Danimarka’da Komünist Parti ve Danimarka Komünist Partisi-Ml’den Ortak Açıklama
Aşağıda okuyacağınız açıklama, Danimarka’da Komünist Parti ve Danimarka Komünist Partisi-ML tarafından, Nisan 2002’de Valencia’da gerçekleştirilen ve Avrupa ve Akdeniz ülkelerinden komünist partilerin ve işçi partilerinin katıldığı Avrupa Birliği konulu konferansta yapıldı.
Sevgili Yoldaşlar,
İspanya Halklarının Komunist Partisi’nin, Avrupa ve Akdeniz’den komünist partileri ve işçi partilerini, AB’yi ve bölgeyi ilgilendiren, diğer konuları tartışmak üzere bir araya getiren bu inisiyatifini sevinçle karşılıyoruz.
Barselona’daki son gösteriler tüm AB ve emperyalist küreselleşme karşıtları için cesaret vericiydi. Avrupa’daki emperyalist küreselleşmenin AB aracılığıyla dayatıldığı gerçeğine ilişkin bilinci yükseltmemiz gerektiğini düşünüyoruz.
Valencia’daki toplantının taslak deklarasyonuna bir katkı olarak AB üzerine analizlerimizi vurgulamamıza izin verin:
AB’nin temelleri
AB, 1957’de 6 ülke tarafından Avrupa Topluluğu olarak kuruldu. Bu ülkeler Roma Anlaşması’nı benimseyen Almanya, Fransa, İtalya ve Benelüks devletleriydi. Bugüne dek AB’nin temelini olusturmuş olan Roma Anlaşması sermaye için dört özgürlük öngörüyordu:
- Sermaye, Avrupa Birliği içerisinde demokratik, sosyal ve ulusal şartlardan bağımsız olarak kendi yasalarına uyma özgürlüğüne sahiptir.
- Sermaye, kendini Birlik içinde istediği yerde var etme, hatta hiç var etmeme hakkına sahiptir.
- Sermayenin Birlik içinde dolaşım özgürlüğü vardır.
- Emeğin dolasım özgürlüğu vardır; yani sermayenin istediği yerdeki emeği, istediği ücrete alma özgürlüğü vardır.
Roma Anlaşması’nın en önemli prensiplerinden biri, rekabetin zarar görmesinin mutlak olarak engellenmesi ve hatta yasaklanmasıdır. Bu prensibin gerçek hayattaki karşılığına daha sonra döneceğiz. Fakat bu özgürlük ve prensipler bügün bildiğimiz anlamıyla neo-liberalizmin çekirdeğidir. İzleyen anlaşmalardan her birinin bu amaç ve ilkeleri hayata geçirme ve sağlamlaştırma amacına hizmet ettiğini düşünüyorüz.
1993’teki Tek Avrupa Akdi’nin sonucu olan ve Roma Anlaşması’nın ilkelerine dayanan Tek veya İç Pazar’ın NAFTA’ya ve sonrasında ALCA’ya, MAI’ye ve DTÖ’nun “serbest ticaret” fikirlerine model teşkil ettiğini unutmamalıyız.
AB şöyle gorülmelidir:
ABD, Japonya ve AB’den oluşan uluslararası tekelci sermayenin üç merkezinden biri.
Avrupalı tekelci sermayenin, AB’nin bazı konularda işbirliği yaptığı, zaman zaman ise karşı karşıya geldiği diğer merkezlerle boy ölçüşebilecek bir dünya gücü yaratma aracı.
Avrupalı tekelci sermayenin, Avrupa işçi sınıfı üzerindeki diktatörlüğünün anayasal çerçevesi.
1990’larda AB
Özellikle 1980’lerinin sonu ve 1990’ların başındaki anlaşmaların Ekonomik ve Parasal Birlik (EMU), kamu finansmanı, işçi sınıfının hayat koşulları ve üye devletlerdeki kamu hizmetleri üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Rekabetin zarar görmesinin engellenmesi şu anda aktif bir biçimde kullanılıyor, bunun sonucunda büyük kamu sektörleri ve kamuya ait alt yapılar ortadan kaldırılıyor (özelleştirmeler).
Kamu kurumları ve işleri tabii ki rekabete zarar veriyorlar, çünkü kâr amaçlı değiller. Aynı şekilde sendika anlaşmaları da sermayenin özellikle birinci ve dördüncü özgürlüklerine engel teşkil ettikleri için rekabeti bozuyorlar.
AB’nin, özellikle Amsterdam Anlaşması’ndan bu yana, Avrupalı sendikalara saldırmasının nedeni budur. AB başarılı olursa kollektif haklara ve dolayısıyla Avrupa işçi sınıfının yaşam koşullarına sıkı bir darbe indirilmiş olacak.
Üye devletler kendi egemenliklerinin önemli bir bölümüne elveda demedikleri sürece EMU’nun amaçlarına ulaşamayacağı da belirtilmeli. Danimarka’nın Euro’ya hayır demesi bu kapsamda değerlendirilmelidir. EMU her açıdan üye devletlerdeki demokratik ve sosyal gelişmelere bir darbedir.
AB’nin genişlemesi konusunu ise büyük bir endişeyle karşılıyoruz, çünkü bu pazarın genişlemesinden ve ucuz ama yüksek eğitimli iş gücünün komuta altına alınmasından başka bir şey değildir. Fakat bu ülkelerdeki büyüyen direnişi sevinçle görüyoruz. Aynı zamanda Kıbrıs’taki yoldaşlarımızın içinde bulundukları zor durumun da farkındayız.
Bugün AB’ye karşı olmak
SSCB’nin ve Avrupa’daki sosyalist kampın ortadan kalkışı ABD’yi mutlak egemen konumuna getirdi. Avrupalı tekelci sermayenin AB’nin genişlemesini hızlandırma ihtiyacının arkasında bu yatmaktadır. Avrupa federal devleti yaratma çabaları Maastricht Anlaşması’yla yeni bir düzeye ulaşmıştır. EMU’nun üçüncü evresi olan Tek Para Birimi ve Birlik Vatandaşlığı, Schengen Anlaşması’yla birlikte açık örneklerdir.
Bir başka örnek, pazarları korumak ve yenilerine ulaşmak amacıyla NATO kapsamında olsun veya olmasın, dünyanın her yerinde askeri operasyonlar yapmaya hazır olan AB ordusudur. Bununla uyumlu olarak, AB’nin Avrupa içerisinde bile (Yugoslavya örneği hatırlanabilir) barış ve istikrara katkıda bulunması beklenemez. Buna “Avrupa Dış Politikası”nı ve bir “Dış İlişkiler Sekreterliği” atanmasını da ekleyin.
Tüm bunlar yeni bir süper devletin, Avrupa Tekelci Sermayesi’nin yönetimindeki gerçek bir emperyalist gücün aşama aşama hayata geçirilmesine işaret etmektedir.
Bu mantık izlendiğinde, bitirici vuruşun AB için bir anayasa olacağı açıktır. Sözü edilen metin 2004’te benimsenecek. EMU ile birlikte ve Birlik’in yukarıda sözü edilen tüm diğer başarıları ile birlikte bu, Avrupa Federal Devleti’nin yaratılması anlamına gelecek.
Bu, eğer hala kaldıysa, ulusal parlamentolardaki her tür erkin ve böylece herhangi bir üye devletin bu sözleşmeden çekilme olasılığının sonu anlamına gelmektedir. Diğer yandan sözleşmenin benimsenmesi, şu andan itibaren AB’ye karşı mücadelede eşsiz bir fırsat sunmaktadır. Tüm üye devletlerde referandum yapılması böyle bir fırsattır.
Bu, AB’ye karşı mücadelenin en onemli silahlarından biri olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunmak demektir.
AB’nin doğasını anlarken aynı zamanda AB’yi içeriden değiştirmek gibi bir şeyin mümkün olmadığını da anlamamız gerekir. AB’yi parçalama ve yok etme perspektifi olmadığı sürece “Sosyalist Avrupa” bayrağını yükseltmek reformist bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Bu nedenle komünistler ve demokratik güçler kendi AB karşıtlığı bayraklarını sosyal demokratça yanılsamalara kapılmadan yükseltmelidir.
Avrupa halklarının AB’ye ulusal bağlamda direnmeleri, kendi ülkelerindeki demokratik ve sosyal gelişimi güvence altına almaları ve birleşik bir uluslararası çaba ile emperyalizmin Avrupa kıtasındaki aracının yok edilmesi için gereklidir.
1 Haziran’da Danimarka AB başkanlığını devralacak. Hepinizi Danimarka’nın AB başkanlığı süresince devam edecek, Danimarka halkı tarafından gerçekleştirilecek yürüyüşlere, toplantılara ve kültürel etkinliklere katılmaya davet ediyoruz.
Kopenhag, 2 Nisan 2002