Gerçekler ve Rakamlarla Stalin Dönemi*

Son yıllarda tüm Sovyet karşıtı ve anti-komünist propaganda çabalarına rağmen, Joseph Stalin’in kişiliğine ve etkinliğine olan ilgi artmıştır. Seçmenlerimiz ve destekçilerimiz ile yaptığımız pek çok toplantıda sık sık şu itirazları duydum: Sovyet karşıtlarına yöneltilen itirazlarda daha fazla olgu ve rakamlar kullanmalı, ama günümüzde çok az kişinin bunları bulması ve toplaması mümkün oluyor. Bu konuda bize yardımcı olabilir misiniz?

Bu dilekler doğrultusunda, Stalin önderliğinde halkımızın başarılarının tamamının gösterildiği ve bu tarihsel becerileri karalama girişimlerinin istatistiklerin yalın dili yoluyla boşa çıkarıldığı özel bir yayın hazırlamaya karar verdik.

Amaç ülkenin kurtuluşu

Stalin, iç savaşın henüz durulmaya başladığı 1922 yılında, ekonomisi iflas etmiş ve savaş yorgunu bir ülkenin önderliğini devraldı. 1914’te başlayan Birinci Dünya Savaşı dört yıl sonra Rusya halkı için bir iç savaşa dönüşmüştü. Stalin dönemi olarak adlandırılan, 20. yüzyıl il yarısına tekabül eden dönemde Rusya’nın ekonomik durumuna dair göstergeler şöyleydi: 1921 başında sınai üretim savaş öncesi dönemin sadece yüzde 12’si kadarken, 1920’de tahıl üretimi savaş öncesi mahsulün yüzde 64’ünden daha azdı. Pek çok maden tahrip edilmişti. Sadece birkaç fabrika ve tesis hâlâ çalışıyorken, kent ve köyler yıkıntı halindeydi. Bazı modern tarihçiler, 1917 devrimi öncesindeki yıkıcı Birinci Dünya Savaşı’na kayıtsız kalarak, o dönemi sadece iç savaşın sebep olduğu büyük ölçekli bir yıkım olarak betimliyor.

Harap olmuş bu Rusya bile o günlerde herkesi şaşırtarak bütün dünyanın dikkatini çekti. Yavaş fakat emin adımlarla ilerleyen dünyanın ilk sosyalist devleti Rusya, insanlığın ilerici kesimlerinin ilgisini çekiyordu. Ama dünya böyle bir devletin varlığına tahammül edemeyecek olan kapitalist sistem tarafından yönetiliyordu. Stalin bütünüyle çağının bilincindeydi; o, Sovyetler Birliği’nin varlığını sürdürmesini sağlayacak bir ekonominin yaratılması, mutlak bağımsızlığını sürdürmesi ve gelişmesi için ülkesinin çok az zamanı olduğunun kesin olarak farkındaydı. Sovyet Rusya’nın yeni lideri, önemli görevlerden sorumlu kişilerin temel hedefleriyle yüzleşmelerini sağladı: “Gelişmiş ülkelerin 50-100 yıl kadar gerisinde bulunmaktayız ve bu farkı on yılda kapatmak zorundayız. Ya başaracağız ya da bizi ezecekler”.

Stalin’in amacı insanlar tarafından kavrandı ve etkisini gösterdi; amaç, anayurdu korumaktı. Bu amacın gerçekleştirilmesi ideali insanları bir araya getirdi ve ortak bir mücadelede ülkeyi birleştirdi. Bu amacın tüm dünyada merak uyandırmasının nedeni de işte buydu. 1932 yılının ocak ayında Fransız gazetesi “Le Temps” şöyle yazıyordu: “SSCB yabancı sermaye desteği olmadan ülkesini sanayileştirerek birinci raundu kazandı”.

Bugünkü oligarklarımız, kifayetsiz finansörlerimiz ve her düzeydeki spekülatörlerimiz bu sözleri hesaba katmak zorundadır. Bunlar, tüm halka ait olan bütçe kaynaklarını devletin marifetiyle aldıkları “ucuz” dış borçların geri ödenmesinde kullananlar ve bu borçlara bağımlı olanlardır. Stalin yönetiminde ise toplumun parasının bu şekilde kullanılması imkansızdı. O dönemde devlet hazinesindeki her ruble endüstriyel gelişmeye, inşaat alanlarına ve köylerin desteğine tahsis edilmişti.

Dünyayı şaşırtmak

Stalin’in Sovyetler Birliği’ndeki ekonomik büyümenin coşkusu “Financial Times” gibi batının büyük burjuvazisinin kitle iletişim araçlarında bile gizlenemiyordu. Financial Times sayfalarında şunlar yazılıyordu: “Mühendislik endüstrisindeki gelişme beklenenin üzerindedir. Basındaki başarı kutlamaları ve konuşmalar temelsiz değil. Rusya’nın önceleri sadece en temel makine ve aletleri ürettiğini unutmayın… Sovyetler Birliği artık metalürji ve elektrik endüstrisi için gerekli tüm donanımı üretiyor. Kendi otomobil sanayini kurmayı başardı. En küçük aletlerden en ağır preslere kadar her türlü araç üretimini yeniden oluşturdu. Tarım makinelerine gelince, SSCB bu konuda bağımlı artık ithalata değil. Sovyet hükümeti aynı zamanda kömür madeni rezervi ve demir üretiminin beş yıllık planın dört yılda uygulamasını önünde engeller oluşturmaması için gerekli adımları atıyor. Hiç şüphe yok ki, yeni inşa edilen büyük fabrikalar ağır sanayi üretiminde önemli bir artışı garantiliyor.”

Çok popüler olan bu burjuva gazetesinin beş yıllık kalkınma planlarıyla yeni sosyalist ekonomisini tesis eden Sovyet halkının muazzam başarılarının sevincini paylaşma çabasında olduğuna inanmak saflık olur. Elbette Sovyetler Birliği’nin ekonomik kalkınmadaki başarılarını fark etmemek olmazdı.

Bugünlerde Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Çarlık Rusya’sının ne kadar zengin ve ekonomik olarak gelişkin olduğundan bahsetmek, 1913 yılının gerçekten etkileyici verilerini aktarmak bir tarz halini aldı. Stalin dönemi başarılarının arka planı gerçekten bu kadar etkileyici midir? Bazı basit istatistiksel göstergeler şöyle: 1913’te Rusya’nın sınai üretimi ABD’den 8 kat, Almanya’dan 3,5 kat, İngiltere’den 3 kat, Fransa’dan 1,5 kat daha azdı. Rusya’nın 1913’te dünya sınai üretimindeki payı ise sadece yüzde 4’tü. Birinci Dünya Savaşı’nın ve iç savaşın getirdiği yıkımın sonucunda ülkenin sanayi potansiyeli önemli ölçüde azalmıştı. Ağır sanayinin üretim hacmi, 1913 ile karşılaştırıldığında 7 kat düşmüştü.

Ama iç savaşın hemen sonrasında ulusal sanayi hızla toparlanmaya başladı.1926 itibarıyla sanayi pratik olarak yeniden inşa edilmişti ve 1927’ye gelindiğinde Sovyetler Birliği’ndeki toplam sınai üretim 1913 yılını aştı. 1929’da –Birinci Beş Yıllık Dönem’in başlangıcı–kamuya ait iki binden fazla büyük işletme yenilenmiş ya da yeniden inşa edilmişti. Ancak bu sonuçlar ekonomik bağımsızlık ve savunmanın başarısı için yeterli değildi. 14. Parti Kongresi’nde ortaya atılan bu görevi başarıyla sonuçlandırmak için ekonomik yönetim sisteminin iyileştirilmesi gerekliydi. Bu nedenle 1929’dan itibaren ülke ekonomisi beş yıllık kalkınma planları ile gelişmeye başladı.

 


 

Düşünün bir kere; beş yıldan az bir sürede sınai üretim hacmi ikiye katlandı. Ürünlerin büyük bir kısmı sıfırdan üretildi; sanayi yeni teknik ve aletlerle donatılıp denetim altına alındı. Bu gerçekten de yenilikçi bir ekonomiydi! Boş gevezelikler ve hayata geçmeyen kararlar yoktu. 17. Tüm Rusya KP(b) Kongresi raporlarında Stalin durumu kısa ve net olarak şöyle betimliyordu: “Sonunda ülkemiz tam bir sanayi ülkesi oldu”. İşte onun kelimelerini doğrulayan veriler:

 


 


Endüstriyel kalkınmada böylesi oranlara erişmek, yeni sanayi kollarına hakim olabilmek için ülkenin mevcut tüm kaynakları seferber edildi.

Tarım politikasında atılım

Bugün Stalin dönemini kötülemek için tarihi ve insanların tarihsel başarılarını çarpıtmaya çalışanlar, o dönemde tarım sektörünün ihmal edildiği iddia ediyorlar.

Stalin ülkesini ve insanlarını, 17. Tüm Rusya KP(b) Merkez Komitesi Kongresi’ndeki açıklamasında, Birinci Beş Yıllık Plan’da köylülük için neler yapıldığı konusunda bilgilendirmişti: “Şimdi itibar sahibi kişiler arasında kolektif çiftlikler ve devlet çiftliklerinin çalışanları, okul öğretmenleri ve kulüp aktivistleri, traktör ve biçerdöver operatörleri, çiftçilik ve hayvancılık tugayları, kolektif çiftliklerde çalışan şok işçileri var”. Bununla birlikte Stalin kent ve kır arasında kültürel bir uçurum olduğunu gizlemiyor, üstelik büyük bir sevgi, inanç ve umutla köy ve köylüler için konuşuyordu! Ülkenin önderi köylülerin her şeyi hak ettiğini biliyordu. Onların özverili çalışmalarıyla neyi başarmaya çalıştıklarının farkındaydı ve kırda kültür ve eğitim düzeyinin yükseltilmesi, kent ve kır arasındaki farkın aşamalı olarak giderilmesi için her şeyi yaptı.

17. Kongre belgelerine geri dönecek olursak, Stalin Birinci Beş Yıllık Plan sırasında köylülere sağlanan desteği şöyle niteliyordu: “Devlet, 2.860 makine-traktör istasyonuna 2 milyar ruble tahsis ederek çiftçilerin yardımına koştu. Devlet, kolektif çiftlikler için çiftçilere 1 milyar 600 milyon ruble kredi yardımı yaptı. Devlet 262 milyon ton tahıl üretildiğinin bildirildiği dönemde çiftçilere tohum bağışı ve gıda yardımı yaparak yardım etti. Devlet fakir köylülere 370 milyon ruble tutarında vergi ve sigorta indirimiyle yardım etti”. Ama Stalin konuşmasında şunu da açıkça bildiriyordu: “…tarımdaki gelişme farklı bir yoldan ilerliyor. Çoğu zaman sanayiden çok daha yavaş”. Sovyetler Birliği’nin lideri, “Aslında iyileşme ve ilerleme dönemi olarak tanımladığımız bu dönemde, mahsul raporları hızlı bir iyileşme ve güçlü bir ilerlemeye işaret etmiyor” diyerek söz konusu yavaş ilerlemeye değiniyordu.

Stalin’in tarımda başarı elde edilebilmesi konusundaki umudu özellikle ziraat mühendisliğin gelişmesi ve kentlerde eğitim ve kültür düzeyindeki ilerleme sayesinde tarımı güçlendirmekti. Stalin’in Birinci Beş Yıllık Planı döneminde tarımsal teknolojinin hızlı büyümesini yansıtan veriler şöyledir:

 


 

İlk beş yıllık dönemde toplam sınai üretim hacmi ikiye katlandığı gibi, tablonun da gösterdiği üzere, aynı dönemde ülkedeki traktör sayısı 6 kat, bunların üretim kapasitesi ise 8 kat artmıştır. Aynı anda biçerdöver sayısıysa neredeyse 15 kat artmıştır.

Stalin, Birinci Beş Yıllık Planı özetlerken şöyle demişti: “Kolektif çiftliklere ve devlet çiftliklerine 240.000 traktör ve 3.100.000 beygir gücü sağladık. Bu oldukça iyi bir güç, gördüğünüz gibi, kırsal alandan kapitalizmin köklerini sökebilir”. Bu güç, Lenin’in kendi zamanında uzak bir beklenti olarak söz ettiği traktör sayısının iki mislidir.

Köylerin zorlu kolektivizasyon sürecinde sadece teçhizat konusunda ilerleme sağlanmadı. Birinci Beş Yıllık Plan döneminde, planların uygulanmasından sorumlu 23.000 komünist köylere gönderildi. Ayrıca ilk beş yılda devlet, kolektif çiftliklere ve devlet çiftliklerine yaklaşık 2 milyon eğitimli traktör ve biçerdöver sürücüsü, dümenci ve şoför yanında 111.000 teknik ve zirai uzman, çiftçilik ve hayvancılık tugaylarına mensup 1.600.000’den fazla işçi, sayman, vb. yönlendirdi.

Stalin bizzat kendisi her türlü tarımsal alanda donanımın uygun biçimde depolanmasını, ürün rotasyonunun uygun biçimde sürdürülmesini ve tohum stoklarının oluşturulmasını denetledi. Stalin 17. Kongre’ye sunduğu raporda tüm konuları irdeledi. Bu da onun köylülerin kararlılığını ne kadar önemsediğini gösterir.

Rusya’nın mevcut liderliği birkaç alanda bile olsa böyle bir sorumluluk ve yeterlilik gösterebilir mi? Sadece bu yıl 10 milyar rublelik yatırım yapılan otomotiv sanayisi ile bile başa çıkamıyor, üstelik Almanya ya da Fransa’nın sorunun çözümünde yardım etmesi için çabalıyorlar. Oysa Stalin önderliğinde sadece üç yılda kamyon üretimi 5,2 kat, otomobil üretimi 16 kat artmıştı. Üstelik de sıfırdan başlanarak.

Sosyalizm kazanıyor

Yalnızca burada sunduğumuz rakamlar değil, Stalin’in kişiliği de onun dönemine dair bir göstergedir. Onun konuşmalarını, raporlarını okuyan herkes Stalin’in başarı ve kusurları açık bir biçimde görebilme becerisine hayran olur ve bu konuda meraklanır. Stalin her zaman Lenin’in iradesini takip etmiştir: Liderlik eylemindeki temel husus, insanların seçimi ve performans denetimidir. Stalin, tekrar tekrar bürokrasiye, formaliteye, ispiyonculuğa ve dikkatsizliğe karşı uyarılarda bulunmuştur. Ülke için yaşamsal önemdeki görevin “dürüst ve işine bağlı kişilerin teşvik edilmesi” olduğunu açıkça belirtmiştir. Bunlar Stalin’in, dört yıl üç ayda bitirilen birinci beş yılı özetlerken kullandığı sözcüklerdi.

“Stalin ve Günümüz” adlı kitabımda İngiliz bankacı Jerry Gibson’un Sovyet emekçisinin doğası üzerine değerlendirmelerine de atıfta bulunmuştum. Fikirlerini 1932 yılının ekim ayında yayınlanan Birinci Beş Yıllık Sovyet Planı’nın sonuçlarından aldığına inanıyorum.

Gibson dönemin batı ve Sovyet sistemini karşılaştırırken, “Komünist ve Bolşevik olmadığımı açıklığa kavuşturmak istiyorum, ben kesinlikle bir kapitalist ve bireyci bir kişiyim” demesine karşın, Stalinist devlet ve ekonomiden yana bir sonuca varıyordu: “Bizim fabrikalarımız çalışmaz ve üç milyon civarında insanımız umutsuzca iş ararken, Rusya ilerliyor. Beş yıllık planla alay edildi, başarısızlığı bekleniyordu. Ama şu su götürmez bir gerçek ki, beş yıllık planda planlanandan da fazlası elde edildi”.

Stalin ve arkadaşlarının ekonomi politikalarının temel amacı ülkeyi tarımsal bir güç olmaktan sınai bir güç haline dönüştürmekti. “Stalin ve Günümüz” adlı kitabımda bu mesele ön plana çıkarılıyor. Bununla birlikte Stalin’in çalışmalarında, parti kongreleri ve genel toplantılarda yaptığı konuşmalarda, ordu mensuplarına söylevlerinde herkes onun için en zor meselenin köylülük meselesi olduğunun farkına varır. Kolektif çiftlik hareketi ve köylülük sorunundaki zorluklar Stalin’i hayatının sonuna kadar meşgul etmiştir.

Stalin döneminde kırsal gelişme için devletin gösterdiği olağanüstü çabayı fark etmeyenler ancak Stalin’in köylülüğe karşı politikasını kasten çarpıtmayı amaçlıyor olabilir. Bu dönemde ne köylere yapılan traktör ve biçerdöver desteği ne de hazineden köyler için ayrılan büyük ölçekli devlet yardımları devletin kıra yönelik en anlamlı çabalarıdır. En dokunaklı tanıklığı Stalin döneminde köylerde eğitim ve kültürel çevrenin gelişim hızına işaret eden rakamlar bize sunmaktadır. 1933 yılı başında Almanya’da yüksek öğrenimdeki toplam öğrencilerin yüzde 2,4’ü çiftçiyken, SSCB’de yüksek okul öğrencileri arasında yüzde 17 civarında köy kökenli öğrenci vardı. Kırsal alandaki okul inşaatı ölçeği ve köy kökenli öğrenci sayısındaki artış Stalin’in bir sınıf olarak köylülüğe karşı tutumunun en azından sorumluluk içerdiğini gösterir.

 


 


Şimdi bu rakamları bugünkü “demokratik piyasa” döneminin rakamları ile karşılaştıralım. 1991’de Rusya’da 48.600 okul varken, 2008 yılında bunların sadece 36.300’ü kalmıştı. Oysa Stalin zamanında her beş yılda 20.000 okul inşa ediliyordu. Şimdiki liberallerin iktidarında ise son 17 yılda 12.000’den fazla okul tahrip oldu.

Stalin’i güçlü devletin kurucusu ve lideri olarak anlamak ve takdir etmek için Stalin döneminin, ülkenin içinde bulunduğu dünyanın ve çevrenin kavranması gerekir. Neden Stalin’in itibarını sarsmaya çalışan tarihçiler dönemin lider uluslarının durumlarından ve bu ülkelerin Sovyetler Birliği’ne kıyasla izledikleri iktisadi gelişim çizgisinden bahsetmekten kaçınıyor? ABD’de Büyük Buhran’ın kaç cana mal olduğu konusunda neden susuyorlar? Pek çok uzman tüm bunlar olurken iki milyon kişinin açlıktan öldüğünü söylüyor. Komünizm ve Nazizmi eşitlemeye çalışan batıdaki ve Rusya’daki liberal örgütler neden Nazizm ve kapitalizmi bunca kurbanın sorumlusu olarak eşitlemiyorlar?

Sovyetler Birliği’nin kalkınma hızını diğer ülkelerin kalkınma hızı ile karşılaştırmak, dönemin Sovyet gerçekliğini anlamak ve 1930’larda Sovyetler Birliği’nin başarısının değerlendirmek konusunda rakamlar bize yardımcı oluyor.

 


 

Bu rakamlar yoruma gerek bırakmıyor. 1929 dünya krizinden etkilenen lider ülkelerden hiçbirisi 1933’de, 1929 –Büyük Amerikan Buhranı’nın başlangıcı– indekslerine ulaşamamışlardı. Bu ülkelerdeki sınai üretim ortalama yüzde 25 azalmıştı. Oysa aynı anda SSCB’deki sınai hasıla iki mislinden fazla artmıştı.

Savaş öncesine ait (1913) istatistiklerle 1930’ların başındaki durumumuzu batı ekonomileriyle karşılaştırmamızı sağlayan başka veriler de sunalım.

 


 

Gördüğünüz gibi, İngiltere ve Almanya yirmi yıl sonra bile Rusya’daki gibi bir iç savaş yaşamadıkları halde 1913’deki sınai üretim seviyelerine ulaşamamışlardır. ABD ve Fransa bu seviyeyi geçmelerine rağmen, ABD’deki yüzde 10,2’lik ve Fransa’daki yüzde 7,6’lık büyüme Çarlık Rusyası’na göre sanayinin dört kat fazla büyüdüğü Sovyetler Birliği ile karşılaştırılamaz.

Ülke ekonomisinin çöküşü diye de adlandırabileceğimiz bir yavaşlamanın yaşandığı bugünlerde, o dönemin dikkatlice ve gerçekçi bir şekilde değerlendirmesi özellikle önemlidir. 1920’lerde SSCB’de sınai üretimin başlayabilmesi ve 1930’lardaki muazzam büyüklüğe ulaşabilmesi için sıfırdan başlanarak sanayiyi inşa etmek gerekmişti. Başka bir ifadeyle, ekonomi açısından en karmaşık yenilik sorunlarıyla uğraşmaktayken, yukarıda anılan ekonomilerin tümünden daha hızlı büyümüştük. Ve bu yenilikçi atılım başka herhangi bir ülkede tekrarlanamadı.

Bu sonuçları elde etmek için öncelikle eğitim sorununu çözmek gerekliydi. Her geçen yıl öğrencilerin sayısı artıyordu.

Ayrıca, 1940-1941 akademik yılına kadar varlığını sürdüren işçi fakültelerine, 1927-1928 akademik yılı içinde 49.000, 1940-1941’de ise 25.000 öğrenci devam ediyordu.

 


 

Yukarıdaki veriler, önderliğin yenilikle ilgili gevezelik etmediğini, sözleri ile tutarlı biçimde ülkenin yeni yöntemlerle yenilikçi bir tarzda kalkınmasının entelektüel zemini için gereken koşulları yarattığını gösteriyor.

Büyük Anayurt Savaşı’nda doğan çocuklar bile okula gidebildiler ve öğrencilerin sayısı 800 bin civarında azalsa da, ortaokul ve lise düzeylerindeki eğitim kurumlarında çalışan eğitmenlerin sayısı istikrarlı biçimde artmaya devam etti.

Stalin döneminin savaş sonrası evresinde gerçekleştirilen buluş ve yeniliklerin sayısı, eğitime verilen özel önemin sonucu olarak ülkenin dikkate değer bir toparlanma süreci içinde olduğunu ispatlar niteliktedir.

 


 

Her yıl önerilen yeniliklerin yarısından fazlasının üretim sürecine uygulanmış olması önemlidir.

Bu rakamlar, bugünkü Chubais’in “nanoteknoloji” alanındaki “başarıları” ile karşılaştırıldığında daha da etkileyici hale gelmektedir. Chubais, kendisine yapılan 1200 rasyonalleştirme teklifinden sadece 8’ini destekledi. Aynı zamanda, 2009’da nanoteknolojinin geliştirilmesi için bütçeden 120 milyar ruble aldı. Chubais, Başsavcılık Ofisi’nin yayınlandığı verilere göre, bu miktarın yalnızca 5 milyar rublesini yeniliklerin uygulanmasına harcadı. Bu kamuoyunun bilgisi dışındaydı. Ayrıca, her zamanki gibi 5 milyar ruble kadar da şirketinin “dahili ihtiyaçları” için harcadı. Stalin döneminde olsaydı Chubais’in böyle denetim sonuçlarının yayınlanmasından sonra başına ne geleceğini hayal etmek zor değil. Fakat şimdi, ülkenin yağma ve hukuksuzluk içinde debelendiği günümüzde, Chubais devlet bütçesinden ek fon alma peşinde.

“Baskılar”: Mit ve gerçekler

Temel kozu her zaman için 1930 ve 1940’ların devasa boyutlardaki sözde baskıları olan anti-Stalinist propaganda kazara şu anki yolsuz devlet görevlilerinin, kanunsuz oligarkların ve onlara hizmet eden liberal “analist” takımının ellerinde iyiden iyiye paçavraya dönüştü. Bir yandan hepsi Sovyet tarihinin gerçeklerini, kazanımlarını gizleyerek, bunu yapamazlarsa bu kazanımların bedellerini sürekli abartarak çarpıtıyorlar. Diğer yandan görevlilerin ve müdürlerin faaliyetlerine ilişkin sıkı devlet kontrolü, suç ve yolsuzluğa karşı amansız mücadele, ülkeye ve halka kasıtlı ya da ihmalkarlığa bağlı olarak zarar verenlere karşı tavizsizlik gibi olgulardan korkuyor ve bunları görmek istemiyorlar. Onların anlayışına göre demokrasi ve özgürlük, yurttaşların ezici çoğunluğunun hak ve çıkarlarını gasp etme ve hakir görme konusunda sahip oldukları sınırsız hakları temsil ediyor. Onları bu haklardan mahrum eden bir sistem en ufak bir tereddüt gösterilmeden “totaliter” ve “baskıcı” ilan ediliyor. Stalin’e ve Stalin dönemine dönük düşmanlık tam da bu noktadan ileri geliyor. Bu dönem, görevlilerin çalışmalarının katı bir denetim altında olduğu, suçlara karşı ödünsüz bir biçimde mücadele edildiği bir dönemdi. Evet, bu konuda bazen aşırıya kaçıldı ve usulsüz ve anlamsız şekilde kimi bedeller ödettirildi, ama sonuçta bu ülkenin ve halkın büyük bölümünün iyiliği için yapıldı.

Stalin döneminde masumlara karşı haksız baskılar yapıldığını ve işlediği suç dolayısıyla daha hafif cezalar hak edenlere ağır cezalar verildiğini kabul eden biz komünistler, sorumluluk sahibi ve tarafsız tarihçilere ve araştırmacılara dayanarak, iki şeyin üzerinde özellikle duruyoruz:

Öncelikle, kanunların uygulanması ve güvenlikle ilgili organların yaptığı haksız baskılar ve yetkinin kötüye kullanılması vakaları Stalin’in kişisel inisiyatifinde gerçekleşmedi. Stalin, görevi ülkede hukuk ve düzeni korumak olanları asla aşırılığa sevk etmedi; aksine onlara, bedeli masumların hayatı ya da özgürlüğü olan gayrimeşru “çabalara” karşı sıkı önlemler alınmasını telkin etti. İşte bu nedenle Sovyet güvenlik organlarının liderleri Ezhov ve Yagoda 1930’ların bu aşırılıklarının bedelini ödediler. İhlaller olduğunda, yasalar önünde hesap verdiler. Eski KGB liderlerinin de sonunda işlenen suçlarla ilgili yargılanmaları, Sovyet karşıtı propagandasının elindeki “Stalin döneminde güvenlik birimlerinin hukukun ve toplumun kontrolü dışında dilediğini yapabildiğine” ilişkin argümanını çürüten bir başka olgudur.

İkincisi, Sovyet karşıtı propaganda utanmadan, defalarca “baskıların” ölçeğini ve kurbanların sayısını abartırken, gerçek suçlularla haksızca mahkum edilenler arasındaki ayrımı görmezden geldi.

Söylediklerimizin doğrulanması için uzun yıllar Sovyet döneminin ciddi tarihçileri arasında bir otorite olan bir yazara başvuralım. Bu kişi, uzun yıllarını konuşmakta olduğumuz konuya vakfetmiş olan Victor Zemskov’dur. 1989 yılında, Sovyet Bilimler Akademisi Tarih Bölümü’nün nüfus kayıplarını belirleme komisyonunun bir üyesi olarak Zemskov, o güne kadar sınıflandırılmış en bilgilendirici belgeler üzerinde çalışmaya başladı. Bunlar, Ekim Devrimi Devlet Arşivi’nde bulunan OGPU1, NKVD2, MVD3, MGB4 istatistik raporlarıydı. Zemskov daha sonra eline geçen ve defalarca temizlenen verileri ilan etti. Sonuç olarak bu bilim adamı Stalin’in destekçisi olmadığını açık bir biçimde ifade etmesine rağmen “liberallerin” ağır saldırılarına maruz kaldı. Bunun sebebi gün ışığına çıkan gerçeğin, Stalinist totalitarizmin milyonlarca, hatta on milyonlarca kurbanı olduğu yolundaki hikayelerin üzerine bir çizik atmasıydı. Zemskov oldukça ikna edici bir biçimde 1921’den 1953’e kadar 30 yıl boyunca toplam 4 milyon insanın siyasi suçlardan mahkum edilerek Sovyet hapishanelerine ve kamplarına gönderildiğini ileri sürdü. 800 bin civarında kişinin de ölüm cezasına çarptırıldığını ortaya koydu. Tarihçi Zemskov aynı zamanda baskı konusuna yeterince açıklık getirirken, gerçek suçlulara yapılan baskı ile masumlara yapılan haksızlığı ayırmak gerektiğinin de altını çizdi. Stalin döneminde mahkum edilen 4 milyon kişinin ve idam edilen 800 bin kişinin pek çoğunun masum olduğu konusunda herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.

Aşağıda 1990’ların başında Zemskov’un çeşitli yerlerde yayınlanan “SSCB’de siyasi baskılar (1917-1990)” isimli makalesinde yer alan özet tablo bulunmaktadır:

 


 

“Ülkenin yarısının hapsedildiğine”, milyonlarcasının öldürüldüğüne ilişkin mitleri ifşa eden bu tür istatistikler daha sonraki propagandaya uygun bulunmadı ve bugünküne de uygun olmamaya devam ediyor. Kimse bilimsel olgunun gerçekliğini çürütemez. Bu nedenle gerçek basitçe gizlendi ve üzeri “canavarca baskılar” hakkındaki masallarla kaplandı.

Son olarak, iki istatistiği tarafsız bir biçimde karşılaştıralım. Stalin yönetiminde, otuz yıl boyunca 4 milyon kişi baskıya maruz kaldı ve bunların 800 bini öldürüldü. “Demokrasi” 1991’de Sovyetler Birliği’ni yıktığında Rusya’nın nüfusu 15 milyon azaldı. Kaosu derinleştirmekten başka bir şey yapmayan “kapitalizmin inşası”nın bedelini, ülke kitlesel kırımlarla, feci nüfus düşüşleri ile ödedi. Bu süreçte nüfusun yok olan kısmı II. Dünya Savaşı’ndaki kayıplara yakındı. Stalin döneminde mahkeme kararı ile idam edilen 800 bin kişinin sistemin masum kurbanları olduklarına ilişkin kanıt olsa bile, kimse mevcut sistemin bunun yirmi katı kadar insan kaybına neden olduğunu, binlerce değil milyonlarca yurttaşın ülkesini yağmaladığını inkar edemez. Eğer “totaliter” ve aşırı derecede gaddar bir Stalinist sistem ilan ediyorsanız, bu durumda mevcut sistem hangi unvanları hak ediyor? Daha önceki bir makalemizde ona bir isim vermiştik: “Toplu imha sistemi”…

Yeniden Stalinist Sovyetler Birliği’ndeki ekonomik hayatın analizine dönerek, Stalinist modernleşmenin emsalsiz etkinliğinin kanıtlarını sunalım.

Stalin’in beş yıllık planlarının büyüklüğü

Sanayi, tarım, eğitim ve teknolojik gelişme alanlarında Stalin dönemine ait istatistiki göstergelerin bazıları üzerinde durduk. Şimdi Stalin’in beş yıllık planlarının başlıca sonuçlarına kısaca göz atalım.

Stalin’in ilk Beş Yıllık Planı (1929-1932) uzun dönemli elektrifikasyon programında ortaya atılan fikirlerin geliştirilmesine dayanıyor, bu açıdan da onun mantiki devamını teşkil ediyordu. Beş yıl için toplam sermaye harcamaları 7,8 milyar ruble tutuyordu. Bu daha önceki 11 yıl (1918-1928) sermaye yatırımına aktarılan miktarın iki katıydı. Tüm sermaye yatırımının yüzde 50’si sanayiye ve bunun yüzde 75’i de ağır sanayiye tahsis edildi. İlk beş yıllık plan süresince 1500 yeni büyük endüstriyel işletme çalışmaya başladı ve yeni sanayi dalları yaratıldı: Havacılık, makine-teçhizat, otomobil, kimya, aletler ve tarımsal makineler gibi. Bu sanayi dalları demir metalürjisinde, alüminyumda ve yüksek kaliteli çelik üretiminde elde edilen büyük başarılar olmadan yaratılamazdı.

İlk beş yıllık plan boyunca, elektrifikasyon planının uygulanması öncelikli bir iş olarak devam ettirildi. Bu yıllar boyunca yerli güç elektrik tesislerinin sayısı yaklaşık 2,5 kat arttı.

İlk beş yıllık planın görevleri yerine getirilirken, ekonominin sağlam temelleri inşa edildi: Ağır sanayinin gelişimi ve tarımsal mekanizasyon başarıldı.

Ülkenin tamamında işsizlik ortadan kalktı ve yedi saatlik çalışma günü uygulaması başlatıldı.

Sosyalist planlı ekonominin yetenek ve avantajları tartışma götürmez bir biçimde açığa çıktı.

Stalin’in ilk beş yıllık planının sonuçlarına hayranlıklarını dile getiren yabancı yazarlardan alıntı yapmış bulunuyoruz. Şimdi de bir başkasına, İngiliz dergisi “Round Table’’da yer alan bir incelemeye yer vereceğiz:

“Beş yıllık planın başarıları gerçek bir mucize. Harkov ve Stalingrad’da traktör fabrikaları, Moskova’da AMO otomobil tesisleri, Nijniy Novgorod’da otomobil fabrikası, Dinyeper hidroelektrik santrali, Magnitogorsk ve Kuznetsk’te devasa çelik fabrikaları, Rusya’nın Ruhr’una dönüşmekte olan Urallardaki bütün mühendislik ve kimya fabrikaları ağı; bütün bunlar ve ülkedeki diğer sınai başarılar, zorluklar ne olursa olsun, Sovyet endüstrisinin iyi sulanmış bir bitki gibi büyümekte ve hız kazanmakta olduğunu göstermektedir. Beş yıllık plan gelecek kalkınma için temelleri atmış ve SSCB’nin gücünü arttırmıştır.”

İkinci Beş Yıllık Plan’ın sonuçları (1933-1937) ilkinden daha az etkileyici değildir. Ülke büyümeye devam etmekte, fakat dünya daha iyiye gitmemektedir. Almanya’da Naziler iktidara gelmiştir. Günümüzde aleyhtarları ne derse desin, Stalin daha 1933 yılında savaşın kaçınılmaz olduğunun farkındaydı. Ülkenin iktisat politikası büyük oranda bu gerçeğe göre belirlenmekteydi.

Sınai üretim aynı yüksek oranlarla artmaya devam etmekteydi. Artış oranı bu beş yıllık dönemde 2,2 kata çıkmıştı. Elektrik üretimi 2,7 kat yükselmişti. Tüm sınai üretimin yüzde 80’i ilk ve ikinci beş yıllık dönemlerde kurulan ya da bütünüyle yenilenen işletmelerde elde ediliyordu. Sanayideki emek verimliliği 1,9 kat arttı.

4500 büyük sanayi işletmesi üretime başladı. En büyükleri arasında, Ural ve Kramatorsky Ağır Makine Fabrikaları, Çelyabinsk Traktör Tesisleri, Ural Otomobil İnşa fabrikası, Novolipetsk ve Novouralsk Metalürji tesisleri bulunuyordu.

1935’te ülkenin gururu, başkentin güzelliği Moskova metrosu hizmet vermeye başladı.

Tiyatroların, sinemaların, kulüplerin ve kütüphanelerin sayısı dikkate değer ölçüde arttı. Kırsal bölgelerde sinemaların ve kulüplerin artmasına özel bir önem verildi. Çok sayıda, sağlık ve dinlenme tesisi, sanatoryum inşa edildi.

Konut inşası ikinci beş yıllık plan süresince ilkine kıyasla daha yaygın olarak sürdürüldü. Stalin döneminde inşa edilen evler hâlâ kentlerimizin incileridir. Yeni yetme para babaları o dönemde inşa edilen evlerin sahipleri haline geldiler.

Her zaman için, konutlandırma halk için önemli bir sosyal kazanımdır. Aşağıda Stalin döneminde halkın bu sosyal hizmetten nasıl faydalandığına ilişkin kanıtlar göreceksiniz:

 


 

Yıllık kullanıma sunulan konut miktarı Stalin döneminin sonunda başlangıçtakinin 8 katına çıkmıştı.

Muhtemelen, ikinci beş yıllık planın en çarpıcı kazanımları arasında zorunlu ilköğretim uygulamasının başlatılması yer alıyordu. Piyasa liberalleri tarafından yönetilen bugünün Rusya’sında, okula gitmeyen iki milyon civarında çocuk var. Stalin döneminde böyle bir yüzkarası asla kabul edilemezdi. Ancak şimdi yetkililer Sovyet eğitim sisteminin kazanımlarını ayaklar altına alıyorlar. Stalin zamanında okulların inşa edilip eğitime açıldığı köyler bugün yok oluyorlar ve bu okullar ortadan kayboluyor. Bu arada, Eğitim Bakanı Fursenko yeni bir eğitim “modeli” geliştirmekle meşgul. Bu yeni modelin ayrıntıları basına sızmaya başladı. Yeni Eğitim ve Bilim Bakanlığı’nın planlarına göre, çocuklar zaman içinde öğretmenler tarafından değil “işletmeciler” tarafından eğitilmeye başlanacaklar. Bu “işletmecilerin” hizmetleri de velilere tamamen ücretsiz olarak veriliyor olmayacak.

Stalin’in beş yıllık planı sırasında, halk sağlığı ve ilaç endüstrisi gelişmiş, yeni ve o zamana kadar bilinmeyen ilaçlar üretilmeye başlanmıştı. Daha sonra Büyük Anayurt Savaşı’nda milyonlarca askerin hayatını kurtaran penisilinden söz etmek yeterlidir.

SSCB ekonomisi üçüncü beş yıllık planın ilk yıllarında yalnızca sosyalizmin kazanımlarının inkar edilemez bir kanıtı haline gelmekle kalmamıştı. Ülke belli başlı ağır sanayi kollarında dünya ikincisi ve Avrupa birincisi olmuştu. Savaşın kesintiye uğrattığı beş yıllık planın sadece üç yılı içinde 3000 adet yeni büyük sanayi kuruluşu üretime başladı. Enerji santralleri, petrol rafinerileri ve çimento fabrikaları, selüloz ve kağıt fabrikaları kullanıma sokuldu. Savaş başlamadan, 1940’ta, Sovyet işçi ve emekçilerinin sayısı 31,2 milyona yükselmişti. Bu sayı 1928’de 11,4 milyondu. Bu insanların kalıcı işleri ve sosyal statüleri vardı. Kendilerine rahat konutlar tahsis edilmiş, eğitim düzeylerini istedikleri kadar yükseltme şansına kavuşmuşlardı. Çocuklarını başarıyla büyütebilecekler, geleceğe güvenle bakabileceklerdi. Bu yüzden hiçbir yere gitmediler ve 1941’de sosyalizmin kazanımları savundular. Bu toplumsal birlik, çoğunluğun çıkarlarını yansıtan ve onların uyumunu güvence altına alan fikirlere dönük güçlü inanç olmasaydı, en güçlü düşmanların baskısı altında Sovyetler Birliği’nin ayakta kalması mümkün olmazdı. Ama bunlar ülkede vardı. Askerlerimiz savaşa gittiler, öldüler, düşman çemberini şu sözlerle kırdılar: “Anayurt için! Stalin için!”

Zafer için Sovyet iradesi

Tüm halk için olduğu gibi Stalin için de savaş yılları en zor yıllardı. Fakat tek başına savaş, Stalin’in son derece yetenekli bir lider olduğunu kesin olarak kanıtladı.

Savaşın ilk günlerinden itibaren, cephe hattından başlayarak doğuya, ülkenin iç bölgelerine doğru milyonlarca insan, mal ve teçhizat kitlesel biçimde harekete geçirildi. Birkaç hafta içinde de tahliye edilen yerlerde cepheye yönelik üretim örgütlendi.

1941 Temmuzundan Aralığına kadar neredeyse 2.600 işletme tahliye edildi, 10 milyon insan demiryolu vasıtasıyla ve 2 milyondan fazlası su yoluyla taşındı. 1941 Ağustosunun sonuna gelindiğinde yalnızca Leningrad’dan 100 büyük işletme ve 600 bin kişi cephe gerisine gönderilmişti. Kasım sonu itibariyle Moskova’dan 500 sınai işletme, pek çok kültür alanı, yüz binlerce bilim insanı, sanatçı, müzisyen, ressam ve yazar tahliye edilmiş oldu.

Tarihin en çirkin paradokslarından biri de şu ki günümüzde Stalin ve dönemini küçük düşürmeye çalışanlar arasında, geçmişte babaları ve büyükbabaları, Nazi zulmünden kurtarılmak için büyük kentlerden tahliye edilen ilk yurttaşlar olarak seçilen pek çok isim de var. Gerçekten de vicdanları üzerinde ebedi bir kara leke olarak kalacak tarihi bir nankörlük bu…

Ülkenin doğusuna doğru tahliye edilen yalnızca tesisler değildi. Kırda komsomol üyesi genç kızlar, yaklaşık 2,4 milyon büyükbaş hayvanı, 5,1 milyon keçiyi ve 800 bin atı cephe bölgesinden doğuya doğru sürdüler. Tarım makinelerini tahliye ettiler, cephe rezervi olarak milyonlarca ton tahılı taşıdılar.

Savaş yılları gibi trajik bir dönem bile Stalinist sistemin eşi görülmemiş iktisadi atılımlar gerçekleştirmek konusundaki becerisinin bir örneğine sahne oldu. 1942’de SSCB, Hitler Almanya’sının tank üretimini 3,9’a katladı, savaş uçaklarını 1,9 oranında ve her türden silah üretimini 3,1 oranında aştı. 1943 yılında ise Sovyet savunma sanayisinin üretimi savaş öncesi dönemle -1940 yılı- ile kıyaslandığında iki kattan daha fazla artış gösterdi. Yerli tarım da savaşın darbelerine karşı dayandı. Doğuda yeni araziler ekime açıldı ve burada ekilen toplam araziler 5 milyon hektar genişledi. Savaş yıllarında, Sibirya’daki kış mahsulü alanları yüzde 64 oranında arttı.

SSCB savaş ekonomisi, zafere katkı sağlayan yüksek üretim hızlarını sağlamayı başardı. Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin bir kez daha dünyayı şaşırtıp hızlı sınaî canlanmanın harikalarını göstereceği Stalin yönetimindeki savaş sonrası yılları, gelecekteki barış günlerini hedef alıyordu.

Zaferin ardından Sovyet ekonomisinin savaş öncesi göstergeleri geçmesi uzun sürmedi. Çünkü o dönemin sistemi çerçevesinde ve o dönemin liderliği altında, ülke ve halk, hem savaşta hem de ileri ekonomi mücadelesinde kazanmayı gerçekten istedi ve bunu yapabildi de…

Geçmişten alabileceğinin en iyisini al ve ilerle

Bugün Rusya’nın gerçekleri, Stalin ve yönetimine dönük “muhaliflerin” ikiyüzlülüğünün ve başarısızlığının altını çiziyor yalnızca. Suça dayalı kapitalist sistemin yaratıcıları ve yandaşları, ki bu sistemle devasa büyüklükte sermayeler elde etmiş ve beceri ve liyakatlerine uygun olmayan siyasi kariyerler edinmişlerdir, fesat, kıskançlık ve bastırılmış korkuyla Stalin’e küfretmektedirler. Stalin, ülkemizdeki yolsuzluk ve bürokratik kırtasiyeciliğin tamamen üstesinden gelindiği ve suçun gerçekten kapı dışarı edildiği bir dönemin lideridir. O, kendisinden hem önceki hem de sonraki ülke yöneticilerinin çözmeyi başaramadığı sorunların üstesinden gelmiş bir kişidir.

“Stalin ve Günümüz” başlıklı kitaptan alıntı yapmak oldukça yerinde olacak: Bu tarihi anlaşmazlıkta ibre Stalin’in lehinedir; arkasında bıraktığı büyük ülke… Bugünkü Rusya’nın ve diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinin altyapı kalıntılarına hâlâ tutundukları bu ülke…

Stalin’i karalayanlar arasında en ateşli olanların karşısına dikilen temel argüman da onun ülkesidir; onlar tarafından yağmalanan, ezilen ve yok edilen ülkesi… Son dönemin en başarılı yıllarından biri olan 2007 söz konusu olduğunda bile, bu yıkımın devasa boyutları görülebilir.

 


 

Ülkemiz yüzünü ancak Stalin dönemi tarihinden ve Stalinist mirastan en değerli ve en önemli konulara çevirirse yeniden toparlanabilir.

Biz komünistler bu türden bir toparlanmanın hayati önem taşıdığı inancındayız ve bunun olanaklı olduğuna inanıyoruz. Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nin yurttaşlara hitaben son dönemde yayınlanan ve “Rusya’nın yolu sosyalizme ilerlemektir!” başlığını taşıyan çağrısının temeli budur. Bu belge geniş bir ulusal-yurtsever cephenin oluşturulmasına çağrı yapmaktadır. Bugünün Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nin krize karşı geliştirdiği programın başlıca maddeleri Çağrı’da formüle edilmiştir. Bu maddelerin,ülkemizi yeniden canlandırmak isteyen ve bu bahiste kendi katkılarını yapmaya hazır tüm yurttaşlar için güncel ve acil olduğuna inanıyoruz. Aşağıda bu programın temel maddelerini yineliyoruz.

Ülkemizin tükenişini durdurun! Bu, esas olarak, sosyoekonomik politikalarda köklü bir değişiklik yoluyla, doğum hızındaki artışı teşvik ederek, büyük ailelere yönelik faydaların yeniden tesis edilmesiyle, çocuk yuvaları ağının yeniden inşasıyla, genç aileler için konut tedarikiyle sağlanabilir.

Stratejik sanayileri ve Rusya’nın doğal kaynaklarını toplumun mülkiyetine iade edin! Söz konusu sanayiler ve kaynaklar başlıca şöyledir: Elektrik enerjisi endüstrisi, ulaştırma, askeri-sınaî kompleksler, petrol ve doğal gaz yatakları, yasadışı biçimde özelleştirilmiş fabrika ve madenler.

Yoksulluğun ortadan kaldırılması için acil mücadeleye başlayın. Yaşamsal mallar ve yakıt fiyatları üzerine devlet kontrolü getirin.

Kentsel konut ekonomisine yönelik olarak yetkili makamların sorumluluğunu iade edin. Kamusal konut inşaatlarını genişletin. İnsanların sokağa atılmasını önleyin. Kamusal hizmetlerin bedelini aylık toplam aile gelirinin yüzde 10’u ile sınırlandırın.

Sağlık hizmetinin erişilebilir ve kaliteli olmasını temin edin. Muhtaç kişilere ücretsiz olarak ya da uygun ödeme şartlarıyla ilaç sağlayın.

Devlet idaresinde verimliliği arttırın. Memur sayısını azaltın ve şişkin durumdaki baskı aygıtını küçültün. Halkın devlet aygıtını kontrol etmek için oluşturduğu muhtelif türdeki öz örgütlenmelerini destekleyin.

Yolsuzluk ve suçu güçlü bir şekilde engelleyin. Bu, esas olarak iktidarın yüksek kademelerini verimsiz ve yoz kadrolardan temizlemek yoluyla gerçekleştirilebilir. En ağır suçlar için ölüm cezası üzerindeki ertelemeyi kaldırın.

Programımız önemli pek çok hedef belirlemiştir ve mevcut sosyoekonomik sistemde köklü bir değişiklik olmaksızın ve devlet idaresi kademelerinde büyük çaplı personel değişikliğine gidilmeksizin bu hedeflere ulaşılması imkânsızdır.

Rusya bu atılımı yapmaya ihtiyaç duymaktadır ve bu atılım ülkemiz için hayati önemdedir. Stalin döneminde, İç Savaş ve Büyük Anayurt Savaşı gibi çok zor zamanlarda bile ülkemiz, sanayileşmenin ve modernleşmenin, düzeni tesis etme ve soygunculuğu bastırma gerekliliğinin getirdiği çok önemli zorluklarla baş etmeyi başardı, yeniden dirilip saygın yaşamına kavuşabildi.

Biz komünistler inanıyoruz ki şimdi halkla birlikte, Anavatan için, bu hayat kurtaran çalışmanın üstesinden biz de gelebileceğiz.


*Bu makale 4 Aralık 2009 tarihli Pravda gazetesinden alınmıştır.


 

Dipnotlar

  1. İçişleri Halk Komiserliği’ne bağlı Devlet Birleşik Siyasi Müdürlüğü.
  2. İçişleri Halk Komiserliği.
  3. İçişleri Bakanlığı.
  4. Devlet Güvenlik Bakanlığı.