“Bolşevik İhtilali”nin Türkiye’deki İlk Etkileri Üzerine

Gelenek’in 122. sayısının Ekim Devrimi’nin 96. yıldönümüne denk gelmesi nedeniyle, daha önce bu konuda yazmış olduğum biri yayınlanmış diğeri yayınlanmamış iki yazıyı birleştirerek bu sayıda yeniden paylaşıyorum. Aşağıdaki yazıda, Bolşevik Devrimi’ni sıcağı sıcağına yaşayan Türkiye’deki aydınların ve komünistlerin buna nasıl tepki verdikleri ve burunları dibindeki sosyalist devrimin Türkiye aydını üzerindeki etkileri, bu konudaki yayınlar üzerinden ele alınıyor.

Osmanlı aydınının Bolşeviklere bakışı

1917 yılında sadece Rusya halklarının değil, insanlığın kaderini değiştiren Ekim Devrimi’nin dünyanın birbiriyle iletişim içerisinde olan bütün ülkelerinde doğal olarak önemli yankıları olmuştur. Bunlardan  biri de haliyle Rusya’nın hem deniz hem kara komşusu, hem de tarihi “düşmanı” Türkiye, ya da o zamanki adıyla Osmanlı İmparatorluğu’dur. Bilindiği gibi Ekim Devrimi ya da Türkiye’de daha çok kullanılan adıyla “Bolşevik İhtilali” Türkiye’nin kaderinde de belirleyici bir rol oynamıştır. Ulusal bağımsızlık mücadelesinin başarıyla sonuçlanmasında Bolşeviklerin Kemalistlere yaptığı yardım herkesin malumudur. Bolşeviklerin desteğini sağlamak için ulusalcı kadroların “Bolşevikleşip Bolşevikleşmemeyi” tartıştığı, savaşın bitiminde Rusya topraklarında kalan Osmanlı ordusuna mensup askerlerin devrim sürecinde nasıl dönüştüğü ya da dönüştürüldüğü, evlerine dönen bu askerlerin ya da Bolşevikler üzerine anlatılanların etkisi ile Anadolu topraklarında yer yer sosyalizm rüzgarları estiği ve “komünist” oluşumlara gidildiği, meclisteki mebusların Mustafa Kemal’in tavırlarından da etkilenerek nasıl kızıl yıldızlı kalpaklar taşımaya ve birbirlerine “yoldaş” diye seslenmeye başladığı az çok duyulan bilinen olaylardır. Daha az bilinen ise Osmanlı aydınlarının önemli bir kısmını istihdam eden Osmanlı basınının Bolşevik İhtilali’ni sıcağı sıcağına nasıl gördüğü, nasıl değerlendirdiği, nasıl tartıştığıdır.

İşte bu nedenle Ekim Devrimi’nin bu yıldönümünde devrimin bizim yaşadığımız topraklara nasıl yansıdığını anlatan bir kitabı yeniden gündeme getiriyoruz. “Bolşevik İhtilali ve Osmanlılar” bildiğimiz kadarıyla bu alandaki ilk ve tek çalışma.1 Uygur Kocabaşoğlu ve Metin Berge Osmanlı süreli yayınları üzerine yaptıkları titiz bir araştırmayla bize 1917 Şubat ve Ekim devrimlerinin eşzamanlı olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan nasıl görüldüğünü ve 1917 yılından 1922 yılına dek uzanarak sosyalizm, Bolşeviklik tartışmalarının basında nasıl yürütüldüğünü aktarıyorlar. Çalışma için 1917-1922 yıllarında İstanbul ve Ankara’da çıkan kırk bir süreli yayın taranmış. 1920’ye kadarki gelişmeler büyük ölçüde en çok rağbet gören İstanbul gazeteleri Tanin, İkdam, Tasvir-i Efkar, Sabah, Vakit’ten derlenmiş, 1920’den sonra ise büyük ölçüde Ankara ve Anadolu basınına ağırlık verilmiş.

Çalışmanın birinci bölümünde 1917 öncesinde Osmanlı basınında sosyalizme, Marks’a ve Paris Komünü’ne dair kısaca bilgi veriliyor. Bu bölümdeki bilgiler, A. Cerrahoğlu, diğer adıyla Kerim Sadi’nin1970’lerde yayınlanan sosyalizm ve komünizmle ilgili Osmanlı gazetelerinde çıkan haber ve yorumları sayfalarına taşıyan Türkiye’deki belki de ilk eser olan “Sosyalizmin Tarihine Katkı” adlı kitabından aktarılmış2.

Çalışmanın orijinal katkısı 1917 Şubat Devrimi süreciyle başlıyor. Şubat’tan Ekim’e kadar giden süreçteki gelişmeleri Osmanlı basınının düzenli olarak aktardığı görülüyor, ancak kitabın dikkat çektiği önemli noktalardan biri Osmanlı basınının kuzey komşusundaki gelişmelere dair haberleri büyük ölçüde Batı’daki elçileri aracılığıyla Batı haber ajanslarından takip ediyor oluşu. Örneğin 7 Kasım’da patlak veren devrimi, Osmanlı basınının ancak 9 Kasım itibariyle haber verdiği görülüyor. (97)

Burada bir parantez açarak kitabın ele aldığı dönemin ortalama Osmanlı aydını hakkındaki kişisel fikrimi paylaşayım: 20. yüzyılın ilk yarısında, büyük çoğunluğu Jön Türklerden ve sonrasında İttihatçılardan oluşan ortalama Osmanlı aydını, gözünü Batıya dikmiş ancak kafasını Osmanlı’nın kurtuluşuna yoran, çoğunlukla pragmatik düşünen, yaşam tarzı açısından burjuvalaşmış ve az ya da çok bir “burjuva” sınıf bilincine sahip olarak nitelendirilebilir. Bu tabii ki her genelleme gibi “kaba”dır ve daha liberaller, daha muhafazakarlar, İttihatçı karşıtları, az sayıda da olsa sosyalistler gibi pek çok farklı eğilimi dışlamaktadır. Ancak kitap okunduğunda görülecektir ki, Osmanlı basınında Bolşevik İhtilali’ne bakış büyük ölçüde bu nitelikler tarafından belirlenmiştir.

Bu anlamda kitapta, Osmanlı aydınında ya da daha doğru bir ifadeyle Jön Türklerde baskın olan ve Mustafa Kemal ve Kemalist kadrolara kadar uzanan pragmatik siyasi düşünceyi, Ekim devrimi üzerine yapılan haberlerle yakından izleyebiliyoruz. Bolşevik İhtilali, içeriğinden bağımsız olarak, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı açısından bir cephenin kapanmasını sağladığı için ya da İtilaf devletlerine karşı verilen mücadelede Osmanlı’nın yanında olduğu için “iyi”dir. Kitapta tespit edildiği şekliyle 1918 yılına kadar basın ve yazarlar Bolşevik İhtilali’ne “sulh çerçevesi”nden bakarlar ve barış yanlısı olan “Mösyö Lenin” ve Bolşeviklere sempatiyle yaklaşırlar. Örneğin İkdam gazetesi devrim haberini  “Sulhe doğru gidiyor muyuz? Rusya’da Yeniden İhtilal Patladı: Sulh taraftarları hükümette” başlığıyla duyurur. (100) Yine İkdam’da 29 Kasım’da yayınlanan bir yazının başlığı “Aferin Bolşevikler”dir ve yazıda şöyle denilmektedir:

Lenin ve arkadaşları sözlerinin eri olduğunu ispat ettiler. Açık söyleyelim, akide [inanç] itibariyle biz bu azami program sahibi sosyalistlerin mütalaalarını beğenemeyiz. Şu kadarı var ki bunların iffet-i fikriyelerini [düşüncelerinin temizliğini] takdir etmemek de elden gelmez… Eskiden beri bu sütunlarda salabet-i ahlakiyelerini [ahlaki dayanıklılıklarını] tezbir [yazmak] ve takdir ettiğimiz Lenin, Troçki ve sair Bolşevik rüesası, bu harb-i hazır önünde doğrusu en yüksek cesaret-i medeniye numunesi gösterdiler. (118)

İstanbul basınının Bolşeviklere dair sempatisi mütareke ile hızla azalır ve yerini daha fazla “kızıl tehlike”ye dair yazılara bırakırken, Anadolu’da başlayan ulusal bağımsızlık mücadelesi ile 1920 itibariyle Ankara’da çıkmaya başlayan gazeteler ya da Ankara yanlısı basın Bolşevik sempatisiyle yayına başlar. 9 Ağustos 1920’de Anadolu’da Yeni Gün gazetesinde Yunus Nadi Bolşevikliğin, zenginlerin mallarını yağmalamak demek olmadığını açıklamaktadır. (219) Bir diğer Ankara gazetesi Hakimiyet-i Milliye de bir yandan Bolşeviklere olan sempatiyi dile getirirken diğer yandan da “Anadolu ve Rus Bolşevikliği” (317) şeklinde “teorik” ayrımlara gitmekte ve “biz bize benzeriz” tezinin öncüllerini yaratmaktadır.

Diğer yandan aynı yıllarda etkisi çok sınırlı olmakla birlikte Bolşevik Devrimi ile ilgili en sağlıklı bilgilerin yer aldığı sosyalist basına ise kitapta sınırlı ölçülerde yer verilmiş olduğunu da önemli bir eksik olarak not edelim.

Son olarak 1920 yılının Anadolusunda emperyalizme karşı mücadelede Ekim Devrimi’nin yarattığı etkiye dair kitaptan bir örnekle bitirelim. Kastamonu’da yayınlanan Açıksöz gazetesi 2 Mayıs 1920’de şöyle yazmaktadır: “…Bolşevik kıtaatının yaklaşması hasebiyle Bir Mayıs’dan itibaren Trabzon’da Bolşeviklik ilan olunmuştur.” (268)

“Rusya İnkılabı” ve Aydınlık

1920 başında İstanbul’da Şefik Hüsnü önderliğindeki TKP’nin gayri-resmi yayın organı Aydınlık, 1923 yılında Ekim Devrimi’nin 6. yıldönümünü, derginin Kasım sayısını devrime ve Sovyet Rusya’ya adayarak kutlar. Lenin’in tekerlekli iskemlede bir fotoğrafının yer aldığı dergi kapağında “Bu nüsha Rus inkılabına tahsis edilmiştir” yazmaktadır.

Aydınlık Dergisi 1921 yılında İstanbul’daki komünistler tarafından çıkartılmaya başlanır ve dergi 1925 yılında takrir-i sükun kanunu ile devlet tarafından yasaklanana kadar (Aralık 1921-Temmuz 1922 arasındaki kesinti hariç) her ay yayınlanır. Başyazarlığını, Mustafa Suphi’nin ardından TKP genel sekreterliğini üstlenen, Şefik Hüsnü’nün yaptığı dergide, o dönem TKP kadroları arasında yer alan Sadrettin Celal, Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya gibi isimler yazar. Dergide Nazım Hikmet’in ilk şiirleri de yayınlanmaktadır.

Derginin 1923 yılındaki Ekim Devrimi özel sayısında, Şefik Hüsnü’nün “Rusya İnkılabı ve Saikleri” başlıklı yazısının yanı sıra Sadrettin Celal’in Sovyetlerin NEP adı verilen yeni ekonomi politikasını ele alan “Rusya’nın yeni iktisadi siyaseti” başlıklı uzun bir inceleme yazısına da yer verilmiştir. Ekim Devrimi’ne adanmış bu sayıda, devrimin kadınlar cephesini ele alan iki yazı mevcuttur: “İnkılap kadınları” ve “Sovyetler Rusyasında kadının himayesi”. Bu iki yazı aynı zamanda derginin başından itibaren kadın meselesine verdiği özel önemi de göstermektedir. Bunların dışında Sovyetlerdeki devrim sürecini anlatan “Kızıl İnkılabı yapan ve yaşatanlar” ve Lenin’in hayatını anlatan “Lenin” başlıklı yazılar ve “Sovyetler kongresinin  7 Teşrini sani [Kasım]1917 celsesi”nin çevirisine yer verilmiştir. Biz burada TKP’nin 1923 yılında Sovyetler Birliğindeki gelişmeleri nasıl değerlendirdiği ve Bolşeviklerin güncel politikalarını nasıl gündeme getirip savunduklarını göstermesi açısından bu özel sayının içeriği en yoğun iki yazısına yani Şefik Hüsnü ve Sadrettin Celal’in yazılarına değineceğiz.

Şefik Hüsnü “Rusya İnkılabı ve Saikleri” yazısında Şubattan başlayarak Ekim devrimine kadarki gelişmelerin ve ardından devrim günlerinin ayrıntılı bir dökümünü yapar. Yazıda dikkat çeken, Aydınlık’ta ve önceki yazılarında Türkiye’de Marksist anlamda sınıfların var olduğu savını ısrarla işleyen Şefik Hüsnü’nün yazısına, Rusya’da çarlık döneminde, “derebeylik idaresi altında hatırı sayılır bir sermayedar istihsalatı [üretimi]” ve “birbirinin iki mühim rakibi olan burjuvazya ve proletarya sınıflarının inkişaf edebilmiş [ortaya çıkabilmiş] olması” tespitiyle ve Rusya’da sınıfların gelişimini ve sınıfları temsil eden partilerin ortaya çıkışını anlatarak başlamasıdır. Bundan sonrasında Şefik Hüsnü, 1917 Şubat Devrimi’nden Sovyetlerin kurulmasına, Kerenski hükümetinden Kornilov’un darbe girişimine ve 7 Kasım’da başta Petersburg’da olmak üzere Sovyetlerin Bolşeviklerin öncülüğünde iktidara el koymasına kadarki gelişmeleri ayrıntılı bir şekilde anlatır. Bu yazının önemi Şefik Hüsnü’nün, devrimin üzerinden altı yıl geçmesinin ardından, Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği hakkında yazdığı ilk yazı olmasıdır.

Şefik Hüsnü yazısını şöyle sonlandırır:

“Mamafih [Rusya] bütün müşkülata rağmen, sosyalist nizam-ı içtimaiyesine [toplumsal düzenine]doğru seri adımlarla ilerlemektedir. Üçüncü beynelmilelin dünya amele hareketleriyle faal bir tarzda meşgul olması sayesinde köhnemiş ve asri ihtiyaçlara dar gelen burjuva idaresi yerine her tarafta pek yakın bir zamanda amele ve köylü hükümetleri kaim [mevcut] olacaktır. Almanya bu hedefe doğru seri adımlarla ilerliyor, orada bu inkılap artık bir gün meseledir.

Bütün cihan amelesi Rus inkılapçılarına karşı bir hissi şükran beslemektedir. Ve bu minnettarlıklarını, kendi memleketlerinde inkılabı başarmak suretiyle izhar edeceklerdir [göstereceklerdir].”

Sadrettin Celal ise “Rusya’nın yeni iktisadi siyaseti” başlıklı yazısında yeni ekonomi politikalarını (NEP) ele almakta ve “burjuva matbuatında” sevinçle karşılanan ve “komünizmin gayrı kabili tatbik bir hayal olduğunu” gösterdiği ileri sürülen Sovyetler Birliği’nin 1921 itibariyle uygulamaya başladığı yeni ekonomi politikalarının hangi nedenlerden kaynaklandığını ve “kapitalizmin yeniden teisisi” gibi gösterilmeye çalışılan bu politikanın neden komünizmin terki anlamına gelmediğini açıklamaktadır. Sadrettin Celal bu uzun ve ayrıntılı yazıda, komünistlerin dört yıl süren iç savaş sırasında nasıl bir “harp komünizmi”ne başvurmak zorunda kaldıklarını, bunun normal koşullarda tercih edilmeyecek ancak mecbur kalınan bir aşırılık olduğunu, iç savaş sonrasında sanayi ve tarımsal üretimin içerisinde bulunduğu durumun geriliğini ve Bolşeviklerin ve işçilerin üretimi arttırmak için gerekli araç ve deneyime sahip olmadıklarını, bu nedenle üretim araçlarının bir kısmını nasıl sahiplerine iade etmek ve çiftçilere toprak tasarrufu konusunda daha geniş haklar bırakmak zorunda kaldıklarını anlatmakta kısaca yeni ekonomi politikasının Sovyetlerin mevcut koşullarında bir zorunluluk olduğunu savunmaktadır.

Anlatımını yansıtabilmek açısından Sadrettin Celal’in yazısından bazı bölümleri buraya aktaralım:

“Bilinmesi lazımdır ki Rusyada harbi dahili yalnız askeri değil aynı zamanda, daha ziyade siyasi bir mahiyeti haizdi. Bu, siyasi ihtiyat kuvvetlerini ve bilhassa köylüleri kazanmak için bir mücadeleydi. (…) Bolşeviklerin harbi dahili devam ettiği müddetçe takip ve tatbik ettikleri […] ve (harp komünizmi) politikaları olmaksızın bu zaferi idame ve bugünkü iktisadi siyaseti tatbik etmek kabil olamayacaktı. (…) İlk zamanlarda burjuvazi inkılaba ciddi nazarla bakmıyor her gün sükutuna intizar ettikleri [devrilmesini bekledikleri] Bolşevik hükümetinin icraatına mani olmak için bütün gayretini sarf ediyor ve ilk devrede fabrikaları devlet tarafından sosyalize edilmeyen [kamulaştırılmayan] kapitalistler istihsalatı [üretimi] durdurmak için mümkün olan her şeyi yapıyorlardı. (…) Binaaleyh, Bolşevikler burjuvazinin bütün servetlerine, madenlere, fabrikalara, bankalara, ticaret dairelerine, hülasa bütün ihtihsal ve mübadele vasıtalarına –bu sosyalizasyonun iktisadi noktai nazarından mümkün ve hayırlı olup olmayacağını düşünmeyerek- derhal vazı yed ettiler [el koydular]. (…) Şu mühim noktayı da ilave edelim ki Bolşevikler garbi Avrupada içtimai inkılap hareketinin süratle inkişaf edeceğini ümit ediyorlardı ve bunda hakları vardı. Çünkü o zaman Avrupa memleketlerinde inkılap şartları mevcuttu. Yalnız eksik olan, inkılabçı proletaryaya rehberlik edecek inkılapçı bir parti idi. Halbuki sosyal demokrasi burjuvaziyi kurtardı.

“İşte sosyal demokratların proletarya sınıfına ihanetleri neticesi Avrupada inkılabın tehiri (gecikmesi) Bolşevikleri yalnız kendi kuvvetlerine, kendi menbaı servetlerine istinada mecbur bıraktı ki bu zaruret onları yeni iktisadı siyaseti tatbike mecbur eden sebeplerin en ehemmiyetlisi değilse bile onlardan biridir. Muhakkatır ki Rus proletaryası, devlet tarafından vaz-ı yed edilen bütün muessesatı sanayiye ve ticariyeyi işletecek ve idare edecek kuvvet ve kabiliyette değildir. Ve zaten Bolşevik partisinin inkılap atisindeki iktisadi programı, bir cihetten arazinin köylülere dağıtılması, diğer cihetten istihsali sanayi üzerinde amele kontrolünün vazı idi. Bolşevikler hiçbir zaman, bakkal veya berber dükkanlarını sosyalize etmekle komünizmi tesis edeceklerini zannetmemişlerdir. Onların planları, bankaların, ağır sanayinin, vesaiti nakliyenin, hidematı umumiyenin (genel hizmetlerin) ve madenlerin mütezaddiyen (birbirne zıt şekilde) ve tedrici bir surette sosyalizasyonu idi. Eğer programlarından daha ileri gitmişler, ve sosyalizasyonu iktisaden hazırlanmamış olan müessesatı sanayiye, ticariyeye teşmil etmişlerse bunu cehalet ve gafletlerinden dolayı değil, bir takım askeri ve siyasi mecburiyetler tesiri altında yapmışlardır.”

Görüldüğü gibi 1923 yılında TKP’nin gayrı resmi yayın organı, sağlıklı ve ayrıntılı değerlendirmeler ve aktarımlarla Ekim Devrimi’ni ve Sovyetler Birliği’ndeki gelişmeleri Türkiye kamuoyuyla paylaşma gayreti içerisindedir. Son olarak üzerinde kısaca durmamız gereken Aydınlık’ta Sovyetler hakkındaki yazılara 1923 öncesinde neden sık rastlanmadığı ve derginin bu başlığa neden devrimin 6. yılında yoğunlaşmaya başladığıdır. Bu sorunun cevabı TKP’nin kuruluşunda rol oynayan grupların komünizmle tanışma yollarında saklıdır.

Türkiye’de 1920’de komünist hareketin oluşumunda üç kol rol oynamıştır. Bunlardan biri 1920 yılında Bakü’de TKP’yi fiilen kuran ve komünizmi devrim sonrası Rusyasında birebir yaşayarak öğrenmiş olan Mustafa Suphi ve arkadaşlarıdır. Yine TKP’nin Bakü kuruluşuna temsilci de göndermiş olan bir diğer kol, Almanya’da eğitim alarak 1919’da İstanbul’a dönmüş olan ve sosyalizmi Alman sosyal demokratları ve Spartakistlerden öğrenen öğrenci ve işçilerle sosyalizmle Fransa’da tanışan Şefik Hüsnü’nün kurduğu İstanbul’daki komünist gruptur. Bir üçüncü kol da Anadolu’da yine Sovyetlerin etkisi ile oluşmuş komünist gruplardır ki bunlar ulusal kurtuluş mücadelesinde Ankara’da ve meclis içerisinde birebir etkin bir rol oynayan ve Halk İştirakiyun Fırkası’nı kuranlardır. Bu üç kol TKP’nin kuruluşu öncesinde de birbiriyle iletişim içerisindedir ve Bakü’deki kongrenin ardından artık tek bir parti haline gelmiştir demek mümkündür.

Ancak dönemin şartları ve sosyalist ideoloji ile farklı kaynaklar üzerinden tanışmaları dolayısıyla, 1920’lerin ilk yarısı boyunca birbirinden farklılaşan deneyim ve değerlendirmelere sahip olabilmişlerdir. Sovyetler Birliği, Komintern ve Ekim Devrimi deneyimi ile kurulan ilişkiler bunlardan biridir. TKP’nin İstanbul kanadı bu açıdan en geç “etkilenen” olmuştur. Büyük ölçüde Batı Marksizmi ve Batıdaki sosyal-demokrat partilerin deneyimleri üzerinden şekillenmiş olan İstanbul’daki komünist grup, Ekim Devrimi’nin özellikle de Türkiye üzerindeki belirleyici etkisinin yoğunluğunu daha geç hissetmiş, Lenin ve Troçki’nin yazıları ve söylemleri ile daha geç tanışmıştır. Aydınlık’ın sayıları birbiri ardına izlendiğinde bu net bir şekilde görülür. Ekim devrimi, Sovyetlerdeki gelişmeler ve Lenin, Troçki ile ilgili yazılar 1922 yılından itibaren dergide daha fazla yer almaya başlar ve bu nedenle dergi ancak 1923 yılında Ekim Devrimi ile ilgili bir özel sayı yayınlar. Bunun bir nedeni de, 1922 itibariyle Komintern’in İstanbul’daki komünist grup ile doğrudan temasa geçmiş olması ve bu grubun Şefik Hüsnü’nün genel sekreterliği ile birlikte TKP’nin Türkiye’deki örgütlülüğünün belkemiğini oluşturmaya başlamasıdır. 1923 yılına gelindiğinde TKP, Anadolu’daki komünistlerin tutuklanması sonucu olarak da artık büyük ölçüde İstanbul’daki komünist grup etrafında örgütlenmektedir. Bu aynı zamanda Aydınlık dergisinin TKP’nin yayın organı haline gelmesi anlamına gelir.

 

Dipnotlar

  1. Yazı için kitabın aşağıdaki baskısı esas alınmıştır: Uygur Kocabaşoğlu ve Metin Berge. Bolşevik İhtilali ve Osmanlılar, İletişim Yayınları (İstanbul: 2006) 
  2. A. Cerrahoğlu. Türkiye’de sosyalizmin tarihine katkı, May Yayınları (İstanbul: 1975).