Gençlik ve Edebiyat: Dostoyevski “Out” mu Oldu?

Dostoyevski güncel olan, her zaman da güncel kalacağı söylenen bir yazardır. Peki, tarih bunu doğruluyor mu?

“Kırkların düşünen Rusları ümit ve hayranlıkla Avrupa’ya bakıyorlardı; 1860 Rusu ise kendi halkının belki başardığı şeylere değil ama hiç olmazsa emellerine aynı duygularla bakıyordu.”1

“Dostoyevski 1848 baharında tutuklandığında, Rusya’nın gördüğü en sıkı sansür altında dayanıklı bir şekilde duran Rus düşüncesi devrimci coşkunun ateşli olduğu Avrupa’ya ümitle bakıyordu.”2

1848’den sonra ise Dostoyevski’nin kendi güncelliğini koruyamadığı açıktır. Dostoyevski’nin “out” mu olduğu sorusuna şunu eklemek gerekir: hangi Dostoyevski “out” oldu ya da Dostoyevski’yi değerli kılan eserlerinin hangi yönleri “out” oldu? Asıl soru budur! Dostoyevski güncel değildir, güncellenir. Elbette ki nesnelliğin Dostoyevski’nin kendinde değerinin içini boşaltıp tekrar doldurduğunu söyleyemeyiz. Ancak, Dostoyevski’yi güncelleyen nesnelliktir ve farklı dönemlerde ona farklı değerler atfedilmektedir. Aynı durum edebiyatın kendisi için de söz konusudur.

Edebiyatın gençliği, Gençliğin edebiyatla kurduğu bağla yakından ilgilidir. Gençliğin içinde var olduğu toplumsal formasyona damga vurup vuramaması gençlik denilen kavramın içini nasıl dolduruyorsa, içi öyle ya da böyle dolmuş bir gençlik de edebiyatı bu sürece bağıl bir biçimde doldurur ya da boşaltır. İyi de…

Gençlik ve edebiyat arasındaki bağ

Edebiyat nedir? Herhalde böyle bir konuda sorulabilecek en temel sorulardan birisi bu. Türlü tanımlamalar yapılabilir. Ancak edebiyata dair onu sarmalayan nesnellik göz ardı edilerek bir tanımlama yapılamaz. Öncelikle edebiyat “hayatla” birlikte vardır. Onunla anlamlıdır. Edebiyat “ürün”ü olduğu toplumdan ve toplumsal formasyonlardan ayrı düşünülmez. Edebi ürünlerin yaratıcısı yazar olduğu kadar toplumdur. Toplumsal ilişkiler her bireyin hayatında kendini gösterir, karşılığını bulur. Aynı şekilde toplumsal ilişkiler bireylerde olduğu kadar bireylerin ürettiği ürünlerde de kendini gösterir, karşılığını bulur. Bu bağlamda edebiyatın, edebi ürünlerin toplumdan bağımsız bir varlığı, anlamı yoktur, toplumla beraber anlam kazanır ve var olurlar. Peki, edebiyat toplumun neresinde durmaktadır? Ayakların henüz baş olmadığı bir toplumda, edebiyatın da “huzur” içinde baş kısmında yer aldığından söz edemeyiz. Edebiyat da bir ayak-baş kavgası sorunudur.

Toplumdaki gençlere daha yakından bakacak olursak, gençlik de tıpkı edebiyat gibi sürekli bir yerlerde “var olmaktadır.” Her an belli alanlarda kendisini yeniden üretir. Gençlik, bu yeniden üretimin ortaya çıkardığı dinamizmin ve enerjinin yanında şu anlamı da barındırmaktadır: yarın olmak. Yarın ipleri eline alacak olan gençliktir. Bir doğa kanunu. Ama, burada kıyamet, gençliğin dinamizmiyle, enerjisiyle ve toplumdaki yoğunluğuyla hem bugün hem yarın olması durumundan kopar. Edebiyat bir yeniden üretim alanı olarak bu kıyamete ev sahipliği yapar. Edebiyat gençlere kendilerini var edebilecekleri bir mücadele alanı açar.

Edebiyatın bir yeniden üretim alanı olması belli olguları da beraberinde getirecektir. Toplum, gençlik, bireyler her an kendilerini yeniden üretirken, belli bir üretim temeline dayanan bugünün sistemi kendi devamlılığı için de kendi üretim koşullarını yeniden üretmek durumundadır. Bu bağlamda bir yeniden üretim alanı olan edebiyat sistemin devamlılığı için de anlam kazanmaktadır. Edebiyat ayak-baş kavgası, gençler ne yerde ne gökte derken, edebiyat bir toplumsal aktör olan gençler için bizzat bir kendini tanımlama kavgasına dönüşür.

Edebiyat hem sisteme karşı mücadelenin yeniden üretiminin hem de sistemin yeniden üretiminin kesiştiği alanlardan birisidir dedik. Bu anlamda her ne kadar toplumsal formasyon edebi ürünlerde kendini gösterse de, bu tablodan, belli bir toplumsal formasyon ancak belli bir sistemle var olur ve bu girdilerle de tek tip bir ürün yelpazesi karşımıza çıkar gibi bir sonuç çıkmaz. Yeniden üretim alanları her an var olmakta ve bu durumun kendisine kimi sistemik olmayan, sistem bozucu girdiler yapılabilmektedir. Özetle gençlik ile edebiyat arasındaki ilişki özünde bir yeniden üretim ilişkisidir ve bu ilişkiye hem düzen hem de düzen dışı girdiler yapılabilir.

Kuşaklar itibariyle gençlik ve edebiyat ilişkisi

Tarihe bakarken önce referans noktalarımız belirlenmeli. Etkileşim söz konusuysa, yaşanan büyük dönüşümlere göz atmak yararlı olacak. Bu topraklarda en yakın tarihli büyük dönüşüm cumhuriyetle birlikte oluyor. İlk olarak öncesi ele alınmalı.

Bahsi geçecek olan nesil 1800’lerin sonlarında doğdu. 1800’lü yılların 2. yarısı ile 1900’lerin başını kapsayan süreç önemli, hem Avrupa hem de Türkiye açısından. Avrupa için bir dönem kapanmakta bir dönem açılmakta. Geride kalan dönemin etkileri iki coğrafya açısından da büyük. Türkiye açısından önemi kendi topraklarında yaşanmamış olanın öğrenilecek olmasında. Türkiye’de edebiyat adına ilk ortaya çıkanlar önce bu nesli besliyor. İlk etkileşimin ürünü kendini bu nesle yediriyor. Bu nesle yeniden üretilip aktarılanlar arasında Fransız Devrimi, 1848 Ayaklanmaları, Komün, Genç Osmanlılar deneyimi, Alman modernleşmesi, uluslaşması var. Bu deneyimi yaşayanlar aynı zamanda bu deneyimi ilk elden aktaranlar arasında da bulunuyor. Bu topraklardaki en büyük dönüşüm Cumhuriyet, bu nesil bu dönüşümü gerçekleştirecek. Kendini bir düzeyde üreterek yapıyor bunu. Edebiyat bu noktada var. Bir örnek;

“İttihat ve Terakki’nin dört kurucusundan ikisi, İbrahim Temo ile Abdullah Cevdet birbirinin gizlice Namık Kemal okuduğunu fark edince birbirine ısındı. Kurucu oldular.”3

Cumhuriyeti kuranlar bunların içinden çıkıyor. Gençken onların içinde yer alarak yapıyorlar bunu. O dönemin gençleri öğrendiklerini ve gördüklerini yeniden üretiyor, böylece dönüşümün kadroları olacak bireyler yetişiyor. Öğrenme noktasında da edebiyat var. Tanzimat aydınları burada besleyicilik yapıyor, Namık Kemal o zaman gençler tarafından okunuyor. Okumak üretmeye olanak sağlıyor. Jön Türkler ve sonrasında Cumhuriyeti kuran kadrolarla, Genç Osmanlılar arasında farklar var. Genç Osmanlılar Avrupa’dan aldıkları bilgiyi dönemlerinin şartları ışığında yeniden ürettiklerinde Fransız Devriminin esintileri ile dolu, modernist ve bunların yanında özellikle Komüncülerin etkileriyle sosyalizan bir yan da barındıran bir kimlik oluştu. Jön Türkler ise bir yandan Namık Kemalleri okuyarak bir yandan “dış dünyanın” konumunu görerek üretim yaptı. Sonuçta; “hem dış dünya ile Türkiye arasındaki kapitalist gelişme farklılıklarının hem de söz konusu dinamiklerin siyasal üstyapıya yansıttığı eşitsizliklerin siyasal bileşimi”4 olan ve sınıfsal bilincini iktidar hırsıyla yoğuran bir hareket ortaya çıkıyor. Üretim böyle devreye girmiş oluyor.

Benzer biçimde 1917 Bolşevik Devrimini yapanlarla Cumhuriyeti kuranların doğum tarihleri aynı. Gençlik yılları aynı, bir oranda gençken aynı dünyayı görüyorlar ama farklı bir üretim var. Farklılığın sebeplerinden bir tanesi de edebiyat; Namık Kemal’lerle Çernişevski’ler arasında farklar var. Namık Kemal’lerin aksine Çernişevski gibi dönemin Rus aydınları sadece sosyalizan bir nosyon içeren ama kapitalist olan bir toplum kurmak değil sosyalist bir kurtuluş hedefi gütmüşlerdi. Bunun sonucu olarak Namık Kemal’leri okuyan Türk kurtuluşçuları kapitalist cumhuriyeti kurarken Çernişevski’lerden beslenen Rus kurtuluşçuları sosyalist bir cumhuriyet kuruyorlar. Yeniden üretim kadrolarla doğrudan ortaya çıkana yansımış oluyor.

Değerlendirilecek ikinci kuşak 1930’larda doğdu. Etkileşimde bulunduğu en büyük referans hemen öncesinde gerçekleşen Cumhuriyet’in kuruluşuydu. Kendisinden bir kuşak önceyi Avrupa’nın hareketli tarihsel bilgisinin yeniden üretilmesi beslemişti, bu kuşağı büyük oranda kendi topraklarındaki hareketin yeniden üretimi, ürünleri besliyor. Bu üretimi Cumhuriyeti kuran kadrolar yapıyor. Kuran kadrolardan çok kuran kadroların belirlenimindeki kuruluşa eşlik eden kadrolar demek daha doğru. Reşat Nuri, Yakub Kadri, Şevket Süreyya ve Kadro Dergisi hatırlanacaktır. Önceki kuşağın gençleri Namık Kemal’i okumuş eklemiş ve yeniden üretmişti. Bu kuşağın gençleri Yeşil Gece’yi, Yaban’ı okudu, ekledi ve yeniden üretti. Özellikle bu kuşak için ekleme bileşeninin biraz daha güdük kaldığını belirtmeliyiz. Bu kuşağın gençliğinde okudukları ile sonrasında yaptıkları arasında çok büyük bir benzerlik var. Okunanları büyük oranda dönüşüm belirliyor, dönüşümün büyüklüğü ve bilgisi veri alınıyor. Böyle olunca diğer bileşenlerin hacmi daralıyor üretimle okunan arasındaki bağ doğrudanlaşıyor. Bir başka deyişle, bu kuşağın gençleri Cumhuriyet’ten başka şey gör(e)mez oluyor. Örnekleyelim; bu kuşağın gençlerin Yaban’ı okumuş ve yeniden üretimin ham maddesi yapmıştır. Yaban doğrudan Cumhuriyet’i kuran kadroların belirlenimindedir:

“Yaban Kemalist iktidarın kendi düzenini oturtmak için ve halkçılık adına köylülüğe dayanmayı bir politika olarak seçtiği bir zamanda bu politikanın en önemli araçlarından birisi oldu.”5

Bu yeniden üretim sonrasında bu neslin gençlerinin aydın-köy arasındaki ilişkiye fazlaca önem vermesi ve bahsedilen belirlenimde yorumlamasının nedeni bu. Yaban’la beslenen bu kuşağın gençleri daha sonra köy enstitülerini kuracak, köylere gidecek, aydınlığın kaynağını köyde arayacaklar. Yeniden üretim eylemle kendini ele veriyor. Bu eylem kümesini de içeren cumhuriyet dönüşümünün sınırları sadece olumsuz düşünülmemeli. Dönüşümün oturması temelli beslenen bu kuşak aynı zamanda gelecek kuşağın Cumhuriyet’i aşmasının olanaklarını da üretiyor. Klasikler çevriliyor. Avrupa’nın bilgisi birinci elden sonraki kuşaklara aktarılıyor.

Bir sonraki kuşak, 1940’lı yılların sonunu ve 1950’li yılların ortasını kapsayan süreçte doğdu. Bu kuşak, etkileşimi açısından Cumhuriyet dönüşümünün etki sınırlarını aşıyor. Şunu söylemek mümkün; Cumhuriyet öncesi kuşağın gençleri Osmanlıyı ayakta tutabilmek için okudu, yeniden üretti, tek çıkış olarak Cumhuriyeti gördü. Cumhuriyet sonrası ilk kuşak yeniden üretimini belli oranda düzeni oturtmak için yaptı. İkinci kuşak ise yeniden üretimiyle Cumhuriyeti aşmak iddiasına kavuştu. Bu kuşağın sınırlarının geniş olmasının birçok sebebi var. Elbette edebiyatla olan ilişkisi de bu sebeplerin arasında. Bu nesil gençliğinde önceki kuşağın çevirdiği klasikleri okudu. Tarihin bilgisini ilk elden kendi hanesine geçirdi. İlk elden ve yeniden üretmenin olanağına sahip oldu.

Bundan önceki kuşakta ele aldık, o kuşağın edebiyatıyla, kuşağın gençlerinin yeniden üretimi arasındaki açı azdı. Bu kuşakta durum farklı oluyor. En azından belli belirleyicilikte yaşanmışlık üretime doğrudan etkiyor. Bu kuşak gençliğinde Küba Devrimini, 27 Mayıs’ı, TİP’i gördü. Bunların sonucunda geniş ve daha ileri bir çerçevede bir yeniden üretim oluyor. Bunun yanında ilk ele alınan kuşak için Namık Kemal’in üstlendiği rolü bu kuşağın gençleri için Nazım Hikmet üstleniyor. Nazım Hikmet bu kuşaktaki gençler için solculaşmanın ilk adımı oluyor. Örneğin; o yıllarda TKP’nin örgütlenme araçlarından birinin Nazım’ın şiirleri olduğu bilinir. TKP üyeleri Nazım’ın şiirlerini bilirler ve bu yolla yeni insanlarla tanışırlardı. Nazım Hikmet’in sadece o neslin gençliği için solculaşma aracı olduğu söylenemez. Nazım Hikmet, Türkiye Komünist hareketinde özgün bir yere sahip. Bu aynı zamanda bahsi geçen dönem için edebiyatla sosyalist hareket arasında önemli bir bağ olduğunu gösteriyor. Sosyalist harekette bahsedilen kuşağın gençlerinin baskın karakteri düşünülürse, bu bağ edebiyatla gençlik arasındaki ilişkinin durumuna yansıyor. 68-78 süreci ele alındığında gençler büyük oranda edebiyattan besleniyor. Klasikleri, Nazım’ı okuyan o dönemin gençliği gördüklerini de birleştirip yeniden ürettiğinde Kemalist milliyetçiliğin yerini anti-emperyalizm, burjuva cumhuriyetinin yerini sosyalist cumhuriyet alıyor.

Son olarak 12 Eylül darbesi sonrasından bugüne uzanan kuşağın-gençliğin edebiyatla ilişkisinine bir göz atalım. Bu kuşağın gençleri ile hemen öncesi arasında bir kesinti var. Bu kuşak öncekinin edebiyatıyla beslenemiyor. Şöyle de söylenebilir; bu kuşağı besleyen edebiyat önceki neslin kendini yeniden üretmesiyle ortaya çıkmıyor, yeniden üretimde belirleyici faktör yenilgi, başkalaşım. Öncenin eserleri, idealleri ve bilgisi reddediliyor, aşılmıyor. Ortaya bu reddiyenin edebiyatı çıkıyor. Tam olarak reddedilemeyen ya da reddedilmek istenmeyen eserler ise başkalaştırılarak üretiliyor. Tüm dünyada sosyalizmin ve ileri değerlerin geriye düşmesini ekonomi de neo-liberalizm, dış politika anlanında savaşlar izlerken, sanat ve edebiyat alanında modernizmin reddedilmesi klasik edebi eserlerin başkalaştırılarak yorumlanması izliyor. Örneğin; Dostoyevski’nin eserlerinde bulunan toplumdaki eşitsizliklerin çıplaklığı, yozlaşma gibi unsurların yerini toplumsal meselelerde inanmayı reddeden, “ben nasıl istersem”ci unsurlar alıyor, bu unsurlar ön plana çıkartılmaya başlanıyor. Hatta buradan bireycilik, sivil toplumculuk, oryantalizm gibi noktalara varılıyor.

“Başkaları tarafından aşağılanmak da, başkalarından önce davranıp kendi kendimizi herkesten önce aşağılamak da sonunda bizi aynı yere getirir. Kolayca kendimiz oluverdiğimiz, kendi kokumuz, pisliğimiz, alışkanlıklarımız içerisinde mutlu olduğumuz, kendimizi iyiye doğru değiştirmekten ve insanoğlunun geri kalanı hakkında iyimser düşüncelerden vazgeçtiğimiz yerdir burası… Otuz yıl sonra ikinci okumamda Dostoyevski’nin Yeraltından Notları’nın bana ilk gösterdiği şeyin bu olduğunu düşündüm.”6

Bu açıdan bugünün gençleri için “out” olan Dostoyevski’nin ileri diyebileceğimiz noktalarıdır. Dostoyevski gibi yazarlar bu dönem boyunca Orhan Pamuk’larla güncelleniyor; Orhan Pamuk’ların süzgeçideki edebiyat gençlik için yeniden üretim alanı haline geliyor. Bu yeniden üretim ise olsa olsa yeniden üretmenin gereksizliği bilgisini doğuruyor.

1980 sonrasında, sadece edebiyat alanında değil sanat alanında da bir kısırlaşma başlıyor. Çürüme bu noktada devreye giriyor. Edebiyatla daha az beslenen, üstelik yaşadığı süreç kendi toprağı için bir geriye gidiş, altüst oluş barındıran bir genç nesil kendini üretmede sıkıntı yaşıyor. Sıkıntının nedeni arayışın bitmesinden öte, beslenme kaynaklarında da yaşanan kısırlık. Bugünden bakıldığında günümüz gençleri ile edebiyatın arası giderek açılmakta. Bugün Suç ve Ceza, Goriot Baba, Sefiller gibi klasikler gençlik için bir beslenme kaynağı olmaktan giderek uzaklaşıyor. Bu durum ya beslenemeyen ve doğalında kendini üretemeyip yok oluşa giden bir genç nesil ya da beslenme kaynakları büyük oranda edebiyattan uzaklaşan ve başka alanlara kaydıkça “belirlenen” bir genç nesil oluşuyor.

Neden okumalı, ne okumalı?

İlk mesele, yeniden üretimin gerekliliği. Genç insanların kendilerini yeniden üretmeleriyle toplumun kendini üretmesi arasında doğrudan bir bağ var. Toplumun kendini üretmesinden kasıt; bir özne olarak kendini var etmesi, sadece belirlenen olmaktan çıkması oluyor. Türkiye gibi geç kapitalistleşmiş ve bu süreçte halk bileşeninin bilinçli bir biçimde reddedildiği bir ülkede, toplumun bir aktör olması doğal şartlar altında tarihsel olarak bir ilericiliğe bağlanabilir. Gençler kendilerini yeniden ürettikçe, toplum kendini belirlenenden belirleyici bir duruma, ülkemiz gibi topraklarda ilerici bir belirleyene dönüştürebilir.

Bu meyanda, meselenin sadece bununla sınırlanması sorun içerir. Gençlerin kendilerini yeniden üretimi aynı zamanda farklı alanlarda da bir dönüşümün ön koşuludur. Türkiye’de bir toplumsal atılım koşullarının olduğu süreçler, öncesinde üretken genç insanlarla beraber geliyor. Benzeri bir değerlendirme sanatsal ve bilimsel meseleler için de yapılabilir.

İkinci mesele, yeniden üretimin genişliğinin ve sürekliliğinin olmasıdır. Yeniden üretimin genişliği ve sürekliliği aynı zamanda birbirini besleyen boyutlar. Genişlik olarak anlaşılması gereken yeniden üretimin kapsama alanının genişliğidir. Somutta ilerleyecek olursak; bir insanın karşısına çıkan durumlara vereceği reflekslerdeki yelpazenin genişliği ve refleks vermedeki ataklığı genişlik boyutuna tekabül ediyor. Edebiyat söz konusu olduğunda, genişlik unsurunun belirlenmesinde okunan eserin niteliği devreye girecek. Boyutlandırma, farklı ele alma biçimleri, çeşitlendirme ve tercihlerin ortaya konulması, genç yapıcılarda ancak edebiyatın yaratabileceği bir kavrayış zenginliği ile mümkündür.

Örneğin, klasik romanlar Avrupa’ya dair birikimi ilk elden duyumsamanın yanında bugünün meselelerine yorum getirebilme kabiliyetini de kuvvetlendirme açısından da önemlidir. Bu önemini, tarih bilgisini içsel dolayımlarıyla veriyor olmasından ve sonraki aşamalardaki ise bu tarihsel bilginin yine rafklı tarihsel/güncel görüngülerini kavrayabilme yeteneğini kazandırmasından gelir. Örneğin Suç ve Ceza okuyana dönemin Rusya’sı hakkında bilgi vermekle birlikte, sonrasındaki Sosyalist Devrimle bağ kurma yetisini de kazandıracaktır. Suç ve Ceza’yı okuyup yeniden üreten bir kişi ise bugün toplumsal eşitsizlik görüntülerinden “solcu” bir sağduyu çıkarabilecektir.

Yanı sıra Cumhuriyet dönemi Türk romanları daha Türkiyeli bir bakış açısı kazanabilmek için yararlı olacaktır. İlk olarak, bu romanlarda Türkiye ölçeğinin yeniden üretildiği farklı tarihsel kesitler anlatılmaktadır; ikinci olarak, bu kesitlerde anlatılanlar, Türkiye’deki gençlik hareketinin yani geleceğin toplumsal formasyonun yapıcılarının zihininde berlirleyici olmuştur. Bu romanlarla üretilecek Türkiyeli bakış açısı özellikle bugün, “felaketin eşiğinde” olan, ileri değerleri tasfiye edilen bir Türkiye’de, gençliğin hamle yapmasını sağlayacak olan donanım için bir ön koşuldur. Ancak bu sayede bugüne gelişin ince nedenleri anlaşılabilir, incelikli bir alternatif geliştirilebilir.

Süreklilik meselesine geçecek olursak, genişlikle doğrudan bağlantılı olduğunu göreceğiz. Sürekli olmayan bir yeniden üretim niteliğini kaybedecektir. Edebiyatın bir belirleyen olarak araya girdiği kişinin kendini yeniden üretiminde, sürekliliğin bir ayağı istikrarlı ve nitelikli okumaktır. Fakat sadece bunlar yeterli değil.

Yazma eylemi de yeniden üretimin sağlıklılığı için devreye girmek zorundadır. Okumakla eş zamanlı olarak yazıldığında yeniden üretim istenilen noktaya ulaşabiliyor. Nesnel zeminde yazman kuşaklar arası bir süreklilik sağlıyor, ikinci olarak yazılı anlatım sözlü anlatımı ve anlamayı etkiliyor. Özellikle bugün gençliğin kendisini yeniden üretmede kaynak sorunları söz konuyken, edebiyat açısından ele alındığında, nitelikli ve sürekli okumanın yanına yazma eklenebildiği oranda bu kısırlığı aşabilecek yeni kanallar türetilebilecektir.

Edebiyatla gençlik arasındaki ilişki bir yanda edebiyatın toplumsal bir üretim diğer yandan gençliğin toplumun belirleyen faktörlerinden biri olması açısından önem kazanıyor. Bu uzanım belli dolayımlarıyla topluma müdahale, dönüştürme probleminin ayaklarından bir tanesi. Uzanımı belirleyen ise yeniden üretimdir. Okumak üretime yansıyor. Gençlik ancak nitelikli ve sürekli okuyarak, yanına yazmayı ekleyerek üretebilir, ancak böyle değiştirebilir.

Dostoyevski neden gençliğe hitap eder?

Gençlik ve edebiyat arasında bir yeniden üretim ilişkisi tanımladık. Edebiyat bir yeniden üretim alanıdır. Peki, bu yeniden üretimin niteliğinin belli bir ölçütü var mıdır, ya da Dostoyevski nerede, nasıl anlam kazanır? Dostoyevski’nin özellikle Suç ve Ceza, Budala, Ezilenler, Delikanlı ve Karamazov Kardeşler’ ine baktığımızda belli bir felsefi altyapı ve problem görmekte zorlanmayız. Dostoyevski bu eseleri yazmadan önce hapishanedeyken kardeşinden Hegel ve Kant eserleri istiyor. “Benim kurtuluşum onlarda” diyor. Hapishane sonrası büyük eseleri diye tabir edilen seriye baktığımızda kimi ana felsefi problemleri inceliyor; ahlak sorunu, iyi kötü problemi, toplum birey ikilemi, insanın kurtuluşunun yolları gibi. Aynı zamanda tüm roman kahramanlarının veya roman kurgusunun tek bir problematik etrafında ya da felsefi soru bağlamında ilerlemediğini, kahramanının tartıştığını, kafa karışıklıklarını çözümlemeye çalıştığını görüyoruz. Raskolinkov’un kendi ailesini, aile ilişkilerini, Sonya ile olan ilişkisini ve daha geniş anlmada sosyal ahlaki doğruları tartışması, belli taraflaşmalar ve kararlarla çözümlemeye çalışması en vurucu anlardan birisidir Dostoyevski romanlarının.

Bu anlamda, felsefi tartışmalrın yanında “dekor”diye tabir edebileceğimiz kimi arka plan anlatımları da Dostoyevski’yi daha değerli kılmaktadır. O günün feodal Rus toplumunun, siyasi yapısının ve iktidarının, bu iktidarın yapısının ve açmazlarının toplumdaki yansımalarını, karşı dinamiklerini, var olan egemen ideolojiyi, egemen ahlak algısını, kadın ve erkek ilişkilerini, Rus toplumunun aile yapısını ve daha merkezde o dönem bireyin iç dünyasının açmazlarını büyük oranda yansıtan eserler diyebiliriz, Dostoyevski’nin eserleri için. Zayıf ve yaşlı bir atın arabayı dörtnala kaldırması için kırbaçlanıp, kaldıramaması sonucunda öldürülmesi gibi bir betimleme yoluyla toplumu ileri çekmeye zorlanan ya da kalkışan zayıf karakterin nasıl toplum tarafından yok edildiği gibi dolaylı anlatımların yanında Dostoyevski’nin bilinçli müdahalelerle daha çok kendi felsefi girdilerini yapan “doğrudan” karakterlerileri de çok kıymetlidir. İç burkan toplum tasvirleriyle, insan ve onun iç dünyasının toplum ve toplumsal olanla yaşadığı çatışmalarla, bunların bütününü ve fazlasını barındıran eserleriyle bu gün Dostoyevski gençlik için nitelikli bir yeniden üretim zemini oluşturmaktadır.

Dipnotlar

  1.  Carr E.H, , Dostoyevski, İletişim Yayınları: İstanbul, 2009, 85.
  2.  A.g.y.
  3.  Küçük Yalçın, Bilim ve Edebiyat, Tekin Yayınevi: Ankara, 1985, 17-18.
  4.  Çulhaoğlu Metin, Tarih Türkiye Sosyalizm, Doruk: Ankara, 1996, 120. Söz konusu siyasal dinamikler ile kastedilen, Türkiye’deki kapitalistleşme sürecinin önemli bir birikim evresinin siyasal dinamikleridir.
  5.  Küçük Yalçın, Bilim ve Edebiyat, Tekin Kitabevi: Ankara, 1985, 33.
  6.  Pamuk Orhan, “Önsöz”, Yeraltından Notlar (Dostoyevski) içinde, İletişim Yayınları: Ankara
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×