Bir Harekatın Fizyonomisi

Zavallılar… Sonra soruyorlar ”Erdoğan neden hâlâ ayakta” diye… Emperyalist merkezlerin, TÜSİAD’ın kollarında demokrasi ve özgürlük kavgası veriyorlar; oysa tıpkı sahipleri gibi, zerre özgürlükçü değiller. Anti komünizmden insanlığın hanesine hiçbir şey çıkmayacağını kanıtlamaya devam ediyorlar hâlâ… 

Milliyetçilik ve dincilikten yakınıyorlar arsızca. Militarizmden yayılmacılıktan, stratejik hesaplardan dem vuruyorlar.  Gericiliğe, gericiliğin bölgesel hesaplarına zemin sunan düpedüz Türkiye’nin kapitalist sınıfının bir bölmesiyken, Erdoğan’ı batıdan uzaklaşmakla, Maduroculukla eleştiren bir muhalefetimiz var. Bildiğimiz çapsız ve özenti liberal kalemler daha açıktan, kurtlar sofrasında tilkileşmeyi marifet sananlar daha temkinli bir biçimde NATO çıkarlarına kalkan oluyor. Artık bağımsız davranma yeteneğini yitiren solcularımızdan CHP’ye, bir yandan “yedi düvele karşı dik duran lider” karşısında ezilmemek için mehter marşına abanırken bir yandan da geleneksel Amerikancılığa zarar gelmemesi için akil insanlarını devreye sokan İYİP’e ve bir ulusun trajedisini emperyalizmle işbirliğine taşımayı beceren Kürt milliyetçi hareketine kadar hemen herkes Erdoğan’da batı değerlerine sırt çevirmiş bir despot görerek “muhalefet” yapmakta.

Bugünün dünyasında ”batı değerleri”nden uzaklaşıldığında otomatik olarak bağımsızlığa, anti-emperyalizme ulaşılacağı tezinin zavallılığını bir an için unutalım. Madalyonun bir yüzü bu. Diğer taraftaysa Trump’tan, Macron’dan, Johnson’dan, Merkel’den azade, bir “değerler” sistemi varmışçasına “batı”ya tapılmakta. Lakin “batı”yı uzun süredir belirleyen sadece ve sadece uluslararası tekellerdir ve onların belirleniminde insanlık büyük acılar çekmektedir.

Bütün bunlara rağmen Türkiye siyasetinde Erdoğan’ın otoriterliğine karşı batı çıpasının kullanılmaya kalkılması Erdoğan’ın en büyük avantajı olsa gerek. Çünkü böyle bir çıpa olmadığı gibi, Türkiye kapitalizminin batıyı terk etmeye niyeti de yok. Hep söyledik, Türkiye burjuvazisi kazandığı hareket serbestliğini tepe tepe kullanacak, kesin tercihlerden uzak duracak, taraf olmak kaçınılmaz hale geldiğindeyse, oyunu son derece sert oynayacaktır.

Tekrar tekrar vurgulamamız gerekiyor ki, Türkiye’de düzen 20-30 yıl öncesinin ürkek dış politika anlayışına mümkün değil dönemez.

O halde son Suriye hamlesinin ne kadarının iç siyaset, ne kadarının Türkiye burjuvazisinin niyetleri doğrultusunda Erdoğan’ın fetihçi, yayılmacı bir pratiği olarak görülebileceği sorusunu yanıtlamak gerekiyor.

İç politika ile dış politika arasındaki bütünlük kuşkusuz yön tutarlılığı açısından kurulabilir ve bu tutarlılık anlık sürtünmelere, hatta çelişkilere hiçbir biçimde engel değildir. Bu anlamda bir dış politika açılımı pekala tamamen ya da büyük ölçüde iç politika hesaplarının ürünü olabilir. Örneğin Lenin, Birinci Dünya Savaşı gibi çok büyük bir çatışmayı emperyalizmin iç dinamiklerinin kaçınılmaz ürünü olarak görse de, savaşın her bir ülke burjuvazisi açısından emekçilerin ilgisini ve örgütlülüğünü dağıtmak gibi bir kullanımı olduğunu da her fırsatta belirtme gereksinimi duymuştur.

Demek ki içeride siyasi ve ekonomik açıdan zor günler geçiren Erdoğan’ın yeni bir milliyetçi dalgaya ihtiyaç duymasında şaşırtıcı bir yan yok. Hele hele herkesin bile isteye bu dalganın üstüne çıkıp Erdoğan’ın arkasında saf tutacağı kesinse!

Son Suriye operasyonunun kapsamı, hedefleri ve zamanlaması illa ki iç politik değerlendirmelerin ürünüdür. Ancak bununla Türkiye kapitalizminin kâr arayışı ve bu arayışın Suriye’ye yansıması arasındaki uyum mutlaka hesaba katılmak zorunda. Düzen siyasetini Erdoğan’ın arkasında durmaya iten temel neden bu uyumdur.

Öte yandan son yaşananların Erdoğan’ın “ittifak bozma” yeteneğinin ürünü olduğunu görmemek de ayrı bir saflık olur. Siyasi ömrünü ittifak kurmaya değil ittifak bozmaya borçlu olan Erdoğan’ı en fazla sıkıştıran 2017 yılından itibaren olgunlaşan güçlü muhalif koalisyonu bir türlü dağıtamamasıydı. Suriye operasyonuna kadar yaptığı bütün hamleler boşa çıkmış, bir eliyle İYİP’i, diğer eliyle HDP’yi tutan CHP’yi sarsmaya dönük hamleler etkisiz kalmıştı.

Şimdi ise ”en geniş güçlerin özlenen (!) birliği”ni ifade eden koalisyon dağılmadı ama yara aldı. Koalisyonun dayanıklılığının sırrı, ideolojik farklılıkları önemsizleştiren (o farklılıklar belli bir bağlamda zaten önemsiz) bir sınıfsal projenin ürünü olması. Ayrıca burjuva siyasetindeki gerilimlerin bir açıdan yok hükmünde olduğu da unutulmamalı. Orada herkes dost, herkes düşmandır.

Ve koalisyonun bütün unsurları kendi içlerindeki zenginliği kullanarak Suriye fırtınasını makul bir hasarla atlatmayı becermiştir. Tanrıkulu’nun ya da başkalarının çıkışları, İYİP’te gözlenen çokseslilik, HDP’nin bir yandan ağır baskılarla boğuşurken bir yandan fazlasıyla sakin görüntü vermesi Erdoğan’ın “mutlaka dağıtmalıyız” diye açıktan hedef gösterdiği ittifakın kendini koruma güdüsünün yansımalarıdır.

Dolayısıyla Suriye hamlesi Rusya ve ABD tarafından kısa sürede kısıtlanan Erdoğan’ın şimdi cebinden yeni kartlar çıkarması gerekecektir. Yanlış anlaşılmasın, sünepe ve bütün geleceğini emperyalist merkezlerin Erdoğan’ın ipini çekmesine bağlayan muhalefet değil tek mesele. Giderek hem iktidarın büyüsünden hem de muhalefetin ufuksuzluğundan umudu kesen emekçi kitleleri de oyalamak, kandırmak için yeni enstrümanlar gerekiyor reisi…

Burada Erdoğan’ın en büyük avantajı, dış dünyanın ”yaptırım” gücünün sınırlarıdır. Uluslararası tekellerin etki ve gücü değildir sınırlı olan; emperyalist sistem içi çelişki ve çatışmaların şu ya da bu siyasetçiye dönük müdahaleleri sınırlayışından söz etmemiz gerekmektedir. 

Konu, Rusya ve Çin’in dünya siyasetindeki dengeleyici rolüne, Putin’in Erdoğan’ı korumasına da indirgenmemelidir. Atlantik ittifakının bütününde iç çelişkiler derinleşmiş, dahası tek tek her bir ülkede farklı sermaye grupları arasında bir kilitlenme ortaya çıkmıştır. 

Erdoğan’ın ABD ve NATO nezdinde her daim vazgeçilmezliğini, dolayısıyla şu anda gözlenen bütün gerilimlerin kandırmaca olduğunu iddia etmek ne kadar ahmaklıksa, batının Erdoğan karşısında tutarlı, ilkeli bir pozisyon alacağına dair beklentiler de o ölçüde ahmaklıktır.

“AB geneli itibarıyla şu anda olumlu. Hatta olumlu olmanın ötesinde, mesela İngiltere yardımcı olabiliriz diyor. Fransa’dan da benzer şeyler geliyor.” Erdoğan bunu harekatın hemen başında, liberallerin “bu sefer hapı yuttu” diye zil takıp oynadığı sırada gazetecilere söylerken gerçeklikten tamamen kopmuş değildi.   

Nitekim anlaşmalar imzalandı, Soçi’de “dostum Putin”le terasta muhabbet koyulaştı, Türkiye sekseninci kez NATO’dan koparıldı ve bir anda baktık ki, bakanlarımız “NATO’nun merkezindeyiz, bir yere gitmiyoruz” demekte; F-35’leri çözeceğiz, Patriotları da alacağız havasında. 

Ahmaklık çağında yaşıyoruz, Türkiye’yi her gün o eksenden bu eksene taşımaktan bıkmadılar.

Gazeteciyim, aydınım diye ortalıkta gezinenlerin bir hafta boyunca “şimdi görecek gününü” diye sayıkladığı, “yaptırımlar geliyor” diye sevindirik olduğu, “dünyada kaldı bir başına” diye gün saydığı bir ülkede herkesin işi çok zor. Bu algıyı yaratanların özellikle Kürt halkına büyük kötülük yaptığını not düşmek de gerekiyor. Rasgele seçtiğim bir örnek:

“Başta Amerika olmak üzere tüm dünya kamuoyu Kürtlerin yanında ve Türkiye’nin karşısındadır. Amerikan medyasını izleyen ortalama bir insanın Erdoğan’ın söylemine ikna olması mümkün değildir. Batı’da çizilen Erdoğan portresi İslamcı-Kürt düşmanı bir siyaset adamıdır açıkçası. Trump’a dayalı politikası, Amerika Başkanı ile kurulan kirli ilişkilerin patlak vermesi ve Ankara’nın iyice yalnızlaşmasıyla sonuçlanacak gibi görünüyor.” 

Ne kadar kolay değil mi!

Buraya kadar söylenenlerden sonra şimdi son Suriye harekatının ve ardından Erdoğan’ın ABD ve Rusya ile yaptığı anlaşmalara ilişkin notlar düşebiliriz.

Bir başlangıç olarak harekatın sonradan değil, baştan itibaren “kısıtlı” olduğunu söyleyelim. Gerek ABD gerekse Rusya, medyamızın ve zaman zaman iktidarın ileri sürdüğü genişlikte bir operasyona hiç yeşil ışık yakmamıştı. Çavuşoğlu’nun daha harekatın başlangıcında 120 kilometrelik bir hattan söz ettiğini unutmamak gerekiyor. Uzun bir süredir hiçbir lider birbirinin içeride ne dediği ile ilgilenmiyor günümüz dünyasında, bu nedenle Erdoğan’ın ve hele hele diğer yöneticilerin “sonuna kadar gideceğiz” açıklamalarının bir kıymeti harbiyesi bulunmuyordu. Gereken her yere “güvence” verilmişti.

Başka nasıl olsun ki? Trump ve Erdoğan birbirleri ile sosyal medya üzerinden iletişim kuran iki lider örneğin. Bizimkinin daha “efendi” kaldığı bir durum çıktı ortaya üstüne ki bu bile kendi başına enteresan bir görüntü oluşturuyor. Ancak “söz”ün hiçbir ağırlığı yok burjuva siyasetinde. En pespaye hakaretlerle vıcık vıcık bir dostluğu aynı mektuba sıkıştırmayı beceren Trump mı yoksa onunla pek güzel anlaştığını söyleyerek mektubu sineye çeken Erdoğan mı daha tuhaf sorusu dahi yanıtsız kalıyor artık. Toplumları dönüştürüyorlar, dönüşen toplumlar siyaset alanının dönüşümünü hızlandırıyor, böyle gidiyor. Kimse kırmızı çizgileri, sonuna kadar direneceğizleri, asla izin vermeyizleri, en ağır şekilde karşılık vermeleri önemsemiyor.

Suriyeli göçmenlerin sayısı ile ilgili rakamlar inandırıcı değil. Göçmen sayısı hükümetin
ihtiyacına göre 3,6 milyon ile 4,5 milyon arasında olduğu dile getiriliyor.

Yeri gelmişken, bu konuda “komünist siyaset”le ilgili küçük bir parantez açmak gerekli. Söz değersizleştikçe, onun şiddetini artırma alışkanlığından mutlak olarak uzak durulması gerekiyor. Geniş kitlelerin uçuk kaçık bir dile alıştırılması ile o dilin geniş kitlelerde inandırıcı olması arasında büyük bir fark var.  Komünist hareketin bütün dünyada boş bir konumlanışı sözü şiddetlendirerek sunmak yerine doğrultunun, hareketin, eylemin, programın şiddetini yükseltmesi ve “reklamcı” tavsiyesine asla kulak asmaması gerekiyor.

Benzer bir sıkıntı rakamların diline de yansıyor.  Suriye konusunda dillendirilen hiçbir rakam güvenilir ya da inandırıcı değil. Örneğin Türkiye’deki göçmen sayısı hükümetin ihtiyacına göre şişirilmekte ya da düşürülmekte. Şu sıralar pek sevdikleri 3,6 milyonun yarın 4,5 olarak zikredilmesi ya da aniden 2 milyona düşmesi kimi şaşırtabilir ya da kim bu değişimi sorgulayabilir? Yine ve tersinden hareketle birlikte yer değiştiren nüfusa dair yazılan 300 bin rakamının gerçeği yansıttığı da fazlasıyla kuşkulu değil mi? Ölenler, öldürülenler, “etkisiz hale getirilenler”; her şey anlamsızlaşmış durumda. İnsana değer vermeyen bir dünya düzeninde sözün, sözcüklerin, rakamların değeri de sıfırlanıyor. Ya ABD’nin PYD’ye verdiği silah miktarının 30 bin TIR olarak ilan edilmesine ne demeli? Sabahattin Önkibar bu tuhaf rakamı da yeterli bulmamış olsa gerek ki, geçenlerde bir yazısında 60 bin TIR’dan söz etti. 60 bin TIR silah! En az 2 milyon yüz bin ton askeri malzeme yapıyor bu. 30 bine dönsek de gerçekçi geliyor mu size?

Yakın akraba olan IŞİD ile ÖSO’yu kullanan ABD ve AB sorumluluğu Türkiye’ye yıkarak
bu işten sıyrılıyorlar.

Gelmiyor ama bir önemi bulunmuyor. 

Söylenenler, yazılanlar hükümsüz. Bir “IŞİD ile mücadele ne olacak” sorusu atıldı ki ortaya evlere şenlik. IŞİD’in sentetik bir yapı olduğu ve ABD’ye Suriye ve Irak’a müdahale için zemin sağladığı gün gibi ortada. ABD’nin bütün siyaset erbabı kendi yarattıkları frankeştaynı kimin zapt edeceğini tartışıyor; özetle bu ABD emperyalizminin çıkarlarını örten bir kodlama. ABD’yi anladık ama bize ne oluyor? Bir kısım gazeteci konuyu ciddiye alıp “ABD IŞİD’le mücadeleyi bizim üzerimize yıkmaya çalışıyor” diye yazmaz mı! IŞİD ile ÖSO yakın akraba, senin ülkende “milli ordu” kurulmuş arkadaşlardan, IŞİD ile mücadele ihalesi bize yıkıldı diye tasalanıyorsun ve gazetecilik yapıyorsun.

Bu aşamada geriye önemli sorulardan biri kalıyor: Türkiye Suriye’de kalıcı olabilir mi? Şu anda Suriye’ye ait birçok yerleşime izinsiz girmiş durumda TSK. İki çatışan tarafın çatışmayı kesmesine hükümetimiz ateşkes demeyebilir ancak başka bir ülkenin topraklarına o ülkenin izni olmadan girmek, yerleşmeye işgal denmeyecekse istila deniyor illa ki. İmar projeleri hazırlanıyor, üniversite bile kurulup faaliyete geçiriliyor. Basına “Suriye Milli Ordusu” diyeceksiniz diye hakkında talimat geçilen silahlı gücü de hesaba katacak olursak niyet çok açık: Evet Türkiye burjuvazisi ordusuyla, lejyonerleriyle, sermayesiyle, ideolojisiyle Suriye’ye kalıcı bir biçimde yerleşmek istiyor. “Oraları zaten bizimdi, şimdi ya çıkmak istemezsek” diye efelenen milliyetçi yazarlarımız da arkadan üflüyorlar. Öte yandan kalıcı bir işgalin zorlukları, dahası buna pek göz yumulmayacağı da ortada. Rusya her fırsatta “Türkiye yakın gelecekte çıkmalı” diyor; Suriye daha ağırını…

Erdoğan da Soçi’yle beraber “biz işgalci değiliz, gün geldiğinde çıkacağız” demeye başladı. Gözüken, Türkiye’nin Suriye’de askeri varlığını ancak ABD’nin yeniden oyun kurması ile koruyabileceği. ABD Suriye’deki ihtirasını gemlemek zorunda kaldı ama bu ülkeyi kendi haline bırakmayı kabullenmesi mümkün değil. Elinin altındaki araçlardan biri elbette, bu işi nasıl sürdürürüm diye çıkar yol arayan Türkiye. Ancak yine de bugünkü dengelerde radikal bir değişiklik olmazsa, Erdoğan’ın Suriye’nin yeniden imarında söz ve pay sahibi olmakla yetinmek durumunda kalacağını söylemek gerekir. “Suriye Milli Ordusu” denen oluşum ise ülkemizin Suriye’de yaşananlardaki sorumluluğuyla ilgili halkımızın ödeyeceği ağır bir faturaya dönüşebilir, Suriyesi gider geriye kalır Milli Ordu!

Suriye devletinin cihatçı militanları soğurmasının sınırı var; onca bedelden sonra başka ülkelerin paralı askerine dönüşmüş mücrim güruhun SMO sürümü Suriye pazılında fazlalık durumuna düşmeye fazlasıyla aday.

Son olarak geliyoruz, Kürtlerin ABD tarafından ihanete uğramasına… Bir kısım solcu da yazıyor “biz size demedik mi ABD’ye güvenmeyin” diye…

Çok açık ki bu dil bize ait değil. ABD’nin ihanetine hayıflanılmış gibi bir durum ortaya çıkıyor ya da ABD ihanet etmeseydi pek de mesele yoktu hani…

ABD’nin her tür rezilliğine yancı olunduğunda, BOP’lar, stratejik ortaklıklar kürsüden böbürlene böbürlene ilan edildiğinde unutulan ABD emperyalizmini sadece ve sadece araya kara kedi girdiğinde hatırlayan egemenlerimizin söyleminden hiç ama hiçbir farkı yok. Kürt milliyetçiliğinin ABD ile işbirliği sırasında anti emperyalist söylemi geriye çekenlerin önemli bir bölümünün aklına emperyalizm olgusu şak diye düşüverdi. Türkiye ile canımlı cicimli olduğunda ABD emperyalist olmaktan nasıl çıkıyorsa, Kürtlerin hamiliğine soyunduğunda da aynı şekilde aklanıveriyor nasılsa…

Her iki milliyetçiliğin de kurgusu aynı: “ABD, ihanet ediyor, sırtımızdan hançerliyor.”

Kimsenin ihanet ettiği filan yok, herkes ait olduğu sınıfa ait davranış sergiliyor. Türkiye’nin egemenlerine “Kürtleri yanınıza alın, bölge gücü olursunuz” diyenler eğer etnisiteler üzerinden hareket edeceksek, Araplara karşı Kürt-Türk ittifakını savunuyorlardı. Ve uzun süredir, ABD’ye “öbürünü boş ver ben daha iyi bir ortağım” diyen Türk ve Kürt egemenlerinin mücadelesine tanık oluyoruz. Bu dil kahredicidir, ahlaksızdır, “emperyalizm”, “ırkçılık” gibi ithamların bu dilde bir karşılığı yoktur.

ABD Kürtlere ihanet etmişmiş…

ABD emperyalizmi bütün halkların düşmanıdır; gerçek budur!

Çıkış, açıktır.

Her yol sosyalizm seçeneğine çıkıyor; her yol! Diğer bütün yollar kabus gibi… “Yeni bir açılım geliyor” diyor birileri, mümkündür. Mümkündür ve muhatapların birbirlerine söylediklerini hemen unutmaları için dünyanın ahlakı da pek münasiptir. Babacan ve Davutoğlu 20 günlük aradan sonra tekrar başlıyor kıpırdanmaya, İmamoğlu düşük profili terk ediyor, hayat devam ediyor ama asıl devam eden sınıf mücadelesidir. Şimdilik örtülü olsa da…

Yeni özelleştirme dosyası masaya kondu; sat sat bitmiyor ülke. Zam yağıyor, halkın sırtına yeni vergiler biniyor.  Yoksullarda muazzam bir ilgisizlik var “yüksek siyaset”e ama bu kayıtsızlıktan farklı bir şey, gören gözler anlıyor derinliğini halktaki arayışın. Buraya odaklanacağız.

Fransa, Irak, Lübnan, Şili derken emekçiler meydanlara inmeye başladı, pusulasız olsalar da henüz. 

Çok alametler belirdi, fırtına geliyor besbelli, pusula pek mühim; işçi sınıfının elinde fenerdir, kaldıraçtır, kılavuzdur, akıldır, vicdandır ve yön gösterir bir pusuladır parti. 

Parti yön gösteren ve hareketi yönetendir. 

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×