Bir Kırılmalar Yılı Olarak: 2013*

Neden kırılmalar yılı”?

Geride bıraktığımız 2013 yılına ilişkin genel bir değerlendirme yapacaksak, şöyle başlamak yerinde olur: Çok istisnai durumlar dışında, tekil olarak herhangi bir yıl daha önce hiç olmayan süreçleri kendisi başlatmaz; ayrıca, belirli bir yılda ortaya çıkan gelişmeler de daha sonra olacakları her yönüyle peşinen belirleyecek bir mutlaklık taşımaz.

Bu giriş cümlesinin meramı herhalde anlaşılmıştır: 2013 yılı, Türkiye’nin genel siyasal yaşamında son derece önemli bir yıl olmuştur; ama onun da bir “evveliyatı” vardır ve ayrıca 2013’te açılan kapıların yeniden kapanması, kapananların ise bir kez daha açılması hiç de olasılık dışı değildir.

O zaman “evveliyatla” devam edelim.

“Kişisel” bir değerlendirmedir ve tartışmaya açıktır: Geriye doğru iz sürecek olursak, 2010 Anayasa Referandumu’nu özel bir yere koymamız gerekiyor. Evet, AKP’nin kendisi başta olmak üzere belirli kesimler “zafer” nidalarıyla kutlamıştır, ama bu referandumun AKP iktidarı açısından ilk alarm zili olarak değerlendirilmesi de mümkündür. Bu referandumda AKP, daha önceki tüm iddialarına rağmen kendi sınırlarını görmüştür. Karşısında, eksiltilmesi pek mümkün görünmeyen bir yüzde 42 bulmuştur. Hemen bir yıl sonraki seçim “zaferine” rağmen bu sınırlar AKP’yi rahatsız etmiştir.

En azından genel seçimler söz konusu olduğunda, hep hayırla andığı Demokrat Parti’nin 1954’teki yüzde 58,4’lük başarısına hiçbir zaman ulaşamayacağını anlamıştır.

Bunun üzerine, belirli bir daralmayı, öteden beri kendisine destek veren kimi kesimlerle köprüleri atmayı da göze alarak apaçık gericilik bayrağını yükseltmeye, bununla daha bağnaz kitle desteğini pekiştirmeye karar vermiştir.

AKP açısından son üç yıl, Ergenekon-Balyoz davalarının yarattığı atmosferin seyreldiği ve etkisini yitirdiği bir dönemde bir umuda, bir de operasyona zemin oluşturmuştur. Umut, herhangi bir B planına bile yer tanımayacak kadar kesinlik atfettikleri “Suriye zaferi” (Şam’da Cuma namazı düşleri ile birlikte) idi. Operasyon da, “asker vesayetinin”, “darbeciliğin” defteri dürüldükten sonra “bu toplumu aslıyla, yerleşik değerleriyle barıştırma” adına gericiliğe birkaç adım daha attırma girişimiydi.

Unutulmasın: Bir de Kürt kartı vardı; AKP’nin daha önceki iktidarlardan farklı, “milliyetçilikten” sözde uzak karakteri, bu sorunun çözümü için fırsatlar yaratacaktı…

Özetle, AKP iktidarı 2010 Referandum’dan çıkardığı mesajın ardından 2013 yılında “Suriye zaferi”, “Kürt barışı” ve “toplumu yaşatıldığı yabancılaşmadan kurtarma” müsekkinleriyle yutturulacak bir gericilik hamlesiyle yol almayı düşünüyordu.

Ama 2013 yılında işler hiç de AKP’nin umduğu gibi gitmedi.

Aslında ilk ihtar, 2012 yılı sonlarına denk gelen ODTÜ direnişiydi.

İhtar, ODTÜ öğrencilerinin ve öğretim üyelerinin kendi yaptıklarının ötesindeydi. Ne oluyordu? “Bunlar zaten anarşist”, “toplumun değerlerinden kopuk tuzu kuru öğrenci tayfası”, “sen o okulda okuma fırsatı bulmuşsun, daha Al-lah’tan belanı mı istiyorsun” türünde beklenen çıkışlar, çok sınırlı bir kesimden, kayıtsız şartsız AKP yandaşlarından gelmişti. “Olağan destekçilerin” bile büyük bir bölümü bu kervana katılmamıştı.

Sahi, bir şeyler yanlış mı gidiyordu?

2013 yarılandığında ise başka “şoklar” gelmişti: Haziran Direnişi ve Suriye fiyaskosu…

Zincirleme etki söz konusudur: Daha ağırlıklı etki Haziran Direnişi’ne, daha azı ise Suriye fiyaskosuna ait olmak üzere bu iki “şok”, Kürt diyalogu, Kürt açılımı ya da barış süreci adlarıyla lanse edilen ortamı da geri plana düşürmüştür. Devamı da gelmiştir: Yaşanılan iki “şok”, egemen bloğun kendi içindeki tesanütü de sarsmıştır. Herhalde hiç kimse son AKP-Cemaat gerilimini salt dershanelerle ilgili bir olay olarak görmüyordur; ara sıra ortaya çıkan “barışma” havasına rağmen bu dalaşmanın çeşitli yansımaları önümüzdeki döneme de sarkacağa benzemektedir.  

Tarihsel olgular kullanılarak yapılan benzetmelerin her zaman sakıncası vardır; ama AKP’nin kendisi 1950-60 Demokrat Parti dönemine, Menderes’e fazlaca atıfta bulunmaktadır. O zaman, ille de bir benzetme yapılacaksa, bugünkü AKP iktidarının DP iktidarının 1954-1957 dönemini yaşadığını söylemekte fazla sakınca yoktur.

2013 yılında muhalefet

Tırnak içinde “muhalefet” diyorsak, formel yoldan gidelim ve CHP ile başlayalım.

2013 yılında CHP iki başlıkta “Eureka” demiştir. Birincisi: İktidarın izlemekte olduğu bölge politikasının yaşadığı Suriye fiyaskosu ve özellikle ABD kaynaklı kimi hoşnutsuzluklar üzerine kendisine bir alan açıldığını düşünmüştür. Kılıçdaroğlu ve ekibinin son ABD çıkarması doğrudan doğruya bununla ilgilidir.

İkincisi: Daha bağnaz ve kemik tabanına doğru büzülme eğilimi sergileyen AKP’nin bu yolda çeperinden ittiklerini ve düş kırıklığına uğrattıklarını kendi çevresinde toparlayabileceği hesabını yapmıştır.

Ortada Haziran Direnişi gibi bir olgu varken CHP’nin harcıâlem birtakım “sıcak mesajlar” dışında asıl yatırımını Direniş’e değil de yukarıda kısaca özetlenen iki alana yapmış olması ilginçtir.

Bu söylenenin anlamı da şudur: 2013 yılı CHP açısından da kırılmalar yılı olmuştur ve seçim sathı maili nedeniyle kol kırılır yen içinde kalır havaları esse bile bu kırılmaların önümüzdeki yıllara yansımaması mümkün görünmemektedir.

Kürt muhalefeti ise daha ilginç, güncel politikanın ötesinde siyaset bilimi açısından da üzerinde durmaya değer bir görünüm sergilemektedir.

İlginç olan şudur: Kürt siyaseti, AKP’yi, yalnızca ve yalnızca kendi gündemi, yani “Kürt sorununun çözümü” bağlamında siyasal iktidar saymaktadır. Kürt siyaseti, Türkiye partisi olma iddiasındaki kesimleriyle birlikte, örneğin eğitim, sağlık, işsizlik, yoksulluk, çevre gibi bu ülkenin başlıca sorunları söz konusu olduğunda karşısında siyasal iktidarı değil “düzeni” görmektedir. Yani bir iktidar olarak AKP’nin bu tür sorunlarla ilişkisi, bu sorunlarda siyasal iktidar kimliğiyle taraf olma durumu hiç gündeme gelmemektedir. Buna karşılık “barış süreci”, “diyalog”, “Kürt sorununun çözümü” gibi başlıklarda AKP adıyla sanıyla bir iktidardır; hem de gücünden kudretinden sual olmayan bir iktidar…

Kürt siyaseti AKP’ye yıllardır böyle bakmaktadır ve 2013 yılında bu bakışta herhangi bir değişiklik olmamıştır.

Eğer Kürt siyasetinden söz ediyorsak, 2013 yılının bu siyasette ne gibi kırılmalar yaratmış olabileceği hakkında elde fazla işaret, veri yoktur. Söylenebilecek olan sadece şudur: Kürt siyaseti Haziran Direnişi’ni bir tür “oyunbozan” olarak görmüş, kimi sözcülerinin ağzından bunu açık olarak dile getirmiştir.

Bugün Haziran’daki tutumunu telafi edici girişimler bir yanda, çözüm için her şeye rağmen AKP’ye yatırım yapma diğer yanda, ikisi arasında gelgit yaşamaktadır ve bu durumun 2014’e ve ötesine nasıl yansıyabileceği konusunda öngörüde bulunmak çok güçtür.

Egemen blok içinde çatlamalara yol açan aktörleri, sermayenin AKP’ye başından bu yana rezervli yaklaşan kimi kesimlerini, medyadaki “kanaat önderlerini” vb. muhalefet saymak gerekir mi?

Bu konu tartışmalı olsa bile, bir kırılmalar yılı olarak 2013’ün en ciddi kırılmalarından birinin sayılan bu kesimlerle AKP arasında yaşandığını söylemek mümkün görünmektedir. Bu özel kırılmanın önemi, düzen cephesinde Türkiye’ye biçilecek yeni donun bu yeni hoşnutsuzların terzihanelerinde dikiliyor olmasındandır. Düşünülen, 1946’nın DP’sinin, 12 Eylül’den “çıkışın” ANAP’ının ve 2000’lerin başında ekonomik-siyasal krizlerin ardından gelen “ilk” AKP’sinin günümüzün gerekliliklerine uyarlanmış özelliklerinden mülhem yeni bir siyasal oluşumdur.

Henüz ilan edilmemiştir, vitrine konmamıştır, mevcut iktidarla köprüler tam atılmamıştır; ama böyle bir tezgâh vardır ve önümüzdeki seçimler döneminde bu tezgâh ayrıntıları ve aktörleriyle birlikte düzen siyasetine damgasını vuracaktır.

 

2013 ve Türkiye sosyalist hareketi

2013 yılını en genel anlamda sol da değil Türkiye sosyalist hareketi açısından değerlendireceksek, en tepeye konulması gereken başlık hiç kuşkusuz Haziran Direnişi’dir.

Önce “küçük” bir not: Türkiye sosyalist hareketinde önemlice bir kesim ülkenin bundan sonraki siyasal gidişatının “Kürt sorunu” bağlamında açılan diyalog süreci ekseninde belirleneceğini, başka her şeyin ister istemez buna tabi olacağını düşünüp hesapları buna göre yaparken Haziran Direnişi her şeyi altüst etmiştir.

Başka bir deyişle Haziran Direnişi, bu ülkede 11 yıllık AKP iktidarının biriktirdiği tepkilerin, yarattığı gerilimlerin, giriştiği zorlamaların başka olgulardan, bu arada “Kürt sorunu” eksenindeki yoğunlaşmalardan hiç de geri kalmayan bir potansiyel yarattığını ortaya koymuştur.

Türkiye sosyalist hareketinin ortaya çıkan bu potansiyeli unutarak ya da “hoş bir anı” olarak saklayarak yoluna devam etmesi mümkün değildir. Bundan sonra diyelim Haziran’ın üzerine bir tuğla dahi konmasa bile bu olgu artık müktesebat haline gelmiştir. 15-16 Haziran 1970’in Türkiye’de işçi sınıfından söz edilip edilemeyeceği tartışmalarında bitirici etkisi ne idiyse, Haziran 2013’ün “Türkiye toplumunun duyarsızlığı”, “gençliğin yitirilmişliği”, “12 Eylül’den çıkılamamış olması” gibi başlıklardaki bitirici etkisi de odur.

Ancak, Haziran Direnişi kimsenin inkâr edemeyeceği bir başka gerçeği daha ortaya koymuştur: Türkiye sosyalist hareketinin örgütlü özneleri, Haziran’ın cesameti karşısında “küçük” kalmışlardır. Burada özellikle nicelik anlamında bir asimetriden söz edilmektedir. Haziran’ın pek çok açıdan taşıdığı “renklilik” karşısında sosyalist öznelerin görece “donuk” ve “renksiz” kalmaları gibi bir sorun da vardır; ama o ilkine göre o kadar da önemli değildir ve giderilmesinin pek çok yolu vardır. 

Kuşkusuz, 2013 yılına ait bir olgu olarak Haziran Direnişi de önümüzdeki 2014 yılına ve ötesine sarkacak, yansıyacaktır. Kim bilir, belki de yeni “patlamalarla.” Ancak, yapılması gereken, olası patlamalar “bonus” sayılmak üzere açığa çıkan potansiyele örgütlülük, derinlik ve süreklilik kazandırmaktır.

Kuruluşu 2013 sonuna rastlayan Sol Cephe’nin önümüzdeki yıl bu alanda yapacakları büyük önem taşımaktadır. 

*Bu yazı yazılırken, AKP-Cemaat dalaşmasının son yansıması olarak “Türkiye’yi sarsan” gelişmeler yaşandı. Bu gelişmelerin, yazıda söylenmeye çalışılanları çelmeyip üzerine koyduğunu söylemekte herhalde pek sakınca yoktur.