Tutunamayan: Disconnectus Erectus

                                                                “Karanlıkta yol alan hikaye karanlıkta son bulur.”

                                                                                                                Jorge Luis Borges

Oğuz Atay’ın “tutunamayan” tipleri üzerine neler söylenmedi ki…

Yayınlanmasının üzerinden on beş yıla yakın bir zaman geçtikten sonra, nereye yatırım yapacağını her halde iyi bilen İletişim Yayınları tarafından Bütün Eserleri adı altında yayınlanan ilk romanı, Tutunamayanlar oldu. Daha sonra, ikinci romanı, Tehlikeli Oyunlar, oyunu, Oyunlarla Yaşayanlar ve öykülerinin toplandığı Korkuyu Beklerken yayınlandı. Oğuz Atay, 70’lerde çok okunmamış, tanınmamış ve önemsenmemiş bir yazardı. Gerçi bazı eleştiri yazıları yayınlanmış, ancak yine de “hakkı verilmemiş”ti. Nedenleri üzerinde kısaca durmakta yarar var.

60’lı yılların sonları ile 70′ lerdeki hızlı politizasyon, gerek politik kadrolarda ve gerekse de geniş kesimlerde bir dinamizmcanlılık doğurdu. Politizasyonu bir tür sosyalleşme anlamında kullanırsak, böylesi dönemlerde kadro ve kitlelerin yurt ve dünya olaylarıyla, sanat ürünleriyle daha yakından ilgilenmeleri, daha çok okuyup tartışmaları beklenmeli. Ancak Türkiye’nin o yıllarında sözü edilen kesimlerde bir entellektüel gelişme ve zenginleşmenin derinlemesine yaşanmadığı söylenebilir. Sağlıklı bir politizasyonun iki yönü olmak zorunda. Oysa Türkiye solu ya da sol kamuoyu, genişlemesine bir politizasyonla sınırlı kaldı, aynı süreci derinleşerek yaşamadı. “Derinleşme”den bilimsel teoriyi, kültür ve sanat alanlarından beslenen bir siyasal olgunlaşmayı kastediyorum. Bu besin kaynaklarından yoksun kalındığında ise teoride ilkelliğe, siyasette sloganlara mahkum olunuyor. Gerçi yine aynı dönemde önemli sayılacak nitelikli edebiyat ürünleri de yayınlandı. Bir Vedat Türkali, Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 47’lileri, aydınları, gençleri, acıları yazdılar; hepsi okunup tartışıldı. Ancak yine de bir kısırlık, hatta bir tür “köylülük” kesinlikle söz konusuydu. Bu dönemde siyasallaşma dalgası içindekilerin bireysel sorunlarına ya da dünya görüşlerine denk düşmeyen konu ve kişilerin yer aldığı eserlerin ve dünya edebiyatının ne ölçüde izlendiği çok tartışmalıdır.

Böyle bir ortamda Oğuz Atay’ın “hakkı” verilmedi, çok okunmadı, tartışılmadı. Belli ki anlaşılmadı ve en önemlisi de düşündüğü anlamda eleştirilmedi. 80’lerde yeniden yayınlandıktan sonra genel bir ilgi, kabul ve beğeni kazandı; en çoğu “zaman zaman sözün şehvetine kapılarak Oğuz Atay’ın aklına geleni yazdığı oluyor”1 şeklinde eleştirildi. Murat Belge’nin 1972’de Yeni Dergi’de yazdığı “Tutunamayanlarda küçük burjuva dünyamız, değerleri, ülküleri, özlemleri, davranış ve düşünce tarzlarıyla zekice alaya alınıyor. Ne var ki bu dünya varolan ve mümkün olan tek dünya gibi konuyor… Küçük burjuva dünyası tek dünya değildir ve Selim’in yaptığı da tek yapılacak şey değildir.”2 türünden bir eleştirisi bile, 80 sonrasında yazılanlardan çok daha değerli ve anlamlı kaldı. Eleştiriler satır aralarına, neye olduğu tam anlaşılmayan övgülerse manşetlere fırladı.

Oysa Atay, toplumsal yaşamda ve bireylerin iç dünyalarında çıkış yolunun asla varolmadığı kısır döngünün, sonu intiharla biten labirentlerin yazıcısıdır olsa olsa. Yalnızca kahramanlarını değil, çoğu yan tipini de sanki tutamadıkları, anlayamadıkları ve müdahale edemedikleri dişliler onları itiyormuşcasına intihara sürükler. İntihar bazı eleştirmenlerce kendini mahvetmenin, giderek yoketmenin bir aracı ve hatta yaşamın olumlanması olarak görüldü.

İntiharın yaşamın olumsuzlanması olduğunu düşünüyorum. Bir parçalanmışlığın göstergesi: “Hayatımda ilk defa bir kesinlik ve bütünlük göstermeliyim.”3   Atay’ı ciddiye almak gerek, öldürüyor…

Özellikle romanlarında ve “Oyunlarla Yaşayanlar”da gerçekten insanı bezdiriyor. Sanki hiçbir şeyi dokunmadan bırakmak istemiyor. Gerçek bir “lafebesi”. Çevresine ve kendisine sormadığını bırakmıyor. Üstelik “ne kendisi, ne de çevresi bu sorulara yanıt bulabilecek gelişmişlik ya da yetişmişlik düzeyine erişmemiştir.”4 Bu kadar kolay olmasa gerek. Dış dünyayı algılarken bir sınıflama, kategorikleştirme ve giderek genelleme, yasalaştırma eğilimi var. Öznel süreçlerin de dış dünyadan etkilenme ve onu değiştirmeye çalışma süreci içinde yine düşünce düzeyinde kategorikleştirilmesi ve yasalaştırılması sözkonusudur. Böyle bir çerçeve içine girmeyen algı biçimleri gerçekten sonsuz çeşitlenmeler içeren dış dünyayı ve “kendi”ni bir kaos, karmaşa, bir cehennem biçiminde tanımlar. Dışarı açılmak giderek zorlaşır. “Başarısızlık” bu süreçte döngüyü tamamlar, bunalım ve intihar onu izler. “…neresini düzelteceğimi bilmediğim bu yaşantımı sürdürmenin anlamsızlığını seziyorum…”5 Kavramlaştırmalar ve zihinsel soyutlamalar olmadan bilim yapılamıyor, dış dünyanın bilimsel bilgisine ulaşılamıyor. Bir tür ampirisizm tuzağından kaçmak olanaksızlaşıyor.

Yalnızca soru ve eleştiriyle sınırlı bir çerçeve ile bizce değerli olan aydınca, yani değiştirip dönüştürmeye adanmış bir tavır örtüşmüyor, birbirine ters düşüyor. Biri ölümü, diğeri ise yaşamı savunuyor. Eleştiri, özeleştiri ve her türden hesaplaşmalar, ayrıntılı olmasa, ya da gizlense de bi mihenk taşını gerektiriyor. Oğuz Atay’da ise yalnızca “tutunamamanın acısı, ya da ayrıcalığı vardır.”6   Eleştiri kendi başına bir amaç halindedir. “Kimsenin yaşantısını beğenmedim: kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.”7 Hiç yaratıcı değil. Atay bakmasını bilmiyor. “İroni gitgide nihilizme varıyor.”8 Atay’ın 80 sonrası çok tutulması ve hatta “moda” olması, toplumun içinde yaşadığı bireysel sınırlar içine hapsolmanın, yalnızlığın, üretimsizliğin bir göstergesi. İdamların, genç intiharlarının, verimin, yoksulluğun arttığı bir dönemde Atay romanı tüketiliyor. Önemli. Ancak geleceğe bir şey bırakacağını sanmıyorum. “Tutunamama”nın bir erdem sayılması bu çağda ve Türkiye’de mutlaka kıyasıya eleştirilmeli. Bilmek ve kıyasıya eleştirmek gerekiyor. Çünkü “bu kitap ne ciddi kavgaların, ne büyük ve yaygın sıkıntıların, ne de ezilen insanların romanıdır: Tutunamayanlar”9

Dipnotlar

  1. Naci, Fethi; 100 Soruda Türk Romanı ve Toplumsal Değişme, Gerçek Yay., İst., 1981, s. 169.
  2. Belge, Murat; aktaran Naci F., a.g.e., s. 369-70.
  3. Atay, Oğuz; Tutunamayanlar, İletişim Yay., İst., s. 644.
  4. Demiralp, Oğuz; Korkuyu Beklerken’in Önsöz’ünden, İletişim Yay., İst., 1987, s. 11.
  5. Atay, O.; a.g.e., s. 486.
  6. Akatlı, Füsun; “Korkuyu Beklerken”, Gergedan Nisan 1987, sayı 2 içinde.
  7. Atay, O.; a.g.e., s. 613.
  8. Naci, F.; a.g.e., s.371
  9. Atay, O.; a.g.e., s.512
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×