Borazanlıktan Özneliğe Medya

Gelenek’in daha önceki sayılarında ve hemen tüm yayın organlarımızda, düzenin, siyasal üstyapı kurumlarının merkezine oturması öngörülen burjuva partilerinin bıraktığı boşluğu, devletin içindeki ve/veya desteğindeki diğer güç ve ideoloji örgütlenmeleriyle (medya, kontr-gerilla vs.) doldurmaya çalıştığını vurgulamıştık 1 .

Bugün gerek krizin çeşitli boyutlarında (özelleştirmeler, parlamenter demokrasinin temsil krizi vs.) gerekse restorasyon uğrağında, burjuvazinin, kendi sesini duyuran medyanın desteğine ihtiyacı vardır. Öyle ki medya zaman zaman “burjuva özne”nin yokluğunu hissettirmemek üzere, “özne”liğe soyunabilmektedir. Medyanın, kapitalist sistemde, yalnız kriz dönemlerinde değil, burjuvazinin görece sorunsuz sömürdüğü dönemlerde de kapitalizmin devamı yönünde gördüğü işlevlerin deşifrasyonu her geçen gün daha önemli hale gelmektedir. Çalışmamızda medyayı kapitalist sistemin bütünü içindeki yeri bağlamında inceleyerek bu deşifrasyona katkıda bulunmayı amaçlıyoruz.

Bugüne kadar çeşitli sol yapıların yayın organlarında medyaya ilişkin olarak yapılan değerlendirmeler Marx’ın Alman İdeolojisi’nden yapılan alıntının ötesine geçememiştir.

“Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir. Başka bir deyişle toplumun egemen maddi gücü olan sınıf aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf zihinsel üretim araçlarını da elinde bulundurur, bunlar o kadar içice girmiş durumdadırlar ki kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır. Egemen düşünceler egemen maddi ilişkilerin fiziksel ifadelerinden başka bir şey değildir” 2 [MARX Karl, ENGELS Friedrich]

Marx’ın saptaması son derece yalın ve net. Bu yönüyle de her şeyin değiştiğini, dünyanın anlaşılmaz bir karmaşıklığa büründüğünü ya da medyanın Susurluk’u ortaya çıkaran dördüncü güç olduğunu söyleyerek sapla samanı karıştıranlara karşı rotamızı kaybetmememizi sağlayan bir fener hala. Ancak restorasyon sürecinde ve öncesinde görülen o ki, medyanın kapitalist sistem içindeki yeri ve önemi tam olarak kavranamadığında saptama unutuluyor ve gemi karaya oturuyor. Ya basın özgürlüğü adına Akşam gazetesi satılmaya kalkışılıyor ya da özellikle Susurluk sonrası “zinde güç” medya ile omuz omuza veriliyor. 24 Temmuz’da Basın Özgürlüğü’ne katkılarından ötürü Morrison Süleyman’a ödül verenleri ise Rıdvan Ağa ile birlikte işçi sınıfına havale ediyoruz.

Marx’ın saptamasının iki yönden zarar gördüğünü düşünüyoruz. Bir kesim, saptamayı olduğu gibi alıp, teoriye katkı yapan diğer tüm çalışmaları yok sayma kolaycılığına eğilimli. Ancak fazlasıyla kabalaştırılan bu görüş medyanın zaman zaman -kimilerine göre sol içerikli- yaptığı yayınları açıklamaya yetmiyor. Dahası insanların varolan koşulları kabullenmesini, desteklemesini ve belki de en önemlisi medyanın egemen sınıf olan burjuvazinin iktidarını nasıl koruduğunu ve her gün yeniden ürettiğini açıklamıyor.

Bir diğer kesim ise tam tersi bir yaklaşım ile Alman İdeolojisi’ndeki paragrafı uçlarda bir yerlere yerleştirerek yok sayma eğilimi taşıyor. Çok indirgemeci ve her şeyi altyapı ile açıklamaya çalışan bir saptamadan yola çıkılamayacağını iddia ediyorlar. Radyo ve televizyonun (ve elbette internetin) olmadığı bir çağda yapılan saptamanın (o günden bugüne iletişim araçlarında teknolojik ilerlemeler yaşanmış olsa da sömürü düzeni temel özellikleriyle devam ediyor) önemini teslim etmiyorlar. Zaten onlara göre günümüzün post-modern dünyasında sınıflar yerini kimliklere (kültürel, etnik) bıraktı, sınıf savaşımı da “medeniyetler savaşına”…

Bu bağlamda medyaya bakışımızı kısaca açıklamak istiyoruz. Öncelikle Alman İdeolojisi’nde yer alan ve marksist medya çalışmalarında önemli bir referans noktası kabul edilen paragrafı tümüyle sahipleniyoruz. Yapılması gerekenin de kabalaştırma ya da sulandırıp bağlamından kopararak bir kenara atma değil, sahiplenip geliştirerek “netleştirme” olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle medyanın kapitalist sistemin neresinde yer aldığını ortaya koyup daha sonra ayrıntılandıracağız. En sonunda da Marx’ın saptamasındaki netliğin ve özlüğün sahiplenerek geliştirilmesinin ve benzer netlik ve sadelikte savunulmasının en doğru hat olduğunu savunacağız.

Medya kapitalist sistemin neresinde?

Belki bir kitap konusu olabilecek sorunun en kısa cevabı şu: “Medya kapitalist sistemde devlet içinde ve/veya desteğinde oluşturulan güç ve ideoloji örgütlenmelerinin bir üyesidir”.

Emek sömürüsünden güçleri ve işlevleri oranında pay alan örgütlenmelerden biri olan medya da giderek artan önemi ile emek-sermaye çelişkisinin bir tarafıdır ve sınıf savaşımında hesaba katılması gereken bir öğedir. Sermaye tarafında yer alan öğeler arasında oluşan çıkar (ve kader) birliği ve aralarındaki “sömürüden daha fazla pay alma” yarışı gözardı edilerek yapılan saptamalar ise her boy reformizme temel oluşturmaktadır. Oysa ki medya diğer öğelerle dolaylı/dolaysız sürekli ilişki halindedir, çünkü onların her birinin varlığı, diğerlerinin varlığına bağlıdır. Zaman zaman meydana gelen anlaşmazlıklar karı-koca kavgasına benzer şekilde “aile” içinde kalır ve dışarıya karşı birlik her şeye rağmen devam ettirilir. Bugün restorasyon uğrağında olduğu gibi bazı öğeler prestijlerinde ve paylarında azalma yaşasa da, sola ve solun açılım kanallarına karşı “eski günlerdeki gibi” birlik korunur.

Bir yandan bu birlik, her ne pahasına olursa olsun korunmak zorundadır. Bir diğer yandan ise bu öğelerin birbirinden bağımsız güçler olduğu gösterilmek zorundadır. Burjuva demokrasilerinde yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrıymış gibi gösterilmesine benzer şekilde ordu, polis, medya vb. de toplumsal meşruiyetlerinin devamı için birbirinden ayrı olduklarını kanıtlamak zorundadır. Nasıl ki sendika ağaları ara sıra sermayeye karşı dikleniyormuş gibi yapıyorsa medya da düzenin tepe örgütlenmesinin dışında, dahası onu denetleyip bize neler yapıp ettiğini aktaran bir “sivil” toplum kuruluşuymuş gibi görünmeye çalışır. Oysa medyanın sermayeden sermayenin iktidar partilerinden, partilerin ordudan, ordunun sendika ağalarından ayrı ol(a)madığını gösteren yüzlerce örnek bakmasını bilene ve bakmak isteyene kendini göstermektedir. Burada medyanın kapitalist düzenin üstyapısal örgütlenmesinin dışında kalmadığını ortaya koymaya çalışacağız.

Düzenin kurumları arasında yapılan görev bölüşümü keyfi değil, işlevseldir. Bu işlevsel işbölümünde sermaye hegemonya, birikim ve meşruiyet krizlerini (bugünkü gibi) gözönünde tutarak bu kurumların emek-sermaye karşıtlığında somutlanan birliğini gözlerden uzak tutmaya çalışır. Bu arada Althusser’in devletin baskı ve ideolojik aygıtları olarak ikiye ayırdığı silahlı kuvvetler, polis ve aile, din, okul, medya gibi kurumların aralarında onları birleştiren “sistemin devamını sağlama” işlevi gözlerden uzak tutulur. Ancak medya özelinde inceleyeceğimiz gibi; “Devletin ideolojik aygıtlarında varolan ideoloji bütün çeşitliliği ve çelişkilerine karşın yönetici sınıf ideolojisi altında aslında her zaman bir birliğe sahiptir ve devletin baskı aygıtlarıyla devletin ideolojik aygıtları arasında sürekli görülen ya da görülmeyen ince ilişkiler mevcuttur” 3 .

Bu nedenle üç-beş polisin medya emekçilerine saldırması, ordunun dine karşıymış gibi gösterilmesi gibi tekil olayları yüzeysel olarak inceleyerek farklı noktalara savrulunmamalıdır. Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Susurluk sonrası medya ile ilgili bu türden savrulmalar yaşanmıştı. Bu savrulmalarda medyanın kendine “basın özgürlüğü”nden yaptığı kalkan etkili olmuştu. Bu nedenle basının tarihsel gelişimi içindeki işlevleri dikkate alınmadan, sermaye ile olan bağı gözardı edilerek yapılan saptamalar düzenin bu kurumuna prestij kazandırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Basın özgürlüğü kavramı ise düzenin diğer güçlerinin medya tarafından denetlendiği varsayımına dayanır ki, bu yasama yürütme ve yargının ayrılığının da sorgulanmadan onaylanması anlamına gelir. Sınırlarını burjuvazinin çizdiği işbölümünde medyanın görevi ile burjuva basın özgürlüğü paraleldir ve her ikisinin de reddedilmesi gerekmektedir.

Bu işbölümünde, liberal ideolojiye göre, medyanın görevi yasama, yürütme ve yargıda varlık bulan toplum iradesinin dördüncü güç olarak denetimi ve yönetenler ile yönetilenler arasında bilgi aktarımıdır. Dördüncü güç sıfatına oynayan medya böylelikle ilk üç gücün sahip olduğu prestijden ve meşruiyetten yararlanırken diğer yandan da onlar gibi bağımsız olduğunu vurgulama şansı elde eder. Bu bağlamda medya meşhur sivil toplum güçlerinin isteklerini yöneticilere duyuran bir aracı kurum olarak görülür. Bunları tarafsız, nesnel, dengeli ve özgürce gerçekleştirecek olanlar da elbette gazetecilerdir. Öyle ya, her fikrin özgürce (!) ifade edilebileceği ve diğer görüşlerle özgürce (!) yarışabileceği eşitler arası bir pazar vardır. Sosyalist İktidar’ın Sabancı’dan aldığı reklamları (eksik olsun) ya da her televizyon bülteninde değerli fikirlerine başvurulan sosyalistleri düşündüğümüzde pazarın eşitlikçi (!), özgürlükçü yapısını anlayabiliyoruz. Fehmi Koru’nun bile bazı şeylerin farkına vardığı (ve utanmadan ifade ettiği) bir devirde yukarıda çizilen resme inanmak saflığın ötesine geçmektir.

“‘Basın çok önemlidir’, ‘Dördüncü ayağıdır erkin’ diyorlar ve bizler de dinliyoruz. Hakikaten çok önemli görevler yaptığımızı kendi kendimize hisseder duruma geliyoruz. Oysa ki bu his çok aldatıcı. Neticede hepimiz belli şartlarda oluşmuş bir ortamda, belli sermayelerin ortaya konulması ile ortaya çıkarılan gazetelerde veya televizyonlarda çalışıyoruz” 4 .

Onun kıvırdığını biz açıklayalım: “Kapitalist sistemin içinde farklı çıkarlara sahipmiş gibi görünseler de hepimiz sermayenin gazete ve televizyonlarında onların çıkarları doğrultusunda (farkında olarak ya da olmayarak) çalışıyoruz. Yaptığımız işi abartmayalım”. Bir holdingin, bir cemaat liderinin ya da burjuva devletin finanse ettiği ve denetlediği bir basın kuruluşunun “basın özgürlüğü”nden söz edilemez. Basın özgürlüğünü devlete karşı tanımlarken sermaye ile basın arasındaki ilişkiyi gözardı edenlerle medyayı tekelciler ve tekelci olmayanlar diye ayıranlar aynı yolun yokuşudur. Oysa biz biliyoruz ki,”…kapitalist feodalizme karşı ‘basın özgürlüğü’ sloganıyla savaş verirken bu savaşı kendi için verdi kendi basını kendi özgürlüğü için… Kapitalist düzende enformasyon ticari bir maldır. Ticari mal olarak görünmediği zaman da ticari düzen için altyapıyı hazırlayan veya destekleyen öğedir” 5 .

Bu bağlamda sosyalist basının da sosyalizm için, sosyalist basın özgürlüğü için savaşım vermesi gerektiğini eklemeye gerek yok.

Medyanın kapitalizmle olan ilişkilerinin tarihi, düzen güçleri arasındaki yerinin anlaşılması için sürekli akılda tutulmalıdır. Basının ve basın özgürlüğünün tarihi paraleldir ve her ikisi de medyanın değerlendirilmesinde önemlidir.

Medyanın kısa tarihi

Gazetelerin ataları haber kağıtları ve haber mektuplarıdır. On dördüncü, on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda zamanın bankerlerini ve ticaret burjuvazisinin sorunlarını çözmek üzere ortaya çıkan gazetenin atalarında, doğudan gelen ya da tüccarın elinde bulunan mallara dair bilgiler ve haberler yer alıyordu. Ayrıca aristokrasi, tebasına duyurmak istediği haberleri (emirleri) yine haber kağıtları ile bildiriyordu. Siyasi iktidardan ruhsat alınması şartıyla ve denetim altında basılabilen bu araçlarda iktidara karşıt düşüncelerin yer almadığını, öylelerine ruhsat da verilmediğini eklemeye gerek yok.

1800’lerin ortalarına kadar az sayıdaki okuma-yazma bilen seçkinlerce okunabilen gazeteler bu tarihten soma kitleye dönük yayma başlamıştır. Bunda okuma-yazma oranının artışının yanı sıra Endüstri Devrimi’nin ulaşım ve iletişimde gerçekleştirdiği gelişmelerin de etkisi büyüktür. Tarih sahnesinde yerini alan burjuvazinin aristokrasiye karşı savaşımında önemli bir araç olarak kullandığı gazeteler [Marx’ın ilk çalıştığı gazete olan Rheinische Zeitung, Ren radikal burjuvazisinin hükümete yaltaklanan gazeteye karşı finanse ettiği bir gazeteydi 6 ]zaman içinde kendilerinin herkesin çıkan için hareket ettiğini tescil ettirdi.

1948’de yayınlanan BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 19. maddesinde bilgi arama ve yayma açısından fikir ve ifade özgürlüğünün varlığını ilan ediyordu. Elbette her burjuva özgürlük gibi bu özgürlük de iyi paketlenmiş ancak içi boş bir özgürlüktü ve sınırları sermaye tarafından çizilmişti. Bugün de basın özgürlüğü ve diğer birçok burjuva özgürlük devlete karşı tanımlanır. Sermayenin, basının özgür olmasının önündeki en büyük engel olduğundan bahsedilmez. Oysa sermayenin çizdiği sınırları aşanlar (“Atakürt” gibi yazılar yazmaya kalkanlar) yine onun tarafından uyarılır (Doğan grubundan kovulur). Eğer uyarıdaki mesajı anlayabilirlerse (Ahmet Altan gibi) Yeni Yüzyıl’da “Tehlikesiz Masallar” anlatmaya geçebilirler. Koray Düzgören’in Yeni Yüzyıl’dan Radikal’e uzanan yolculuğu da benzer nedenledir. Düzen kurumlarının, sosyalist basın özgürlüğünü savunmaya bizler gibi ısrar edenlere, yani sermayenin sınırlarına razı olmayanlara tavrı ise farklıdır. Bu nedenle Metin Göktepe davası sosyalistlerin davasıdır.

Bu noktada gazetecilere getirilen sınırlardan medyaya çizilen sınırlara geçmek istiyoruz.

Kapitalist sistemde medyanın diğer düzen güçleri arasındaki yerinin hareket alanının sınırsız olduğu düşünülmemeli, ayrıca etki ve gücü de abartılmamalıdır. Her darbede askere selam duran ve ancak on yıl soma sınırlı eleştiri yapabilen medyanın bu kaypak tavırları bir yanıyla “basın özgürlüğü” sığınağını da güçlendiren bir olgudur. Medyanın gücünün sınırları diğer kurumların gücü ve meşruiyet alanları ile sınırlıdır. Medya, üyesi olduğu büyük sermayenin reklam pastasını gözardı edemez. Unilever’in temizlik malzemelerinin kanserojen madde içerdiğini hiçbir “özgür” basın kuruluşu duyuramaz. Yerli otomobillerin trafik kazalarında hiç güvenli olmadığını Doğan grubundan herhangi bir gazete ya da televiyondan duymanız mümkün değildir; çünkü otomotiv sektöründe büyük yatırımları vardır. İnterstar’a 500 milyon dolara (değerinin çok altında bir fiyatla) peşkeş çekilen cep telefonu pastasının (Telsim Cem Uzan’ındır) bir karşılığı olmadığını düşünmek saflık olur. OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) ile bu ilişkilere dahil olan ordu, silahlı kuvvet olması nedeniyle medyanın sınırlarını belirleyenler arasındadır. Hükümetin verdiği teşviklerden de medyanın vazgeçmesi düşünülemez. Teşvik rakamları Çiller’in açıkladığı resmi rakamların çok üzerindedir. Düzen kurumlarının meşruiyetleri oranında medyanın işi de kolaylaşır. Bu danışıklı dövüşte medya, sendika ağalarının, parlamentonun, ordunun, sermayenin ve elbette kendinin meşruiyetini desteklemek için onların söylediklerini haber yapar. Onlar da bu halkla ilişkiler şirketleriyle iyi geçinir, reklam verirler. Zaten haber kaynakları düzenin diğer kurumları olduğu için medya haddini bilir ve her gün onların meşruiyetini yeniden üretir. Gücü ve etkisi de bunu her gün yapmasından kaynaklanır.

İşçi eylemlerinde ya da 1 Mayıslardan sonra her ikisiyle de artık bir ilişkisi kalmamış olan sendika ağaları televizyonlara çıkar. Morrison Süleyman’ın her konuşmasında “Yüce Türk parlementosu” demesi, bu kutsama, temsil krizi yaşayan burjuvazinin parlamenter demokrasisinin yaralarını sarmaya yöneliktir. Bu nedenlerle medyanın eleştirisi sistemin kimin çıkarlarının temsiline yönelik kurulduğunu ve devam ettiğini gözeterek yapılmalıdır. Parlementoyu, burjuva demokrasinin tüm kurumlarını ve temsil mekanizmalarını reddetmeden medyayı eleştiremezsiniz. Kendi çıkarlarını toplumun tümünün çıkarlarıymış gibi göstermek zorunda olan burjuvazi iktidarı elinde tutmak için kendi meşruiyetini her gün yeniden kuran ve sorgulanamaz hale getiren medyaya ihtiyaç duymaktadır. “Hiçbir sınıf devletin ideolojik aygıtları içinde ve üstünde hegemonyasını uygulamadan devlet iktidarını sürekli elinde tutamaz” 7 .

Devlet ve medya

Medya ile sermayenin bu denli iç içe geçmişliğine “sınıflar üstü” devlet nasıl izin veriyor? Devletin, sermaye sınıfının proletarya üzerindeki baskısını gizleyip kendini herkese eşit mesafede göstermeye çalışan bir kuram olduğunu düşünen sosyalistler için burjuva devletin sermayeye yasal bir sınır çizmeyeceği açıktır. Devlet, medya ve sermaye ile olan sıkı bağını, sınıflar üstü (!) olduğu için, gözlerden uzak tutmak zorundadır. Ancak yasama organının çıkardığı yasalar, sonuç itibarıyla düzenin bütün kurumlarının güçleri oranında ve emek karşıtlığında uzlaştıkları noktaların ifadesidir. Bu yasalarda düzenin genel çıkarlarının ötesinde bir anlam aramak beyhudedir. 13 Nisan 1994’de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun” medya özelinde bu yansımalarla doludur.

8 bölümden oluşan yasanın yayın ilkelerine ayrılan ikinci bölümü bağımsızlık, bütünlük, milli manevi değerler, toplum huzuru, Türk aile yapısının korunmasını vs. öngörürken, sermayeye de ilke düzeyinde ciddi sınırlar getiriyor: “Özel amaç ve çıkarlara hizmet eden ve haksız rekabete yol açıcı yayın yapılmaması” (Madde 4, k). Yasama organı sermayenin özel amaç ve çıkarlara hizmet etmemesini ilke olarak koyarken şu sorunun cevabını vermeyi unutuyor (!): Sermaye neden medya alanına giriyor? Kamu yararı için trilyonlara varan yatırım yapılması sosyalizmde normal karşılanabilir ama çimento tekeli olmaya çalışan Uzanların (Star) medya alanına girmelerinin nedeninin kamunun değil, ceplerinin çıkarı olduğu açıktır. Bu noktada sermayenin medya alanına girişinin nedenlerine değinmek yararlı olacaktır.

Tarihsel süreçte burjuvazinin palazlanmasına paralel olarak aristokrasiye karşı önceleri aydınlanma bayrağıyla ilerici, daha soma emeğe karşı gerici amaçlara hizmet eden basın bugün de ikinci işlevini sürdürmektedir. Yakın tarihimize baktığımızda 70’li yıllarla birlikte medyanın büyük sermayenin harcı olmaya başladığım görüyoruz. Koç destekli Aydın Doğa’nın Simavi ailesinin yayın organlarını satın alarak, Sabah grubunun ise Çukurova Holding’i de arkasına alarak girdiği süreç, Özal’ın öngördüğü üzere 25 gazeteye (gruba) ulaşılmasını sağladı. Önemli bir silah olarak görülen medya aracılığıyla büyük sermaye bir yandan kendini savunmayı diğer yandan da gereken durumlarda saldırmayı amaçlıyordu. Gazetelerin ve bağlı oldukları holdinglerin geçmiş yıllardaki kar/zarar oranları arasındaki fark bunu gösteren açık bir kanıt. Medya dışı sektörlerde yüksek kar elde eden sermaye gruplarının görece çok daha az kar marjına sahip bir alana girmesi başka bir nedenle açıklanamaz. Ceylan Grubu (CTV) ve Cavit Çağlar (NTV) geç de olsa kendi medyalarının olması gerektiğini düşünerek (Has Holding – HBB gibi) bu alana yatırım yapmaya karar vermişlerdir. Düzen güçleri arasındaki yerini sağlamlaştırmak, daha etkin rol almak isteyen büyük sermaye gruplarının medya alanındaki bu faaliyetlerinin kamu çıkarı aleyhine olduğu açıktır. Özelleştirmelere tam boy destek veren televizyonların ve gazetelerin bağlı oldukları holdinglerin hepsinin sigorta şirketi sahibi olması ile SSK’nın sürekli olumsuzlanması arasında birebir ilişki olduğunu iddia etmek komploculuk sayılmamalıdır. Benzer şekilde zam ve vergilerle emekçilerin sırtından toplanan paraların “iç borç” adı altında peşkeş çekildiği finans kesimi (bankalar) ile medyanın iç içeliği de bu tabloda yerini almaktadır.

Devletin kağıt alımlarında, teknoloji yenilenmesinde, KDV oranlarında vb. medyaya verdiği destek, kamu ilan ve reklamlarıyla daha da artmaktadır. Sonuç itibarıyla denebilir ki, medya düzenin diğer kurumlarını ne kadar sınırlıyorsa onlar da medyayı o kadar sınırlıyor (!). Bazı kesimlerin tekelleşme, yalan haber gibi konularda çözüm beklediği parlamentonun çıkardığı yasaların ne derece etkin olduğu bir günlük medya pratiği ve tablonun okunması ile anlaşılabilir. 23. madde haberlerin tarafsız ve nesnel olmasını güvenceye alır, “Haber ve güncel programlarda mali desteğe izin verilemez” der. Kamunun dengeli bilgilendirilmesini ve fırsat eşitliğini de yayın ilkesi olarak belirler. Dolayısıyla süpürgeye gerek yok bu onların görevi zaten (!). Yasaların sermaye için bir anlam ifade etmediğini en net gösteren “kuruluş ve hisse oranları” maddelerini tabloyu dikkate alarak değerlendirdiğimizde sermaye düzeninde ne devletin yasalarının ne de RTÜK’ün kamu çıkarına uygun yayınlar için bir araç olamayacağı açıkça görülüyor.

* “Aynı şirket ancak bir radyo ve bir televizyon işletmesi kurabilir.”

* “Belirli bir özel radyo ve televizyon kuruluşunda 10’dan fazla hissesi olanlar devletten, diğer kamu tüzel kişilerinden ve bunların doğrudan veya dolaylı olarak katıldıkları teşebbüs ve ortaklıklardan herhangi bir taahhüt işini doğrudan veya dolaylı olarak kabul edemezler ve menkul kıymetler borsalarında muamelede bulunamazlar.”

* “Bir hissedarın bir kuruluştaki hisse miktarı ödenmiş sermayenin 20’sinden ve birden fazla kuruluşta hisse sahibi olanların bu kuruluşlardaki tüm hisselerinin toplamı da 20’den fazla olamaz…” (madde 29)

Sermayenin ayrı şirketlere kayıtlı radyo, televizyon ve gazetelerle rahatlıkla aşabileceği bu maddelere uymaya bile gereksinim duymaması danışıklı dövüşün boyutlarını gösteriyor. 29. maddenin ilk paragrafıyla sermayenin yüzsüzlük abidesi yasaları ile ilgili bölümü bitiriyoruz. Bu paragraf, burjuvazinin yasalarının kendi düzenini meşrulaştırma dışında bir anlam taşımadığının ve basın özgürlüğü için kamu çıkarı için neden sosyalizmin iktidarına ve yasalarına ihtiyaç olduğunun en net kanıtı.

* “Siyasi partiler, dernekler, sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, vakıflar, mahalli idareler ile bu idarelerce kurulan veya bu idarelerin ortak oldukları şirketler, iş ortakları, birlikler ile üretim, yatırım, ihracat, ithalat, pazarlama ve finansal kurum ve kuruluşları özel radyo ve televizyon kuruluşu kuramaz ve ortak olamazlar”.

Restorasyon ve medya

Tüm söylediklerimiz aslında restorasyon sürecinde somut bir şekilde görüldü. Sermaye kriz anlarında üstyapısal örgütlenmesinde bazı değişiklikler yapar. Yapılan bu değişikliklerin nedeni yaşanan krizde, sermayeyi temsil eden kurumların meşruiyetinin zarar görmesidir.

Kriz dönemlerindeki dağınıklığın iki yönü var. Bir yönüyle burjuva öznelerin her birinin kendi özgül çıkarlarını birinci sıraya yazmaya çalışmalarından kaynaklanan dağınıklığın asıl nedeni sistemin kendini yeniden yapılandırmaya ihtiyaç duymasıdır. Restorasyon sürecinde yaşanan bu dağınıklık (nesnel kriz dinamiklerine dayanmakla birlikte) temelde toparlanmaya yöneliktir.

Restorasyon sürecinde düzenin ideolojik-siyasi örgütlenmesindeki görevini aksatmadan kendini bu örgütlenmenin dışındaymış gibi ilk gösteren medya oldu. Medyanın asıl görevini yeniden hatırlamak gerekirse; “Kitle iletişim araçları halka sistemin ideolojisini, Lenin’in deyimiyle, belli bir sınıf egemenliğindeki toplumsal sistemi halkın desteklediği ya da hücum ettiği değerler sistemini öğretir” 8 .

Bunu ihmal etmeden, restorasyon süreci boyunca topluma pompalanması gereken her şeyi sermayenin halkla ilişkiler sorumlusu medya pompaladı. Düzenin kurumları arasında yaşananları, krize karşı alman tedbirleri topluma duyurarak yaşanan hegemonya krizini azaltmakla görevli medya bir yandan sermayenin krizini “hepimizin krizi” diye sunarken diğer yandan da sermayenin uzun dönem çıkarlarına uygun olarak uca savrulan az sayıdaki “kötü” öğeyi “iyi”lerinden ayırdı. Bunları yaparken basın özgürlüğüne, tarafsızlığa sığınan medya elbette bunları düzen güçleri arasındaki dengeler oranında gerçekleştirebilirdi. Yobazlar tam karşıya alınmayacak ama tükürüklerini saçmamaları gerektiği ve iplerinin kimin elinde olduğu hatırlatılacaktı. Devlet soluna destek verilecek, hatta komünistlere alan bırakmamak için bir gazete de onlara hizmet edecekti. Yaşananların dışında kaldığının altını çizip artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söyleyen medya kendi meşruiyet temellerini sağlamlaştırabilmek için sahibinden (yani haber kaynağı da olan burjuvaziden) kemik istemiş, sahibi de ona toplumun önünde prestij kazanmasına yetecek kadar kemik atmıştır. Medyanın kendini düzen güçlerinin kirlenme sürecinin ve meşruiyet krizinin dışındaymış gibi göstermede ne kadar başarılı olduğuna dair en iyi gösterge solun bazı kesimlerinin bile medyanın arkasında durması olmuştur. Oysa zaman zaman muhalif tutumlar takınıyor gözükse de medya, sesi olduğu sınıfın varlık temellerini (dolayısıyla kendi varlığını) dinamitleyemez; aksine korur. Bu nedenle yaptıkları yukarda değindiğimiz noktalar dikkate alınarak değerlendirilmelidir.

“Nitekim medya ara sıra (Pentagon belgeleri ve Watergate Skandalı’nda olduğu gibi) muhalif bir tutum takınabilir, ancak bunu düzeltici bir eylem olarak, kapitalist sistemin uzun erimli çıkarlarını korumak amacıyla yapmaktadır” 9 .

İzzet Kezer Cizre’de özel tim tarafından öldürüldüğünde kendi gazetesi dahi sahip çıkmamış, Kürt illerinde ölen gazeteciler için basın kartları olduğu halde terörist denmiş, öldürülmeleri normal sayılmıştır. Gazetecilerin ve gazetelerin uğradığı haksızlıklar rakamsal olarak ifade edilirken, yüzde 90’ının sosyalist basın olduğu gerçeğini açıklamayan yine bu medyadır. Özgür Ülke’nin bombalanan binası medyada İkitelli plazalarının camındaki kurşun izi kadar bile yer almazken, faşistlerin medyanın kimi kesimlerine dönük saldırılarını “basın özgürlüğü” adına kınayanları “demokratlık” adına düştükleri açmazdan ancak “sınıfsal” bir yaklaşım kurtarabilir.

Son söz yerine “ne yapmalı”?

Konu medya olduğunda söylenecek çok şey var. Basın emekçilerinin çalışma koşullarından, sosyalist basının görev ve işlevlerine kadar birçok konu ciddi bir şekilde ele alınmayı bekliyor. Onlar boynumuzun borcu olsun ama medya ile sermayenin iç içeliğini vurgulamaya çalıştığımız bu yazıyı “Ne Yapmalı?” sorusuna yanıt vererek bitiriyoruz.

Medyanın sistem içindeki yeri ve işlevleri her fırsatta deşifre edilmelidir ve bu deşifrasyon düzenin diğer öğeleri ile olan ilişkileri gösterilerek desteklenmelidir. Medyadan alınan parçalar (makale, resim vs.) eleştirilirken de eleştiri tek parçanın eleştirisinin dışına çıkarılarak sömürü düzeninin çarkları ile ilişkilendirilmelidir. Açıklamaya çalıştığımız gibi medyanın kendi meşruiyeti parlamenter burjuva demokrasisine ve basın özgürlüğü, dördüncü güç olma gibi olgulara dayanmaktadır. Her biri reddedilerek, medyanın “sahibinin sesi” yönü sloganlaştırılmalıdır.

Başa dönersek, Marx’ın saptaması yalınlığıyla ve netliğiyle bugünkü hattımızı belirlemektedir. Bize medyanın “ne” olduğunun anahtarını vermiş olan Marx’ın düşünceleri “nasıl” sorusuna cevap verilerek zenginleştirilmelidir; ancak bu, kazanılmış olan bir hattın (Marx’ın saptaması) zayıflatılmasına yol açmamalıdır. “Tüm gazeteciler sermayenin uşağı mı?” benzeri sorular da “tüm işçiler sermayenin uşağı mı?” karşı sorusuyla cevaplanmalıdır, zira Marx’ın saptamasında komplo teorileri aramakla vakit geçirip, meslek ideolojisini ya da genel anlamdaki ideolojik konumları gözardı edenlerin niyeti daha uzun bir cevabı hak etmemektedir.

Elbette deşifrasyon anlamlıdır, ancak tek başına yetersizdir. Burjuva medyanın alternatifi olabilecek kanalların yaratılması ve bu kanallarla işçi sınıfına ulaşılması gerekmektedir. Ardarda okunan, anlamı bilinmeyen dualar ile kanal değiştire değiştire izlenen dizilerin uyuşturucu etkileri arasında ikincinin yeniliği dışında bir fark olmadığı düşünüldüğünde, bu zordur ama imkansız değildir. Bolşeviklerin benzer sorunları aşarak geldikleri noktayı dikkate aldığımızda, Marx gibi, Lenin’in saptamaları da imkansız görüneni başarmada bizi şevklendirmekte ve yol göstermektedir.

“Bir gazeteden beklenen şey ‘ufak tefek’ teşhirler değildir, fabrika yaşamının belli başlı tipik kötülüklerinin teşhiridir, özellikle çarpıcı olgulara dayanan ve bu yüzden de bütün işçilerin ve hareketin bütün önderlerinin ilgisini uyandırabilecek, bilgilerini zenginleştirebilecek, ufuklarını genişletebilecek ve yeni sanayi bölgelerindeki işçilerin uyanması için başlangıç noktası olabilecek teşhirlerdir” 10 . [LENİN V.İ.]

Bize düşen bu geleneğin hakkını vermek ve sosyalist iktidar için sınıf tavrımızı devam ettirmektir.

Tablo 1

AYDIN DOĞAN GRUBU

Medya Kuruluşlarından Bazıları:

Milliyet, Hürriyet, Radikal, Gözcü, Fanatik, Posta, Tempo, Milliyet ve Hürriyet dergi grupları, Hürriyet Haber Ajansı, Milliyet Haber Ajansı, Hür FM, Radyo D, AD Yayıncılık, Kanal D..

Ticari Kuruluşlar:

Alternatifbank, Dışbank, Doğan Holding, Milta, Yaratım Sağlık, MİL-PA, Ray Sigorta, Ticaret Sigorta, Otokar, Hür İthalat, Hür-Ok, Pen Turizm, Coats İplik Sanayi, Yay-Sat Dağıtım, Hürriyet Ofset…

Kanal D Ortağı DOĞUŞ Holding Topluluğu:

Garanti Bankası, Garanti Sigorta, Geneto General Otomotiv Pazarlama, Done Dondurulmuş Gıda, Doğuş Nakliyat, Doğuş İnşaat, Filiz Gıda Sanayi…

DİNÇ BİLGİN-SABAH GRUBU

Medya Kuruluşlarından Bazıları:

ATV, Sabah, Yeni Yüzyıl, Takvim, Bugün, Yeni Asır, Fotomaç, Aktüel, Sabah Dergi Grubu, Ulusal TV, Medya TV, Birleşik Basın Dağıtım, Bir Numara Yayıncılık…

SABAH’IN ORTAĞI ÇUKUROVA GRUBU

Pamukbank, Yapı Kredi, Çukurova Holding, Halk Sigorta…

UZAN AİLESİ

Medya Kuruluşlarından Bazıları:

Kral TV, Star, Radio Blue, Metro FM, günlük gazete hazırlığı…

Ticari Kuruluşlarından Bazıları:

İmar Bankası, Adabank, Çukurova Elektrik (ÇEAŞ), Kepez Elektrik, Rumeli Elektrik, TELSİM, Medya Pazarlama, Rumeli Holding, Rumeli, Trabzon, Ladik, Urfa Antep Çimento Fabrikaları, Eltern-Tek, Standart İnşaat, Yapı Ticaret, Tunceli Pamuk İplik, İstanbulspor A.Ş., Adanaspor..

EROL AKSOY

Medya Kuruluşlarından Bazıları:

Show TV, Show Radyo, Cine 5, Marie Claire, Aks Radyo TV, Alo Show, Universal Yayıncılık…

Ticari Kuruluşlarından Bazıları:

İktisat Bankası, Factofinans, İktisat Leasing, Emek Sigorta, Uzman Sigorta, MSM mali Müşavirlik, Fransa ve Amerika’da bir banka, Avrupa ve Amerika’da bir Holding…

ENVER ÖREN-İHLAS GRUBU

Medya Kuruluşlarından Bazıları:

Türkiye Gazetesi, TGRT FM, Aksiyon Dergisi, İhlas Haber Ajansı…

Ticari Kuruluşlarından Bazıları:

İhlas Holding ve Otomotiv, elektronik ve gıda alanında çok sayıda şirket…

NOT: Yukarıdaki liste 5 Şubat 1996 tarihli Demokrasi Gazetesi’nden alınmıştır. Gazetenin ulaştığı bu liste o zaman için bile kısa bir listedir. Aradan geçen 2 yılda da bu listeye onlarca şirket, çeşitli medya kuruluşları eklenmiş ayrıca yeni ortaklıklar (BİMAŞ) gerçekleşmiştir.

 

 

Dipnotlar

  1. Gelenek; “Krizde Restorasyon Uğrağı”,Gelenek 54, Mayıs 1997, s. 3.
  2. MARX Karl – ENGELS Friedrich, “Alman İdeolojisi”, çev: Sevim Belli, Sol Yayınları, Ankara 1987.
  3. ALTHUSSER Louis, “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları”, çev: Yusuf Alp, Mahmut Özısık, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994, s.35.
  4. AKSOY Metin (Yayına Haz.), “Devlet ve Basın”, ÇGD Yayınları, 1996, s.36.
  5. ERDOĞAN İrfan, “Uluslararası İletişim”, Kaynak Yayınları, 1995, s.243.
  6. RIAZANOV David, “K.Marx-F.Engels’in Hayatı ve Eserlerine Giriş”, çev: Ragıp Zarakolu, 1990, s. 38-39.
  7. ALTHUSSER L., age, s. 36.
  8. ERDOĞAN İrfan – ALEMDAR Korkmaz, “İletişim ve Toplum”, Bilgi Yayınevi, 1990, s.200.
  9. İRVAN Süleyman (derleyen), “Medya Kültür Siyaset”, Ark Yayınları, 1997, s.113.
  10. LENİN V.İ., “Ne Yapmalı”, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara, 1990, s. 147
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×