Buharin’in Emperyalizm Teorisi

Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi
Nikolay Buharin
Çeviren: Uğur Selçuk Akalın
Bağlam Yayıncılık, İstanbul, Mart 2005, 183 sayfa

Red veya mahkum etme tarzının tarihin başarıyla taçlandırdığı kişilerin kullanımındaki önemi sanıldığından büyüktür; zira bu iki tarz öncelikle ve hep bir ayrışma getirmektedir. 20. yüzyılın başlarından bugüne emperyalizm teorisinin yarattığı ayrışmalar da, red ve mahkum etme yoluyla doğruyu saflaştırma ve yüceltme süreci olarak kodlanabilir. Kitabının başlığına yapılan göndermeyle, bu teorinin en yüksek aşamasında hâlâ Lenin’in gözlem ve soyutlamalarının olup olmadığı tartışıladursun, ortaklaşılan nokta yeni çalışmalar ile bu sürecin zenginleşmesinin gerektiğidir.

Teorisyenlerinin zamanla “kamp” değiştirmelerini atlamadan, klasik emperyalizm teorilerinin temel olarak ikiye ayrıldığını söyleyebiliriz. Bu durumda bir yana demokratik ve istikrarlı bir emperyalizmi tasvir eden teoriler; diğer yana da dünyanın yeniden bölüşümü için verilen mücadelelere, savaşlara, bunalımlara gebe bir emperyalizm tablosunun çizildiği teoriler konulabilir. Elbette, Rosa Luxemburg örneğinde olduğu gibi ikinci türden eserler veren teorisyenlerin aralarında da ciddi görüş farklılıkları olabilmektedir. Konumuz emperyalizm üzerine polemiklerin tamamının kronolojik bir dökümüne ihtiyaç duymadığına göre, bunu bir kenara bırakıyoruz. Ancak az önce söylediğimiz gibi doğruyu saflaştırma mücadelesinde bizim için çok önemli olan Leninist emperyalizm teorisinin inşasına katkıda bulunmuş, onu öncelemiş iki eserden (Diğeri Rudolf Hilferding’in 1910 tarihli “Finans Kapital” çalışması) Nikolay Buharin’ in 1. Dünya Savaşı devam ederken tamamladığı “Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi”ni okuyucuya anımsatabiliriz.

Bolşevik hareketin önde gelen teorisyenlerinden Buharin’in yazdığı bu kitap, Lenin’in övgü dolu bir önsözüyle ve tamamlanışından iki yıl sonra, 25 Kasım 1917’de yayımlanabildi. Buharin’in temel tezi, emperyalistler arası rekabet ve savaşın, sermayenin uluslararasılaşması sürecinin çelişkili doğasının bir ürünü olduğuydu.

Buharin kitapta öncelikle dünya ekonomisi kavramını ve dünya ekonomisinin gelişimini açıklamaktadır. Bir önceki yüzyılın başlarında (20. yüzyıl), büyük güçlerin yayılmacı politikaları ile beraber olağanüstü bir ekonomik büyümenin gerçekleşmesini, dünya kapitalizminin üretken güçlerinin alışılmamış biçimde gelişmesi nedeniyle olduğuna yormaktadır. Elektrik enerjisinin uzaklara aktarımı, su türbinlerinin ortaya çıkışı, içten yanmalı motorların etkisi, gazyağı ve benzin gibi maddelerin enerji kaynağı olarak kullanılması, telsiz, telgraf, telefon icadı/kullanımı vb. gibi gelişmeler, bu büyümenin teknik boyutunu oluşturmuştur. Bu bağlamda birleşik bir dünya pazarı için üretimin gelişimiyle beraber ulaşım sanayinin düzeyinin de gelişmesi gerekmektedir. Metaların hareketinin hızlılığı ve yoğunluğu, “ulusal” pazarların bütünleşme süreci ve dünya ekonomisinin üretim ve örgütlerinin tek bir bütün olarak büyümesinin hızını da belirleyecektir. 1890-1911 arasında demiryolu uzunluğunun yüzde 171 artışı bu bakımdan önemli bir veridir. Keza, deniz ticareti filolarının tonajında da on yıllık dilimde yüzde 55’lik bir artış görülmektedir. İşgücü dolaşımını ve sermayenin uluslararası bir nitelik kazanmasını da kattığımızda yapboz tamamlanmaktadır; birleşik bir dünya ekonomisi oluşmuştur. Fakat bu süreç, kendi içinde tekil ülkelerin ekonomilerinin “ulusallaşması” olarak anılabilecek bir karşıt kutup barındırmaktadır.

Tekelci kapitalizm, emperyalist ülkelerde her bir ulusal ekonominin devlet öncülüğünde tek bir dev şirket haline gelmesine yol açar: Karteller, bankalar, devlet işletmeleri gibi sistemin organize olmuş tüm kısımları birlikte büyümektedir. Süreç, kapitalist yoğunlaşmanın gelişmesiyle daha hızlanır. Kartellerin ve birleşmelerin oluşumu, finans bankaları arasında menfaat birliği yaratır. Tüm ulusal ekonomiyi, finans krallarının ve kapitalist devletin vesayeti altında tek bir büyük birleşmiş işletme şekline dönüştürmeye doğru çok güçlü bir eğilim ortadadır. Merkez ülkeden taşarak çeşitli topraklara yayılan ve böylece uluslararasılaşan sermaye, hem ulusal ekonomilerin oluşmasına ve hem de bunların gümrük duvarları vb. ile diğer emperyalist güçlere kapatılmasına yol açmaktadır.

Denilebilir ki, Kautsky’nin “ultra-emperyalizm” teorisinde barışçıl yönelimlerden bahsetmesinin karşısında Buharin, ulusal düzeyde rekabetin giderek ortadan kalktığı ve “ulusal” tröstlerin oluştuğu durumda, yine de uluslararası arenadaki rekabet ve mücadelenin kapitalist gelişme tempolarına bağlı olarak keskinleşeceğini söylemektedir. Geri kalmış ülkelerin hammadde üreticisi konumlarının ele geçirilebilmesi için ise bu çelişkilerin bir çıkış noktasını işaret ettiğini savunmaktadır, bu nokta “savaş”tır. Öyleyse Kautsky’nin iddia ettiğinin tersine, saldırgan emperyalist politikalar çeşitli olanaklı politikalar arasından bir seçenek değil, emperyalist çağda kapitalist rekabetin zorunlu bir biçimidir.

Bunlarla beraber, teorilerini ortaya koymalarında kronolojik bir sıralama yaparsak, Hilferding-Buharin-Lenin “finans kapital”in tekelleşme sürecinde artan öneminden bahsetmektedirler. Hilferding ve Buharin, yoğunlaşma ve merkezileşme eğilimlerine yaslanarak açıkladıkları tekelci sermayenin oluşum sürecinde banka sermayesinin öneminin arttığında hemfikirdir. Sanayi sermayesi ile banka sermayesinin iç içeliği ve bankaların hakimiyeti altında kaynaşması sonucunda ortaya çıkan yeni sermaye dilimine finans kapital adı verilir. Lenin’in katıldığı şekliyle bu durum, bankaların gerçek anlamda evrensel kurumlar haline dönüşmesidir.1 Burada günümüze dek süren bir tartışma açığa çıkıyor: Finans kapitalin sanayi işletmelerini egemenlikleri altına alıp almadıkları… Örneğin bazı iktisatçılara göre, sadece belirli kesitlerinde Almanya hariç finans kapitalin modern ekonomileri yönettiği iddiası “saçmalık” oluyor. Zira tersine büyük sanayi gruplarının elinde birden fazla banka olabiliyor. Bu bankalar sanayi kesimlerinde kredi talepleri azaldığı oranda, yüksek faizli tüketici kredileriyle ilgilenmeye dönebiliyor.

Niyetimizin elden geldiğince polemiklere girmemek olduğunu söylemiştik. Bu bakımdan Buharin’in yazdıklarına dönebiliriz. Ona göre içinde bulunulan finans kapital çağı, kapitalist örgütün uyumunu engelleyen tüm unsurları ortaya çıkarmaktadır. Burada uyum derken kast edilen, burjuvazinin ilerlemeci bir güç olarak ortaya çıktığı zamanlarda, kendisini kapitalizm öncesi ilişkilerin zaafları ve geriliğiyle karşılaştırıp, kendi içsel açmazlarını kısmen gizleyebilmesidir. Ancak devasa makinelerin “acımasızca” yok ettiği kapitalizm öncesi üretim biçimlerinin yerine konulanın kendi sınırlarının farkında olmadan hareket etme alışkanlığı, ekonomik ilişkilerin genel şekli haline geldiğinde, yani dünya kapitalizmi olarak ortaya çıktığında çelişkiler daha açık bir biçimde görünür olmuştur. Uzun dönemde kapitalizmi parçalayacak çelişkileri bize gösteren, dünyada artık sözüm ona “barışçıl” bir kapitalizmin yerine, emperyalist savaşların var olmaya devam etmesidir. Yalnızca, sömürülmeye devam eden işçi sınıfı bu kabuğa karşı koyabilirdi ki, Buharin kitabı tamamladıktan bir sene sonra Rusya’da gerçekleşen devrim bunu kanıtlıyordu.

Buharin -eserinden kısmen bu eğilim çıkarsanabilir- Ekim Devrimi ve Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra kapitalizmin eski anarşik yapısının ortadan kalkmış olduğunu, kaynak dağılımının artık örgütlenmiş mekanizmalara dayandığını, bu örgütlenmeyi sağlayan en yüksek otoritenin ise ekonomiyi aktif biçimde eline alan devlet olduğunu, dolayısıyla ulusal ekonomik krizlerin temelinin de ortadan kalkacağını ileri sürmüştür.2 Lenin ise Buharin’in bu tezlerine karşılık emperyalizmin “eski kapitalizm”in ortadan kalkması anlamına gelmediğini, yalnızca tekellerden oluşmadığını, tekellerin yanı sıra piyasanın anarşisinin, rekabetin ve bunalımların devam ettiğini ısrarla vurgulamıştır.

Yine de teorinin saflaştırılması için harcanan yüzü aşkın yılın ardından, Buharin’in hakkını teslim etmek gerekiyor. Kapitalizmin girdiği çağın yönelimlerini anlamak söz konusu olduğunda, finansal sistemin spekülatif yapısıyla kapitalizmi nasıl istikrarsızlaştığı ortaya koyulmaya devam edilirken, güncel çalışmaların hâlâ Buharin’e ve Lenin’e dönüp bakması önem taşımaktadır. Yaşanan krizler ve emperyalist savaşların değerlendirilmesinin teorik altyapısı için kaynak onlardır. Aynı şekilde doğru ve açıklayıcılık adına, yeni yönelimlerin çözümlenmesine, deregülasyonlar ve liberalizasyonların dünya emekçilerinin üzerine bindirdiği muazzam yükün tartışılmasına bu temellerden başlamak yerinde olacaktır. Red ve mahkum etmenin teorik plandaki bireysel karşılığı bir yana, asıl derdin kapitalizmin reddi ve mahkum edilmesi olduğunu unutmadan…

 

Dipnotlar

  1. Ancak Lenin, banka sermayesinin bu türden bir hakimiyetinin olduğu varsayımını eksik ve hatalı bulmaktadır.
  2. Savran, Sungur, Kod Adı Küreselleşme: 21.Yüzyılda Emperyalizm, Yordam Kitap, Eylül 2008, s.84.