Genç Werther’in acıları mı, toplumsal ilişkilerin sancısı mı?

“Şairi anlamak isteyen onun ülkesine gitmelidir”

-Goethe

Bugün bir Werther Salgını’ndan söz edemiyoruz. Ne mavi yelek, sarı ceket giyerek sokaklarda arzı endam eden gençler var, ne de okudukları romandaki karakterle kendilerini özdeşleştirip kitlesel olarak intiharın yolunu tutanlar… Ne var ki Genç Werther’in Acıları ilk basıldığı 1774 yılında bu tür vakalara sebebiyet verdi. Fırtına ve Atılım (Sturm und Drang) okulunun/hareketinin öncüsü sayılan bu mektup-roman edebiyat tarihinde benzersiz bir etki gösterdi. Fakat bu etkinin kaynağı neydi? Kuşkusuz çok başarılı bir aşk romanı olması, bir cevap olarak kabul edilemez.

İlkin teknik olarak: biçimsel açıdan Werther, ilk mektup-roman olma özelliğini taşıyor. İkincil olarak, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve Fransız Devrimi’nin sonrasında da varlığını süren Romantizm akımının erken bir biçimi olarak ortaya çıkan Sturm und Drang’ın özelliklerini eksiksiz biçimde yansıtıyor. Heyecan ve duyguların mutlaklaştırılması, ülküselleştirilmiş bir doğa imgesi ve doğanın arka planda yer alan bir öğe olarak değil, temel bir belirleyen olarak vücut bulması ve elbette sınırsız özgürlük tutkusu!

Tıpkı doğa gibi, insan da uçsuz bucaksızdır Romantik imgelemde. Werther, bir nevi Jean-Jacques Rousseau’nun doğaya dönüş çağrılarının takipçisidir. Bu yanıyla, Fırtına ve Atılım’ın ruhuna uygundur: akılcılık ve aydınlanma karşıtlığı egemendir romanın dokusuna. Ne var ki burada bir şerh düşmez ve sözü Lukacs’a bırakmazsak hatalı ve eksik bir kanalda sürdürürüz düşüncemizi:

“Ancak sorunu Rousseau’da aydınlanmayla uzlaşmaz çelişki içine sokarak ve gerici romantizmin atası durumuna getirerek çözmek istiyorlar”1

Sene 1774’tür. Fransız Devrimi’ne on beş sene vardır. O devrim ki, özgürlük düşleriyle ayaklanan Romantik sanatçıları düş kırıklığına uğratmış ve giderek gerici eğilimlere saplanmalarına sebep olmuştur. O devrim ki, şaşmaz disipliniyle bilinen, çağdaşlarının saati onun günlük yürüyüşü sırasında pencerelerinin önünden geçişine göre ayarladığı2büyük idealist Kant’ı bile çalışmalarına ara vererek kendisini araştırmak durumunda bırakmıştır3 Ne var ki henüz devrim gerçekleşmemiştir ve dönemin Alman sanatçıları, bir yandan Aydınlanmacılığın akılcı anlayışının karşısına bireysel dehayı, duyguların ve doğanın mutlaklığını çıkartırken, bir yandan da feodal mutlakçılık ile boğuşuyordu. İşte böyle bir tarihsellikte, henüz ulusal birliğini sağlamamış ve bireyin özgürce gelişiminin önündeki engel olan feodaliteyle hesaplaşmamış Almanya’da yazılmıştı Genç Werther’in Acıları. Goethe elbette devrimci değildi: örneğin Haydutlar’ın yazarı Schiller gibi bir burjuva devrimcisi dahi değildi. Ama tarihsel olarak onun eserleri Avrupa aydınlanma hareketinin ve Fransız Devrimi’nin ideolojik ön hazırlıklarının doruğu anlamına gelmektedir4. Konusu da tam olarak burjuva-devrimci hümanizmin esas sorunudur: bireyin kişiliğinin özgürce gelişimi sorunu. Konuya ilişkin Marx ve Engels’in şu satırları yazmasına daha yetmiş bir yıl vardır:

“(…) Yalnızca başkalarıyla birlikteyken her bir birey kendindeki hazineyi bütün yönleriyle büyütmenin araçlarına sahiptir; bu yüzden sadece bir toplulukta bireysel özgürlük mümkündür”5

Werther adlı bir gencin, evli bir kadın olan Lotte’ye duyduğu aşkı Wilhelm isimli arkadaşına mektuplarla anlatmasını konu alan romanın temel meselesi, alt metninde yer alan anlamı, yeni doğmakta olan insanın feodal toplumla kurduğu ilişkideki çelişkidir. Werther’in doğaya kaçışının nesnel nedeni burada aranmalıdır: doğaya kaçış imgesi Goethe’de, bir yandan Romantik bir imge olarak, ülküselleştirilmiş doğa olarak karşımıza çıkarken, bir yandan toplumsal bir çelişkiyi açığa vurur:

“Böyle mi olmalıydı: İnsanın mutluluğu aynı zamanda kederinin kaynağı mı olmalıydı? Yaşam dolu doğanın içinde yüreğimi saran içten ve sıcak duygular, beni bir zamanlar öyle sevinçlere boğuyor, çevremdeki dünyayı benim için öyle bir cennete dönüştürüyordu ki; ama şimdi bu duygular, hiçbir yerde peşimi bırakmayan dayanılmaz bir işkence, bana acı çektiren bir hayalet haline dönüştü”6

Bu hayalet, ustaların Avrupa’nın üzerinde dolaştığını söylediği heyulanın habercisidir. Burjuvazinin mutluluğunun ve kederinin kaynağı sahiden de aynıdır: kendi mezar kazıcılarını yaratan, çağırdığı yeraltı güçlerine sözünü geçiremeyen bir büyücüye benzeyen burjuvazi… Genç Werther’in Acıları’nın Alman aydınlanmasının önderlik rolünün bir temsili olduğunu tanıtlayan enteresan bir pasajdır bu. Werther isimli bu genç, yeni doğmakta olan burjuva toplumunun bir göstergesidir; aydınlanmacıdır o, serpilmek, gelişmek, özgürleşmek ister fakat önünde bazı engeller vardır:

“Beni en çok sinirlendiren şey, bu içinden çıkılmaz toplumsal ilişkiler”

Ve devam eder Werther:

“Gerçi herkes gibi ben de sınıf farklılıklarının ne kadar gerekli olduğunu biliyorum”7

            İşte bu çelişkidir Werther’in sonunu getiren ve elbet burjuvazininkini getirecek olan.

                                                                ***

Baştaki tartışmaya dönecek olursak, Lukacs’ın savladığı denli uzak değildir roman Romantik öğelerden, aklın yadsınması, hatta küçümsenmesi çok yerde çıkar karşımıza:

“Tanrım bu mudur insanların yazgısı? Ya henüz akıl sahibi değilken ya da akıllarını yitirdikten sonra mı mutlu olacaklar ancak?”

Werther’in karşılaştığı genç Heinrich güzel, mutlu günlerinden bahseder. Ancak sonra ortaya çıkar ki o güzel, huzur dolu günler, gencin tımarhanede olduğu günlerdir. İşte Romantizmin evrensel şiarı: mutluluk, aklın yıkımındadır!

Ne var ki Lukacs, romandaki bireysel çelişkilerin nesnel kaynaklarının romanda örüldüğünü söylerken haksız eğil. Feodal Almanya’da deliren bu genç adam, “Şimdi kimseye zarar vermiyordur” annesinin deyişiyle, “Sadece imparator ve krallarla uğraşıp duruyordur kendince”8

Heinrich’i delirten de, Werther’i kaçınılmaz sonuna götürecek olan da budur: içinden çıkılmaz toplumsal ilişkiler. Ve devrimci hümanizmin bu doruk noktası, cenazesine kiliseden kimsenin eşlik etmediği, tabutunu yalnızca birkaç zanaatkarın taşıdığı bu Aydınlanmacılığın habercisi, Fransız Devrim’i öncesinin Werther’i, hümanizmin kahramanlık imgelemlerinde ve günbatımının kızıllığı içinde batar gider…

Dipnotlar

  1. Lukacs, Avrupa Edebiyatı ve Varoluşçuluk, Epos Yayınları, Ankara, 2011, s.83
  2. Bryan Magee, Felsefenin Öyküsü, Dost Kitabevi, 2010, Ankara, s.132
  3. Taner Timur, Mutlak Monarşi ve Fransız Devrimi, Yordam Kitap, 2016, İstanbul, s.282
  4. György Lukacs, Avrupa Edebiyatı ve Varoluşçuluk, s.87
  5. Karl Marx-Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Sol Yayınları, 2013, Ankara, s.95
  6. Johann Wolfgang Von Goethe, Genç Werther’in Acıları, Can Yayınları, 2013, İstanbul s.69
  7. A.g.e, s.87
  8. A.g.e, s.118
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×