Devrimin gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920

Devrimin gölgesinde devrimin ışığını aramak

Tarihe ilişkin çalışmalarda sıklıkla gözlemlenen bir tutum var: Tarih yazıcısı (illa da meslekten tarihçi olması gerekmiyor), kendisini çekişmelerin üzerinde konumlandırır.

Kemal Okuyan’ın Devrimin Gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920 eserinde bu tavrın esamesi okunmuyor.

Okuyan, çekişmelerin ötesinde, üstünde ya da dışında konumlanmayı aklının ucundan dahi geçirmiyor. Bütün kitap, bunun yüzlerce kanıtı ile yüklü.

Okuyan, şaşırtıcı şekilde taraflı. Taraflı ve acelesi var.

Düzen ve devrim cepheleri arasında tarafsızlık elbisesini giyinmeye kalkmak, sözü geçen tarih yazıcısına hatalardan arınma alanı tanıyabilir. Weberci bir objektiflik hilesi, betimleyici özneyi yerkürenin dışında, tarihsiz bir gözlemciliğe havale eder. Ve bu bilim diye yutturulur.

Devrimci Marxizmin bu türden bir nesnelliğe meydan okuma üzerine şekillendiğini akılda tutmakta yarar var.

Kitaba özgünlük katan bir başka boyut, dilinin sadeliğinde. Sükseli bir retoriğin yüzüne bakılmıyor. Yalın, anlaşılır, bilgilendirici ve sonuca odaklı.

Devrimci Marxizm pratiğine burun kıvıran sol entalijensiyanın irice bir bölmesinin müştereği haline gelen Rosa dokunulmazlığından, Türkiye ilericiliğinin tartışmasız aktörü Mustafa Kemal’e, Sovyetler Birliği kuruculuğunun ele avuca sığmayan pek tartışmalı figürü Trotskiy’den onun anti’si Stalin’e kadar pek çok siyasi figür konusunda lafı gevelemeyen bir dobralık kitabın bütününe cömertçe serpiştirilmiş.

Sınıf mücadelesinin tarihsel aktörlerini övgü/sövgü skalası dışında anlama çabası, ve daha da önemlisi, anlama ile yetinmeyip büyük harfli devrim arayışının doğrulama cetvelinde güncellenmesi çabası kitabın her satırına sinmiş asıl motivasyon olarak öne çıkıyor.

Okuyan tartışıyor, zorluyor, polemiğe giriyor. Ve lakin lafı dolandırmıyor. Kitapta söylemin kendisi, söylenmek istenene galebe çalmıyor.

Kararlılık ve öz güvendendir…

Çok belli ki, sahil kasabasının serinletici dinginliğinde kaleme alınmamış bu eser. Türkiye Komünist Partisi’ndeki görevleri, bilenin bildiği partiyi hayatının merkezine koyan disiplinli yaşamı üslubuna da yansımış. Koşar adım düşünen, düşünürken koşan bir devrimcinin coşkun kaleminden satırlar bunlar.

Kısa. Sarsıcı. Ayrıntılı.

Ağaç-orman diyalektiğinde birini diğeri içinde buharlaştırmayan; tarihi, bugün ve geleceğin gereksinimi üzerinden okuyan bir tutum. Ve en önemlisi, sonuç odaklı.

Kitap, Manifesto saikiyle kaleme alınmış: Kendisinden önceki birikimi özümseyip sağan, kendisinden sonrasına sıçrama zemini sunan bir metin.

Okuyan, kavgaya tutuştuğu düşmanın yakasını tutarken, bir yakada bizden görünüp, sermayeye hizmet eden sosyal demokrasinin onlarca tonunu tutuyor. Diğer yakada ”kendi beceriksizliğimiz” ile yüksek sesli polemiği tercih ediyor. Omuz üstü konuşmuyor,  karnındansa hiç…

‘Almanya’da emekçi halkın afyonu sosyal demokrasidir’

Sosyal demokrasinin işçi sınıfı hareketine ihanetinin 100. yılında, ”Almanya’da emekçi halkın afyonu sosyal demokrasiydi” 1diye yazmak, hiç kuşku yok ki, yalnızca tarihe ilişkin özlü bir hatırlatma olmaktan öte anlamlara sahiptir.

Okuyan, Devrimin Gölgesi’nde uluslararası işçi sınıfı hareketine oportünizmin İncili diye pazarlanmaya çalışılan ‘Sol Komünizm’in hangi ihtiyaç ve bağlamda kaleme alındığını göstermesi bir yana, sınıf uzlaşmacılığının işçi sınıf saflarındaki Truva Atı sosyal demokrasinin maskesini düşürme gayreti açısından da son derece önemli bir başlığı farelerin kemirici eleştirelliğinden kurtararak gün yüzüne çıkartıyor.

Sosyal demokrasinin uğursuz tarihine atıfta bulunan yalnızca Okuyan değil. Alman Sosyal Demokrasisinin Küçük Kara Kitabı2‘nda Konstantin Brandt, ”Kasım Devrimi yenildi. Çünkü bu, SPD’nin, USPD’nin ve sendikacıların sağ önderliğinin ihanetiyle oldu… ve devrimci savaş partisinin eksikliğinden.” (s. 29) diye yazar.

Weimar Cumhuriyeti’nin sansür tanımayan hiciv ustası Kurt Tucholsky, 19 Temmuz 1932’de Weltbühne’de SPD önderliği için şunları söylemişti: ”SPD’nin Almanya Sosyal Demokrat Partisi adını taşıması bir talihsizlik. 1 Ağustos 1914’den sonra bu partinin adı Reformcu Parti ya da küçük kötülükler partisi olmalıydı.”3

Devrimin Gölgesi’ndeki ”gölge” isim tamamlaması, gölgeye kaynaklık eden ışığın 1917 Rus Devrimi üzerinden kurgularken, geriye dönerek gölgenin de ışığın vazgeçilmez destekçisi olduğunu örneklerle uzun uzadıya anlatırken yerden göğe kadar haklıdır.

Alman Ekimi’nin başarılamamış olması, Rus Ekimi’nin olağanüstü zorlanmasına kaynaklık etti. Alman Ekimi’nin başarılamamasında en büyük iki noktayı sayarken Okuyan, Alman Bolşevik partisinin yaratılamamış olmasının altını haklı olarak çizerken, Rusya’dan farklı olarak sosyal demokrasinin Almanya’da güçlü olmasının ve karşıdevrimci güçlere en kritik desteğin sosyal demokrasiden geldiğinin altını çiziyor.4Öyle ki, Rus Devrimi’nin ilk dönemdeki etkin aktörlerinden Trotskiy’nin Rusya’ya sosyalizmi yakıştıramayarak, Almanya’ya başat rol biçmesi bu süreç içerisinde yapılagelen ”hatalar” silsilesi için ihmal edilemez bir zemin sunmaktaydı.5

Rus ve Alman Devrimleri arasındaki yakın geçişkenliğe bir vurgu da DKP’li siyaset bilimci Georg Füllberth’den: ”Bolşevikler en büyük ümitlerini Almanya’ya bağlamıştı, ama aynı zamanda en büyük endişeleri de bu ülkeye yönelikti. En güçlü işçi hareketine sahip olan bu ülkede devrim olmazsa, Rus Devrimi de gerçekleşmeyecektir.”  6

Rus ve Alman Devrimleri’ni analiz edip mukayese ederken Okuyan, Alman Devrimi’nin başarısız kalmasında en önemli unsurun Bolşevik tarzda örgütlenmiş parti olmamasının altını çizer.7Altı çizilmeyenin üstünün çizildiği bu acımasız süreçte, üç kez devrim olanağını elinden kaçırmak pek hayra alamet olmasa gerek.

Eleştirel sahiplenme ve geleneğin güncellenmesi kaygısı

Marx[5] , süreç8 kavramını iki anlamda kullanır: Dava ve eni sonu  tanımlı bir zaman diliminden müteşekkil tarihsel kesit. Tarihte yaşanan her olay, belirli bir zaman diliminde vuku bulan kesitlerdeki kırılma (dava) ile şekil alır. Kesit ve kırılma boyutları, süreç’i tanımlar. 

Eleştirel sahiplenmenin idealizme kapıyı kapatması Devrimin Gölgesinde şöyle ete kemiğe büründürülüyor: ”Tabulardan söz ediyoruz, 1917 sonrasında, özellikle partide farklı hiziplerin olduğu, önde gelen Bolşevikler arasında radikal görüş farklılıklarının açıkça görüldüğü dönemde (ki bu ağırlıklı olarak dünya devrim sürecinin en kritik evresine 1918-1924 denk gelmektedir) Bolşevik Parti’nin ve Komintern’in bütün bu farklılıkların üzerinde, onlardan etkilenmeyen ‘yanılmaz’ bir çizgisi olduğunu iddia etmek, devrimci mücadeleye idealizmi bulaştırmaktan başka bir anlam taşımaz.”9

Eleştirel sahiplenmenin verdiği özgüven bu satırlar kadar, kitabın girişinde anlatılan İzmir Fuarı’ndaki kocaman orak çekiç ve 12 Eylül faşizmi anekdotunda da anlamlı bir yere oturmaktadır. Açık konuşmak lazım, geleneksel TKP içinden gelen biri olarak söylemek durumundayım ki, ”yanılmaz parti hattı” mevzuunda kompleksten ırak özgüvene dair pek fazla örnek bulunmazdı. Burada yazılanların her durumda geleneğe zarar vermekten öte onu güçlendiren bir tutum olduğuna kuşku yok…

Eleştirel sahiplenmeye devam: ”Komünist Enternasyonal andığımız dönemde Bolşeviklerin kolektif iradesini tam olarak yansıtmayan bir örgüttür. Bunu hesaba katmadan hiçbir tartışmayı anlama şansımız bulunmuyor.”10

Sosyal demokrasinin işçi sınıfı hareketi ile ilelebet yollarını ayırıp, sermayenin sadık hizmetçisi saflarına geçmesi, sosyalist devrimler tarihi açısından devasa önemdedir.

Bir ayağı işçi hareketinde diğeri sermaye saflarında olan sosyal demokrasiyi ilk teşhis eden Lenin olmasa da, bu eğilimin teori katında ifadelendirmesi Lenin ile başarıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda kendi sermayesinin arkasında duran sosyal demokrasi bu tarihten sonra Rosa’nın deyimi ile ”kokan bir ceset” olarak belirginlik kazanmasına karşın emekçi sınıflar nezdinde tam olarak deşifre edilemedi.

1915-16 döneminde Zimmerwald/Kiental Konferansları’nda Lenin’in tüm deşifre etme çabalarına rağmen, sosyal demokrasinin izdüşümlerinden bir türlü kopulamadı. İsviçreli sosyal demokrat Robert Grimm’in engelleme çabaları büyük oranda sonuç verdi ve Lenin’in görüşleri azınlıkta kaldı.

Kendi partisinde bile yalnız kalacak dönemler yaşayan Lenin, en son şeklini 1917 Nisanı’nda alan Nisan Tezleri’ne kadar, Bazı Tezler (Ekim 1915), Uzaktan Mektuplar (Mart 1917) ile parti MK’sını topa tutmuştu.

Lenin, sosyal demokrasinin maskesini kesin olarak düşürüp, işçi hareketindeki ayrışmayı11, İkinci Enternasyonal’in kalıntılarını gömmeyi ve Nisan Tezleri’nde ifade edildiği gibi ”sosyal” ve ”demokrat” yapaylığından kesin olarak kopmayı öngörüyordu.

Nisan Tezleri’nin yaratıcısı devrimci Lenin’den demokrat Lenin türetmeyi deneyen yorumlara itibar edilmemelidir.12

Ricat dönemlerinin ”kitlelerden öğrenenmek” üzerine kurulu ürkek dili, Rus Devrimi özelinde bir de ”dönemin olağanüstü”lüğü argümanı ile desteklenir.

Bir ek ile de kitlelerin kendiliğinden örgütlenme gücüne başat rol atfedilir.13 Devrimci durumu saptayan ”yazarın psikolojisini” belirleyen ise kitlelerin kendiliğinden mücadelesidir (!).

İşçi aristokrasisinden işçi bürokrasisine sosyal demokrasi14 ve devrimci demokrasi

Sosyal demokrasinin ve buna yedeklenen devrimci demokrasinin ön tarihinde, kapitalizme ilişkin dönüşümler son derece etkin olmuştur. Kapitalizmin tekelci aşamaya geçişi, kâr fazlasının metropollerde düzen için tahkim araçlarına aktarılmasına uygun ek bütçe oluşturmuştu.

Bu olguyu 1880’lerde ilk saptayan Engels’di. Engels, ”işçi aristokrasi”sinden söz ederek, düzen saflarında devrimci dinamikler içinde ilk yarılmaları tespit etmişti. Engels’den farklı olarak, Hiferding’in Finans Kapital’inden de faydalanarak, onun saptamalarını bir adım ileri götüren Lenin, ”işçi aristokrasisi” kavramının yalın iktisadi kullanımını genişleterek, ilk kez ”işçi bürokrasisi” terimini üretmişti.

İşçi bürokrasisi, işçi sınıfının içinde, ondan fazla ekonomik ve siyasi ayrıcalıklar üzerinden nemalanan bir kesimi teşkil ediyordu. Bu boşluk, devrimci demokrasinin ”ileri unsuru” aydınları için de küçük burjuva bir zemin demekti.

Yirminci yüzyıl başında işçi bürokrasisinin en güçlü olduğu coğrafya İngiltere ve Almanya idi. Rus Devrimi açısından ada ülkesi olan İngiltere’den ziyade Almanya’nın önemi büyüktü. İngiltere hakim sınıfları, işçi hareketinin devrimci taleplerini düzen içine akıtıp, massederken, Alman burjuvazisi bu süreçte pek başarılı olamamıştı.

Klasik sosyal demokrasinin ana vatanı Almanya, devrimci talepler için en fazla hareket eden emekçi kitlelere sahipti. Hoşnutsuz emekçi kitleleri yönetmesi güçtü ve eşitsiz gelişme yasası gereği atağa geçen Rus komünistleri Alman emekçilerine çok güveniyordu.

Dünya devrimi fikrinin Rusya’dan sonra en büyük umut vereni Almanya’ydı. Ancak arada Polonya vardı. Bununla birlikte Okuyan’ın tespit[ ettiği gibi Kızıl Ordu Polonya’ya devrim ihraç etmeye gitmedi. Bu bir zorunluluktu. İç savaş ve dış abluka arasında bir zorlamaydı. Okuyan daha da ileri giderek, Varşova yenilgisinin askeri değil siyasi olduğunu saptar.15

Alman Ekimi’nin başarısız olmasının en temel nedeninin sıkı örgütlenmiş bir devrimci özne yani Alman Bolşevik partisinin olmamasını özellikle vurgulayan Okuyan, sosyal demokrasinin Rusya’dan farklı olarak Almanya’da ”fazlasıyla etkili olması”nın da devrim açısından handikap teşkil ettiğine dikkat çekiyor.

Rusya’dan farklı olarak Almanya’da ikili iktidar aktörleri bulunmuyordu. Oysa bu süreç Rusya’da Şubat Devrimi ile start almış, burjuva hükümetinin hareket alanını muazzam daraltmıştı.

Almanya’da geleneği olan kitle partisi modeli, öncü partiye geçişte kısıtlayıcı alışkanlıklar silsilesi olarak fren işlevi gördü. Ustalık gerektiren örgütlenmenin ince bir kalkışma sanatı ile taçlandırılması ileri bir maharet gerektiriyordu. Oysa Alman sosyalizminde bu siyasi beceri yaya kalmış, ilkinde doğrultu sorunu yaşayarak bocalamış, ikincisinde gaz yerine frene basmış, üçüncüsünde senkronize olamama ile malûl kalarak, başarısızlığa sürüklenmiştir.

Okuyan’ın ayrıntılarla saptadığı gibi, ”(…) 1919 Ocak ayındaki ne yaptığını bilmezlik, 1920’deki hareketsizlik ve 1923’deki kararsızlıkla karşılaştırdığımızda 1921’de sahip çıkılacak epey nokta vardır”16

Varşova yenilgisinin sorumlusu ve sonuçları

Okuyan’ın kitabındaki özgün başlıklardan biri de Varşova Yenilgisi yani Polonya meselesidir. Dünya devrimi fikrini tedavülden kaldırmasa da en azından bir süreliğine geriye ittiren etkenlerin başında Varşova Yenilgi geliyordu. Kitabın bu başlıktaki özgünlüğü, yenilginin askeri değil siyasi olduğunu saptamasında olduğu kadar, Kızıl Ordu önderliğinin ikircikli tutumu (Trotskiy) ve harekatın başkomutanı Tuhaçevski’nin yenilgide oynadığı ”öznel” parametreleri mercek altına yatırması…

Tuhaçevski’nin iflah olmaz Rus milliyetçiliği, Trotskiy’nin Rusya’da devrimin başarılacağına olan inançsızlığı, Stalin’in iç savaşla meşguliyeti ve Lenin’in parti bürokrasisi tarafından bilerek ya da bilmeyerek yanıltılması…

Varşova Yenilgisi, yarattığı sonuçlar itibariyle hacminin çok üzerinde siyasi, hatta kuramsal etkiye yol açmıştır. “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” broşürü bu yenilginin siyasi faturasının değerlendirmesinin ürünüdür büyük oranda. Alman Devrimi’nin başarısızlığı, Avrupa’daki komünist partilerin iktidar çıtasını aşamamaları, irili ufaklı kalkışma/komün denemelerinin tutunamaması bu broşürün yazılmasına kaynaklık etmişti. Okuyan’ın belirttiği gibi, Sol Komünizm yazılma gerekçesindeki ”mütevazı”lığın çok ötesinde etkileri olan son derece önemli bir eserdir.

Lenin, bu çalışması ile devrimin ”nefes almaya” ihtiyacını ve tek ülkede sosyalizm kuruculuğunun kaçınılmazlığını belirtme gereği duymuştu. Ancak Sol Komünizm, uluslararası işçi sınıfı hareketinde konjonktürel bir değerlendirmeden öte ”yorumlar”a alan açmış, deyim yerinde ise, reformculuğun Lenin’i referans göstererek, oportünistlik yaptığı bir çarpıtılmış kaynağa dönüştürülmüştür.

‘Siyasal iktidar hedefinden sonsuza dek vazgeçmek’

Oysa Lenin, oportünizmi Bolşevizmin işçi hareketi içinde ”baş düşman”ı17olarak tanımlıyordu ve bu nitelemesini Sol Komünizm’de de tekrar ediyordu. Buna karşın, Okuyan’ın altını çizdiği gibi, ”Örneğin parlamento seçimlerine dönük ilgisizliğin bir ‘ilke’ gibi savunulmaya başlaması Lenin’i gerçekten kızdırıyordu.”18

Lenin’in reformculuk tarafından referans gösterilerek hokuspokusçu el çabukluğu ile çarpıtılmasının yarattığı deformasyon uzun sürdü. Yıllar içerisinde işçi hareketinin dengeci unsurları, konformizmlerini ”teori katına” erdirerek, düzen içi olmayı meşrulaştırdılar.

Okuyan’dan okuyalım:”Yıllar içinde ‘gerektiğinde elbette uzlaşılır, hatta taviz verilir‘, dünya komünist hareketinde reformizmin mottosu haline geldi. Halbuki Lenin Sovyet Rusya’nın emperyalist dünyada ayakta kalmak için verdiği tavizlerden, dünya devriminin iniş çıkışlarında  komünistlerin sınıf mücadelesindeki güç dengelerini her gün yeniden değerlendirmesi gerektiğinden söz ediyordu, siyasal iktidar hedefinden sonsuza dek vazgeçilmesinden değil!”19

Örnek olsun: İkinci Savaş sonrasında Almanya’nın Doğusunda ve Batısında görev yapmış, kendi deyimi ile ”Molotov’un keşfi” özel ve tam yetkili diplomat Vladimir S. Semyenov, anılarında20A. Gromiko’nun 1978’de kendisinin Bonn elçisi olmasını önerdiğini yazıyor. ”Düşünmeden evet dedim. Çünkü 1932’de partiye üye olduğumdan beri bu yanıtı vermeye hazırdım.”21

Semyonov’un sözü geçen anılarına Sonsöz’ü yazan Juli Kwizinski, Semyonov için şu değerlendirmede bulunuyor: ”Vladimir Semjonov inançlı bir komünistti. Bütün hayatını Marksist-Leninist ideoloji belirledi. Görev ve sorumluluğundan hiç kuşkusu olmadı. Pratiği bu bilinçle şekillendi. Doğuştan zeki ve dikkatliydi. Yalnızca entrikalardan ve yüksek iktidar ilişkilerinden uzak durdu. Şayet iktidar ilişkileri çok belirginlik kazanmamışsa, kendini biçimsel olarak Merkez Komite’nin çizgisine yaklaştırırdı. Nihayetinde bu çizgi kazanandı.”22

Juli Kwizinski, Semyonov için ”dengeci/ortalamacı” diyor kibarca.

Sözü geçen kitabın önsözünü kaleme alan açık sözlü antikomünist Peter Strunk, Semyonov için Kwinzinski gibi ”aşırı dikkatli”, ”risk almayı sevmeyen” nitelendirmelerinde bulunduktan sonra, ilginç bir iddiada bulunuyor: ”Onun bu tutumu her durumda Stalinci sistemi ayakta tuttu.”23

Özel ve tam yetkiyle donatılmış şef diplomat Semyonov, anılarında sosyalizme inanan, yurtsever ama dengeci bir profil olarak öne çıkıyor. Dönemin başbakanı Helmut Schmidt’in kendisine ilgi gösterip liberal Die Zeit gazetesini okumasını salık vermesini, iki ülke arasında konserler verilip, resim sergileri açılmasını ülkeler arasındaki ”sıcaklığın artması”na hizmet edeceğini düşünüyor. 

Bütün bunları idareimaslahat rahatlığı içinde, herhangi bir devrimci iddia hissi duymadan olağan şeyler olarak karşılıyor. İki sistemin bir arada barış içerisinde yaşayacağına dair anlamsız bir gerçeklikten yoksunluk duygusu hakim bütün yazıp çizdiklerine. Ressam Kasimir Maleviç’in Düsseldorf’ta sergi açması için diplomatik çabasına, dönemin MK üyesi Mikail Suslov’un karşı çıkmasında ise tavrı sertleşiyor: ”Graue Eminenz”!*24

Hruşçov döneminin dengeci/içedönük siyasi yöneliminden malûl onbinlerce kadrodan biri olan Semyonov’un aksine Molotov, ömrünün sonun kadar Bolşevik çizgide kalmayı tercih etti. ”(Hitler’i kast ederek) Diplomasinin zorunluluğu işte; Bolşevikleri eleştirmekten kaçınıyordu. Müzakerelere devam etmek zorundaydık! Pazarlık yapılacağına göre karşıdakinin yüzüne tüküremezsin… Karşınızdakiyle konuşmak zorundasınız. Mecburen.”25

Hitler’e Bolşevikleri eleştirtmedi ve onun yüzüne tükürmek için kendisini zor tuttu. İşte fark bu: Molotov, tek ülkede sosyalizmi savunmanın zorunluluğu ile hareket edip, emperyalizme karşı nihai zafere odaklanan bir Bolşevikti. Semyonov ise ”barış içinde bir arada yaşama” konseptinin terbiye ettiği kayıp kuşağın bir üyesi…26

Kısa 20. Yüzyılın ilk devrimci döneminde kemalizm – sovyetler ilişkisi27

Alman Ekimi’nin hayat bulamaması, Varşova yenilgisi derken Batı’da ilerleyemeyen Ekim Devrimi doğudan enerji toplamaya yöneldi. Dönem, tek ülkede devrimi yaşatarak, dünya devrimi için enerji depolamak dönemiydi.

Kısa 20. yüzyılın ilk devrimci dönemi 1914-1920 aralığıdır. İkincisi bu makalenin konusu olmamakla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunu işaret eden 1940’lı yıllardır. Geçen yüzyılın ikinci yükseliş döneminde etkisiz bir aktör olan Türkiye sosyalizmi, yüzyılın ilk devrimci döneminde emperyalist paylaşıma direnerek ve Ekim’in rüzgarını arkasına alarak önemli bir siyasi coğrafya olduğunu kanıtlamıştı.

Okuyan, bu kitapta Türkiye sosyal demokrasisine hiç değinmiyor. Çok açık ki, bir sonraki kitabın ara başlıklarından biri olacak. Ancak Kemalizm ve onun yaratıcısı üzerine değerlendirmelerini eksik etmiyor.

Türkiye’de sosyal demokrasi üzerine pek çok efsane üretildi. Kemalizmin ”hakiki sosyal demokrasi”nin doğmasına engel olduğu gibi… Bizzat Kemalizmin sosyal demokrasinin Türkiye versiyonu olduğu iddiası gibi…

Birbiriyle çelişen ama birbirini besleyen bu modern zaman hurafelerinin adeta süreklilik-kopuş tezlerini yineleyen Kemalist ve liberal tarih okumasında yaptığı şekilde, Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti ilişkisini ilki, ”mutlak kopuş”, ikincisi ”mutlak devamlılık” üzerinden yorumlayagelmiştir.

Kemalizmin burjuva ideolojisi zincirinde Türkiye ilericiliğinin son halkası olduğu gerçeği reel sosyalizmin çözülmesi ile irtifa yitirmiş, tarihsel ilerleme kavramının pabucu dama atılmıştır. Yeni Sol ve Kürtçü akımın bu bozulmada ”katkıları” büyüktür.

Geleneksel CHP ile mevcut CHP arasındaki benzemezliği bir kenara bırakırsak, Kemalizmin bir burjuva ideolojisi olarak bütün merkez eğilimlere şu ya da bu oranda nüfuz ettiğini kabul ile başlamak abartı olmayacaktır. İslamcı hareket, liberal çizgi ve Kürt hareketinin muhtelif veçhelerini muaf tutmasak da minimalize etmekte mahsur yoktur.

Türkiye ilericiliğinin sosyalizm öncesi son taşıyıcısı olarak Kemalizm, Okuyan’ın kavram setinde belirtik olduğu üzere, emperyalist açık işgale karşı ”kurtuluş-kuruluş sürecinde”28, önü sonu emperyalizme teslim olacaktı. Bütün burjuva devrimler gibi Kemalist Devrim de yarım kalmaya ve emperyalizmle uzlaşmaya mahkûmdu. Çünkü kapitalizmin ülkedeki varlığı, doğası gereği emperyalizmle işbirliğini olanaklı kıldığı gibi, uluslararası koşullar ileri çeken ögenin kuşatılmışlığı oranında güdük kalıyordu. Nihayetinde öyle de sonuçlandı.

Reel siyasetin tunç kanunu

Moskova ile Ankara arasındaki ilişkiyi ”mantık evliliği”ne benzeten Okuyan, ”Özgün bir tarihsel kesitte, biri sosyalist diğeri burjuva devrimcisi iki hareket çıkar ortaklığına girmiş, bu ortaklıktan her ikisi fazlasıyla yararlanmıştır.”29 değerlendirmesinde bulunuyor.

Bakü Kurultayı’nın katılımcılarından Sultan Galiyev’in ”Müslüman coğrafyanın tüm sınıfları proleterdir”30sözü ne kadar Lenin’i ve sınıf siyasetini çarpıtmaysa, bugün Kürt ulusal hareketinin lideri Öcalan’ın, ”Yürüttüğümüz sınıfsal mücadele ulusal mücadeledir. Ulusal mücadelemiz enternasyonalist mücadeledir”31tanımlaması da bir o kadar çarpıtmadır.

Genç Rus Devrimi’nin güney komşusunun emperyalizmle bağının izole edilmesi ne kadar hayati ise, Ermenistan’ın Türkiye sınırları içinde hak talep etmesinin önüne geçebilecek olan tek güç de Sovyetler Birliği yönetimi olabilirdi derken Okuyan, siyasetin, sınıf siyasetinin hamasi retorik üzerinden yapılamayacağını da belirtmiş oluyor.

Sovyet bürokrasisinin diplomatik yetenekleri sınanmış, ideolojik ve siyasi bütünlüğü olan kadrolardan müteşekkil olduğunu varsaymak aşırı idealleştirme olurdu. Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin’in 16 Mart 1921 Anlaşması öncesinde Ankara’dan Ermenistan lehine Türkiye’nin bazı illerini talep etmesi tam da bu oturmamışlığın göstergesi olarak okunabilir.32

”Her durumda, 1920-21 yılları Moskova ve Ankara’nın kendi yayılmacılığını dizginlemek için kararlılıkla hareket ettiği bir dönemdir.”33

Tek ülkede sosyalizm basıncını üzerinde şiddetle hisseden Ekim, Karadeniz ve Kafkasya’yı İngiliz emperyalizmine kapatırken, TKP önderlerinin Kemalist önderlik tarafından tasfiyesine de gözlerini kapamayı tercih etti.

Bu bir tercihten öte, ”reel siyaset”in tunç kanununa boyun eğmekti.

Mustafa Kemal, Türkiye’deki iktidar odakları içinde Sovyetlerle en kolay anlaşabilecek siyasetçiydi. Seküler bir burjuva devrimcisi olduğu biliniyordu. Pan Türkist ve Pan İslamist değildi. Ve en az bunlar kadar önemli olan da, Rusya’daki karşıdevrimci öbekler ile işbirliğine kapalıydı.34

Dönem koşulları içinde bu nitelikleri haiz başka bir siyasi aktör Anadolu’da görülmüyordu. Ayrıca  Kemalist hareketin kendisini önceleyen birikimden özsel bir farkı vardı: Siyasi gericiliğin din kıyafeti altında direnişini söküp atmada seküler bir yönseme içine girmesi…35

Bakü Kurultayı, dünya devriminin merkezi tartışmalarını kısmen de olsa yeniden ateşlemişti. Mazlum uluslar gerçeği, tek ülkede sosyalizm çizgisinde ciddi bir dayanak olabilirdi. Sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadelelerinin sosyalizan bir yönelimle desteklenmesi başka bir şey, dünya devriminin merkezinin batıdan doğuya kaydığını iddia etmek başka bir şeydi. Bu tezi Lenin’e karşı savunanlar, sosyalizmden ziyade ulusal reflekslerle hareket ediyorlardı.38

Sıkı örgütlenmiş bir öncü partinin eşgüdümlü ve merkezi faaliyetine kafası yatmadı. ”Başka türlü düşünenler”i kararlı ve net düşünenlere karşı koruma refleksi içine girerek, demokratizmi demokratik merkeziyetçilik ilkesi yerine ikâme etmeye çabaladı.

Daha önemlisi, devrimi patlamalı değil tedrici bir süreç olarak kavradı. Ve yanıldı. Çaplı bir Marksist, yüreği sosyalizmden yana bir enternasyonalistti. Bolşeviklere büyük değer biçti ama onlar gibi olmayı düşünmedi.

Ekonomi-politikte parlak bir Marksist, siyasi pratikte ateşli bir devrimci, polemikte sözünü sakınmayan bir entelektüeldi. Ancak örgüt pratiğine girdiğinde Lenin’i çok gerilerden takip eden bir ketumluk örneğiydi.

”Luxemburg’un hiç sıcak bakmadığı Bolşevik örgüt kültürü belki de o an, 1919’a girerken Alman komünistlerinin en çok gereksindiği şeydi.39

Okuyan, Rosa’nın Alman Devrimi’nde Rus Devrimi’ne ”rezervli” yaklaşımını betimlemenin ötesinde, parti önderliğindeki Luxemburg ve Liebknecht’in KPD’nin daha kuruluşunda  ”ciddi otorite sorunu40” yaşadıklarını kaydediyor. Alman Ekimi’nin hayata geçmesine engel teşkil eden faktörleri belirtirken Okuyan, Rosa’nın Rus Devrimi’ne ikircikli bakışının altını çiziyor. Abartılı sayılmamalıdır.

Diğer faktörleri şöyle betimliyor: Devrim merkezinin Rusya’ya kaydığının fark edilmemesi, Bolşeviklerin Almanya’nın önemini kavramakta geç kalmaları, partinin niteliği (sosyal demokrasiden kopuş sancıları), parti önderliğindeki otorite sorunu, senkronize olamama…41

Dünya devriminin  yenilgisinin 100. yıldönümünde, devrime cüret et!

Bu kitabın devrim çağının yüzüncü yıldönümünde kaleme alınmasının hiç kuşkusuz simgesel anlamı da var.

Kitabın mottosunu şöyle açıklıyor Okuyan: ”Sovyetler Birliği’nde zaman içinde devrimci hedeflere yabancılaşan kadroların yol açtığı çürümeden sıklıkla söz edilir ve partinin bunların yönetiminde öncülük vasfını yitirdiği iddia edilir. Böylece bu öykünün biraz farklı bir versiyonunu önermiş oluyorum: Sovyetler Birliği, dünya devriminin gecikeceğinin ve SSCB’nin uluslararası alanda uzun bir süre dünya devriminin merkez ve belirleyici unsuru olmaya devam edeceğinin anlaşıldığı 1920 yılından sonra, elde ne varsa onunla konsolide olmaya çalıştı. Ekonomi, bilim, dış politika, silahlı kuvvetler gibi alanlarda komünist, hatta devrimci olmayan kaynakları Sovyet iktidarı için seferber etti.”42

Alman Ekimi’nin başarısız olması, Polonya’da Kızıl Ordu’nun milliyetçiliğe boyun eğmesi43 derken Sol Komünizm’in kaleme alınma zorunluluğu…

”Soru zordu, bu soruya Bolşeviklerin verdiği yanıt da tam olarak anlaşılamıyordu.”44diyerek ekliyor Okuyan: ”Polonya meselesinde Lenin dahil bütün partiyi saran bir stratejik karmaşanın yaşandığı açık.”45

Faşizm olgusunu anlamakta güçlük çeken Komintern, faşizmi kapitalist/emperyalist sistemin bir arızası, geçici durumu, anomalisi olarak kavradı. Aşamacılığa alan açan bilcümle ”arayış” Avrupa  sosyalizmine musallat oldu.46Cephe politikalarının verimli atmosferi bu dönemin ürünüdür. Kategorik parlamento boykotçuluğundan, parlamentarizme savrulan teorik altüst oluş tüm siyasal süreci teslim almıştı.

Kızıl Ordu içinde baş gösteren savaş stratejisi tezleri içinde Trotskiy’in kapitalist devlet modeli eksenli savaş stratejisine baypas çeken Frunze’nin “topyekûn savaş“ yaklaşımı Sovyetler Birliği‘nin temel askeri prensibi olarak kabul edilmişti.  ”Güçlü bir sosyalist ülke yaratarak uluslararası alanda devrim ve karşıdevrim arasındaki nihai hesaplaşmaya hazırlanmak. Stalin liderliğindeki partinin hayata geçirdiği strateji budur ve bu stratejiye inanmayanlar yolda dökülmüştür.”47

Acelesi olan devrimcidir ve devrimci acelesi olandır

Okuyan kitabında Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin kuruluşunun büyük bedeller ödenerek hayata geçirildiğini belirterek, tüm bu sürecin yarattığı tahribatı sekiz başlıkta özetliyor: İç savaş ve İkinci Dünya Savaşı’nda kadro birikiminin kaybedilmesi, uzman açığı, savaş yorgunluğu, mevcut uzmanların SSCB vatandaşlığı ideolojisi içinde kendilerini kamufle etmeleri, ortalamacılığın çürütücü etkisi ve savaş yorgunu ülkede liderliğin de yorgun düşmesi… ”(…) Stalin bu sorunun üzerine gidecek araçları geliştiremedi.”48

* * *

Okuyan, parti kılıcı ile devrim önündeki en büyük ölüm bekçisi Medusa’nın başını hedefliyor. Bu bekçi hiç şüphe yok ki, sermayenin en sadık hizmetkârı sosyal demokrasidir.

Moskova-Varşova-Ankara hattında 20’li yılların büyük kalkışmasında Rosa’yı, Liebknecht’i ve binlerce komünisti taş eden bakışlarıyla öldüren Gustav Noskelere49 karşı tek ve en etkili silah, Marx’ın[19]  Kapital’in birinci cildinde tarif ettiği Medusa’yı öldürmeye giden Perseus’un başına taktığı Hades başlığıdır. Bu başlık (Leninist parti50) yardımı olmadan devrim olanaksızdır. Devrimin olanaksızlığında ise, sermaye barbarlığı asla son bulmayacak, insanlığın felaketini önlemek imkansızlaşacaktır.

Acem hançeri gibi iki yanı keskin bu eleştiri, ”kendimize” dönük de bir silkinme, hedefe odaklanma manifestosu içeriyor. Slogancı sol sekterliğin düzen içi reformculukla en büyük ortaklığı, hiç kuşkusuz, mutlak edilgenliğidir. Bir tür zımnî ayniyet hali…

Steril solculuk olmadığı gibi, parlamentarist eğilimlerle düzen değişikliği hedeflemenin konformizmi ile de hesaplaşılmadan ilerleme kaydedilemez. Her iki eğilim de işçi sınıfı siyasetinin saflarından kapı dışarı edilmeli. Devrimin Gölgesinde’nin meramlarından biri de burada.

Dünya komünist hareketinin yeni bir silkinişe gereksinimi var. Çünkü dünyada devrime/devrimlere ihtiyaç çok açık. Okuyan’ın Devrimin Gölgesinde yakaladığı açı, Komintern’in yanlış temellerde kurulduğu fikri değil, enerji yetmezliğinden, yaratıcılık yoksunluğundan ve sosyal demokrasiden tam olarak kopulamamasından kaynaklı sorunlarla boğuşulmasından türeyen sorunlar yumağına işaret etmek gibi görünüyor.

Koşarken düşünmek, düşünürken koşmak ile yükümlü bir misyonu ısrarla hatırlatıyor Okuyan. Acelesi olan devrimcidir ve devrimci acelesi olandır. Her iddia sahibi kitap gibi Okuyan’ın bu kitabı da burada yazılanlardan çok daha fazlasıdır. Lenin’in yazdığı gibi yazıp, okuduğu gibi okumak gerekiyor: ”Çünkü Lenin mücadele için yazmıyor, mücadele ederken ve ederken ve mücadele ederek yazıyor ve konuşuyor.”51


Dipnotlar

  1. Kemal Okuyan, Devrimin Gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920, Birinci Baskı, Eylül 2019, s. 22
  2. Konstantin Brandt, Das Kleine Schwarzbuch der deutschen Sozialdemokratie, Verlag Wiljo Heinen, 2014, Berlin und Böklund, Birinci Baskı
  3. A.g.e, s. 84
  4. Devrimin Gölgesinde, s. 22
  5. A.g.e., s. 63
  6. Georg Fülberth, Der Große Versuch. Gecshichte der kommunistischen Bewegung und der sozialistischen Staaten, PapyRossa Verlag, 1994, s. 76
  7. Rosa Luxemburg, Rus Devrimi çalışmasında ”Savaş sırasındaki gelişmeler ve Rus Devrimi göstermiştir ki, söz konusu olan Rusya’nın devrime hazırlıksız olması değil, Alman proleteryasının tarihsel görevi yerine getirmeye hazır olmamasıdır” diye not eder. Rosa’nın cümlesi ile Okuyan’ın saptaması arasında yakınlık açık olmakla birlikte Rosa, faturayı genel bir ”Alman proleteryası”na keser. Okuyan’da bu fail daha köşelidir: Alman Bolşevik partisinin eksikliği. Rus Devrimi, Rosa Luxemburg, Yazılama Yayınevi, Cangül Örnek çevirisi, Birinci Baskı, 2009, s. 21
  8. Prozeß, Grunrisse
  9. Devrimin Gölgesinde, s. 94
  10. A.g.e., s. 95
  11. Schisma: Yunancadan  Latinceye geçen bu kavram, zaman içinde dinsel hesaplaşmalarda üst kavram olarak göreve çağırılmıştır. Bölünme (Schpaltung) ile eşdeş çağrışımlara sahip olsa da özdeş değildir.
  12. Schisma: Yunancadan  Latinceye geçen bu kavram, zaman içinde dinsel hesaplaşmalarda üst kavram olarak göreve çağırılmıştır. Bölünme (Schpaltung) ile eşdeş çağrışımlara sahip olsa da özdeş değildir.
  13. A.g.y. içinde , ”Nisan Tezleri’nin yazıldığı ortamı ve yazarının psikolojisini, düşüncelerini, taktik-stratejik yönelimlerini belirleyen ana dinamik, genel olarak yoksulların, özel olarak da işçilerin kendiliğinden mücadeleleri ve yığınsal isyanlarıydı. ”Devrimci durum”u onlar yaratmışlardı.”  s. 484.
  14. Sosyal Demokrasi’nin işçi sınıfı hareketinden ayrışarak, düzen saflarına kapağı atmasının tarihinde salt siyasi parametreler rol oynamadı. ”Modern sosyal demokrasi” denilen burjuva idolojisi, geleneksel sosyal demokrasiden farklı olarak toplum ve tarihin yasa fikrinde, iktisadi yasaları kabul etmesine karşın, bu yasaların yalnızca ”üretim” ile ilgili olduğunu kabul eder. Üretim sürecinin ayrılmaz parçası olan bölüşüm ve dağıtım düzeylerini yasa fikrinin uzağında tutar. Bu konuda ayrıntılı bir okuma için Korkut Boratav’ın 100 Soruda Gelir Dağılımı, Gerçek Yayınevi, 1969 çalışmasına bakılabilir.
  15. A.g.e. ”Polonya Savaşı ”dünya devrimini yaymak” için başlatılmamıştır. Polonya Savaşı, Sovyet topraklarına dönük saldırıyla açılmış ve Kızıl Ordu düşmanı geriletmek için harekete geçmiştir.” s. 196 ; ”Dolayısıyla Kızıl Ordu’nun arkasında istekli ve kararlı bir bir siyasi irade olmadığını kabul etmek durumundayız.” (s. 195). Tabii Tuhaçevskiy’in Rus milliyetçiliğini yemeyip içmeyip içinde kor olarak tutarak, Polonya’yı fethetme gayretkeşliğinin oynadığı ihmal edilmemesi gerek rolün de ayrıca altını çiziyor Okuyan. Tuhaçevskiy konusunda bir değerlendirme de Sovyet tarihinin efsanevi Dışişleri Bakanı Molotov’dan: ”Ben Tuhaçevski’nin ancak son anda yakalanabilmiş çok tehlikeli bir askeri komplocu olduğunu düşünüyorum. Eğer yakalanmasaydı çok tehlikeli olabilirdi. En fazla otoriteye sahip olan oydu.” Molotov Anlatıyor, Stalin’in sağ kolu ile yapılan 140 görüşme, Feliks Çuyev, Yordam Kitap, İkinci Basım, 2010, s. 448
  16. A.g.e. , s. 284
  17. Lenin, WERKE, Dietz Verlag Berlin, 1960, 1. Auflage, Band 27, s. 332
  18. Devrimin Gölgesinde, s. 132
  19. A.g.e., s. 136
  20. Wladimir S. Semjonow, Von Stalin, bis Gorbatchow, Ein halbes Jahrhundert in diplomatischer Mission  1939-1991, Nicoloische Verlagsbuchhandlung Beuermann GmbH, Berlin, 1995
  21. A. g. e.., s. 368
  22. A. g. e. , s. 390
  23. A. g. e. , s. 18
  24. A. g. e. , s. 379 *Kilise entrikacıları için kullanılan bir deyim
  25. Feliks Çuyev, Molotov Anlatıyor, Yordam Kitap, İkinci Baskı, 2010, s. 42
  26. Okuyan, Kızıl Ordu’nun Trotskiy okulu altında yozlaşmasını betimlerken, dört farklı insan tipinin Kızıl Ordu’ya yuvalandığı saptamasında bulunur: Karşıdevrimciler, maceracılar, kariyeristler ve ”devlet görevlileri” s. 180 Benzer bir ”yuvalanma”nın devletin bütün yapısına şu ya da bu oranda sirayet etmediğini kim iddia edebilir?
  27. Kısa 20. Yüzyıl deyimini polüler kılan E. Hobsbawm’dır. Ancak Hobsbawm terimin asıl isim babasının Macar Bilimler Akademisi eski Başkanı Ivan  Berend olduğunu belirtir.
  28. A.g.e., s. 219
  29. A.g.e., s. 229
  30. A.g.e. , s. 245
  31. Kürtler Üzerine Tezler, Yalçın Küçük, Dönem Yayınevi, Birinci Baskı, 1990, s. 235
  32. A.g.e., s. 253
  33. A.g.e., s. 258
  34. A.g.e., s. 265
  35. ”Laiklik, cumhuriyet kadrolarını kendilerinden öncekilerden ayıran temel kavramdır. Cumhuriyet öncesi kadroların ve düşünce adamlarının pek çoğu laikliği karşı oldukları için gündemlerine bile almamışlardır. (…) Kemalizmden kopacağız diye cumhuriyetin ilerici kazanımlarına sırtını çevirenlerin gericilikle buluştuklarında koptukları yer solun vazgeçilmez değerleri oluyor.” Türkiye’de Laiklik ve Sol, Özgür Şen, Yazılama Yayınevi, Birinci Baskı, 2014, s. 63 ve 66
  36. A.g.e., s.27236

    Nihayetinde bu tezi savunanlar, Bolşevik Devrimi’ni basamak yaparak, milli hedeflerine ulaşmaya çalışan, dönemin moda komünistleriydi. Galiyev, Roy ve diğerleri. Bolşevikler, daha kesin ifade ile Lenin ve Stalin ideolojik sınırlarda popülizme taviz vermediler.

    Rosan’nın yeri: Kautsky’e göre sol, Lenin’e göre sağ

    Alman Devrimi’nin hiç şüphesiz en etkili aktörlerinden Rosa, uluslar meselesinde tam bir sekterlik içindeydi. Sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş hareketlerini küçümsüyor, köhne ilişkilerin köhne siyasi çıktısı olarak değerlendiriyordu. ”Ulusal olan, burjuva olandır” deyip, kestirip atıyordu.  Bolşevik Parti modeli konusunda Lenin ile anlaşamayan Rosa, Kautsky gibi Ekim’e karşı tavır almadı. Onu ”her şeye rağmen” selamladı.37Mesut Odman’ın Rosa değerlendirmesinde onun için ”Bolşeviklerin soyundan gelen ama kafası farklı çalışan” değerlendirmesi son derece isabetli bir noktaya dayanır: ”(…) Onun Ekim Devrimi’nin, Lenin’in ve öteki Bolşeviklerin iflah olmaz ve saldırgan bir muhalifi değil, onların soyundan gelmekle birlikte kafası onlardan biraz farklı çalışan bir devrimci olarak okunması çok daha verimli olabilir.” Rus Devrimi, Yazılama Yayınevi, Birinci Baskı, 2009, s. 16

  37. Devrimin Gölgesinde… , s. 38
  38. A. g. e. , s. 35
  39. A. g. e. , s. 34, 35
  40. A. g. e. , s. 184
  41. ”Dönemin ünlü formülü Kızıl Ordu + Alman proleteryası = Dünya Devrimi’ydi”  Devrimin Gölgesinde… , s. 142
  42. A. g. e. , s. 143
  43. A. g. e. , s. 145
  44. Yalçın Küçük, Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü, Mızrak Yayınları, Birinci Baskı, 2010, s. 275
  45. Devrimin Gölgesinde…, s. 183
  46. A. g. e. , s. 185
  47. A. g. e., ”Alman sosyal demokrasisinin sınırsız kalleşliği”, s. 308
  48. ”Kolay değil. Öğrenmek lazım. Her halükarda partiden daha iyi hiçbir şey yok. Onun bile hataları olmakla birlikte.” Feliks Çuyev, Molotov Anlatıyor, Yordam Kitap, İkinci Baskı, 2010, s. 549
  49. A.g.e. , s.130
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×