriyoruz, ticarileşmiş tıp anlayışıyla değil. Bunun pek çok ülkede büyük toplumsal etkileri oluyor.

Şu anda sosyal işçileri eğitecek özel okullar hazırlamak üzere çalışıyoruz. Küba’da yoksullarla beraber nasıl çalışılacağı üzerine eğitim alacak genç insanlar, yoksul kesimlere daha iyi bir yaşamın yollarını gösterecek, kendi çocuklarının daha iyi sağlık olanaklarından yararlanabilmelerinin daha fazla insanı eğitmenin olanaklarını ortaya koyacaklar. Bu proje çok önemli çünkü yoksullar arasında çalışacak insan gücü konusunda ciddi bir açık söz konusu.

Sağlık alanında da, detaylarını Carlos Lage’nin konuşmasında bulabilirsiniz, yapmayı planladığımız şeyler var. Örneğin, Operación Milagro yani Mucize Operasyonu, özel göz ameliyatları… Bugüne kadar pek çok ülkede sayısız ameliyat gerçekleştirdik. Bunların önemli kısmı Küba’da yapıldı ama bu iş için Venezuela, Bolivya, Ekvador ve Nikaragua’da da özel hastaneler kurduk. Yüz binlerce insan görme yeteneklerini tekrar kazanmaları için ameliyat edildi. Pek çoğunun böylesi bir olanağı yoktu. Böylesi ameliyatların çok pahalı olması sebebiyle hastanelere ya da kliniklere gidecek maddi imkandan yoksun yoksul insanlara bu imkanı sağlıyoruz. Bunu ücretsiz olarak yapıyoruz ve bugün sahip olduğumuz olanaklar bize yılda bir milyondan fazla ameliyat yapabilme imkanı tanıyor.

Toplumsal etkisi açısından bakıldığındaysa bu daha iyi bir yolun, daha iyi bir dünyanın mümkün olduğunu ortaya koyuyor. Çok büyük bir etkisi var, bu siyasi bir etki aynı zamanda. Biz özel bir siyasi etki elde etmeyi değil, insanları iyileştirmeyi hedefliyoruz. İnsanları iyileştirdiğiniz zaman, değişiyorlar ve bu iyi, daha iyi bir sistem, öyleyse bunun için çalışmamız gerekir diyorlar.

Tabii ki doktorlarımızın Latin Amerika’nın farklı ülkelerinde çalıştıkları başka misyonlarımız da var. Bu doktorların binlercesi kentlerde değil, kırsal bölgelerde, yine yoksul insanlara hizmet vermek üzere çalışıyorlar. Venezuela’da Barrio Adentro Misyonu’nu destekliyoruz. Bundan 4-5 yıl öncesinden başlayarak, Chavez’le koordinasyon içinde, ilk defa küçük kasabalarda, kırsal bölgelerde, şehirlerin yoksul bölgelerinde, daha önce sağlık hizmetlerinden yararlanma imkanı bulamayan insanlara ulaştık; bu durumdaki insanlara Küba’nın deneyimlerinden faydalanarak sağlık hizmetleri götürdük. Bunun çok önemli toplumsal etkileri oldu. İlk defa insanlara sorunlarının çözümünün, somut çözümünün var olduğu gösterilmiş oldu.

Aynısını Venezuela, Nikaragua, Bolivya, Ekvador ve Guatemala’da hayata geçiriyoruz. Guatemala’da kırsal bölgelerde çalışan 400’den fazla doktorumuz var. Örneğin, dünyanın en fakir ülkelerinden birisi, Latin Amerika’nın ise en fakir ülkesi olan Haiti’yi ele alalım. Haiti’de görev yapan 500’den fazla Kübalı doktor insanları ücretsiz olarak muayene ve tedavi ediyor, ücretsiz ilaç sağlıyor. Pek çok insan, binlerce insan Küba’ya gelerek sağlık hizmeti alıyor, bu insanlara kendi ülkelerinde gerçekleşmesi mümkün olmayan ameliyat olanakları sunuluyor. Böylesi bir işbirliği pek çok şeyi değiştiriyor.

Başka türlü ilişkilerimiz de var elbette. Latin Amerika ile varolan normal ticari ilişkilerimiz artarak devam ediyor. Latin Amerika’yla ortak yatırımı teşvik ediyoruz. Özellikle Venezuela’yla pek çok anlaşma yaptık, pek çok farklı alanda işbirliğine gittik ve birlikte Amerika için Bolivarcı Alternatif (ALBA-Alternativa Bolivariana para la America) adını verdiğimiz planı hazırladık. ALBA aracılığıyla ALCA’ya alternatif bir yol öneriyoruz. ALCA, ABD’nin Latin Amerika ülkeleriyle serbest ticaret yapabilmesine dayanan bir öneridir. Serbest ticaret her şeyi kendileri için almaları anlamına geliyor. ABD ekonomisi ile Latin Amerika ekonomisi arasında bir karşılaştırma yaparsanız bunun işlemesinin mümkün olmadığını görürsünüz. Biz, Venezuela ve Bolivya’yla beraber yeni bir yol önerdik, ALBA’yı gündeme getirdik. Pek çok alanda işbirliği yapmak üzere anlaşmalar hazırladık. Eğitim, sağlık sistemi, sanayi, bilimsel işbirliği, spor ve kültürel alanlar. Bütün bunlar fazlasıyla önemli.

Bu anlaşma uyarınca yeni bir televizyon, uydudan yayın yapan bir TV kanalı, Television Sur kuruldu. Bu kanal Venezuela’dan yayın yapıyor fakat pek çok Latin Amerika ülkesi bu yayınlara katkıda bulunuyor. Bunu CNN’in ve benzeri TV kanallarının tekelini kırmak için yaptık. Bunun yanında sinema alanında, ABD’nin ve batının değil bizim çıkarlarımıza uygun yeni kitaplar basmak için yayıncılık alanında önemli işbirliği adımları attık. Bu alanlarda da çok çalışıyoruz.

Bütün bunlar, yukarıda verdiğim örneği hatırlayacak olursanız, Uruguay’da Latin Amerika ülkeleri ve İspanya ve Portekiz’in devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla yapılan zirvenin siyasi sonucunun diğerlerinden çok daha farklı olması gibi, ciddi etkiye sahip adımlar.

Küba’ya dönecek olursak… Küba Devrimi ilk gününden itibaren Yanki emperyalizminin hedef tahtasında yer alıyor. Özellikle sosyalist sistemin çözülüşünün ardından Küba çok zor günler geçirdi. Bu süreçte Küba’nın mücadelesi pek çok insan tarafından bir mucize olarak görüldü. Sanırım bu dönemde Küba’nın en ciddi sorununun ABD tarafından uygulanan abluka olduğunu söyleyebiliriz. Abluka Küba için ne anlama geliyor ve ablukaya karşı verilen müc,adeleyi nasıl değerlendirebiliriz?

Evet abluka. Biliyorsunuz bir kaç gün önce BM Genel Kurulu’nda alınmış bir karar var. Bu karar Küba’nın izole edilemediğini gösteriyor çünkü her gün ABD’ye açıkça karşı çıkacak 123 ülke bulamazsınız. BM’de böyle bir tablonun ortaya çıktığı çok az olay vardır. Çünkü ABD en büyük güç durumunda ve tabi ki küçük ülkeler de ABD ile olan ilişkilerinde dikkatli hareket etmek zorundalar. ABD’den şu ya da bu şekilde ekonomik yardım alıyorlar. Ancak bu seferki oylama farklıydı. Bu tip oylamalar ablukanın başından beri yani 45 yıldır yapılıyor ve her yıl Küba’ya verilen destek biraz daha artıyor. Her yıl daha fazla sayıda ülke Küba tarafından ABD’ye karşı hazırlanan ABD’nin Küba’ya uyguladığı ekonomik ablukayı sona erdirmesini isteyen kararın lehinde oy kullanıyor. ABD ve İsrail’i destekleyen sadece iki ülkenin bulunması bu alanda yalnızlaştıklarının göstergesidir. Ancak onlar halkların düşüncelerini hesaba katmıyorlar. Bu onlar için bir şey ifade etmiyor. Aynı siyaseti gütmeye devam ediyorlar.

Mevcut Bush hükümeti Küba’ya karşı aldığı yeni önlemlerle Küba üzerindeki ablukayı daha da güçlendirdi. Bu bizim için çok tehlikeli. Geçtiğimiz 45 yıl boyunca ABD ablukası yüzünden kaybettiğimiz para 86 milyar ABD dolarıdır. Bu tutarın bizim için daha gelişmiş bir ekonomi, insanlar için daha iyi bir yaşam seviyesi, daha fazla sorunun çözümü anlamına geleceği, işimize yarayacağı ortada. Bütün bu parayla neler yapabileceğimizi düşünebiliyor musunuz? Halkımızın daha fazla sorununu çözmek, daha iyi konutlar, daha iyi ulaşım, pek çok şey var, bilimsel alanda gelişmeler… Bu çok büyük bir miktar.

Yaptıkları şeyle Küba Devrimi’ni yok edebileceklerini ve halk iktidarını yenilgiye uğratabileceklerini düşünüyorlar. Ancak biz, her ne kadar bizim için çok tehlikeli olsa da, direnişin ve gelişmeyi sürdürmenin mümkün olduğunu gösterdik. Toplumsal ve ekonomik anlamda pek çok başarı elde ettik, eğitim, sağlık sistemi, endüstriyel kalkınma gibi alanlarda. Elbette istediğimiz düzeyde değil, çünkü bugün Küba’da pek çok eksiklikle yüz yüzeyiz ama halkın kararı direnişe devam etmek, bağımsızlık için çalışmaya devam etmek, bağımsız yaşam tarzımız için, kendi kalkınmamız için çalışmaya devam etmek yönünde ve bundan sonra da devam edecek.

Mevcut Bush hükümeti Küba’ya dönük ekonomik saldırganlığı takip etmeleri için yeni çalışma grupları oluşturdu. Örneğin, nikel. Biz dünyanın en büyük nikel tedarikçilerinden birisiyiz. Bizim en önemli doğal kaynağımız nikel. Ekonomik anlamda ise bir numaralı gelir kaynağımız turizm ve ikincisi nikel. ABD yönetiminin farklı birimlerinin temsil edildiği yeni bir hükümet komisyonu kurarak Küba’nın nikel ihracatını takip etmeye ve sorun çıkarmaya çalışıyorlar ve çıkarıyorlar da. Örneğin Japonya için ABD’ye vidalarından birisinde Küba nikeli bulunan bir otomobili ihraç etmek mümkün değil! Bu yüzden Küba’nın ihraç ettiği nikeli başka alanlarda değerlendirmeye çalışıyorlar. Türkiye, içinde biraz Küba şekeri bulunan tek bir şekerlemeyi bile ABD’ye ihraç edemez.

Ablukanın Küba ile ABD arasında iki taraflı bir sorun olduğunu söylüyorlar ancak öyle değil. Küba’nın ticareti ve ekonomik ilişkileri üzerinde yarattıkları sorunların yol açtığı uluslararası bir tehdit söz konusu. İçinde ABD’de üretilmiş ufak bir parçanın bulunduğu herhangi bir ürünün Küba’ya ihraç edilmesini yasaklıyorlar. Örneğin tıbbi cihazlar, herhangi bir ülkede yapılmış olabilir, Kanada, Almanya ya da Fransa’da… bunları eğer içlerinde ABD’de imal edilmiş parçalar varsa, Küba’ya ihraç etmek mümkün değil. Bugünün dünyasında pek çok cihaz değişik ülkelerde ve yine başka ülkelerde üretilmiş parçalar kullanılarak üretiliyor. Bu çok karmaşık ve Küba’nın ithalatı açısından da sorunlar yaratıyor.

Geçtiğimiz yaklaşık 5 yıllık süre boyunca terörizmle mücadele adı altında yeni emperyalist saldırganlıklara tanık olduk. Bununla beraber emperyalist saldırganlığın bir başka yüzü de gündeme geldi. ABD tarafından haksız biçimde işgal altında tutulan Guantanamo Üssü. Küba yıllardır bu üssün durumunun görüşülmesini, üssün kapatılmasını talep ediyor. Diğer yandan ABD açısından Guantanamo terörist diye nitelendirdikleri insanlara işkence yapmak, onları hapsetmek için kullanılan esas üslerden birisi konumunda.

ABD’nin Küba’ya karşı yürüttüğü saldırgan siyaseti tarihsel bir şey. Devrimin ilk günlerinden itibaren saldırgan uygulamalara giriştiler. Her türlü yöntemi kullandılar, Domuzlar Körfezi’nde olduğu gibi askeri yolu, kirli savaşı, sızma operasyonlarını, devrimin ilk 5-6 yılı boyunca terör eylemlerini kullandılar. Dağlarda terörist gruplar oluşturmak için timler sızdı. Halkımıza karşı suç işlemek için her yolu kullandılar ya da teşvik ettiler. Fidel Castro’yu öldürmeye çalıştılar, Fidel Castro pek çok suikaste hedef oldu. Ve bütün bunların uzun bir tarihi var. Sanayiye ve şekerkamışı tarlalarına dönük sabotaj eylemleri, tahıllara karşı biyolojik ilaçların kullanılması; örneğin buğday üretimimiz biyolojik silahlar yüzünden ciddi biçimde aksadı. Barbados’ta olduğu gibi sivil yolcu uçaklarının havaya uçurulduğu terörist eylemler. Küba’ya karşı her şeyi kullandılar, tarihimizde pek çok terörist eylemden zarar gördük ve hala son vermiş değiller, devam ediyorlar.

Bush ailesinin Küba’ya dönük özel bir saplantısı var. Küba karşıtı kirli propagandayı artırdılar, radyo yayınlarının süresini uzattılar, Küba sahillerinin açığında uçan bir askeri uçaktan yayın yapan yeni bir TV kanalı var, özel olarak bu iş için tasarlanmış bu askeri uçak aracılığıyla karşı-devrimci fikirleri yayarak müdahale etmeye çalışıyorlar. Büyük miktarlarda yeni fonlar oluşturdular ve bunlar aracılığıyla Küba’da “muhalefet” adını verdikleri karşı-devrimci hareketler yaratmaya çalışıyorlar. Bu “muhalif” gazetecilere açıkça para veriyorlar. Elimizde bunlara verilmek üzere 80 milyon ABD dolarının ayrıldığını gösteren kanıtlar var, bunun toplam paranın sadece bir kısmı olduğu hesaba katılmalı çünkü insanların devrime karşı çıkması, örgütler kurması, hür sendikalar dedikleri şeyler kurması için Küba’ya yasadışı yollarla gönderilen paranın miktarı bundan çok daha fazla. Fakat hiç bir şey, hiç bir başarı elde edemediler. Küba’da yaptıklarını destekleyen çok az sayıda insan var, çünkü ABD ile bağlantılı olarak hareket eden herkes ulusal bağımsızlığa karşı konum almış olur. Ve hiç kimse de böyle bir duruma düşmek istemez. Kübalılar bağımsızlıklarıyla, sosyalist sistemleriyle fazlasıyla gurur duyarlar. Fakat her halükarda ABD çıkarları için hareket etmeyi deneyen çok küçük grupları elde edebiliyorlar. Para alıyorlar ve genelde Küba dışında propaganda yapmaya çalışıyorlar, başarıya ulaştıkları da söylenebilir ve Küba’da demokrasi olmadığına, bağımsızlık olmadığına ve fakat bir diktatörlük olduğuna, Fidel Castro’nun diktatör olduğuna dair bir imaj yaratmaya çalışıyorlar. Bunu büyük gazetelerde, özellikle Batılı gazetelerde rahatlıkla görebilirsiniz. Onlara bunun için ödeme yapılıyor. Uluslararası planda pek çok insan bu durumu biliyor fakat pek çok ülkede yaşayan sıradan insanlar bunları okuduklarında inanıyorlar. Bunun çok büyük etkisi var, çünkü biliyoruz ki günümüzde gerçeği elde etmek için verilen savaş çok önemli. Medya çok önemli. Bunun üzerinde de daha fazla çalışmalıyız, insanlara gerçeği göstermenin yeni yolları üzerinde çalışmalıyız. Bu savaşı kazandığımızı da söyleyebilirim. Eskiden daha kötüydü ama şimdi insanların gerçeği öğrenmesi, daha iyi bilgiye ulaşması açısından yeni yollar söz konusu. Internetle beraber insanların daha iyi makalelere ulaşma, daha iyi bilgiye ulaşma, daha fazla gerçeğe ulaşma olanakları arttı ve bu önemli bir savaş. Bu sebeple kişisel olarak her anımı böyle işlere ayırabiliyor, basınla görüşebiliyor, bildiri yayınlıyor, konferans düzenliyorum, Granma gazetesinin Türkçe baskısını yapıyoruz, Türk basınıyla görüşüp Küba’dan bir fotoğraf sergisini tanıtıyoruz, kitaplar yayımlıyoruz. Bu günümüzde dünyadaki en önemli savaşlardan birisi, gerçek için yapılan savaş, insanların bilinçleri için yürütülen savaş. Ben kişisel olarak bu savaşı da kazandığımızı düşünüyorum.

Diğer yandan düşmanımızın gücü çok çok fazla. CNN ve büyük TV istasyonları, uydular aracılığıyla günde 24 saat boyunca emperyalizmin mesajını yayıyorlar. Sürekli yalan, yalan, yalan. Yalan söylüyorlar. Aptalca bir biçimde değil, kimi zaman mesajı nasıl iletecekleri konusunda çok zekice hareket ediyorlar. Böylesi bir güçle de mücadele etmemiz gerekiyor.

Şimdiki Bush hükümeti Küba’ya karşı güçlü propagandasını daha da artırdı. Bunun için ayırdıkları parayı artırdılar. Bir kaç yıl önce “Küba’da Geçiş için Yeni Plan” adını verdikleri bir plan yayınladılar. Condoleeza Rice, Küba asıllı Ticaret Bakanı, CIA Başkanı ve bir grup başka insanın katılımıyla bir hükümet komisyonu oluşturdular ve Küba’daki toplumsal sistemi dönüştürmek ve demokrasi adını verdikleri şeyi yaratmak için çalışmaya başladılar. Bu kapsamlı plana da “Küba’da Demokrasi için Geçiş Planı” adını veriyor.

Irak’taki gibi. Irak için de benzer bir plan yayınlamışlardı.

Evet, Irak’ta yaptıklarının aynısını yapmak istiyorlar. Küba’ya “demokrasi” getirmek için her şeyi yok etmek istiyorlar. Ancak bunu başaramayacaklar, insanlar onları desteklemiyor, Küba’da onları destekleyen temellere sahip değiller.

Bu planın en tehlikeli kısmı gizli bir ek. Bush’un bu planında her şeyden bahsediyorlar, değişimi nasıl yapacaklarından, hatta bir kişiyi belirlemiş durumdalar, Caleb McGarry, devrim yenildikten sonra Küba’nın ilk idarecisi olacakmış. Küba’da ABD için kurulacak olan yeni devletin ABD’li ilk valisi, bu kişi, Caleb McGarry olacak. Washington’da bunun için çalışıyor ve Küba İşleri’nden sorumlu olarak maaş alıyor. Her gün devrimi yenmek için çalışıyor.

Yapılması gereken şeylerden biri bu planın gizli tutulan ekinin açıklanmasını ısrarlı biçimde talep etmek çünkü bahsetmedikleri tek şey ki o gizli ek içinde yer alıyor olmalı, Küba’ya dönük askeri saldırganlık. İki şey: Küba’yı istikrarsızlaştırmak için ülkeye dönük terörist eylemlerin planı ve Küba’nın ABD kuvvetleri tarafından doğrudan işgali. Basınç oluşturmak için güçlü bir biçimde kınamalıyız, çünkü bir ülkenin bir başka bağımsız ülkeye karşı alenen böylesi önlemler alması kesinlikle kabul edilemez. Başka bir ülkeye müdahale ihtimalini sıradan bir şeymiş gibi değerlendiriyorlar. Bunu her yerde kınıyoruz, BM’de ve her yerde. Buna karşı kampanyalar düzenlemeye devam edeceğiz.

Guantanamo Üssü, ABD tarafından yasadışı olarak işgal edilmiş Küba toprakları üzerinde yer almaktadır. 20. yüzyılın başında silahlı kuvvetleri aracılığıyla Küba’yı işgal ederken bir anlaşma yaptılar ve Küba’da iki üssün kurulmasını dayattılar. Bunlardan birisi de Guantanamo’ydu. İkinci üssü hiç bir zaman kullanmadılar, açmadılar ancak Guantanamo Deniz ve Hava Üssü’nü açtılar. İspanya’dan bağımsızlığın kazanılmasının ardından geçen 50 yıl boyunca Küba hükümetlerine neredeyse hiç bir ödeme yapmadılar. Dost bir ülkede bulunmanın tüm olanaklarına sahiplerdi ve üzülmelerini gerektirecek bir durum yoktu. Devrim iktidara geldiğinde, burayı Küba’ya karşı bir provokasyon üssü olarak kullanmaya başladılar. Askeri anlamda karşı karşıya gelmemek için önlemler aldık. Üsten pek çok saldırı düzenlediler. Sınırı koruyan Kübalı askerleri öldürdüler. Provokasyonlardan kaçınmak için her şeyi yaptık, çünkü bu provokasyonları Küba’ya karşı doğrudan bir savaş başlatmak için kullanacaklarını biliyorduk. Bu ihtimal üzerine pek çok plan yaptılar. Kendi kendilerine saldırı planları, ki bu gibi planlarda ustalıkları bilinir, hazırladılar. Şimdiye kadar böyle bir durumla karşı karşıya kalmamayı başardık. Bundan sonra yapabilirler, şimdi de yapabilirler. Fakat üssü, Ana Kampı, çevreleyen her şeyi kapattık, askerlerimiz provokasyonlardan etkilenmeyecek kadar uzak mesafedeler.

Son yıllarda orayı istedikleri herhangi bir ülkeden insanları tutmak, işkence etmek, hatta öldürmek için kullanıyorlar. Oraya götürülen birinin hiç bir hakkı, yasal güvencesi ya da bir talepte bulunma imkanı yok. ABD askeri düzeni dışında herhangi bir otorite ya da kontrol yok. Bu, dünyada insanlığın koruyucusu olduğunu söyleyenler tarafından yapılıyor! Bu durumu hiç durmadan kınamamız gerekiyor. Bu ABD’nin ne denli ikiyüzlü olduğunu göstermektedir. Hiç bir biçimde ahlaki değerleri yok ama gerçeği çarpıtan propagandalar yapmakta çok güçlüler. Fakat biz daima, daima, daima Avrupa’da da bulunan ve Avrupa’nın ikiyüzlü konumunu ortaya koyan, böylesi gizli yerlerde işlenen suçları kınamalıyız. Avrupa’da bu üslerin yerinin nerede olduğunu kimse bilmiyor ve bu konu hakkında konuşmamaya çalışıyorlar.

Bu durum daha fazla bilinçlenmeye yol açıyor ve bir yandan ABD’nin gerçek yüzünü gösterirken diğer yandan da ABD’ye destek olanların ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor. İsrail söz konusu olduğunda da benzer bir durumdan bahsetmek mümkün. Filistin’de İsrail’in yaptıkları ve BM’de İsrail’in saldırganlığının durdurulması için çıkarılmaya çalışılan kararları desteklememek, ABD’nin ve onu destekleyenlerin gerçek yüzlerinin görülmesine yardımcı oluyor.

Terörizmle savaşan gerçek kahramanlar hakkında, Küba Beşlisi hakkında neler söyleyebiliriz? ABD emperyalizmi bu beş Kübalı yurtseveri hapishanelerinde tutuyor, çünkü bu beş kişi kendi ülkelerini terörizme karşı korumak için çalışıyorlardı. Onlara yapılan haksızlığı sona erdirmeye dönük bir kampanya da söz konusu. Bu beş kişi Küba için neden bu kadar önemli?

Bu sadece Küba için değil, dünya için de önemli, çünkü ABD’nin çelişkili ve ikiyüzlü konumunu, ahlak dışı yaklaşımını ortaya koyuyor. Yıllardır Küba’ya karşı provokasyonlar düzenliyorlar, terörist eylemler gerçekleştiriyorlar. Barbados’ta Küba Havayolları’na ait yolcu uçağının havaya uçurulması örneklerden sadece birisi ve liste hayli uzun. Sadece Küba’ya karşı da değil, Latin Amerika’daki yurtsever insanlara karşı da. CIA yıllardır Latin Amerika’daki yurtsever kişilikleri öldürmek için terörist grupları destekliyor ya da bunları bizzat kuruyor, diktatörlükleri destekliyor. Şili’de binlerce yurtseveri öldüren Pinochet’i desteklediler. Akbaba Operasyonu’na (Operacion Condor) doğrudan katıldılar ki bu operasyon Latin Amerika’da solcuları öldürmek üzere düzenlenmişti. Sadece Şili’de değil, Arjantin, Uruguay, Brezilya ve Bolivya’da da pek çok insanı öldürdüler. Çok sayıda karşı-devrimci Kübalı da bu operasyonlarda görev aldı. Cinayetler için CIA tarafından özel olarak eğitilen bir çeşit terörist mafya örgütü kurdular. Bu kimseler aynı zamanda ABD’li yurtseverleri öldürmek için de kullanıldı. Ve Florida’da çalışan bu beş Kübalı genç insan bu terörist gruplar hakkında bilgi edinmek ve gerek ABD içinde gerekse dışında, Küba’ya ya da başka bir ülkeye karşı düzenlenecek yeni saldırıları engellemek üzere eğitilmişlerdi. Çünkü bu kimseler Küba’ya karşı gerçekleştirmeyi planladıkları terör eylemleri çerçevesinde Florida’da rahatça çalışabiliyorlar. Posada Carilles, Orlando Bosch ve CIA’yla bağlantısı olan ve CIA tarafından eğitilen grup, ki bunlar aynı zamanda resmi olarak CIA mensubudur, Küba’da yapılan terör eylemlerinin planlayıcılarıdır. Bir kaç yıl önce Küba’da otellere bomba koyarak turistlere dönük sıkıntılar yaratmaya, Küba turizmini baltalamaya ve ekonomisine zarar vermeye çalıştılar. Bir İtalyan turisti öldürdüler. Bu bombaları Orta Amerika’dan gelen bir paralı asker aracılığıyla koydurdular. Bütün bunlar ispatlandı, bunlar hakkında açık bilgiler var hepsini açıkça yapıyorlar. Ve bunlar, yani bu Küba mafyası yıllar öncesinden bu yana ABD’de Bush ailesi ile bağlantılı olarak çalışıyor. Baba Bush’un CIA Başkanı olduğu zamandan bu yana bunlar arasında bağlantılar var ve Küba Devrimi’ne karşı yoğun biçimde çalışıyorlar. Aralarında bir uzlaşma var. Bu terörist mafyanın elinde terör eylemleriyle ilgili çok ciddi bilgiler var ve bu yüzden bu mafya, bu terörist grup korunuyor.

Bu beş Kübalı genç insanın bilgi elde etmeye çalışmasının sebebi budur. Mahkemede iddia edildiği gibi ABD’nin güvenliğini tehlikeye düşürmeye çalışmıyorlardı. ABD’nin güvenliği aleyhine değil, terörist eylemleri engellemek üzere çalışıyorlardı. Askeri bilgiler ya da ABD’nin güvenliğiyle ilgili bilgilerin peşinde değillerd,i sadece ABD’de bulunan terörist grubun etkinlikleri ve Küba’ya ve diğer ülkelere karşı hazırladıkları eylemler hakkında bilgi toplamaya çalışıyorlardı.

İşte bu yüzden bu ikiyüzlülüğü ifşa etmeye dönük bir kampanyamız var. Çünkü bir yandan terörist olduğu ayan beyan ortada olan Posada Carilles, Orlando Bosch ve diğerlerine ABD’de özgürce yaşama izni verirken, terörist eylemlere karşı çalışanları hapse atıyorlar. Bu, terörizmle mücadele ettiğini söylerken ABD’nin nasıl bir ikiyüzlülük ve ahlaksızlık içerisinde olduğunu gösteren açık bir örnektir. Dünyada teröristlerin en büyük patronlarıdırlar. Yıllardır teröristlerle birlikte çalışmaktadırlar. ABD politikaları dünyanın pek çok yerinde ve tabi ki Ortadoğu’da terörist eylemleri desteklemektedir. Adaletsizlikleriyle ve saldırgan siyasetleriyle şiddeti teşvik ediyorlar. Eğer teröristlere karşı çalışıyorlarsa adalet için çalışmalılar, adaletsizlik için değil, saldırganlık için deği,l hegemonya için değil. Bunu yaparak tek yaptıkları şiddeti ve teröristleri teşvik etmek. Bütün dünyada aşırı grupları destekliyorlar.

Ortadoğu’da olanlara bakın. Herkes Ortadoğu’daki kargaşa ve şiddeti biliyor ancak onlar Ortadoğu’nun gerçek sorunlarının çözümünü desteklemiyorlar. Eğer bir kimse Ortadoğu’daki şiddetin çözümünü arıyorsa, işe, İsrail’i ve bu devletin saldırgan politikalarını, Filistin topraklarını işgal politikasını, Filistin halkının haklarını inkar politikasını desteklemeyi sona erdirerek başlamalıdır. Bu Ortadoğu’daki sürekli şiddeti sona erdirmek isteyen, bundan kaçınmak isteyen bir kimsenin başlaması gereken yerdir. Filistin halkına hayatlarını, haklarını, bağımsız bir devlet hakkını vermek. İsrail’i desteklemeye devam etmemeli, Filistin halkını desteklemek için her şeyi yapmalıdır.

Geçtiğimiz aylarda Fidel bir konuşma yaparak Küba’daki yolsuzluğa karşı gençliği mücadeleye çağırdı. Bildiğimiz kadarıyla, lise öğrencilerinin petrol istasyonlarına gönderilerek petrol dağıtımını kontrol etmelerini hedefleyen bir plan var. Diğer yandan Küba Devrimi’nin liderliğinin başarılarından birisi de devrim için mücadele edecek yeni kuşaklar yaratabilmiş olması. Gençliğin bu süreçte üstlendiği özel bir rol var. Sadece yolsuzluklarla mücadele vb anlamında değil aynı zamanda devrim için devrimi daha ileriye götürmek için de mücadele ediyorlar. Küba’da gençliğe düştüğü düşünülen roller nelerdir?

Bahsettiğiniz konuşma geçtiğimiz yıl Havana Üniversitesi’nde yapılmıştı. Yolsuzluğa karşı mücadeleye çağıran ve yolsuzluğun yol açtığı tehlikeleri ele alan bir konuşmaydı. Sonrasında da yolsuzluğun yaygın olduğu söylenen yerlere genç insanların gönderilmesini de kapsayan bir takım önlemler gündeme geldi. Küba’da yolsuzlukla alakalı pek çok sorunumuz var. Yolsuzluk esasen uluslararası bir sorun. Ancak, bizde başka pek çok ülkede olduğu gibi büyük çaplı yolsuzluklar söz konusu değil. Yolsuzluğun en çok rastlandığı yerler büyük ekonomik çıkarların olduğu yerlerdir. Hükümetler kimi zaman bu büyük ekonomik çıkarlarla ve yolsuzlukla ilişki halindedir. Küba’daki sorun bu değil.

Küba’daki sorun küçük yolsuzluklar. Hükümetteki hiç bir bakan, ordudaki hiç bir general yolsuzluğa bulaşmıştır denilemez. Hiçbir özel ayrıcalıkları yok, sahip oldukları büyük şeyler yok. Sadece bir evleri, belki bir arabaları ve bir de maaşları var, ama çok birikimleri yok, hayatları normal bir hayat. Çocukları ayrıcalıklı çocuklar değil, bütün diğerleri gibi üniversiteye gidebilirler, iş bulma ihtimalleri diğer insanlarla aynıdır. Küba’da insanların hayatları arasında büyük farklılıklar yoktur, bu yüzden de büyük bir yolsuzluğa bulaşmak kolay değildir. Yurtdışındaki bankalarda hesapları yok, Küba’da hiç kimsenin yurtdışındaki bankalarda hesabı yok. Hiç kimse bir taneden daha fazla eve sahip olamaz, belki en fazla iki eve. Bir tanesi hayatını sürdürdüğü evi diğeri de sahilde, bu mümkündür ama çok yüksek bir olasılık değildir, yine de birilerinin böyle bir olanağı olabilir. Lüks yoktur, bir yat sahibi olmak mümkün değildir. Küba’da insanların hayatı birbirleriyle karşılaştırıldığında oldukça dengelidir. Kimi insanlar diğerlerinden biraz daha iyi yaşıyor olabilir. Bu onların kapasiteleriyle ilgili. Eğer çok iyi bir profesyonelseniz, daha fazla olanağa sahip olabilirsiniz ama basit bir işçiden çok farklı olamazsınız. İnsanların yaşam seviyeleri arasında büyük bir farklılık yoktur.

Ancak özellikle yurtdışından daha fazla gelir elde edebilmek amacıyla ABD dolarını kullanmaya başladığımız son yıllarda, bazı insanlar yurtdışında yaşayan ailelerinden para almaya başladılar ve bu sayede de daha farklı bir yaşam sürmeye başladılar. Bu ciddi bir farklılık yaratmadı, Küba’da büyük bir farklılık yaratmak mümkün değildir ama bazı kimseler zengin olmanın ve para biriktirmenin yollarını aramaya başladılar ve dolayısıyla kimi yolsuzluklar yapmaya başladılar. Ancak bunlar küçük yolsuzluklar. Örneğin bir devlet işletmesinin yönetiminde, bir petrol istasyonun yönetiminde bulunan kimileri, satmaları gereken benzinin bir kısmını ayırarak bunu devletin kontrolü dışında satmaya başladılar. Bu tip kirli işler yaygınlaşmaya başladı. Fidel’in mücadele edilmesi için çağrıda bulunduğu yolsuzluklar bu seviyede gerçekleşenler, çünkü Küba’da üst düzeyde yaşanan yolsuzluklar söz konusu değil. Diğer ülkelerin çoğundan farklı olarak…

Bu durum da kötü, çünkü ahlaki olarak insanlar üzerinde olumsuz bir etkisi var. Sıradan bir işçi bu tip bir işe bulaştığında bu sıradan bir sorun haline geliyor. Daha iyi bir yaşam için başka bir yoldan bir miktar para elde etme imkanı aynı zamanda bencilliği de ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla bu aynı zamanda ideolojik bir savaş. Biz bu savaşı sürekli olarak yürütmek zorundayız çünkü kimi kesimler bu tip eylemlerin parçası olmalarına engel olacak kadar eğitimli değiller ve daha iyi bir yaşam ihtimali her zaman çekiciliğini koruyor. Eğer bunu yaparsak, daha fazlasını elde edebiliriz, evimizi değiştirebiliriz, daha fazla televizyonumuz, olabilir daha fazla elektrikli aletimiz olabilir diye düşünüyor insanlar. Dolayısıyla bu süregiden bir savaş ve biz henüz kazanmış değiliz. Fidel Castro yaptığı konuşmayla bu durumla mücadele etmeye çağırdı ama bu savaş her gün, her gün devam edecek.

Küba’da yasaların da bu tip suçlarla mücadelede yumuşak olduğunu düşünüyorum. Küçük bir miktar para alan insanlara karşı hiç bir ciddi yasa yok. Bu yüzden kontrol mekanizmaları da harekete geçmeyebiliyor. Diğer yandan işyeri sahibinin kontrolü de söz konusu değil. Bu da başka bir sorun. Ekonomimiz esas olarak bir devlet ekonomisi ve bir fabrikanın ya da işletmenin yönetiminde bulunan insanlar, buraların sahibi olmadıklarını gerçek sahibin devlet olduğunu düşünüyorlar. Ama devleti göremezsiniz, devletin bir yüzü yoktur.

Kimi zaman da devlet eskiden olduğundan daha güçsüz durumda. Bu aynı zamanda devlet ekonomisinin bir sorunu ve çözmemiz gerekiyor. Çünkü işyerinin sahibi her bir detaya bakar, hesaplar düzgün olmalıdır. Ancak insanlar bir işletmenin, bir şirketin ya da hizmetin yönetimindeyken, buraların sahibinin halk olduğunu ve özel bir kişinin çıkarlarındansa halkın çıkarlarına daha fazla bağlı olmaları gerektiğini düşünecek kadar sorumlu ve bilinçli davranmayabiliyorlar. Bu bizim sosyalizmimizin bir sorunu.

Diğer yandan Küba’da gençliğin katılımı süreklilik taşıyan bir şey, çünkü liderlik yenileniyor. Fidel Castro devrimin başlangıcından beri zekası, kapasitesi, örnek kişiliğiyle, savaşma yeteneğiyle, daima en önde olmasıyla -o sadece insanlara savaşmalarını söyleyen bir kişi, bir lider değil, kendisi bizzat en ön cephede savaşır- liderimiz olmaya devam ediyor. Devrimin başlangıcından bugüne liderlik kapasitesini gösterdi. Örnek bir kişi. Küba’da insanlar için önemli bir örnek. Bir insan eğer örnekse lider olabilir. Eğer örnek olamıyorsa, demagogsa insanlar onu sevmez, desteklemez ve istemez. Bu yüzden her zaman en önde olmak zorundadır. Bu ilkeyi biz devrimimiz boyunca hayata geçirdik. Sorumlu olan, yetenekleri ya da zekası dolayısıyla sorumlu olmamıştır yalnızca. Aynı zamanda fedakarlık yeteneğini de ortaya koyması gerekir. Örneğin bizim parlamentomuzun üyeleri, parlamentoya seçildikten sonra da daha önce aldıkları ücretin aynısını almaya ve aynı işte çalışmaya devam ederler. Parlamento oturumlarına katılmak için izin alırlar fakat bütün bir yıl boyunca değil. Çünkü oturumlar iki ay sürer ve yılda sadece iki oturum vardır. Bazen komisyonlar daha fazla zaman gerektirir ve eğer bir komisyona üyeyseniz komisyonda daha fazla çalışmak için gerekli zamana sahip olabilirsiniz. Ancak parlamentonun bir üyesi olarak her hangi bir ayrıcalığınız yoktur. Sadece halkın çıkarları için “daha fazla çalışma ayrıcalığına” sahip olursunuz. Parlamentoya seçilmeden önce aldığınız aynı ücreti aynı maaşı almaya devam eder ve daha fazla çalışırsınız. Hiç bir ayrıcalıkları yoktur, liderliğin hiç bir ayrıcalığı yoktur. Öbür türlüsü oportünizme yol açar. Eğer parlamento üyelerine daha fazla ekonomik ayrıcalık sağlarsanız, herhangi biri parlamento üyesi olmak, hiç bir şey yapmadan, konuşarak parayı cebi indirmek isteyecektir. Bizim sistemimiz biraz önce anlattığım biçimde işliyor ve daima genç insanları teşvik ediyoruz çünkü onlar örnek olma yeteneğine ve fedakarlık yeteneğine sahipler.

Şimdiki liderliğimiz, Merkez Komitesi, Siyasi Büro, hepsi çoğunlukla genç insanlardan oluşuyor. Partinin illerdeki, Küba’da 14 il bulunmaktadır, genel sekreterlerinin neredeyse tamamı ve bu illerin valileri 50 yaşının altında insanlar. Hatta çoğunluğu 40 yaşın da altında. Çok önemli liderlerimiz var. Carlos Lage, başkan yardımcımız, gençlik örgütü birinci sekreteriydi, 50 yaşından fazla değil. Dışişleri bakanımız, Felipe Pérez Roque, en iyi liderlerimizden birisi ve 40’lı yaşlarda. Yani genç bir kuşak yaratıyoruz. Nüfusumuzun çoğunluğu 40 yaşın altında ve dolayısıyla onları hesaba katmak, pek çok bakanlıkta, pek çok önemli pozisyonda onlara sorumluluk vermek zorundayız.

Ve tabi ki ideoloji de devamlılığın en önemli güvencelerinden biri; çünkü insanlar bu sistemin diğer Latin Amerika ülkelerinde görebileceklerinden daha iyi olduğuna ikna olmuş durumdalar. Bazı aptallar ABD’deki hayata bakıp, bundan şundan Küba’da yok diye düşünebiliyor. Maddi açıdan bakıldığında daha yüksek hayat standartlarına sahip olunması nedeniyle kimileri ABD’ye göç etmeye çalışıyor. Çünkü bir kadillak istiyorlar, daha iyi aletler, elektrikli aletler, daha iyi bir ev istiyorlar… ama bunlar Küba’daki büyük çoğunluğu oluşturmuyor. Büyük çoğunluk mevcut sistemi destekliyor, bağımsızlıktan onur duyuyor, küçük bir ülkenin, küçük bir adanın büyük güce “hayır” diyebilmesinden, ABD’ye kafa tutabilmekten gurur duyuyor. Ve çocuklarını üniversiteye götürebilme güvencesinden, ücretsiz sağlık hizmetlerinden, sahip oldukları sosyal güvencelerden, devletin sağladığı yaşlılık desteğinden, toplumumuzdaki sükunetten, diğer Latin Amerika ülkelerinin aksine Küba’da uyuşturucu ya da suçun yaygın olmamasından gurur duyuyorlar.

İnsanlar sürekli Fidel Castro Küba’yı yönetmeye devam etmezse ne olacağı üzerine fikir yürütüyorlar. Geçtiğimiz aylarda Fidel Castro kimi sağlık sorunlarıyla yüz yüze kaldı ve dolayısıyla ne olduğunu gördük. Küba’da liderlik her zaman olduğu gibi yoluna devam etti. Bu noktayla ilgili olarak söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Evet, tabi ki. Herkes aynı soruyu soruyor, Fidel Castro yok olursa ne olur? Açıkçası bu sorunun cevabı yukarıda söylediklerimde de bulunabilir, buna hazırlıklıyız. Pratikte kardeşi Raul Castro liderlik konumunda. Bunun nedeni Fidel’in kardeşi olması değil, tarih. Ve aslında çok basit; devrimin başlangıcından beri Fidel’le birlikte omuz omuza savaşıyor. Moncada Kışlası baskınında vardı, gençti, neredeyse çocuktu; Granma Yatı’nda vardı, Küba’ya çıktı ve Sierra Maestra’daki gerilla savaşını başlatanların içindeydi, dağlardaki savaşta ilk defa ikinci cepheyi açtı, Oriente ilinde. Diktatörlüğe karşı savaşta çok başarılıydı. En başından beri ordunun başında ve neredeyse 45 yıldır savunma bakanlığı görevini yürütüyor. Küba’nın güvenliğinden sorumlu ve bunu başarıyla sağlıyor. Partinin ikinci genel sekreteri, mükemmel bir örgütçü. Ailesi ve çocuklarıyla beraber ahlaki anlamda da çok saygı gören bir insan.

Dolayısıyla parti önderliği tarafından Fidel Castro’nun ölümü söz konusu olduğunda partinin ve hükümetin başına geçmek üzere seçildi. Ama Raul de genç bir insan değil, neredeyse 76 yaşında. Yaşlı oldukları halde devam edebilen insanlar vardır; genç bir insan değil ama sağlığı iyi.

Fidel Castro, Temmuz sonunda karmaşık bir mide ameliyatı oldu ancak esas sorun Fidel Castro’nun 80 yaşında olması. 80 yaşındaki bir insan herhangi bir sebepten ölebilir. Fidel güçlü ama artık herhangi bir anda aramızdan ayrılabileceği ihtimalini hesaba katmak zorundayız. Belki bir yıl ya da iki, beş, on yıl daha. Ama fani bir kişi ve eninde sonunda ölecek. Biz buna hazırlıklıyız. Yasal anlamda, siyasi anlamda buna hazırlıklıyız. Fidel Castro bir insan. Kübalılar devrimi desteklemek konusunda kararlılar. Küba’da kesin biçimde belirleyici olan şey budur, ABD’nin görüşleri değil.

Küba’da yapay sorunlar yaratmaya çalışıyorlar. Bunu yaparak sorunlar yaratabilirler, askeri sorunlar, terör eylemleri, bunlar tehlikelidir. Biraz önce değindiğim planı kınamaya devam etmeliyiz. Fakat Küba’nın içine bakıldığında herhangi bir sorunumuz yok. Devrimin varlığını ve sürekliliğini tehdit eden herhangi bir sorunumuz yok.

Teşekkür ederiz.

 

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×