Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde sosyalizmin çözülmesi

Alman burjuvazisinin doğudaki sosyalist sistemi kendi varlığı için büyük bir tehlike olarak görmesi ve kuruluşundan itibaren yıkılması için her türlü yöntemi kullanarak çalışması komünistler için sır değildi. Zaten Alman burjuvazisi de bunu 1970’li yıllara kadar hiç saklamadı. 

Kod ismi de vardı: ”X Günü”; günü tam belli değildi, ama bir gün mutlaka öyle veya böyle gerçekleşecekti. Bununla ilgili bakanlık bile vardı1: O gün geldiğinde yapılacak işler ayrıntısıyla planlanmıştı.

Uzun yıllar Bavyera Eyaleti’nde başbakanlık yapan ”muhafazakâr ve vatansever” J. Strauss, 60’lı yıllarda Federal Savunma Bakanı’yken ABD’li yetkililere ADC’ye atom bombası atılacak en uygun yerlerle ilgili raporlar hazırlıyordu.

SPD, iç istihbarat örgütüyle birlikte ADC üzerine istihbarat toplamak ve oradaki anti-komünist muhalefeti örgütlemek için ”Doğu Bürosu”nu2  kurmuştu. Burada eski Nazi, yeni demokrat istihbaratçılarla ADC’deki sosyalizmi beğenmeyen ”Marksistler” el ele ”daha iyi bir sosyalizm” için kafa yoruyorlardı!

Olmadı. 

Sovyetler Birliği bile uzun sayılabilecek bir süre sosyalist Almanya ile ilgili net bir strateji kuramadı. Stalin’den sonra ADC’nin SSCB’ye finansal maliyetini gündeme getirenler olsa bile, ADC sosyalist sistemin batıdaki son mevziiydi. Üstelik hem sosyalizmde hem de dostlukta samimiydiler.

ADC’nin istikrara kavuşmasından sonra, bu ülkeyi FAC (Federal Almanya Cumhuriyeti) veya diğer emperyalist ülkelerle ”barış” oluşturma yolunda bile olsa, engel görmek, sosyalizmi bir bütün olarak gözden çıkartmayı da kabul etmiş olmak anlamına gelecekti.

Özellikle 1961’de, görünüşünün çirkin olduğu yadsınmayacak Berlin Duvarı ile Alman emperyalizminin çirkinliklerine bir sınır çekilince, ADC toplumu ve ekonomisi istikrara kavuştu.

Küba Krizi sırasında, çıkabilecek bir nükleer savaşın muhasebesini yapan ABD ise, kendisine çok büyük zarar vermeden Sovyetlere ve müttefiklerine saldıramayacağını anlamıştı. 

Artık yeni bir strateji gerekiyordu. Yumuşama, yani zamana yayarak daha sofistike yöntemlerle mücadele edilecekti sosyalizmle.

ADC üzerinde SSCB’nin ciddi bir etkisi olduğunu yadsımak doğru olmaz. Tıpkı,  FAC üzerindeki ABD etkisi gibi. 1971 yılında Walther Ulbricht’in yerine Erich Honecker gelirken, burada Sovyet inisiyatifi de önemli rol oynadı. (1969 yılında Şansölye olan ve tıpkı kendinden öncekiler gibi ABD’nin gözdesi Willy Brandt, ilk resmi imzasını, ABD-Britanya-Fransa elçilerinin hazırladıkları ”Ahde Vefa” belgesine atmak zorunda kalmıştı.)

Her iki ülke de, ADC ve FAC, savaşla barışın kesiştiği sınırda komşuydular ve her ikisinde yüz binlerce müttefik askeri bulunuyordu. 

1989’da ADC’deki Gorbaçovcu karşı devrim ile bağlantılı gelişmeleri anlayabilmek için bu arka planın aklımızın bir köşesinde durmasında yarar var.

70’li yıllardan 80’lere yumuşama

1970’li yıllara geri dönersek, bu yıllar ADC’nin ekonomisini geliştirirken, konut sorununu da çözüme kavuşturduğu dönemdi. Böylece emekçilerin yaşam standartları oldukça artmıştı. Yine bu yıllarda, halkın yönetime katılmasının olanakları da arttı.

Brandt’ın ”Yakınlaşarak Değişim” temelli yeni doğu politikası, ADC açısından hem devlet olarak tanınma hem de batı komşusu FAC’den gelebilecek askeri tehditlerin azalması, güvenlik anlamında olumluydu. 

Dikkatli olunacak tek konu, ideolojik ve siyasi konularda uyanıklığı elden bırakmamaktı.

Hatırlamak gerekir ki, sosyal demokrat Brandt, dışarıda sosyalizme karşı yumuşama politikasına başlarken, içerde ”Radikaller Kararnamesi”yle solcuları daha yoğun bir şekilde fişletirken, yasal bir parti olan Alman Komünist Partisi’yle bağlantılı olduğundan şüphelenilen postacısından, demiryolu makinistine on binlerce solcuyu devlet görevinden uzaklaştırıyordu.3

Avrupa’da ise neredeyse bütün Avrupa devletlerinin ve ABD’nin katılımıyla 1975’te imzalanan AGİK Belgesi, daha sonra emperyalist ülkelerin insan hakları bahanesiyle sosyalist sisteme müdahalesinin kılıfı olacaktı. Ama bu anlaşmayla imzacı ülkeler arasında kuvvet kullanılmaması ve içişlerine karışmama da kabul edilmişti. 

Rahatlayan diğer sosyalist ülkeler gibi ADC’de halkın tüketimine ağırlık veren bir politika izlemeye başladı. Yatırım bütçesini kısmadan en kısa sürede tüketimi arttırmak, en kolay emperyalist ülkelerden alınacak borç parayla yapılabilirdi. Onlar da buna zaten hazırdılar.

1980’li yıllarda bazı sosyalist ülkeler, bu borçlar nedeniyle IMF’in ve dolayısıyla sermayenin kıskacına girerken, ADC batılı döviz cinsinden dış borç stokunu belli bir limitte tuttu.

Bunda başta Honecker olmak üzere SED yönetiminin büyük payı vardı. Buna göre, temel tüketim maddelerinin fiyatları sabit olacak, yani değer yasası geçerli olmayacaktı. Piyasaya alan açmaktansa, sınırlı şekilde başta FAC ‘den olmak üzere, batılı ülkelerden dış borç alınacaktı.

Kapitalist Almanya ile yürütülen tüketim üzerinden rekabette ise bir sorun vardı. Sosyalist ülkelerin aksine kapitalist ülkelerde tüketim maddeleri eşit dağılmıyordu ve bunların pazardaki çokluğu, üretici bağımlı kapitalist ülkelerdeki yoksullukla bağlantılıydı. 

Alman burjuvazisinin işçi sınıfını sosyalizmden uzak tutabilmek için verdiği sosyal-maddi tavizler 60’lı yılların ikinci yarısında tavan yapmış, 73 Petrol Bunalımı’ndan sonra ise, toplum tarafından pek hissedilmese bile, sermayenin baskısıyla reel olarak düşme eğilimine girmişti.

İdeolojik mücadele

ADC’de ise 1980’lerdeki ideolojik konulardaki düşüncesizlik, parti kadrolarını da etkilemeye başlamıştı.

Sosyalist ülkelerde 60’lı yıllardan beri bir hızlandırılan, bir dizginlenen iktisadi reformlarla, sosyalizan bir piyasa düşüncesi belli bir meşruluğa kavuşmuştu. İşletmelerin toplumsal yarar ve verimlilik değil de kâr kıstasıyla değerlendirilmesi ve özerklikleri, etkisini en çok sosyalist iktisatçılar üzerinde gösteriyordu. Zaten 60’lı yıllardan beri sürdürülen Bilimsel-Teknolojik-Devrim tartışmalarında, iktisadi kararlarda partinin değil de meslekten iktisatçıların karar alması talebi belli bir olgunluğa erişmişti.

80’li yıllardan itibaren SED’nin Siyasi Büro’sunda (SB) Honecker üzerindeki fiyat sübvansiyonlarının düşürülerek, devlet bütçenin rahatlatılması baskısı sürekli artıyordu. Yukarda da söylendi, bu Honecker’in kırmızı çizgisiydi.

İktisadi veriler, özellikle de emperyalist ülkelere olan borçlar, SED yönetiminin en hassas olduğu diğer alandı.

Aynı sorunlar SSCB’de de vardı. 1985’te SBKP Genel Sekreteri olan Gorbaçov,’un, halefi Çernenko’nun ağır hastalığı nedeniyle çok daha önceden fiili olarak MK ve SB’de etkisi çok artmıştı4. Gorbaçov yapısal ekonomik bir sorunu olmayan, ama sosyal olarak durgun SB’yi değişime zorlamak kararındaydı. 

İhtiraslı ama bilgisiz ve hazırlıksız Gorbaçov’un uygulamaya koyduğu reformlar, genel olarak bilindiği var sayıldığından burada tekrarlanmayacak. Yalnız, Gorbaçov’un daha genel sekreter olmadan, sosyalizmden umut kesmiş kadrolarla bir araya geldiği ve merkezi kurullarda bunların önünü açtığı biliniyor. Hatta  Şevardnadze ile 1985 yılında Pitsunda’da bir araya gelen Gorbaçov’un, onlar birlikte Perestroyka’nın ana hatlarını belirlediğini biliyoruz.5

Yalancı bahar: Emperyalizmle sosyalizm arasındaki yumuşama dönemi

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde 1960’lı yılların başından itibaren istikrar kazanmaya başlayan sosyalist düzen, 70’li yılların ortasından itibaren her alanda oturmuş, kökleşmeye başlamış bir görünüm veriyordu.

ADC’de sosyalizmin çozülüşüne çok kısa bir süre kalana kadar, Federal Alman analistleri de bu istikrarı temel alan çözümlemelerde bulunuyorlardı.

Bir yıl kadar bir süre içinde ise sosyalizm Almanya’nın doğusunda çözüldü. 

Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde sosyalizmin çözülmesinin nedenleri

Sosyalizm Almanya’da nasıl çözüldü sorusunu, reformcu kadroların ihanete varan aymazlığıyla diye yanıtlamak, yanlış olmasa gerek. Sağlam kadrolar geri adım atmıyorlardı. Önlerindeki bataklığın farkındaydılar, hemen arkalarında son dönem Sovyetler Birliği tarafından açılan çukurun ise farkına bile varmadılar. O da sosyalizmin mezarı oldu. Öldürücü tekmeyi ise emperyalizm vurdu.

Sosyalizm Almanya’da nasıl çözüldü sorusunu, reformcu kadroların ihanete varan aymazlığıyla diye yanıtlamak, yanlış olmasa gerek. Sağlam kadrolar geri adım atmıyorlardı. Önlerindeki bataklığın farkındaydılar, hemen arkalarında son dönem Sovyetler Birliği tarafından açılan çukurun ise farkına bile varmadılar. O da sosyalizmin mezarı oldu. Öldürücü tekmeyi ise emperyalizm vurdu.

Tarihe böyle bakılmaz, ama sosyalizmin yıkılmasını gerektirecek ekonomik, askeri ve siyasal alanda çözülmesi imkansız büyük bir sorun, SSCB’de olmadığı gibi ADC’de de yoktu. 

”Neden sosyalizm çözüldü?” sorusunun yanıtı ise, burjuvaziyle siyasi-ideolojik mücadelenin boş bırakılmasındandı. Çoğu KP MK’sında ideolojik işlerden sorumlu üyeler sanki sadece Marx ve Lenin alıntılarından sorumluluk taşıyorlarmış izlenimi veriyorlardı. SSCB KP’sinin son döneminde Gorbaçov’un ardından ikinci adam konumundaki Y. Ligaçov anılarında, Gorbaçov’un yardımıyla Andropov tarafından kendisine parti kadroları ve ideolojiden sorumlu MK üyeliği verildiğinde, söylenenleri şöyle nakleder: ”Yigor, sen bu işlerden anlarsın”. Buna, Yigor’un da şaşırdığını anlıyoruz…

İdeolojik ve siyasi hattın boş bırakılması, sonuçta sağlam kadroları da etkiledi. İlerleyemediler, düştüler. Boşluk, elinde kızıl bayarak sallayan burjuva ideolojisi tarafından doldurulmuştu bile.

ADC’de de durum pek farklı değildi. Son dönem gençlik kaybedilmişti. Yani Gorbaçov hayranıydılar. Trajedi şuydu ki, Sosyalist Birlik Partisi (SED) Genel Sekreteri Honecker, partinin gençlik örgütü FDJ’nin başında yıllarca başarıyla çalışmıştı.

Sputnik dergisinin yasaklanması

Honecker önderliğindeki SED, en azından üst düzey kadroların bir kısmı, Gorbaçov reformlarına soğuk durmakla birlikte ciddi bir itiraz da getirmediler. Hiç adım atılmadı değil. Sovyet dergisi Sputnik’in Kasım 1988’de ADC’de dağıtımı durduruldu. Bazı yeni dönem anti-komünist Sovyet filmlerinin gösterimine de izin verilmedi. 

Partinin durumunu anlamak için SED üyesi akademisyenlerle, bir MK üyesinin Sputnik’in yasaklanması ile ilgili  tavırlarını karşılaştıralım.

İlkin, o dönem Bilimler Akademisi Tarih Merkez Enstitüsü’nde çalışan Kurt Gossweiler’in Sputnik’in yasaklanması sonrası enstitüdeki parti biriminde yaşanan tartışmaya ilişkin yazdıklarına bakalım: ”Sputnik’in yasaklanması parti biriminde büyük kızgınlığa yol açtı. Bir noktada hepimiz hemfikirdik: Derginin bu sayısına gösterilen resmi tepki inanılmaz bir aptallıktı.” Posta Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre, Sputnik Alman-Sovyet dostluğuna katkı koymadığı gibi, tarihle ilgili çarpıtılmış haberlere yer veriyordu. Herkes bu kararın ardında Erich Honecker’in olduğunu bilmesine rağmen ”o kendisine yakışmayacak bir şekilde Posta Bakanlığı’nın arkasına gizleniyordu.”

”Yoldaşlarıma, her şeye rağmen öfke ve kızgınlıklarını ilk önce Sovyet dergisinin küstahça yaydığı anti-komünist propaganda ve kışkırtmaya karşı göstereceklerine, bu kışkırtmaya karşı yanlış tepki verseler de bizim kurumlarımıza karşı göstermelerine şaştığımı söylediğimde, kelimenin gerçek anlamıyla orada tek başıma kalmıştım. ‘Gorbi’ çoktan ‘Partili Aydınların’, -Enstitüdeki çalışma arkadaşlarımın çoğu SED üyesiydiler- Sovyet emareleri göründüğü müddetçe karşı devrimi savunmalarının yolunu açmıştı.”6 

Bu konuyla ilgili, 1988’de SED MK üyesi ve FDJ Birinci Sekreteri olan Eberhard Aurich’in aradan yıllar geçtikten sonra yazdıkları da çok ilginçti. Gençlik örgütünün başındaki Aurich, 1988’de 42 yaşında, 7 yıldır MK üyesi olan ”genç” ama deneyimli olduğunu kabul etmemiz gereken partinin üst düzey yöneticilerinden biridir. 

Yukarıda bahsedilen Y. Ligaçov’un anılarını okuduktan sonra Aurich, 2013 yılında şunları yazmaktadır: ”Bu kitabı okuduktan sonra Erich Honecker’in SBKP’nin Perestroyka’sına neden karşı olduğunu daha fazla anladım. … (SSCB’de olan) Birçok şeyden haberimiz yoktu. Eğer Sovyet parti önderliğinin bir kesiminin, foyası ortaya çıkan tarih kitaplarına karşı muhalefetini bilseydik, ADC yönetiminin bu konudaki kararlarını (Sovyet filmleri, Sputnik) daha iyi anlardık… Parti önderliğimizde suçladığım, bu haliyle Perestroyka ve Glasnost’u red etmeleri değil, ancak bu konuda tartıştırmadıkları, itirazlarının nedenlerini açıklamadıkları ve bizde yanıt arayan soruların biriktiğini fark etmemeleriydi”. 7

Auchrich’in itiraflarının samimi, anlattıklarının ise temel olarak doğru olduğuna kuşku olmamalı. Ama partinin gençlikten sorumlu bir Merkez Komite üyesinin, kendisini üst düzey yönetici saymamasını kibarlıkla açıklamak zor. Bilgisizliği ise bir fikir veriyor. 

Aurich’in sorununun bilmemekten ziyade, gelişmelerin anlamını kavrayamamaktan kaynaklandığını iddia etmek, yanlış olmasa gerek. Çünkü Aurich, Honecker’in, FDJ sekreteri olarak kendisini sık sık Sovyetler’deki gelişmeler konusunda dikkatli olması için uyardığını da yazıyor. Aurich’in takmadığı anlaşılıyor. Gerisi yok. Aurich’in sızlanmaları, 18 yaşındaki FDJ yöneticilerinde biri yapsa anlamlı olacakken, 40 küsur yaşındaki bir MK üyesinden geldiğinde, doğru olduğu ölçüde traji-komik de oluyor. 

Honecker ve yoldaşları gidişatı görüyorlardı, ama çaresizlerdi. Yasaklayarak,  kolay yolu seçiyorlardı; diğer türlü mücadele etmek gerekecekti.

Zayıflık, iddia edildiği gibi çok yaşlı olduklarından kaynaklanmıyordu. Çünkü bunu iddia eden komünistler, daha sonra onlardan daha yaşlı Fidel için henüz ”erken” diyorlardı. Honecker, Mielke, Keßler… Fidel gibi yaşlıydılar; sosyalizmi savunuyorlardı ve komünisttiler. Fidel’den tek farkları devrimci bir enerjilerinin kalmamasıydı. Acı ama… Artık devrimci değillerdi.

Genel düşünce şöyle özetlenebilir: ”Sovyetler Hruşov dönemini atlatmıştı; bu da geçecekti. ADC’de üretim araçları üzerinde özel mülkiyet yoktu. O zaman üst yapıda egemen olan da elbette sosyalist ideoloji olacaktı.  Demek ki burjuva sınıfı için bir toplumsal bir temel de yoktu. Vatandaşlar da sosyalist ideolojiyle iyi bir eğitim aldıklarına göre…” 

Burada artık sınıf mücadelesine, ideolojik mücadeleye yer ve gerek kalmıyordu…

Üstelik ordusu güçlüydü, Kızıl Ordu da yanlarındaydı; istihbarat örgütü ise FAC ve NATO’nun kılcal damarlarına bile sızmıştı. Aynı istihbaratın yine bir efsane sayılan başkanı ise ADC’nin son döneminde burjuva muhalefetinin düzenlediği mitingde konuşmacı olarak boy gösteriyordu.

Şimdi, ADC’nin ideolojik ve siyasi mücadele alanını nasıl boşaltığını daha genel üç örnek üzerinden irdeleyebiliriz.

Kahverengi kitap

1965 yılında ADC Savaş ve Nazilerin Suçlarını Araştırma Komisyonu, ”Kahverengi Kitap: Federal Almanya’da Savaş ve Nazi Suçluları” adlı kitabı bir basın toplantısıyla dünya kamuoyuna tanıttı. Kitapta Federal Alman devlet aygıtında, ekonomide, bilim alanında çalışan üst düzey eski Nazi’ler, belgelerle teşhir ediliyordu.

Kitap Federal Alman egemenleri tarafından ”komünist propaganda” olarak tanımlanırken, suçlamalar da red ediliyordu. Buna rağmen ADC’nin gerek daha önce gerekse bu kitapla açığa çıkardığı birçok Nazi geçmişine sahip yönetici ya istifa ettiler, ya da sessizce kenara çekildiler. Kitap sonuncusu 1968’de olmak üzere üç baskı yaptı. 

Kitabın 1967 yılında batıda, Frankfurt Kitap Fuarı’nda yasaklanarak el konulması büyük bir skandala neden oldu.

Ama 1968’den sonra  kitap bir daha ADC’de basılmadı. 

1969 yılında sosyal demokrat Brandt Federal Almanya Şansölyesi olmuş ve ADC’ye karşı yumuşama siyasetini uygulamaya başlamıştı. Ama eski Naziler hâlâ görevdedirler. Brandt, Doğu Politikası’nı başlatırken, FAC’de yeni bir komünist avı başlatmaktan da çekinmeyecekti.

SED’li Alman komünistleri ise yumuşama siyasetini baltalamak istemiyorlardı…

Tarihçilerin kalem savaşı

1986-87 yılları arasında önce Federal Alman tarihçileri arasında başlayan tartışma, kısa sürede diğer sosyal bilim disiplinlerindeki uzmanlar ve gazetecilerin de katılmasıyla uzun sürecek büyük bir mevzi savaşına dönüştü.

Faşizm konusunda çalışmalar yürüten tanınmış muhafazakar tarihçi Ernst Nolte, 1986 yılında sermaye çevrelerinin amiral gemisi FAZ gazetesinde yayınlanan makalesinde, Nazi dönemindeki imha kampları ve katliamların Sovyetler Birliği’ndeki uygulamalardan (Gulag) örnek alındığını iddia ediyordu. Nolte daha da ileri giderek, Nazilerin Sovyet barbarlığından ve saldırısından korktukları için, ilk önce saldırarak önleyici bir müdahalede bulunduklarını yazıyordu. Nolte, bu ve benzeri düşünceleri daha önce yazdığı kitaplarda da dile getirmiş ama bu ciddiye alınacak bir tartışmaya yol açmamıştı. Jürgen Habermas’ın FAZ’deki yazıya verdiği yanıtla, tartışma kimsenin beklemediği bir şekilde, çığ gibi gelişerek internetin olmadığı bir dönemde günlük gazete ve periyodik dergilerde yayınlanan binden fazla makale ve televizyon tartışmalarıyla geniş kitlelere ulaştı.

Emperyalist ülkelerin her alanda saldırıya başladıkları bir döneme girilmişti. Federal Almanya’da Şansölye H. Kohl’ün başında olduğu muhafazakar-liberal koalisyon hükümeti, Nazi dönemiyle ilgili revizyonist bir tarih anlayışını yerleştirmek istiyordu. Kohl ile ABD Başkanı Reagan’ın 5. Mayıs 1985 yılında (Nazilerin teslim anlaşmasını imzaladıkları 8 Mayıs 1945’in 40. yıldönümünden bir iki gün önce) Bitburg’daki SS askerlerinin mezarlığını ziyaret etmeleri, Tarihçiler Tartışması’nın durup dururken çıkmadığını gösteriyordu.

Başka ülkelerden de tarihçiler tartışmaya katılırken, ADC’de yayınlanan bir iki makale dışında bu tartışmanın SED’yi bir kenara bıraksak bile, basın ve akademi çevrelerinde bile hiç yankı bulmaması ilginçti. Çünkü tartışma kimin kime saldırdığından çıkarak, komünizmin faşizmle, Sovyetlerin Nazizmle eşitlenmesine gelmişti. 

Aslında tartışılan, ismi pek geçmese de ADC’ydi!

Üstelik, Federal Alman televizyonlarında yayınlanan ve anti-komünist yorumların ağır bastığı konuyla ilgili tartışma programları ADC’de de izleniyordu!

İlk bölümde, Sputnik dergisinin yasaklanmasına değinilmiş, yasaklanma gerekçesi belirtilmesine karşın, dergide ne yazıldığı özellikle açık bırakılmıştı. Okuyucuyu meraklandırmak için değil, saçmalıkları tekrarlamamak için.

Sputnik, Nolte’nin SSCB ile ilgili yazdıklarının aynısını tekrarlıyordu: Stalin olamasa Hitler de olmaz… Alman sermayesi Naziler’in sorumluluğundan kurtarılıyor, Stalin suçlu ilan ediliyordu. Sovyet dergisindeki makalenin yazarı, elbette ki Tarihçiler Tartışması’nı başlatan Ernst Nolte değildi!

SED iş işten geçtikten sonra tavır alıyor ama artık üst düzey yöneticiler bile ne olduğunu kavramaktan aciz görünüyordu.

SED – SPD ortak strateji belgesi (OSB)

1984 yılından beri SED ile SPD arasında, düzenli olarak temel siyasi, ideolojik ve toplumsal konular hakkında konuşmalar gerçekleştiriliyordu. 1986 yılında bu tartışmalarda oluşan ortak düşüncelerin yazıya dökülmesi kabul edildi. Böylece 1987 yılında ”İdeolojilerin mücadelesi ve ortak güvenlik” başlığında bir belge, Bonn ve Berlin’de (doğu) eş zamanlı yapılan basın toplantılarıyla kamuoyuna duyuruldu. 

Belge hem ADC’de hem de FAC’de farklı tepkilerle karşılaştı. Buna göre sosyalizmle, kapitalizmin barış içinde bir arada yaşamalarını hedefliyordu. Sistemler arası rekabet, hangi sistemin insanlığın genel sorunlarına daha etkili çözüm bulabileceği yönünde yürütülmeliydi. Her sistem bir diğerinin var olma hakkını kabul etmeli ve karşılıklı olarak barış yönünde tavır almalıydı. 

Belge hazırlandıktan sonra SED Siyasi Büro’sunda (SB) tartışıldı. Küçük değişikliklerle kabul edildi. Bu toplantıya katılmayan SB İdeoloji Komisyonu Başkanı Kurt Hager’in Belge’de itiraz ettiği nokta ”Emperyalizmin doğası gereği barışçıl olmadığı”ydı. ”Emperyalizm zorlanarak barışa hazır hale getirilmeli”ydi.

SED yönetimi, belgeyi ve olası olumsuz etkilerini başından beri ciddiye almamış, hatta ilgilenmemişti. Nasılsa konu ağırlıklı olarak teori ve ideoloji üzerineydi.

Komünistlerin, içinde yaşanılan zamanın temel özelliğinin sosyalizme geçiş çağı olduğu vurgusu, yerini farklı sistemlerin birbirleriyle barış içinde yarıştığı bir döneme bırakmıştı. Emperyalizmin saldırganlığı, yerini barışa zorlanabilecek bir emperyalizme bırakıyordu. Kapitalizmin yıkılışı öngörüsü de, reforma açık bir kapitalizm tanımıyla yer değiştiriyordu.

Asıl sorun ise, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki mücadele ettikleri sınırının genişletilerek SPD’ye burada iki bölgeye de açılan meşru bir alan verilmesi oldu.

Elbette herkes bu durumu hemen kabullenmedi. Ama belgenin ADC sosyalizmine verebileceği büyük hasarı burjuvazinin eli kalem tutan kesimleri çabuk fark ettiler. Spiegel dergisinde yer alan bir değerlendirmede, belge ‘’ADC’de olası bir Perestroyka girişiminin Magna Charta’sı’’ olarak nitelendiriliyordu.

ADC istihbarat örgütü, SPD’nin önde gelen yöneticilerinin 1987 sonundan itibaren ülke içindeki üst düzey kilise yöneticileriyle artan sayıdaki görüşmelerini rapor ediyordu.8  O döneme kadar sayısı bütün ADC’de birkaç bini geçmeyen ve çoğu birbirleriyle bağlantılı olmayan muhalefet, kilisenin şemsiyesi altında kısa sürede örgütlenip, ”sosyalist demokrasi” mücadelesini sokağa taşıyacaktı.

SED yönetimindeki Honecker ve yakın çevresi Gorbaçov reformlarına samimi şekilde karşı çıkıyordu. SPD ile birlikte imzalanan ortak deklarasyondaki görüşlerin Gorbaçov’un temel tezleri olduğu ise fark edilmiyor, daha büyük bir ihtimalle de önem verilmiyordu. Hatta görüşmelerin Gorbaçov’un genel sekreterliğe gelmesinde önce başladığı ve belli bir olgunlığa geldiği hesaba katılırsa, Gorbaçov’a kopya verildiği bile -abartılı da olsa- söylenebilir.

Sosyalist ülkeleri burjuva cehennemine götüren yol, dikkatsizce çiğnenen sosyalist ideolojinin temel taşları ile döşenmişti.

Dışarda ise,  ”sosyalizmin en ileri mevzisi” Sovyetler Birliği’nde yeni bir döneme girilmişti. Kâr-zarar hesapları ekonomiden dış ilişkilere, oradan müttefiklerle olan ilişkilere uzanmıştı. SSCB’deki gelişmeler, ADC yönetimi tarafından endişeyle karşılansa da, bunun ihanete varacaği son ana kadar fark edilmedi veya kabul edilmedi.

Gorbaçov döneminde ADCdeki Honecker karşıtı Sovyet faaliyetleri

Honecker’in başını çektiği SED kadrolarının bir bölümünün Gorbaçov reformlarına karşı olduğu ve ADC’de bunların uygulanmasına engel olduğu biliniyor ve yukarda da bir kısmına değinildi.  Zaten bu reformlar SB’de başarılı olsa ADC’de kimse bunların uygulanmasına uzun süre engel olamazdı. Başarısız olunduğunda ise,  ADC ve Honecker’in SBKP içindeki reform karşıtı güçler üzerinde, örnek olma, cesaret verme anlamında bir etkisi olacağı muhakkaktı.

Ama asıl sorun, sosyalist Almanya var olduğu müddetçe kapitalist Almanya ile pürüzsüz bir ilişkinin olamayacağıydı.

Önce Gorbaçov’un Honecker’i devirmek için uyguladığı plana bakalım.

1987 yılının hemen başında ADC’nin Dresden kentinde gizli bir toplantı gerçekleştirilir. Toplantıya KGB Başkan Yardımcısı Vladimir Kryuşkov (sonradan KGB Başkanı oldu, 1991’deki darbe girişimine katıldı), SED MK üyesi ve Dresden Bölgesi Birinci Sekreteri Hans Modrow (SED içindeki saray darbesinden sonra başbakan olarak ipleri FAC’ye teslim etti) ve Marcus Wolf katıldılar. Wolf, 1953’ten 1986 yılında istifa edene ya da ayrılmaya zorlanan kadar ADC dış istihbarat teşkilatını yönetti ve gizli tutulan toplantıda resmi kimliği olmayan tek kişiydi. Toplantıda, Modrow’un öncülüğünde, Honecker’in düşürülerek Gorbaçov reformlarının ADC’de uygulanmasının olanakları üzerinde görüşüldü.9  Yine aynı zaman diliminde Gorbaçov, SBKP SB’sine ”Honecker’in Sovyet yönetiminden uzaklaştığı” bilgisini veriyordu. Planın, Ulusal Halk Ordusu’nun, diğer bir ifadeyle Heinz Keßler’in (Kessler) darbe girişimine destek vermemesi üzerine iptal edildiği iddia edilse de, prestiji ve etkisi (dış istihbarat teşkilatında) yüksek ama artık resmi bir görevi  olmayan Wolf’un, SED SB’sinin etkili üyelerinden destek bulmadan, sadece bir MK üyesiyle yönetimi değiştirmesi olanaklı ve mantıklı gözükmüyor.  Üstelik, yönetimle ilgili sadece Modrow’un değil, Wolf’un da beklentileri vardı.

Bu girişimin, Honecker’i devirme hazırlığının ilk yoklamalarından biri olduğunu kabul etmek daha doğru olsa gerek. Bu dönem Dresden ve Leipzig arasında KGB’ya bağlı  ”Luç” adı verilen gizli bir grubun da ADC’deki gerek SED gerekse kilise çevrelerindeki reformcu gruplarla ilişkide olduğu biliniyor. Genç Putin’in bu grupla bağlantısı hakkında delil olmasa da, o dönem söz konusu bölgede çalışıyordu. 

ADC istihbaratının ise görüşmenin içeriğinden haberdar olmamasına imkan yoktu. 

Honecker’in Devlet Güvenlik Bakanı Erich Mielke’ye verdiği talimatla, SED-Dresden Bölgesi’nin başındaki Modrow’un, vatana ihanetten sıkı bir şekilde soruşturulmasını talep ettiği biliyoruz. Modrow, kendisiyle ilgili ADC’de böyle bir soruşturma yürütüldüğünü ilk 2018 yılının başlarında öğrendi. Yani olaydan tam 30 yıl sonra, federal parlamentoda milletvekili olmasına rağmen kendisini gizlice izlemeye devam eden federal iç istihbarat örgütüne karşı açtığı davanın sonunda bu ortaya çıktı. ADC’de yürütülen soruşturmayı da (FAC’nin ADC istihbaratından ele geçirdiği belgelerden) öğrendi veya yeni öğrendiğini iddia etti. İlginç olan ise Modrow’un KGB ekibiyle görüşmesinden sonra 1988’de başlayan ve 1989’da da süren soruşturmanın hiç bir sonucunun olmamasıydı! 

ADC’de 1989’un sonbaharında kilise çevrelerinin organizasyonuyla başlayan ve karşı devrime büyük bir ivme veren Pazartesi Yürüyüşleri’nin KGB’nin gizli Luç grubunun faaliyette bulunduğu Leipzig ve Dresden kentlerinde başladığı, Modrow’un da Dresden kentinde SED 1. Sekreteri olduğunu belirtelim. Üstelik Dresden bölgesi doğrudan Leipzig’e de komşuydu. Bütün bunlar ADC yönetiminin Modrow hakkındaki kuşkularının ne kadar yerinde, alınan önlemlerin ise ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyordu. Modrow, 1990’da ADC’yi Alman burjuvazisine teslim edecek hükümetin başbakanı olacak ve Erich Honecker’i ağır hastalığına aldırmadan hapse atacaktı!

SED içindeki direniş

Yukarda da belirtildiği gibi ADC  Devlet Güvenliği Bakanlığı’na bağlı dış istihbarat teşkilatını o tarihten kısa bir süre öncesine kadar yöneten ve batıda bile efsane olarak kabul edilen Marcus Wolf ‘un Troyka isimli kitabı, 1989 yılında, karşı-devrimin arefesinde ADC’de ve eşzamanlı olarak FAC’de yayımlandı. Kitapta kendi kardeşiyle birlikte iki Alman gencinin (ve dolaylı olarak kendisinin) 1930’lu yıllarda Moskova’daki yaşamlarını ve sonrasında siyasi olarak ayrılan yollarını anlatıyordu. Stalin dönemi eleştirisi üzerinden, sosyalist tarihin geçmişiyle yüzleşilmesi ve tartışma özgürlüğü adına o günkü sosyalist sistemle hesaplaşılması kitabın ana talepleriydi. Kısaca Wolf, Gorbaçov dönemine uygun bir tarzda, ters yüz edilmiş tarihsel bir arka plan üzerinde, ADC’de reform talebinin sözcülüğünü yapıyordu.

Wolf’un, daha öncesinden KGB yöneticisi ve Modrow’la birlikte Honecker’i düşürmek üzere görüştüğünü ve Honecker’le Mielke’nin bundan haberdar olduklarını ve etkisiz de kalsa önlem almaya çalıştıklarını biliyoruz. 

Savunma Bakanı Heinz Keßler’in bu kitapla ilgili bir değerlendirmesi var. 10 Keßler, Wolf’un kitabıyla ilgili ADC gazetelerinde yayınlanan tanıtım yazılarının büyük oranda kitabı övdüğünü hatırlatarak,  kendisi gibi SED SB üyesi olan ve Devlet Güvenlik Bakanı olarak iç ve dış istihbarattan da sorumlu olan Erich Mielke’nin kendisini kitapla ilgili telefonla aradığını aktarır.

Mielke, Wolf’un yeni çıkan kitabı hakkında bir çok gazetede değerlendirme yazısı çıktığını hatırlattıktan sonra, ordu gazetesi ”Volksarmee”de neden bir haber çıkmadığını sorar. 

Keßler bu konuda haber yapılmayacağını, çünkü kitabın düşmanca olduğunu söyler ve konuşma soğuk bir şekilde biter.

Bir süre sonra Keßler, Honecker’in yanına gider. Görüşmenin sonunda, kitapla ilgili aralarında bir konuşma geçer: ”Baksana, Mielke Troyka ile ilgili bir tanıtım yapmadığın için seni şikayet etti.” Keßler buna ”Söylediğinde haklı” yanıtını verir.  Bunun üzerine Honecker: ”Yani şimdi bir tanıtım yapacak mısın?” Keßler: ”Hayır!” Honecker: ‘Neden hayır?” Keßler: ”Çünkü (kitap) karşı-devrimci.” Honecker: ”İyi o zaman, seninle tartışmanın bir anlamı yok, seni bilirim, çok inatçısındır. Ne yapıyorsan yap!”

Çok ilginç. Ülkenin çok kritik bir kurumunun başında çok uzun süre bulunmuş ve kurumla ilişkisi bir şekilde hâlâ süren parti üyesi biri hakkında, partinin en üst yöneticilerinden biri çok ciddi bir iddiada bulunuyor, ne kendisi nedenini açıklıyor, ne de kimse ”Gerekçen ne?” diye soruyor.

Peki, anlatılanlar doğru mu? Keßler’in bu olayları anlattığı dönemde gerek Honecker gerekse Mielke yaşlı ve hasta olarak atıldıkları FAC hapishanelerinin de etkisiyle çoktan ölmüşlerdi. Ama Şili’de sürgünde yaşayan sosyalist Almanya’nın son Eğitim Bakanı ve Erich Honecker’in eşi Margot Honecker henüz yaşıyor ve kendi anlatımından biliyoruz ki, Almanya’daki ADC’yle ilgili tartışmaları ilgiyle izliyordu. Margot Honecker’in anlatılanlara bir itirazı olmadığı anlaşılıyordu.

Ya, komünistliğinden ve sosyalizme bağlılığından kuşku duyulmayacak Keßler, aradan yıllar geçtikten sonra sonra olayları farklı hatırlıyorsa? Yani olanlardan çok, aslında olması gerekenleri anlatıyorsa, yine siyasi olarak çok büyük bir soruna işaret etmiş oluyordu. Bu durumda, üst düzey komünist kadroların gelişmelerin tarihsel-siyasi anlamı ve seyri konusunda, en fazla bir sezgiye sahip oldukları anlaşılıyor. Bundan dolayı sağlam duramıyor, salınıyorlardı.

Ama Modrow hakkındaki soruşturmanın Kapitalist Almanya istihbaratının bir dezenformasyonu olduğunu kabul etsek, Wolf’un bakanlıktaki görevinden, SSCB destekli Honecker karşıtı girişimleri nedeniyle ayrılma zorunda bırakıldığı savını siyasi bir dedikodudan ibaret olduğunu var saysak bile, geride kalan somut veriler rahatsız edici: Wolf’un kitabında yazdıkları ve medyada kitapla ilgili olumlu tanıtım yazılarının yayınlanması. SED’nin onayı olmaksızın 1989 başında bu tür bir kampanya basında yürütülemezdi.

Yok, anlatılanlar tam olarak gerçeği yansıtıyorsa, sorun çok daha büyüktü. Sosyalizm, sosyalist sistem ve dolayısıyla sosyalist Almanya dağılmanın eşiğindeyken, bunun bir şekilde ayırdına varanlar, hipnotize olmuş gibi hareketsiz kalmışlardı.

Ama neden? Ya da bir hareketlenme, direniş var mıydı?

Honecker ve Gorbaçov.

Eyleme geçmeyen kızgınlıklar

Burada tekrar Keßler’in ADC’nin ve Varşova Antlaşması’nın (Paktı) son iki ayıyla ilgili anlattıklarına bakalım.11 

1989’un Temmuz ayında Varşova Antlaşması’na (VA) üye devletlerinin başkanlar düzeyindeki siyasi toplantısı yapılır. Bu toplantı VA’nın bu düzeydeki son etkinliği olacaktı.

Keßler, VA üyesi ülkelerin KP’leri arasında çok büyük düşünce farkları olduğunu ilk defa bu toplantıda fark ettiğini iddia ediyordu. Macaristan KP temsilcisi Horn, ülkesinin sınırlarını açma önerisini gündeme aldırır. Bu sınırın Avusturya’ya, dolayısıyla da oradan kapitalist Almanya’ya açık bir hat oluşturulacağı anlamına gelir. Büyük bir tartışma olmaz. Gorbaçov uzun bir süre önce ”her partinin kendi kararıyla iç ve dış politikasını belirlemesi gerektiği kararı” aldıklarını hatırlatır.

Keßler’in iddiasının aksine ortada sürpriz bir sonuç yoktur,  kimse de itiraz etmez. Macaristan KP (MKP) zaten 6 ay önce Ocak 1989’da, partinin öncülük rolünden vaz geçtiğini açıklamış ve karşı devrimci muhalefeti yasallaştırmıştı. Şubat sonunda da MKP SB’si ülkenin Avusturya sınırındaki yasadışı geçişleri engellemek için oluşturulan sinyalizasyonu sökme kararı vermişti. Bu adım için Gorbaçov’un oluru da alınmıştı.

Sinyal tertibatını sökme işlemi 6 Mayıs’ta başladı. Aynı gün ADC Savunma Bakanı Keßler, Genel Sekreter Honecker’e konuyla ilgili bilgi veriyor ve bunun sadece makyajdan öteye geçmeyeceğini ve Macarların sınır devriyelerini çoğaltacaklarını bildiriyordu. Bu girişim, Keßler’e göre Macar yoldaşların Avrupa’daki yumuşama siyasetine yaptıkları bir katkıydı.

Halbuki daha 2 Mayıs’ta Macarlar, batı sınırında kontrolleri arttırmayı düşünmediklerini açıklamışlardı.

Yaz aylarında tatil için Macaristan’da bulunan ADC vatandaşlarından 50 bini, Macaristan’ın yardımıyla Avusturya üzerinden FAC’ye geçeceklerdi. Bu durum, ADC’nin siyasi olarak daha da istikrarsız hale gelmesine neden olacaktı.

Keßler’in anlatımıyla Varşova Antlaşması üyelerinin toplantısına geri dönelim.12 

Macaristan’ın sınırlarını açması önerisi, bildirimi gündeme alınmış ve bir tartışma yaşanmamıştı. Toplantıya ara verilir. Arada Honecker, Bulgaristan KP Genel Sekreteri Jivkov ve Romanya KP Genel Sekreteri Çavuşesku ile birlikte bir masada oturur. Üçü de çok kızgındır. Aradan sonra toplantıya devam edilir. Gorbaçov ve Şevardnadze’den oluşan Sovyet delegasyonu, Macaristan önerinin kabul edildiğini açıklamalarıyla konu halledilmiş olur! Yani oylama yapılmaz. Herkes bir şekilde şaşkın, bazılarıysa kızgındır.

Bu anlatının bu şekliyle hiç inandırıcı olmadığını belirtmek durumundayım.

Sosyalist sistemde karar alma süreciyle ilgili bir çok şey söylenebilir. Ama biçimsel kurallara her zaman, hatta işin özünü kaçırma pahasına dikkat etmişlerdi. Üstelik, en azından Çavuşesku sözünü sakınan biri değildir. Zaten oylamadan önce dikkate alınmayacak olsa bile itiraz etme olanağı varken, kimse sesini çıkarmıyor. Eğer süreç gerçekten böyle gerçekleştiyse, herkesin bu işte bir çıkarları olduğunu düşündüğünü kabul etmeliyiz. Gorbaçov çizgisi artık sosyalist sisteme zarar veren reform hattından çoktan çıkmış, çok açık karşı devrimci bir yola girmişti. Bu yola girmek istemeyen ülkeler, VA’nın geçerliliğini kaybetmesiyle, Gorbaçov’un etki alanından kurtulabileceklerini ummuş olabilirler.

Ertesi gün üye ülkelerin KP genel sekreterlerinin toplantısı yapılacaktır. O gece Honecker rahatsızlanır ve hastaneye kaldırılır. Doktorların önerisiyle Honecker’in acilen Almanya’ya gönderilmesi kararlaştırılır. Yolculukta kendisine selefi kabul edilen Krenz’in eşlik etmesi kararlaştırılır. Honecker, toplantı öncesi Keßler’e  ABD öncülüğündeki NATO üyesi emperyalist ülkelerin bütün ideolojik vd. saldırganlığı karşısında, VA üyesi ülkelerin buna uygun bir tavır almalarını ve siyasetlerinde buna uygun bir uyarlamaya gitmelerini önereceğini söylemiştir. Bu öneri özellikle Gorbaçov-Şevardnadze önderliğindeki Sovyet delegasyonuyla tartışmaya yol açacak, sonra…

Honecker ve Krenz’in gidişinden sonra ADC delegesinin sorumluluğu Başbakan Willi Stoph’a geçmişti. Keßler, Stoph’a ertesi gün yapılacak birinci sekreterler ve genel sekreterler toplantısında ne yapmayı düşündüğünü sorar. Stoph kendisinin ne birinci ne de genel sekreter olmadığı için, toplantıda herhangi bir girişimde bulunmayacağını söyler.

Keßler’in Honecker tarafından yapılacağını belirttiği konuşmayla ilgili, parti yönetiminde herhangi bir hazırlık olmadığı belli oluyor. 

Honecker’e darbe

Almanya’ya geri dönüldükten sonra Honecker hastalığı nedeniyle parti toplantılarına katılamadığı gibi, kamuoyu önüne de çıkmaz. Toplumsal huzursuzluk artarken, parti de sessizliğe bürünmüştür. Keßler bu şartlar altında Honecker’le görüşmek ister ve doktorların engellemesini Margot Honecker’in devreye girmesiyle aşar.  Keßler, olayların ciddi bir hal aldığını ve partinin mobilize edilmesi gerektiğini belirterek, bununla ilgili 13 maddelik eylem kılavuzu niteliğindeki bir taslağı Honecker’e verir13 . Diğer öneriler arasında sorunların hem parti içinde hem de halkla açıkça konuşulması, Prestroyka ve Glasnost’a açık tavır alınması gibi diğer önlemler de vardır.  Önerileri dinleyen Honecker, çekmeceden bir kağıt çıkartır. Kağıtta, Keßler’in önerilerinin benzeri 12 madde vardır ve bunlar Bükreş’te Honecker hastalanmasaydı Birinci Sekreter toplantısında tartışmaya açmak istediği başlıklardır. 

Honecker,  Keßler’in 13 maddelik planını, kendisini temsilen görevlendirdiği ve MK toplantılarını yöneten Günter Mittag’a verir. Ekonomi konularından sorumlu SED SB üyesi Mittag,  Keßler’in anlatımıyla siyasetten anlamayan bir yöneticidir. Partinin ikinci adamı Krenz ise en kritik bir zamanda tatile çıkmıştır.

Ertesi günü toplanan SED Siyasi Büro toplantısında Keßler’in hazırladığı, SED’nin başı Honecker’in Mittag aracılığıyla SB’ye gönderdiği öneriler, gündemin son sırasında olduğu için ”zaman darlığı”ndan tartışılamaz. Sonrasında da merkezi kurulların gündemine gelmez. İşin ilginci, önerinin sahipleri de ısrarcı olmazlar.

Anlaşılan partide çoğu kişi sadece Honecker’in gideceğine değil, onunla birlikte Gorbaçov reformlarına olan direnişin de biteceğine inanmıştır. 

Bu dönemden önce SED SB’sinde, piyasa ekonomisi unsurlarına alan açan önerilere direniş gösteren Honecker ve yandaşlarının direnişini kırmak için çalışmalara başlanır. Planlama ve ekonominin başındaki bürokratların da gönüllü desteğiyle Honecker’den gizli tutulan ADC’nin ekonomik durumunun, ödenemeyecek duruma gelen emperyalist ülkeler karşısındaki dış borçlar nedeniyle iflasın eşiğinde olduğunu tespit eden bir rapor hazırlanır. Schürer Raporu olarak bilinen belgedeki verilerin çarpıtıldığı ve dış borçlar hesaplanırken, ADC’nin döviz cinsinden alacakları ve büyük miktardaki yedek akçelerin bu hesaba katılmadığı, ancak ADC’nin tarih sahnesinden çekilmesinden 10 yıl sonra ortaya çıktı. Sahte verilerin, Honecker ve destekçilerinin direnişine öldürücü darbe vurduğu belli oluyordu.  Honecker görevden alındığında rapor son şeklini almamış olmakla birlikte, sonucunun bilindiğini kabul etmek yanlış olmaz. Partinin ikinci adamı Krenz de yıllar sonra belgenin, ADC yönetimini ekonomik reformlara ikna etmek için hazırlandığını itiraf edecekti.14 

ADC’de Kasım 89’a gelindiğinde Federal Almanya’nın ve SSCB’nin farklı katkısıyla sokak gösterileri kitleselleşmiş, SED yönetimi ise kilitlenmişti. 

En geç 12 Ekim’de parti içinde yapılan gizli bir toplantıda Honecker’in görevden alınması kararlaştırıldı. Partinin ikinci adamı Krenz, Başbakan Willi Stoph ve Güvenlik Bakanı Erich Milke bu komplonun başıydılar. Özellikle Honecker’in en güvendiği yoldaşlarından güvenlik örgütünün başındaki Mielke’nin bu girişime katılması, Honecker’in dayanaklarını oldukça zayıflatmıştı. Honecker’in en önemli ikinci dayanağı olabilecek Savunma Bakanı Keßler de en kritik anda Küba ve Nikaragua’yı ziyaret ediyordu!

17 Ekim’de yapılan SED SB toplantısında Erich Honecker’in görevlerinden alınması gündeme getirildi. Honecker de durumun çıkışsızlığını görerek kendi aleyhine verilen karara olumlu oy vererek, durumu kabullendi. Tanıyanlar, Honecker’in bu duruma şaşırmadığını ama en yakınındaki yoldaşlarının bu işe destek vermelerinden hayal kırıklığına uğradığı bildiriyorlardı. Toplantıda yaptığı konuşmada kendisini görevden alarak hiçbir sorunun çözemeyecekleri uyarısı yapan Honecker’in öngörüsü çok kısa bir sürede doğrulandı.

Honecker’in gidişiyle sadece yönetim katındaki bir dönem bitmemiş, sosyalizm de en önemli dayanağını kaybetmişti. 

Böylece çözülme hızlı bir dağılma aşamasına geldi. Yerine geçen Krenz, Federal Almanya sınırındaki  kapının açılması (Berlin Duvarı) kararını alarak, 9 Kasım 1989’da sosyalist Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin siyasi olarak ölüm belgesine imza atmış oldu.

Bu olaylardan sonra, karşı-devrim kısa sürede sadece sokaklarda değil SED içinde de büyük bir güç kazandı. 

3 Aralık 1989’da Egon Krenz ve SED Siyasi Bürosu’nun bütün üyeleri, parti içindeki reformist / karşı-devrimci güçlerin baskısıyla topluca istifa ettiler. Karşı-devrimciler Leninist derlerse sorun yaratacağı için, partinin ”Stalinist sistemle geri dönüşsüz biçimde” tüm bağlarını kopardığını ilan ederek Marksist-Leninist gelenekten kopuşu resmileştirdiler. Partinin ismi artık Demokratik Sosyalizm Partisi, PDS’ti (bugünkü Sol Parti).

Bu süreç içinde Honecker daha ADC’nin hukuki varlığı sona ermeden eski SED’li, yeni PDS’li H. Modrow hükümeti tarafından önce kaldığı evden atıldı, bu sırada evi polis tarafından basıldı, sonra da tutuklandı. Modrow  hem kendisi hakkındaki soruşturmanın rövanşını alıyor, asıl önemlisi de girilen yolun dönüşsüz olduğu mesajını Federal Alman egemenlerine veriyordu. Nefret kişisel değil, sınıfsaldı.

Federal Almanya’nın ADC’yi ilhakından sonra da Honecker, Krenz, Mielke, Keßler dahil olmak üzere bir çok ADC yöneticisi yargılandı ve hapse atıldılar. 15 

3 Aralık 1992 yılında mahkemede savunmasını yapan Honecker’in konuşması Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin Federal Almanya Cumhuriyeti’yle, sosyalizmin, kapitalizmle tarihsel hesaplaşması şeklinde gerçekleşti.

Kendinin ve sosyalizmin tarihsel haklılığından emin Honecker, savunma yapmaktan çok saldırırken, piyasa ekonomisinde özgürlüğün, patronlar için geçerli olduğunu, emekçilerin payına işsizlik, evsizlik ve yoksulluk düşeceğini belirtiyordu.

Honecker medyumlardan yardım almıyordu, ama kısa sayılabilecek bir süre sonra birleşmiş Almanya’da olacakların haberini veriyordu. Çünkü, bütün hatalarına karşın hep komünistti, olaylara tarihsel materyalizm zemininden bakıyordu.

Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki sosyalizmin toplumsal kazanımları ise, 30 yıl sonra Federal Almanya’daki işçi ve emekçiler için hâlâ ulaşılması zor bir hedef konumunda. 

Dipnotlar

  1. Bundesministerium für gesamtdeutsche Fragen
  2. Der Spiegel, 1990. ”Sağlam durun, yardım ediyoruz”, 18 Haziran 1990. https://www.spiegel.de/spiegel/print/d-13500839.html adresinden ulaşılmıştır.
  3. Taş, T. (2016). ‘Uygar’ Almanya’da bir anti-komünist sürek avının hikayesi. SoL, 28 Ocak. https://haber.sol.org.tr/dunya/uygar-almanyada-bir-anti-komunist-surek-avinin-hikayesi-144081adresinden erişilmiştir.
  4. Ligatschow, J. Sovyetler Birliği’ne kim ihanet etti? (Almanca) Berlin. Das Neue Berlin Yayınevi 2012. Sayfa 29.
  5. TAZ. Gorbaçov Perestroyka’nın Dışişleri Bakanı Şeverdnadze’yi geri getiriyor. (Almanca) 21 Kasım 1991. Sayfa 2.
  6. Kurt Gossweiler Siyasi Arşivi. (Almanca) http://kurt-gossweiler.de/?p=846 (Son indirilme tarihi: 10.11.2019)
  7. Aurich, E. ”Açığa Çıkanlar” (Almanca) https://www.eaurich.de/Dokumente/Offenbarungen.pdf  Sayfa 4.
  8. ADC’nin Devlet Güvenlik Bakanlığı Belgeleri İçin Yetkili Federal Alman Kurumu. https://www.bstu.de/informationen-zur-stasi/themen/beitrag/die-stasi-zum-sed-spd-papier/ (Son indirilme tarihi: 10.11.2019)
  9. Berliner Morgenpost. Dirk Banse. Gorbaçov Honecker’den nasıl kurtulmak istiyordu? (Almanca) https://www.morgenpost.de/politik/article104360046/Wie-Gorbatschow-Honecker-loswerden-wollte.html 12 Ağustos 2009 (Son indirilme tarihi 10.11.2019)
  10. Ateş Altında ADC’de Karşı Devrim (Almanca) içinde: Keßler, H. SED ve Alman Demokratik Cumnhuriyeti’nin son günleri.  Hannover. Offensiv – VzFdP e.V. 2009. Sayfa 107, Dipnot 107.
  11. Keßler’in alıntılınan makalesinde ve ve bu makaleden internette yapılan alıntılarda VA’nın söz konusu toplantısının 1989’un Eylül ayında yapıldığı bilgisi veriliyor. Halbuki toplantı Temmuz ayında yapıldı.
  12. Age. Sayfa 97 vdes.
  13. Age. Sayfa 99-100
  14. Arıcan, H. (2019) Demokratik Almanya’da sosyalist ekonominin ”iflası” masalı. Boyun Eğme Almanya. Ağust.-Ekim sayısı. Sayfa 16
  15. Kanser hastası olan Honecker 10 Ocak 1990’da ameliyat oldu. 28 Ocak’ta hâlâ yatmakta olduğu hastanede tutuklandı. Ertesi gün tepkiler üzerine serbest bırakıldı. 1992 yılında oldukça ağır hastayken Federal Almanya’da tekrar, Nazi döneminde de yattığı hapishaneye atıldı. Nazizm altında 10 yıl hapis yatan Honecker, son tutuklandığında 80 yaşındaydı
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×