Ekim Devrimi, Sovyet Deneyimi ve Sağlık

Yetmişyedi yıl önce dünya Ekim devrimiyle sarsıldı. İktidarı alan Bolşevikler, sanayiden tarıma eğitimden sağlığa bilimden sanata kadar her alanda ciddi değişiklikler yaptılar. Hedef, kendi ülkelerinden başlayarak dünyayı değiştirmek, sınıfsız ve sömürüşüz bir toplum yaratmaktı. Bu uğurda, “kar”ı değil insanı merkeze koyan bir düzen kurmaya çalıştılar. Çeşitli alanlarda ciddi mesafeler katettiler.

Bu yazıda, yaşanan 70 yıllık deneyimin sağlık alanındaki getiri ve götürü muhasebesi yapılmayacak. Bu alanda sosyalist sistemin hiç bir götürüsü olmadı. Bu nedenle bir muhasebe ya da geçmişle hesaplaşma yerine, sosyalizmin sağlık alanında ne gibi kazanımlar getirdiği ve getirebileceği ele alınacak. Ülkemiz için de çözüm aradığımızı unutmadan…

Ekim devriminin sağlık alanında getirdikleri, üç ana başlık altında incelenebilir.

1- Reel sosyalizm ile birlikte ülkenin sağlık durumunda görülen reel değişme ve gelişmeler.

2- Ekim devriminin getirdiği yeni sağlık anlayışı.

3- Rusya’da Ekim’le gelen fırtınanın diğer ülkelere olan etkisi.

Bu ana başlıkların dışında, “Ekim devriminin öncesinde ve sonrasında Rusya topraklarında hekimlerin siyasal ve mesleksel konumu”, daha çok batılı akademisyenlerce tartışılan bir başka konudur. Türkiye’de hekimlerin ya da sağlık çalışanlarının siyasal konumlanışları düşünüldüğünde, Rusya için yürütülen bu tartışma başlığı da ilginç bulunabilir.

Şimdi üç ana başlığın birincisine dönelim.

1) REEL SOSYALİZM: ÖNCESİ VE SONRASI

Sağlık ve eğitim alanında Ekim devriminin getirdiği kazanımlar, Batılı ülkelerde küçük görülebilse de, ülkemiz insanı üzerinde her zaman önemini korumuştur. Bu nedenle devrimin getirdikleri, Türkiye’li sosyalistlerin kendilerini ifade edebilmelerinde işlevli olmuştur. Sovyet modeli ister beğenilsin ister beğenilmesin, özellikle sağlık ve eğitim alanında Ekim devrimiyle gelen kazanımlar, bugün de sosyalistlerin gururla sahiplenebileceği değerlerdir.

Sağlık ne kadar teknik bir alana indirgense de, sağlığa ait veriler her zaman bir ülkenin değerlendirilmesinde dolaylı bir gösterge oluştururlar. Bunun için genelde çeşitli istatistiksel parametreler kullanılır. İstatistiklerin doğru seçilmesi elbette önemlidir. Ama en az onun kadar önemli olan başka bir şey de, sayıların dillendirilmesidir. Sayıların içinde kaybolmamak için görmek yetmez, “bakabilmek” gereklidir.

Ekim devrimiyle birlikte, Rusya’da yeni bir sağlık sisteminin kurulmasıyla, sağlığa ilişkin parametrelerde belirgin iyileşmeler gözlendi. Yaklaşık 17 yıl önce, Türkiye’li bir hekim tarafından Sovyetler Birliği’nde sağlık şöyle anlatılıyordu:

“Çarlık dönemi Rusya’sının koşulları, özellikle ülkenin Asya yarısında ancak o dönem Hindistan ve Çin’in sağlık koşullarıyla kıyaslanabilecek denli kötü idi. 1917 devrimi ile başlatılan sosyal çalışmaların en önemlilerinden biri, dünyada ilk bağımsız sağlık bakanlığının kurulması oldu. 1924’ten sonraki atılımla olanaklar çok genişletildi, personel hastane gibi kaynaklar yönünden on beş yıl içinde on kat kadar gelişme gözlendi.” 1

Bu anlatılanlara bugün pek az şey eklenebilir. SSCB’nin kurulmasıyla bulaşıcı ve kolay önlenebilen hastalıkların pek çoğunun yok edilmesi için radikal önlemler alınmaya başlandı. Özellikle iç savaşın sona ermesi ve yeni düzenlemelerle, anne ve bebek ölüm hızı, yaş ortalaması, genel ölüm hızı, enfeksiyon hastalıklarının sıklığı gibi sağlık parametreleri açısından önemli ilerlemeler kaydedildi. Kapitalist ülkeler tarafından büyük bir kuşatma altında tutulan SSCB, her şeye rağmen insan sağlığını en öncelikli gündem maddelerinden birisi olarak ele almıştı. Tıpkı, bugün her türlü yokluğa karşı halkına en. Nitelikli sağlık hizmetini sunmaya çalışan sosyalist Küba gibi…

Ayrıca, aynı yazarın çok haklı olarak belirttiği gibi, “ikinci savaşın getirdiği yıkıntılar, tüm sağlık olanaklarının savaş sonrasında yeniden düzenlenmesine yol açtı. SSCB’nin bugünkü [1978’deki S.N.] sağlık düzeyini değerlendirirken bu gerçekleri göz önüne almak gerekir”2

Sovyet deneyimine bakarken hangi gerçekleri görmeli?

Sosyalist ülkelerdeki sağlık durumu ele alınırken, çoğu kez batılı kapitalist ülkelerle doğrudan bir karşılaştırma yapılmaya çalışılmıştır. Ekim devriminin ilk on yılında sağlanan büyük değişimler, batılı pek çok araştırmacıyı etkilemiş ve bu moral etkiyle yapılan akademik çalışmalarda Sovyet deneyimi haklı olarak övülmüştür. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ise bu alan cazibesini yitirmiş görünmektedir. Son yıllarda yapılan araştırmaların çoğu, çöken bir ülkenin ardından “sistem zaten zaaflıydı” çerçevesinde yürütülmektedir. Böyle bir çerçeveyle sınırlanmış çalışmalar, “doğru”yu bulamamaktadır. Çünkü pek çoğu, sınıflar mücadelesinin tarihsel perspektifinden yoksundur. Bu alanda yapılan akademik çalışmalarda görülen yönelimlerin iki grupta toplanabilmesi mümkün:

1) Bir grup yazar tarafından ülkelerarası “son durum” veri alınarak çıkarsamalar yapılmaktadır. Bu stil, daha çok bir “istatistikler savaşı ‘dır, tarihsel bir perspektif barındırmaz. Ancak sayısal verilerin kendi başlarına en doğruyu temsil etmeleri mümkün olmadığından, bu çalışmalar her türlü “objektiflik” çaba ve iddiasına rağmen taraf olmak tan da kurtulamamaktadır. Bu gruptaki ya zarlar sosyalizm dâhil her şeyi eleştirme öz gürlüğünü kendilerinde görürler ama burjuvazinin hegemonyası altında yaşamaktan da rahatsızlık duymazlar.

2) Tarihsel gelişmenin önemini kavramış olan yazarlar ise çalışmalarında tarihsel verilere de yer verirler. Ancak Sovyetler Birliği’nde ve diğer sosyalist ülkelerde yaşananlar hakkında netleşemediklerinden ya da bugünün sınıflar mücadelesinde net olarak saflaşamadıklarından sıkça kavram kargaşalarına düşerler. Bu yüzden yazdıkları tarih, geçmişi aşıp bugüne gelemez. Bu grup, sosyalizme sempati duymakla birlikte sosyalist deneyimlerin zaaflı yönlerini sırtında taşımak istemez.

Bu iki ana eğilim içinde yapılan çalışmaların “yöntemsel” eksikliklerini biraz daha yakından ele almakta fayda var.

Birincisi, bu ülkeler çoğu kez kapitalist kuşatma ile mücadele vermek zorunda kalmışlardı. Bütçelerinin önemli bir bölümünü sosyalizmin korunmasına ayırmak zorunda olmuşlardı. Üstelik sadece dışarıya dönük verilen savaş değil, burjuvaziye karşı yürütülen iç savaş da, sosyalist bir ülke kurmak isteyenleri zora sokmuştu. Hatta iç savaş yıllarında sağlık düzeyi, devrim öncesinin de gerisine düşmüştü. Lenin’in 1919’da “ya bitler sosyalizmi yenecek ya da sosyalizm bitleri” dediği iç savaş yıllarında milyonlarca insan hayatta kalma mücadelesi verirken insanlığın umudu sosyalizm ise, tek ülkede de olsa ayakta kalmaya çalışıyordu.

Ancak akademisyenlerin pek azı bu noktayı anlayabilmekte ve ciddiye almaktadır.

İkincisi, sosyalizmi yok etmeye çalışan kapitalist ülkeler, içeride boş durmamış, kendi işçi sınıfına eğitim ve sağlık gibi alanlarda birtakım haklar tanımak zorunda kalmışlardır. Verilen bu haklar da aslında “iktidarı sosyalistlere kaptırma” korkusundandır. Dolayısıyla diğer ülkelerin işçilerinin kazanımlarında reel sosyalizmin, tüm kapitalist ülkelerde egemen sınıfa iktidarın elden gidebileceğini hatırlattığı için önemli ölçülerde katkısı vardır. Bu noktayı ileride, üçüncü ana başlık altında açacağım.

Üçüncüsü, sosyalist ülkelerin ekonomik altyapı açısından kendilerine daha yakın ülkelerle ya da devrim öncesi durumlarıyla karşılaştırmalı çalışma pek azdır. Sözünü ettiğim eksikliği göstermek için eldeki verilerle “Sovyet deneyimi”ni değil ama Küba’yı konu alan bir çalışmaya yer vermek yerinde olacaktır:

Yapılan bir çalışmada 1960 ve 1991 yılları arasında Küba ve Filipinlerde sağlık göstergeleri karşılaştırılmıştır 3 :

//tablo//

Bebek ve çocuk ölüm hızları elbette ki sağlıkta tek gösterge değildir. Ancak, Birleşmiş Milletler tarafından en çok kullanılan göstergeler bu ikisidir 4 . Bebek ölüm hızı, 1000 canlı doğumda bir yaşına kadar ölen bebekleri; beş yaşın altında çocuk ölüm hızı ise, 1000 canlı doğumda beş yaşına kadar ölen çocukların oranını ifade eder.

Burada vurgulanmak istenen, diğer sosyalist ülkelerde olduğu gibi Küba’da da devrimden sonra planlı bir sağlık örgütlenmesine geçilmesiyle sağlık göstergelerinde hızla düzelmeler görülmesidir. Örnek olarak da bebek ve çocuk ölüm hızları verilmiştir.

Küba, 30 yıllık sosyalizm deneyimi sonucunda, sağlık göstergeleri açısından, Filipinle,r Arjantin, Uruguay, Türkiye gibi ülkeleri sollamakla kalmamış, ABD ve hatta İsveç gibi ülkelerle ile karşılaştırılabilir olmuştur. Yine iki önemli sağlık göstergesi veri alınarak yapılan başka bir ülkelerarası karşılaştırma tablo 2’de sunulmuştur 5 .

///tablo///

Küba sağlık göstergeleri açısından sosyalistlerin onuru olmaya devam ediyor. Ancak eski sosyalist ülkeler kazanımlarını geri vermeye başladılar bile… Sosyalist ülkelerin kapitalizme doğru transformasyonuyla başlayan süreçte, kapitalistleşen ekonomilerin sağlığa doğrudan yansımaları da oldu. Sağlık göstergeleri de hızla kapitalistleşti. Bebek ölüm hızları arttı, kolay önlenebilir hastalıklar yüzünden insanlar ölmeye başladı. Artık Rusya toprakları SSCB günlerinden çok uzakta, Çarlık günlerine doğru yol alıyor.

 ***

SSCB’nin kendi tarihi içinde farklı dönemler vardır. Bu dönemler, çoğu zaman sınıflar mücadelesinin yarattığı boşluklar içinde şekillenmiş ya da kimi zaman siyasal önderliğin zaaflarınca belirlenmiştir. Her dönemin, sağlıksal parametrelere birebir yansıması gerektiği elbette iddia edilemez. Ama dönemler sosyalist devletin gücü ile ilişkilendirildiği sürece, sistem ve sağlık arasında paralellikler kurmak da mümkün. Bu bağlamda örneğin NEP (Yeni Ekonomi Politika) ve kolektivizasyon dönemler farklılıklar taşır mı? Bu konuda kapsamlı bir çalışma bulunmamaktadır. Ama 1950 sonrasında parametrelerin kötüye gidişine işaret eden çalışmalar var:

“1950 öncesi dönem boyunca SSCB, hastalık insidansı bakımından en parlak yıllarını yaşamıştır. 1964 yılında SSCB’nin resmi istatistik yıllığına göre Kaba Ölüm Hızı binde 6.9’la en düşük düzeydeydi. Bu yıldan sonra bu hız, binde 10.8’e yükselmiştir.” 6

Başka bir çalışmaya göre, SSCB’de yaşanan sağlık alanında olumlu gelişmeler 1960’lara kadar sürmüştür. “Örneğin, 1960’lı yıllarda, hatta 1970’lerin ortalarında bile, Orta Asya’daki Sovyet Cumhuriyetlerindeki bebek ölüm hızları, komşularına kıyasla 1/3 oranda daha azdı. Yine 1960’lı yıllarda Avrupa yakasındaki Sovyet Cumhuriyetlerindeki bebek ölümleri bazı Avrupalı komşulardan daha azdı. (…) Ancak 1960’lı yıllardan sonra özellikle Asya’daki Sovyet Cumhuriyetlerinde olumlu gelişme durmuş, hatta gerilemeler söz konusu olmuştur. Aynı şekilde Avrupa’ daki Sovyet Cumhuriyetleri komşuları ile yarışabilen konumlarını yitirmeye başlamışlardır.” 7

1960’lar ve sonrasında Sovyetler Birliğinde sağlık göstergeleri açısından ilginç bir dönem başlamaktadır. Bu dönemde sağlığa ilişkin parametrelerin olumsuzlaştığını görüyoruz. Acaba partinin sıkı kontrolünden yavaş yavaş çıkan sosyalist devlette güç kaybı mı başlıyor Bu dönemi daha iyi değerlendirebilmemiz için yeni verilere ihtiyacımız var…

2) EKİM DEVRİMİYLE GELEN YENİ SAĞLIK ANLAYIŞI

Ekim devrimiyle birlikte salgınlar, açlık, akıl hastalıkları ve fuhuş nedeniyle cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı ciddi çalışmalar başlamıştı 8 . Zaten Bolşeviklerin ilk yıllarda sağlık alanında çok ciddi çalıştıklarını ve çok önemli mesafeler katettiklerini kabul etmeyen yok.

Bolşeviklerin iktidarıyla ilk kez sağlık bakanlığı kuruldu ve esas olarak koruyucu sağlık hizmeti anlayışı yerleştirilmeye başladı. İlk sağlık bakanı, Lenin’in yakın arkadaşı Dr. Semashko’ya göre Sovyet sağlık sisteminin başarısı, yeni bir hekim tipinin doğmuş olmasına bağlıydı: “Yeni hekim, biyoloji bildiği kadar sosyoloji de bilir, hastalıkları tedaviyi bildiği kadar, hastalıklardan korunmayı da bilir” 9 .

Yeni hekimin mesleği tıp olarak değil, “sosyal hijyen” olarak tanımlandı. Doktor Semashko kendisini sosyal hijyenist olarak tanıttı ve Sovyetler’de bu alandaki ilk kitabı yazdı.

Sovyet “sosyal hijyen” (sotsial’naia gigiena) anlayışı, tamamen Bolşeviklerin keşfettiği bir şey değildi. Bu anlayış, yüzyılın başındaki Alman sosyal tıp yaklaşımıyla, devrim öncesi Rus toplum hekimliğinden öğeler taşıyordu. Çarlık rejimi altında ücretli köle gibi çalışan hekimler, devletin kölesi olmak yerine prestijli bir meslek sahibi olmayı istiyorlardı. 1865-1905 yılları arasında toplumun diğer kesimleri gibi birtakım toplumsal haklar kazandılar ve devletten göreceli olarak bağımsızlaşarak, yerel özyönetimsel oluşumlar olan “zemstvo”lar içinde çalışmaya başladılar. Mesleksel bağımsızlıklarını batılı meslektaşları gibi profesyonelleşerek değil de, devletten uzaklaşarak kazanmaya çalıştılar 10 .

Zemstvo içinde yürütülen çalışmalar bütünlüklü bir alternatif sağlık sistemi modeli olmasa da, bu çalışmaların ilk halk sağlığı deneyimleri olduğunu kabul etmek mümkün. Devrim öncesinde halk sağlığı hekimleri sağlık üzerindeki çevresel faktörlerin ve sanitasyonun önemini vurguluyorlardı. Hastalıkların sosyal ve ekonomik etkenleri üzerinde duruyor ve bu ilişkiyi açığa çıkarabilmek için ampirik ve istatistiksel verilere güveniyorlardı 11 .

Devrim öncesi dönemde hekimlerin bir kısmı doğrudan çar taraftarı olmakla birlikte, diğer bir kısım halkçı (narodnik) eğilimler taşıyordu. “Sosyal hijyen” kavramı, sosyolojinin biyoloji ile hibridleştirilmesiyle pozitivist bir sosyoloji yorumundan ortaya çıkmıştı. Pozitivist sosyolojik analizler, dönemin devrimci demokratları (narodnikleri) arasında oldukça yaygındı. Bu açıdan, sosyal hijyen anlayışının köklerinin devrimci demokrat hekimler tarafından atıldığını söylemek de yanlış olmaz.

Bolşevikler iktidara geldiklerinde, hekimlerin mesleksel özerklik gibi taleplerine kesinlikle taviz vermemişler ama hekimlerin mesleksel taleplerini halk sağlığı yönünde kanalize etmeyi becermişlerdir. Devrimin ilk yıllarında hekim örgütlenmeleri, Bolşeviklere sıcak bakmıyordu. Ancak özellikle 1920’den sonra geçmişin halk sağlığı hekimliği temelinde Bolşeviklere doğrudan destek verdiler. Kimi batılı yazarların tartıştıkları devrimci demokrat çizgide değerlendirilebilecek hekim örgütleri ile Bolşevikler arasında geçen tartışmaların ayrıntısını konumuz sınırları içinde çok önemli bulmuyorum.

Bolşevik hükümet, sağlık sorunlarının bir an önce çözümü için “feldsher” denilen, orta öğrenimden sonra 34 yıl sağlık eğitimi görmüş yardımcı sağlık personeli yetiştirdi. Hekimlerin denetiminde bu kişilerden koruyucu hizmetler, aşılama, ilk yardım, ishal, solunum yolu enfeksiyonları gibi önlenebilir hastalıkların tedavisi, hasta şevki, sağlık eğitimi gibi konularda yararlandı 12 . Çin devrimi sonrasında da hekim azlığı nedeniyle 4 yıllık eğitimden geçen yardımcı personel yetiştirilmiş ve bunlara “çıplak ayaklı doktor” denmişti.

Bolşevikler, geleceğin hekiminin yaratılmasına özel bir önem verdiler. Bu amaçla, 1924 yılında tıp eğitimi ilkeleri yeniden tanımlandı. Buna göre;

1- Hazırlık olarak biyoloji ve fizikokimya yı kapsayan ciddi bir temel bilimler eğitimi verilecek,

2- Sosyal bilimlere yeterli düzeyde yer verilecek,

3- Organizmanın çevreyle olan ilişkisinin çözümlenebilmesi için mutlaka gerekli olan materyalist düşünce özümsenecek,

4- Hastaların çalışma yaşamı ve yaşam biçimi göz önüne alınarak değerlendirilmesi sağlanacak,

5- Hastalıklara yol açan mesleksel ve sos yal koşullara sadece tedavi açısından değil korunma için de önem verilecek. 13

Böyle bir tıp eğitimi dünyada ilk kez programatize edilmişti. Daha sonra pek çok batılı ülke böylesi bir programa niyetlenmiş ama şu ana kadar hiçbiri uygulayamamıştır. Çünkü tıp eğitimi toplumun genel yapısından ayrı tutulamaz. Örneğin kapitalist bir ülkede tamamen materyalist bir eğitim veremezsiniz. Mutlaka metodist hastaneleriniz, irticai vakıflarınız olacaktır. Biyoloji dersinde evrim teorisini anlatmak, Selçuk (Konya) ve Sütçü İmam (Maraş) üniversiteleri dışında, ABD’de de her babayiğidin harcı değildir.

Sovyetler’deki tıp eğitiminde başlangıçtaki olumlulukların zamanla yok olduğunu belirten yazarlar var 14 . Ancak kapitalist ülkelerde de sırf bu alanda yüzlerce kongre toplanması, binlerce kitap yazılmasına rağmen, alınan yol bir arpa boyu bile değil… 15

Ekim devriminin sağlık açısından ele alınmasında en başta sözünü ettiğim 3 ana başlığın sonuncusuna gelmiş bulunuyoruz:

3) EKİM DEVRİMİNİN DÜNYADAKİ ETKİLERİ

Ekim devriminin sağlık alanında getirdiği kazanımları ele alırken bu başlığın atlanması ciddi bir eksiklik doğururdu. Yüzyılın başında batılı kapitalist ülkeler sağlık alanında işçi sınıflarına birtakım haklar tanıdılar. Bu hakların tanınmasının nedeni, bu ülkelerin refaha ermiş olmaları değildi elbette… Belli başlı iki nedenden biri, işçi sınıfının birinci savaş döneminde ve sonrasında yarattığı rahatsızlıklarsa, ikinci ve belki de daha önemli olan neden 1917 Ekim devrimiydi. Çünkü bu devrim, dünyanın bütün işçilerine kurtuluş ümidi veriyordu ve yalancı ümitlerle bertaraf edilmeliydi…

Yüzyılımızın başındaki bu gelişmeleri en yakından sezen ve geleceği gören, kapitalizmin beşiği ve gericiliğin kalesi İngiltere oldu. Ekim devriminden birkaç ay sonra, emperyal İngiltere’nin İşçi Partisi (Labour Party) programına ünlü 4. maddeyi ekledi. Böylece, “kafa ve kol emeğiyle çalışanların ürettikleri değerlerin, mümkün olan en eşit şekilde dağılımının sağlanması” hedef kabul ediliyordu. 1918 Aralık seçimlerinde İşçi Partisi, “Emek ve Yeni Sosyal Düzen” başlığıyla yürüttüğü kampanyada “sosyal mekanizmanın şu ya da bu parçası değil, toplumun kendisini” istiyor ve acilen toprakların, demiryollarının, madenlerin, elektriğin, sigorta şirketlerinin, kanalların, limanların ve buharlı gemilerin ulusallaştırılmasını talep ediyordu. Devlet, her bireye eşit eğitim, sağlık, dinlenme ve iş olanağı sağlamalıydı, lordlar kamarası feshedilmeliydi 16 .

Bunlar İşçi Partisi’nin tarihi boyunca en radikal istekler olarak kaldı. Bu arada, Devlet Sağlık Hizmetleri Birliği (State Medical Services Associations), İşçi Partisi’nin programını destekliyor ve tüm hastanelerin devlete bağlanması, hekimlerin tam gün çalışması, tedavi hizmetleri yanında koruyucu hizmetlerin verilmesi, ulusal bir sağlık politikasının oluşturulması ama aynı zamanda hizmetin bölgeselleştirilmesini öneriyordu. İngiltere’de yayınlanan dünyanın saygın tıp dergilerinden “Lancet” de bu programı destekleyenler arasındaydı. Sonuçta 1918 seçimlerinde İşçi Partisi 22 oy alarak ana muhalefet partisi oldu 17 .

Seçimleri liberaller kazanmıştı. Lloyd George hükümeti kurar kurmaz, gizli bir yazıyla ordu birliklerinin sosyal barışın sağlanabilmesi için grevci işçilere karşı hazırlıklı olmalarını bildirirken, bir yandan da 1920 yılında İngiltere’de ilk sağlık bakanlığını kurdurdu. Lord Dawson sağlık bakanı olarak atandı ve kendi ismiyle anılan ünlü Dawson raporuyla sağlık alanında birtakım reformlar yapmaya yöneldi. Rapor, İşçi Partisi’nin savunduğu reformist sosyalist görüşlerin daha da sulandırılmış biçimlerini içermekteydi. Bu raporun ortaya atılmasında Ekim devriminin rolü açıktır 18 .

Bu arada 1921 yılında İngiltere’deki işçi hareketi esas olarak öznel yetersizliklere bağlı nedenlerle sönümlendi. İşçi hareketi zayıflayınca İşçi Partisi’nin misyonu da zayıflamış oluyordu. Devrimci ümitleri düzene bağlamakla görevli olan parti artık köşesine çekilebilirdi, ta ki yeni çıkışlara kadar… İşçi Partisi’nin taleplerinin sulandırılmış formu olan Dawson raporu da hasıraltı edilebilirdi artık. Bu rapor, liberaller tarafından 1926 yılında büyük genel grev esnasında bir kez daha hatırlanacak ve hatırlatılacaktı 19 .

Özetle, Dawson raporu, düzenin tehdit edilmesine karşı geliştirilmiş gerici düzenlemeleri içeren bir rapordur. Ekim devriminin kendi ülkelerindeki hayaletini gören burjuva sınıfının verdiği ilk tepkisel örneklerden biri olması özelliğiyle önemlidir. Bu açıdan daha sonraki yıllarda, dünya ekonomik bunalımının korkusuyla Keynes tarafından geliştirilen ekonomik formülasyonlarla büyük benzerlikler taşır. Her ikisinde de Ekim modelinin başka ülkelerde de hayata geçme korkusu esastır. “Yeter ki devrim olmasın” kaygısıyla eğitim, sağlık gibi alanlarda işçi sınıfına bazı haklar verilmiştir. Reel sosyalizmin dağılmasıyla adeta bu mantığın sağlaması yapıldı. Burjuvazi için sosyalizm reel bir tehdit olmaktan çıkınca işçi sınıfı çok daha rahat sömürülebilir. Milyonlarca insanın işsiz, evsiz, sağlıksız olması eskisi kadar sorun değil. Nasıl olsa var eden de yok eden de tek bir düzen artık…

TÜRKİYE’YE BAKARKEN

Ekim bizler için sağlık alanında da bir model sunuyor. Model dendiğinde uçastoklarıyla (temel sağlık birimi), rayonlarıyla (bölge hastanesi), oblastlarıyla (özelleşmiş hastaneler) Sovyet sağlık sisteminin yapısı anlaşılmamalı… Sovyet sağlık sisteminin merkezi olarak nasıl örgütlendiği, ne gibi ek araçlar yarattığı, sistemin nerelerde tıkandığı elbette önemli. Ama sorunun, sağlık sisteminin nasıl örgütleneceğini bugünden belirlemekle hiç ilgisi yok. Projeci yazarlar hiç merak etmesinler, Türkiye Sosyalist Cumhuriyeti’nde uçastok olmaz da sağlık ocağı, olur rayon olmaz da mahalle polikliniği olur, oblast olmaz da enstitü olur… Sorun, herkese eşit ve kaliteli sağlık hizmeti sunulabilmesidir. Sorun sosyalizmin kurulmasıdır 20 .

Ekim devrimine bakarken iki tür eğilimi taşıyan iki farklı yazar grubundan söz ettim. Bugünün somutu dışında bir şey göremeyen, geçmişi ve geleceği bilmeyenlerle; tarihsel sınıfını ve bugünün safını seçerken tereddüt geçirenler… Bu iki grubun dışında, bir üçüncü kesim var: Sosyalizmin kazanımlarını iyi tanıyan ve reel sosyalizm deneyiminden sonra sosyalizmi yeniden kurmaya niyetli olanlar…

Dipnotlar

  1. Aksakoğlu, Gazanfer; Sosyalist Ülkelerde Sağlık Örgütlenmesi; Toplum ve Hekim, T.T.B. yayın organı, sayı 7, Tem muz 1978, İstanbul
  2. Aksakoğlu, a.g.y.
  3. Elling, Ray; Theory and Method For The Cross National Study Of Health Systems; International Journal of Health Services, Baywood Publishing Co.,Inc., New york, volume 24, number 2, 1994, 285-309
  4. Kuntz, Diane; The Politics of Suffe ring: The Impact Of The U.S. Embargo On The Health Of The Cuban People; Report of a Fact Finding Trip to Cuba, June 6-11, 1993. International Journal of Health Services, Volume 24, Number 1, 1994, s.161-179
  5. Bu tablo, UNICEF’in, “The State of the World’s Children 1993” verilerine da yanarak Diane Kuntz tarafından adı ge çen yazıda olusturulmustur.
  6. Farmer GR’den aktaran: Nadi Bakırcı; Eski Sovyetler Birliği’nde Sağlık: Sağlık Politikası, Örgütlenme, Sağlık Göstergeleri; Toplum ve Hekim, Kasım 94-Subat 9S, sayı 64-65, Ankara s. 138
  7. Soyer, Ata; Dünden Bugüne Sosyalist Ülkelerde Sağlık Hizmetleri; Toplum ve Hekim, Kasım 94-Subat 95, sayı. 64-65, Ankara, s. 138
  8. Solomon, Susan Gross; The Expert and the State in Russian Public Health: Continuities and Changes Across the revo lutionary Divide; “The History of Public Health and the Modern State” içinde, Ed. Dorothy Porter, 1994, Amsterdam, s. 183-222
  9. Solomon, a.g.y.
  10. Solomon, a.g.y.
  11. Freiden’dan aktaran Solomon, a.g.y.
  12. Aksakoğlu, a.g.y.
  13. Ruzheinikov’dan aktaran Solomon, a.g.y.
  14. Deacon’dan aktaran Soyer, a.g.y.
  15. Toplum ve Hekim’in sıkça yarar landığım son sayısında yine ilginç bir ça lısma var. Bu çalısmaya göre uzun yıllar dan beri övünçle söz edilen Hollanda’nın Maastricht kentindeki “örnek” uygulama dan hayal kırıklığı ile söz ediliyor: Feride Saçaklıoğlu; Sağlıkta Esitlik İçin Kilometre Taslarından Biri: Topluma Dayalı Tıp Eğitimi “Maastricht Örneği”, TH, sayı 64-65, s.92.
  16. Navarro, Vicente: The Dawson Re port; The Conservative Response to a So cialist Threat; “Class Struggle, The State and Medicine” kitabı içinde, 1978 New york s. 17
  17. Navarro, a.g.e.
  18. Navarro, a.g.e.
  19. Navarro, a.g.e.
  20. Bu yazıyı hazırlarken Toplum ve Hekim’in son sayısı çıktı. Özel olarak sağlık politikalarına ayrılmış bu sayıda istatistiksel açıdan değerli veriler mevcut. Bu verileri önemli bulmakla birlikte, böyle bir konuda daha politik bir yaklaşım görmeyi isterdim. Toplum ve Hekim editörleri beni mazur görsünler ama sınıfa saldırının yüksek boyutlara çıktığı şu günlerde yüzü sınıfa bakan çalışmalar aramaktan daha doğal ne olabilir? Bir başka nokta daha var. Bu sayıda, Guatemala, Sahra Güneyi ve Sierra Leone’nin sağlık sistemine yer verilmiş. İyi güzel ama, sağlıkta sosyalizmin yaşayan onuru Küba nasıl olmuş da unutulmuş acaba?
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×