Geçen Ayın Notları, Devreden Soruları: Karşı-Devrim Eksenini Dağıtmak

 Türkiye’nin güncel siyasi hayatına, kabaca bir tarafında TSK’nın diğer tarafında ise AKP’nin durduğu eksen etrafındaki gerilim damga vurmaya devam ediyor. Söz konusu cepheleşmeyi birbirinden bağımsız momentlerin, muhtelif gerilim başlıklarının bir toplamı olarak değil, bir süreç olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Gelişmelere bir süreç olarak bakmak ne cepheleşmenin suni olduğu, ne de tarafların rollerini baştan yazılmış bir senaryoya göre oynadıkları anlamına gelir. Buna karşın genel başlığını “Türkiye’nin dönüşümü” olarak kaydedebileceğimiz bu sürecin, sonuçta hangi tarafın galebe çalacağından bağımsız olarak ülkeyi aynı istikamete sürüklediğini belirtebiliriz. Düzenin iç gerilimlerinin taraflarını ortak bir “proje”de buluşturan unsurlar nelerdir? Sürecin doğrultusunu “karşı-devrim” kavramı üzerinden anlamanın teorik sonuçları nelerdir? “Karşı-devrim” kavramının, aynı süreci anlamak üzere kullandığımız devletin çözülmesi, Cumhuriyet’in tasfiyesi ve Yeni Osmanlıcılık kavramlarıyla ilişkisi nasıl kurulmalıdır?

Sürecin kasılma ve gevşemeler, uzlaşma ve yeni gerilimlerle devam ediyor olması, sol adına yapılan yorumlar da dahil, bir kafa karışıklığının ortaya çıkmasına neden olmakta. Gündemi yakından takip etmek, düzenin iç gerilimlerinin öneminin farkında olmak kuşkusuz gereklidir, ancak solun her yeni gelişme sonrasında kendi konumunu gözden geçirmesi, verilen mücadeleyi suya yazılan yazıya indirgemek anlamına gelir. Tarafların Türkiye’ye ilişkin algılarının ortak bir “vizyon” etrafında birleşmiş olması, mevcut cepheleşme karşısında solun nasıl bir tavır alınmasını gerektirir? Bu tavır, “ne o ne bu”cu bir duruş anlamına mı gelmektedir? Günümüz Türkiye’sinde sol siyasetin sadeleşmesini sağlamak ne anlama gelmektedir ve bu, bir alternatif olarak sosyalizme işaret edilmesinde neden önem taşımaktadır?

Aralık ayında özellikle TEKEL işçilerinin, demiryolcuların ve İstanbul itfaiye işçilerinin direnişiyle ortaya çıkan hareketlenme, ekonomik krizin başlangıcında özellikle metal sektöründe gözlenen kısa erimli çıkışlardan farklı bir zemine oturmaya başlamıştır. “Uykudaki dev uyandı” gibi afakî değerlendirmelere kaçmadan, son günlerde sınıf hareketinde gözlenen canlanmada ülkenin siyasi çalkantılarının önemli bir girdi teşkil ettiğini tespit etmek gerekir. Siyasi çalkantıların sınıf hareketine girdisi sıradan bir “hükümet karşıtlığı” yaratmanın ötesine geçmekte, AKP’nin piyasacılığı ve sınıf düşmanlığından Kürt açılımına varan ve yine “Türkiye’nin dönüşümü”yle doğrudan ilişkili başlıkları kapsamaktadır. Son dönemde sınıf hareketinin özellikle kamu sektöründe yoğunlaşması bir tesadüf müdür? Ekonomik krizin başlangıcından bu yana gelişen sınıfsal tepkiler göz önünde bulundurulduğunda, sınıf hareketinin bugün nitel bir sıçrama gerçekleştirmeye daha yakın olduğu söylenebilir mi?

Böyle bir sıçramanın gerçekleşmesi hangi girdilere muhtaçtır?

Hükümet, 2010 yılında Türkiye ekonomisinin hızlı bir toparlanma sürecine gireceği propagandası yapmakta. Ülkenin yapısal nedenlerle uluslararası konjonktürden bağımsız bir “düzelme” sürecine girmesi kuşkusuz olanaksız. Dünya ekonomisinde ise Uzakdoğu’daki toparlanma görüntüsü dışında, 2010’da krizden çıkış konusunda herhangi bir umut olmadığı biliniyor. Ancak AKP’nin propagandasını yaptığı “krizden çıkış” söylemi, örneğin 2008-2009’a göre bir rahatlama veya 2009’un ilk aylarında gözlenenden daha derin bir çöküşün gerçekleşmemesi anlamında değerlendirildiğinde, kısmi bir doğruluk payına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yüksek bütçe açığı gibi faktörlerin faiz ve kur baskısını şiddetlendirmesi gibi ihtimaller bütünüyle yok sayılamasa bile, solun beklentilerini krizin yeni bir dip nokta göreceği üzerine kurmaması yerinde olacaktır. Bütün bunların hiçbir koşulda emekçilere yönelik saldırıların hafifleyeceği, yoksullaşmanın şiddetinin azalacağı anlamına gelmediğinin de altı çizilmelidir. Kaldı ki örneğin hükümet 2010’da bir kez daha büyük ölçekli özelleştirmelere hazırlandığını ilan etmiş bulunmaktadır. Türkiye ekonomisinin 2010’da daha da dibe vuracağı beklentisiyle hareket etmenin sınıflar mücadelesindeki izdüşümleri neler olabilir? Türkiye ekonomisinin hızlı olmayan bir “toparlanma” sürecine gireceği tespitinin sınıflar mücadelesi açısından yansımaları neler olacaktır?

Marksist-Leninist Araştırmalar Merkezi ve Gelenek üzerine bir not

Marksist-Leninist Araştırmalar Merkezi ocak ayında çalışmalarına başlıyor. Merkezin temel amaçları Türkiye’de Marksist-Leninist düşünceyi canlı, yaratıcı ve üretken kılmak, uluslararası alanda sürmekte olan tartışmalara katkıda bulunmak, ilerici hareketler içinde Marksist-Leninist düşüncenin ağırlığını artırmak şeklinde özetlenebilir.

Böyle iddialarla yola çıkan, teori alanında devrimci mücadeleyi yükseltmek amacıyla yeni bir adımı temsil eden bu merkezin teorik yayınımızı gündemine almaması elbette düşünülemez. Bu nedenle Gelenek’in şubat sayısından itibaren Marksist-Leninist Araştırmalar Merkezi’nin yayını haline geleceğini buradan müjdeliyoruz.

Bu geçiş, Gelenek’in biçimsel özellikleri ve yayın periyodunda herhangi bir değişiklik olacağı anlamına gelmiyor. Yeri gelmişken, Gelenek’i aralık ayında sizlerle buluşturmayı başaramadığımız için özür diliyor ve önümüzdeki sayıdan itibaren bu tür aksamalara mahal vermemek konusunda daha özenli davranacağımızı taahhüt ediyoruz.

Amacımız teori alanında devrimci mücadelenin konsolide olmasını sağlamak, siyasal aklımızı besleyen teorik çalışmalara gösterdiğimiz özeni daha fazla yoğunlaştırmak ve bütün bunları kurumsal bir kimliğe, dolayısıyla daha gelişkin bir süreklilik ve planlama sürecine tabi kılmak. Kısaca ifade edecek olursak amacımız, daha gelişkin, teorik açıdan daha doyurucu, siyasi çalışmalarımızla bağları daha da güçlendirilmiş bir Gelenek dergisi yaratmak.

Marksist-Leninist Araştırmalar Merkezi’nin ve artık merkezin yayın organı haline gelecek olan Gelenek’in tüm dostlarımızda yeni bir heyecan yaratacağı umuduyla…

 

GELENEK

7 Ocak 2010