Bağdat’tan New Orleans’a Emperyalizmin Blackwater Vakası

Blackwater adlı Özel Askeri Şirket, Eylül 2007’de Irak’ta 17 sivilin ölümüne, yani “Bağdat’ın kanlı pazarına” sebep olmak suçundan, ülkede hükümet tarafından istenmeyen güç ilan edildi. Hatta 2007’den önceki yıllarda bile Irak devletinden ülkede faaliyet göstermesi için lisans alamamıştı. Ancak şirket hâlâ Irak’ta ve ABD güçleri ile olan sözleşmeleri, şirketin türlü “yolsuzluk” ve “barbarlıktan” ABD mahkemelerinde yargılanmasına rağmen, uzatılıp duruyor. 1 Öyleyse, ABD “derin devleti” mi işin içinde? Obama’yı “değişim”den alıkoyan nedir? Irak’taki devletin kararları sıfır hükmünde mi? Özel askeri şirketler sadece “paralı asker orduları” mıdır? Ulusal ordular “ayrıcalıklı” konumlarını yitiriyorlar mı?

ABD bir devlet olarak kurulduğundan beri, ama özellikle de Vietnam Savaşı’yla beraber özel sektörü askeri operasyonlarına dahil ediyor. Askeri üslerin kurulmasından, işgal edilen topraklardaki devletlerin zor aygıtlarını yeniden yapılandırmaya kadar geniş bir yelpazede hizmet veregelen “Özel Askeri Şirketler” (ÖAŞ), Irak savaşıyla beraber karşımıza ABD’nin askeri emirlerini yerine getiren taşeronlar olarak değil, bizzat işgal siyasetini, uluslararası ilişkileri ve elbette serbest piyasayı ve hatta ABD iç siyasetini belirleme, etkileme ve manipüle etme gücüne sahip aktörler olarak çıkıyor. Paralı ve devşirme askerlerden oluşan bu kiralık orduların aynı zamanda birer özel şirket olduklarını unutmamak gerekiyor. Bu şirketler “emperyalist devletlerin” edilgen birer savaş aygıtı olmaktan ziyade bizzat bu devletlere eklemleniyorlar.

Yüzyıllar önce modern kapitalist devlete “zor kullanma” görevini devrederek bir yükten kurtulan sermaye sınıfı, devleti kenara itme gereği de duymadan bu görevi tekrar üstleniyor. Bu durumda, sermaye içi bir iş bölümünden bahsetmek mümkün. Ama örneğin, ABD’de kamu ile özel ayrımından -ki kapitalist sistemin kurucu ayrımı olarak söz edilir- bu geleneksel anlamında söz etmek de mümkün değil. ABD’nin devleti şirketleşiyor, şirketler devletleşiyor. Tüm kapitalist devletler ise ancak uluslararası alandaki hiyerarşi bağlamında bu şirketleşmeden payını alıyor.

Her devlet, uluslararası hiyerarşideki yerine göre özel askeri şirketlerle bir ilişki tutturuyor dedik. Irak’taki ABD menşeli özel askeri şirketler haricindeki çoğu Irak menşeli küçük askeri taşeron firmaların bir vadede Ortadoğu’da ABD’nin dolaylı ordusu haline gelebileceğini de unutmayalım. Bu anlamda, askeri üsler kadar,  Irak’taki “yerel” askeri özel şirketler de emperyal düzenin Ortadoğu’daki uzantıları olacaktır. Kısacası, bundan sonra “okyanus aşarak” zahmetler vermeden, ABD’nin şirketleşmiş devleti zor gücünü “yerelinden”, hem de oldukça ucuza kullanabilecektir. 2 

Öte yandan, özellikle de büyük özel askeri şirketler hangi ülke menşeli iseler o ülke içinde siyasi gücün yeniden dağıtımında aktif rol alıyorlar. ABD’de kongre, yürütme, dış işleri ve savunma bakanlıkları, ordu ve istihbarat teşkilatı arasında dengelerin yeniden dağılımında “özel askeri şirket” ilişkileri ve kavgaları derdest edici bir role sahip. Yine benzer denebilecek bir şekilde, özel askeri şirketler dış müdahale amacıyla işgal aygıtı olarak bulundukları ülkede siyasi gücün yapılandırılmasında da rol alıyorlar. Bu anlamda, asker ve polis eğitimleri vererek bulundukları ülkenin “zor aygıtını” şekillendiriyorlar.

Blackwater rezaleti de böylesine iki boyutlu bir rezalettir. Blackwater, işgalci ülkenin sadece bir taşeronu değil, hadi biraz da soyutlamayı kolaylaştırmak için abartalım, devletidir. Bu aslında kapitalist devlette “derin devlet” denen ayrı bir bölme olmadığının, kapitalist devletin kendisinin doğası gereği “derin” bir devlet olduğunun da güncel ve yeni bir göstergesidir.

Özel askeri şirket, işgal edilen ülkede ise yine sadece işgal ordusunun ayak işlerini devrettiği bir alt-birim değildir. Özel askeri şirket, işgal edilen ülkede, kanuni statüsü işgal ordusundan daha da belirsiz olduğu için çok rahat bir şekilde hareket eden ve bu açıdan da “kendi çalışanlarını” da çok kolay harcayabilen bir savaş aygıtıdır. Bu açıdan, yine soyutlamayı kolaylaştırmak için çubuğu bükelim: ÖAŞ, işgal edilen ülkenin kolonileştirilmesini kurumsallaştıracak ana siyasi aktördür. 

“Blackwater” devleti ABD 3

ABD’de özel askeri şirketlerle devlet arasındaki ilişki, özellikle ABD eski Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve birçok üst düzey CIA görevlisi, Cumhuriyetçilere hibe edilen yüksek miktarda bağışlar vb. aracılığıyla kurula geliyor. Kamu alanında yıllarca “gizli” görevlerde yer almış ve hatta almaya devam eden şahsiyetleri bir anda Özel Askeri Şirketler’in yönetim kurullarında buluyoruz.

Diğer taraftan ABD’de de “istihbarat hızla özelleştiriliyor”. Bugün uluslararası alanda, elbette özellikle ABD söz konusu olduğunda, Irak, Afganistan ve Pakistan’da istihbaratın yüzde 95’e yakını özel askeri şirket bünyelerinde kurulan istihbarat birimlerinden sağlanıyor. ABD’deki kapitalist devletin bu anlamda “özel”e olan bu bağımlılığının adını koymak gerekiyor: Bir şirket mantığıyla işleyegelen devlette tekelleşme konusunda yol alan askeri şirketler etki alanlarını giderek arttırıyorlar. Nitekim ABD’de Başkanlık, ÖAŞ’lerle olan ilişkisi bağlamında Kongre karşısında hiçbir hesap verme sorumluluğu taşımıyor. Bu hesap sorulamazlık alanının genişliğini de ÖAŞ’lerin yürütme erkinin her dediğini sualsiz yerine getirmesi oluşturmuyor elbette. Bu genişliği oluşturan, ÖAŞ’lerin yürütme erkinin doktrinini etkilemedeki paydası. Örneğin, bugün ABD’nin dış politika ve milli güvenlik doktrinlerini şekillendiren önemli bir unusuru, DYN Corp. adlı özel askeri şirket tarafından ulusal, bölgesel ve yerel ölçeklerde sağlanan “tehdit bildirimi” oluşturuluyor.

Özel askeri şirketler bu anlamda siyasi ajandayı belirliyor. Bir nevi “bilgi” derleme, sınıflandırma ve yorumlama işini de üstlenmiş olan bu şirketler, ABD devletinde eğer bir sivil-asker dengesinden söz edeceksek, bu dengeyi sonuncuların lehine hızlı bir biçimde değiştiriyor. Özel askeri şirketler Obama Doktrini’ne dolaylı, ama militarizasyona doğrudan bir biçim veriyor. Tam da bu nedenle, ABD’nin Irak’tan “sözde” çekilme sürecine eşanlı olarak özel askeri şirketlerin Irak’taki varlığı tartışılmaya başlanıyor.

Bu süreçte, Obama’nın Af-Pak meselesinde gösterdiği “kararlılığı” sergilemediğini 4 ve Irak meselesinde, Beyaz Saray’da kime ana görevi verdiğini bilmiyoruz. Muhtemelen böyle bir görevlendirme yapılmadı. Bunun birçok nedeni olabilir: Çekilme meselesinde Obama’nın ciddiyetini uluslararası topluma göstermek gibi mesela… Ama bizce, bunun ana sebeplerinden birisini de Irak’ta işleri “sivil” bir iradeye teslim etmektense “militarizasyona” bırakmak oluşturuyor. Diğer bir deyişle, Obama Irak’tan çekilme sürecinin propagandasını ulus-devletlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı üzerinden yapsa da, kendisi Bush’un işgal politikasından Obamesk “koloni kurma” politikasına geçiş yapıyor. Hiçbir koloninin ise sadece “yumuşak güçle” uzun sürede yönetilebildiği vaki değildir. Bu anlamda, özel askeri şirketler Obama Doktrini’nin ayrılmaz bir parçasıdır.

Bu meyanda ABD ordusu da gözü arkada kalmasın istiyor. Nitekim ÖAŞ’ler her ne kadar ordunun işlerini kolaylaştırsa da, ABD ordusunun da bu yapıların gündem belirleme güçlerini kıskanmadıklarını söyleyemeyiz. Bu iki yapının, örneğin Irak’ta “eğitim” yarışında olduğunu görüyoruz. ÖAŞ’ler polis, asker gibi “yerel” kolluk kuvvetlerini eğitirken, ABD ordusunun Iraklı özel operasyon birimlerini kurduğunu görüyoruz. ABD özel kuvvetleri, Irak’taki bakanlıkların yetki alanı dışında, oldukça genç Iraklılardan oluşan gizli bir birim kuruyor. Bu çaba daha işgalin ilk yıllarına kadar gidiyor, ama Obama dönemine denk gelen ise daha önce hiçbir bakanlığın ya da Irak devletinin yetki alanına dahil edilmeyen bu birimin, doğrudan Başkanlığa, yani Maliki’ye bağlanması. Bu birim, ABD askerlerinin girmesinin siyasi anlaşmalar gereği yasak olduğu Sadr şehrine girebiliyor. Bu anlamda, ABD ordusu kendisi yokken, “kendisinin” aynısı olan bir ölüm mangasını Irak sokaklarına armağan ediyor. Beyaz deri, siyah maske!

Yalnız şunu da eklemek gerekiyor ki, ABD ordusu “uzmanlık” anlamında da ÖAŞ’lere bağımlı durumda; Irak’ta birçok silah mekanizmasının kurulumunu onlarsız yapamıyor. Bu bağımlılık, ÖAŞ’lerin “tekel” konumunda olduklarını da hesaba katınca iyice perçinleniyor. Örneğin kendisine ederinin çok üzerinde bir fiyata servis verdiğini ortaya çıkarsa bile, ABD ÖAŞ’lere kolay kolay hiçbir yaptırımda bulunamıyor. Bu, askere yemek tedariki gibi en basit konularda bile böyle… ÖAŞ’ler sözleşmelerinin iptal edilebileceğinin hissettirildiği durumlarda bile, ABD’yi “askerlerini aç bırakmakla” tehdit ediyor.  

Ayrıca ABD ordusunda henüz ABD vatandaşlığı tanınmamış olan 39.000 yabancı uyruklu asker var! Bush döneminde yürürlüğe sokulan bir kanunla beraber, göçmenlere gönüllü olarak askerlik yapmaları durumda daha çabuk vatandaş olabilme hakkı tanınıyor. Hatta ABD’nin şu meşhur liberal-muhafazakar düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü’nün şöyle bir önerisi var: Binlerce göçmene dört sene boyunca ABD ordusunda hizmet vermek koşuluyla vatandaşlık hakkı vermek. ABD ordusunun da bu durumda bir nevi “özel askeri şirket” haline geldiğini iddia etsek abartmış olmayız herhalde…

Bu meyanda ABD’de özel askeri şirketlerin çalışanlarının statüleriyle ilgili belirsizlik de statükoyu zorluyor. Paralı askerlerin savaş koşulları dışında zarar verdiği sivillere kim “tazminat “ödeyecek? Yavaş da olsa, ABD yasaları, paralı askerlerin statülerini ordu mensuplarıyla aynı yasal zemine taşımaya çalışıyor. Yavaş olmasının sebebi ise paralı askerlerin ulusal ordunun bağlı olduğu kanunlara bağlı olmasının işgal güçlerinin elini zorlaştıracak olması. Özel askeri şirketlerin işledikleri suçların hazmedilmesi ABD gibi emperyalist bir güç için bile oldukça zor. Ancak burada ABD’yi zorlayan uluslararası toplum ya da Obama’nın vicdanı değil… Bu şirketler aleyhine ölen paralı asker aileleri tarafından açılan davalar. Irak’taki direnişin bu paralı askerleri de sık sık hedef alması “para aldıkları için ölmeleri daha mı kabul edilebilir?” sorusunun ABD’de gündemi işgal etmesine yol açtı. ABD devletinin en son, özel paralı askerlerin ailelerine Blackwater’ın tazminat ödemesi yönünde karar çıkarttığını da biliyoruz.

ABD’de devletle Blackwater şirketi arasında karşılıklı bir mahkumiyet ilişkisi tesis edilmiş gözüküyor. Burada ise galebe çalan taraf şimdilik “Blackwater Devleti”…

Kolonileşmiş Irak devleti

Irak’ta Obama dönemi ile beraber zıt dinamiklerin birlikte ilerlediği yeni bir döneme girildiğinden bahsedebiliriz. Bir yandan direniş ABD’ye karşı mücadeleyi hızlandırırken, öte yandan da direniş gruplarının hitab ettiği siyasi alanın ya fazlasıyla “yerel” (mezhep temelli sosyal gruplar) ve/veya fazlasıyla “uluslaraşırı” (İran ya da Suriye) bir boyutta ilerlediğini görüyoruz. Bu anlamda, ortak bir “devlet” bağının olanaksızlığı fikrinin direnişin etrafındaki kitlelerde eksildiğini ve eşanlı olarak da militarizasyonun arttığını görüyoruz. Kısacası bir yandan direniş ortak sosyal ve siyasi alanı kurabilecek olan inşacı bir “yurtseverlik” imtihanı verirken bir yandan da bu siyasi alanı ya kapsayıcı bir siyasi iktidar olamayacak kadar bir “dışlayıcılığa” ya da “yaslanmacılığa” terk ediyor. Tam da bu iki zıt dinamiğin yarattığı boşluğu kimin dolduracağı ve nasıl dolduracağı meselesi bizim elimizdeki karakutu. Ancak, bu boşluğun en azından göreli olarak “stabilize” olmasının bir koşulunun işgalci ülkeler tarafından koloni devletler yaratmak olduğunu tarihten biliyoruz.

Irak’ın başkenti Bağdat’taki “Yeşil Bölge”de,  ABD’lilerin memleketlerinden ayrılacağını düşünen Iraklılar bayram yapıyorlar… Maliki, aynı günü “Egemenlik Günü” olarak adlandırıyor. Yeşil Alan “korunaklı” bir alan, zira Irak sokaklarında direniş kavgayı hızlandırıyor. Direnişten güvenlik sınırlarıyla izole edilen bir kısım Iraklı, tıpkı Saddam devrildiğinde sokaklarda şenlik yaptıkları gibi, bayram yapıyorlar şimdi. “Güvenli Yeşil Bölge”de…

Irak’taki bu güvenli bölgelerden pek azı Iraklılar için… ABD ve diğer işgal güçleri kimi sokak ve caddeleri sadece kendi kullanımlarına ayırmış durumdalar. Oralardan geçebilmek için ya “hamili yakinimdir” kartınızın olması gerekiyor ya da işgalci kuvvetin bir parçası olmanız. Bu sokakların “tenha” olduğunu düşünmeyin. Hatta işgalin geri çekilişinin bu sokakların Irak halkına açılacağı anlamına gelmesi ise neredeyse imkansız. Şu anda, Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’nde, binden fazla idareci/diplomat çalışıyor. Buradaki çalışanların çoğu bu sokakları Yeşil Bölge’deki bakanlıklardaki “işlerine” gitmek için kullanıyorlar. Her sabah ve akşam, “güvenli” sokaklardan, özel güvenlikçilerin eşliğinde geçiyorlar.

Gündelik hayatın planlanmasına kadar her noktada görev alan bu “danışman” memurlar, elbette Irak devleti anayasasına bağlı değiller. Tıpkı onları koruyan özel güvenlikçiler ve askerler gibi. İşgalin her mensubu Irak yasalarından muaf tutuluyor. ABD’nin askeri anlamda geri çekilişinde sonra da bu ülkede yaşamaya devam edecek olanlar için ayrı bir altyapı inşa ediliyor. Besin maddeleri Irak’tan değil, başka ülkelerden temin ediliyor; kendi elektrik tesisatları, su arıtma tesisleri, iletişim sistemleri ve restoranları var. Bu altyapının tedarikçileri de Irak’ta şu anda konuşlanmış olan irili ufaklı iki yüz kadar özel askeri şirket.

Çelik duvarlarla çevrili bu güvenlikli alanların içine girilmezse “üzerinden” geçilir diye düşünmek de yersiz; zira Irak askeriyesinin en az 2015 tarihine kadar, modern jetlerinin ve onları uçuracak eğitimli pilotlarının olması beklenmiyor ya da planlanmıyor. 5 Nitekim, Irak hükümet sözcüsü Ali el-Dabbag, Irak-ABD Kuvvetler Statüsü Anlaşması tartışmaları esnasında, Aralık 2008’de, Irak ordusunun üç seneden önce inşa edilemeyeceğini, daha fazla zamana ihtiyaçları olduğunu, hatta bunun on yıl kadar sürebileceğini dile getirmişti. Bu öngörünün Irak ordusundaki lojistik ve askeri eğitim eksikliğinden kaynaklandığını düşünmek saflık olur.

ABD askeri gücünün Irak’taki varlığının bir müddet daha devam etmesinin Irak egemen güçleri için de kolay kolay vazgeçilebilir bir durum olmadığını söyleyebiliriz. Olası bir Kürt-Arap “iç savaşı” -ki bu sık sık provoke edilen durum karşısında Maliki’nin ABD askerlerini kendi eylemlerine kimi zaman engel olarak gördüğü de söylenenler arasında- karşısında, Irak ordusu ve peşmerge arasında ABD askerlerinin bir çeşit “tampon” görevi gördüğü, bu görevin içeriği tartışmalı olsa da propagandası yapılan bir durum. Hal böyle olunca, direnişin damgasını siyasi bir ortak gelecek kurgusuna vurmadığı parçalı Irak siyaseti ABD’nin çekilmesine kimi zaman “gönülsüz” de olsa izin vermeyecektir.

Mesele, elbette sadece bir Kürt-Arap meselesi de değil. Maliki’ye bağlı Irak ordusunun peşmergelere karşı yaptığı manevraların arkasında aslında muhalefetteki Şii güçlere de “diş göstermek” yatıyor. Aynı zamanda da işgal boyunca yabancılaştırılan Sunnilerin kalbi, Maliki’nin “üniter Irak” şiarıyla kazanılmaya çalışılıyor. Maliki’nin, Arap direnişçiler karşısında Türkiye ve ABD’nin yardımlarıyla tesis etmeye çalıştığı tek dişli hegemonyasının kayıtlara, direnişin kimi kanatlarının da Irak’taki güvenlik güçlerine paralı milisler olarak katılması olarak geçtiğini de biliyoruz. Olmaz olmaz değil…

Bu esnada, ABD de dikkatini Güney Asya’ya çevirmeden önce Irak’ta bir “statüko” kurmak istiyor. O nedenle de Kerkük meselesinde mümkün olduğunca uzun süreli bir ertelemeye oynuyor. Elbette ABD Irak’ta cambazlık yaptığının farkında. Özel askeri şirketler bu esnada çok işe yarayacak gibi gözüküyor. Her şeyden önce, tam anlamıyla dağılmamış bir Irak hâlâ ABD’nin bölgeyi kontrol edebilmesi için çok önemli. ÖAŞ’ler, hem Irak’ın yerel ve fakir halkına “istihdam” sağlayarak hem de “sopa”yı kafalarından eksik etmeyerek, Irak sokaklarını ve petrol yataklarını gözetleyecek. Iraklı emekçiler mahkemelere başvurduğunda, karşılarında özel askeri şirketler tarafından yeniden organize edilmiş bir adalet sistemi bulacaklar. 6 Şimdiye kadar hep ABD ve koalisyon güçleri için çalışan özel askeri şirketlere referans verdik. Ancak bu şirketlerin tekil şahıslar, aşiretler vb tarafından kiralanmayacağının da bir garantisi yok. Bunu önlemesi beklenen yegane unsur hâlâ referanduma sunulmamış olan Irak’ta ABD varlığının devamını “hukuken” tesis edecek Kuvvetler Statüsü Anlaşması’ndaki şu madde: Irak’taki taşeron askerler, ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlığı için çalışmadıkları sürece, Irak yasalarına tabidirler. Ancak, böylesi bir “önlemin” ciddiyeti ise tartışmalı. Zira bizzat Irak adalet sisteminin Özel Askeri Şirketler tarafından yeniden yapılandırıldığını biliyoruz. Ayrıca bu maddenin konulması her koşulda Iraklı vatandaşların değil, Irak’taki işgal askerlerinin işine yarayacaktır. ABD ile çıkarları uyuşmadığı takdirde çeşitli aşiretlerin paralı askerler kiralaması olmayacak iş değil. Bu durumda ABD’ye karşı doğrultulmuş “özel” şiddet Irak mahkemelerinde yargılanabilecek. 7 Bitirirken biriken hipotezler

Bütün bu unsurları değerlendirdiğimizde, aşağıdaki hipotezler üzerine düşünülmesi gerektiği ortaya çıkıyor:

1.Özel güvenlik şirketleri gelişmiş kapitalist devletlerin yeni kontr-gerilla örgütleridir.

2.Özel güvenlik şirketleri, siyasal alanla iktisadi alan arasında sürekli olarak yeniden tanımlanması gereken, devletle sömürü arasındaki ilişkiyi gözlerden ırak kılan o “yabancılaştırıcı” ayrımın yeniden organize edildiği anlamına gelmektedir.

3.Bağımlı ülkelerin orduları birer ihraç malı olarak özel askeri şirket haline geliyor. Bağımlı kapitalist ülkelerden bazıları kendi ordu mensuplarını, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki özel askeri şirketlere kiralıyorlar. 18. yüzyılda Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, koloniler kurma, para basma, savaşma, anlaşmalar imzalama gibi neredeyse bir devletin sahip olduğu bütün yetkilere sahipti. “Alman orduları” da o dönemde bu şirketin Doğu Asya’daki emperyal gücüne hizmet ettiler. 8 Uluslararası özel askeri şirketler de, tıpkı 18. yüzyılın kolonyal düzeninde olduğu gibi günümüz emperyalist düzeninde kimi devletli özelliklere bürünmektedirler.

4.Ortadoğu sokağında şiddetin özelleşmesinin geriye dönüşü oldukça zor gözüküyor. Bunca yerel ve kimisi silahlı askeri şirketlere olmayan bir Irak Devleti’nin dur demesini bekleyemeyiz. Bu anlamda, şiddet öyle ya da böyle asgari anlamda bile olsa devletin tekeline giremeyecek kadar karmaşık bir ölçek ve karakterde farklı gruplar tarafından parsellenmiş durumda. Özel askeri şirketler ise bu parsellenmenin mümkün olduğu kadar hızlı bir biçimde piyasalaştırılmasından sorumlular. Eğer Irak’ta direniş ortak bir toplumsal bağ ve bundan türeyen bir devletleşme sürecini yaratamazsa, bu ülke özel askeri şirketlerin “ilkel birikim” havuzu haline gelebilir. Ortadoğu’da “sokak”tan ya direnişin kendi direniş noktalarını kenara bırakarak (Şii mesyanizminden de Sünni radikalizminden de bir ölçüde vazgeçerek) kuracağı herkesi kucaklamayı başaran bir (sosyalist) devlet çıkacak ya da her sokakta “şiddet”, kolonileşmiş bir devlette “hizmet” veren özel askeri şirketlerde kurumsallaşacak.

       5.Bu arada ABD’nin kendi sokaklarında da Blackwater ve benzeri şirketlerin çalışanları tarafından devriye gezildiğini biliyoruz. ABD’de ilk ve sanırım şimdilik tek “özel mülkiyet” haline gelmiş sokak New Orleans’ta bulunuyor. Paralı askerler, bu sokakta yaşayan siyasi olarak da epeyce nüfuzlu olan sermayedarları koruyorlar. Kasırgadan sonra televizyonlarda Afro-Amerikanların New Orleans’ta yaşamasından rahatsızlığını dile getiren lobici bir sermayedar da buna dahil…  Kasırgadan sonra ABD’de iç güvenlikten sorumlu bakanlık lisansı ile New Orleans sokaklarını “denetleyen”  özel askeri şirketlerin bir işinin de yeni bir şehir planlama tarzının öncüllerini tesis etmek olduğunu ABD’de görüyoruz. Kentlerdeki kamusal alanlarda ve sokaklarda devriye gezen özel askeri şirketler, emperyalist bir ülke olan ABD’de ve sömürge bir ülke olan Irak’ta aynı mantık üzerinden iş yapıyor. New Orleans’taki siyah ABD “vatandaşları “ile Iraklı direnişçilerin sokakları özel askeri şirketler tarafından ellerinden alınmaya çalışılıyor. “Doğal” afetler ve  işgaller sonucu viraneye dönen kentlerde “yeniden inşa” sürecinin leş kargaları… Kapitalizm, krizden yıktığını yeniden yaparak çıkmaya çalışıyor… Felaket ve sefalet bölgelerine “piyasa”yı taşımak özel askeri şirketlerin kolonyal mirasları olsa gerek.

Dipnotlar

  1. Blackwater, bu son tartışmaların ardından adını Xe Services olarak değiştirdi ve Irak’ta US Training Center adı altında iş yapıyor. En son gönüllü olabileceği işlerden birisini de Somali’deki korsanlara müdahale etmek olarak açıklayan şirketin, “kendi suretinden” Irak ve Afganistan’da yaklaşık 100.000 yerel polis gücü ve askeri personel yetiştirdiği söyleniyor.
  2.  Bugün, Irak’taki paralı askerlerden Irak vatandaşı olanlar ayda 150 dolar alıyorken, Fiji ve benzeri üçüncü taraf ülkelerden gelenler bunun 10-20 katını elde ediyor. Ama, en pahalısı, gelişmiş kapitalist ülkelerden olanlar: Onlar bir Iraklı’nın 100 katı kadar aylık gelir elde ediyorlar…
  3. Bu başlık altındaki  tüm bilgi ve veriler şu kaynaklardan temin edilmiştir: www.democracynow.orgwww.thenation.comwww.globalresearch.cawww.brookings.com .
  4. Obama yönetime gelir gelmez Af-Pak meselesiyle ilgilenmek üzere ABD’nin eski BM Büyükelçici Richard Holbrooke’u ilk Afganistan-Pakistan özel temsilcisi olarak atadı. Irak-ABD içinse böyle bir atamanın yapılmadığını görüyoruz.
  5. Shwartz,  Michael “Colonizing Iraq: The Obama Doctrine?” , www.globalresearch.ca, 12.06.2009.
  6.  Nitekim özel askeri şirketler, daha önce de Sudan’da barış görüşmelerinde aracılık yaptıkları gibi, Hırvatistan’da da “demokratik” kuruluşa katkıda bulunmuşlar. Aktaran: Leander, Anna, “Re-Configuring Security Practices: The Power of the Private Security Business”, Working Paper No 88, 2007.
  7. Clinton döneminde de Obama’nın Irak stratejisinin öncüllerini görebiliyoruz. Doksanlarda Angola’daki iç savaş esnasında hükümet EO adlı özel askeri şirketi kendini “kurtarmak” için kiralıyor. Ancak, Clinton hükümetiyle çıkar uyuşmazlığı yaşan EO’nun ipi, Clinton’un Angola Başkanı’nı BM yardımını kesmekle tehdit etmesiyle çekiliyor. İhale EO yerine Angola devleti tarafından MPRI adlı bir şirkete veriliyor ve petrol yataklarının kontrolü bu şirkete devrediliyor. Obama’nın da bir “demokrat” olarak benzer bir strateji izleyeceği Irak’tan çekilme sürecinde daha da belirgin hale geliyor…
  8. Thompson, Janice, “State Practices, International Norms, and the Decline of Mercenarism”, International Studies Quarterly, 1990, s. 23-47.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×