Haziran’a 2016’dan Bakmak

2013 Haziran Direnişi’nin üstünden anlamlı bir süre geçmesiyle birlikte, direnişin “her an yeniden” patlak verebileceği beklentisi de hafiflemeye başladı. 2016 başı itibariyle solda böyle bir canlı beklentinin kalmadığını söyleyebiliriz. İki buçuk yıllarını böyle geçirenlerin, bunun yanına seçim sandığını koymuş olmaları trajiktir. Solun bir bölümünün aklı bu aralar silahlı mücadele ile müzakere masası arasında gidip geliyor.

Türkiye’nin gördüğü bu en yaygın kitle hareketi herkes tarafından ve her niyete referans gösterilmeye devam ediyor ve edecek. Haziran kâh seçim sandıklarına sahip çıkmak, kâh “basıp geçmek” ve ardını fazla kurcalamamak, sonra da sokağa çağırmak anlamına gelebiliyor. “Haziranca” denen tarzın ne olduğuna dair rivayet muhtelif.

Toplumsal deneyimlerin çok kısa vadelerde değerlendirilmesi güçtür. Hele Haziran Direnişi gibi bir olgunun etki ve sonuçlarının açığa çıkması zaten daha geniş bir zamana yayılacaktır. Değerlendiren özne, geçmişte yaşananın ve sonuçları itibariyle yaşanmaya devam eden olgunun parçasıdır bir yandan da.

Ne kadar zaman geçmesi, neler yaşanması gerekir “sağlıklı” bir değerlendirmenin olanaklı hale gelmesi için? Bu sorunun yanıtlarından biri analiz nesnesinin veya deneyimin “tarihsellik” kazanması biçiminde verilmelidir. Burada tarihselliği takvimle ölçmemeli, çok boyutlu bir bütünün içine yerleştirmeliyiz.

Bugüne kadar, genellikle “momentlerin toplamı”ndan söz edilebiliyoruz. “2013 Haziran’ının x günü” yaşananların, en fazla, revize edilmiş olarak tekrarlanmasına dönük kurgular tarihsellik anlamına gelmiyor. Haziran Direnişi, Türkiye’de İkinci Cumhuriyet, bölgede de emperyalist yeniden paylaşım zorlamalarının çerçevelediği bir büyük hesaplaşmanın momentlerinden biridir. Bu hesaplaşma sürecinde yol aldıkça ve Haziran deneyiminin sol stratejinin içinde nasıl bir referans olacağı açıklık kazandıkça parçalara esir olmaktan çıkacağız. Bu yazı bütünlüklü bir değerlendirme iddiasında olmamakla birlikte kimi kritik sorulara yaklaşımlar geliştirmektedir.

Geçmiş bir momentin olduğu gibi alınıp tekrar sahnelenmesi ve o an gelip çattığında “santrfor-özne”mizin bu kez golü kaçırmaması… Solda böylesi bir tarih ve siyaset anlayışı var ve bu anlayışla askerlik anıları veya avcılık öyküleri arasında benzerlik kurmayı, entelektüel ve politik nezaket açısından uygun görmezsek, “idealist spekülasyon” diyebiliriz.

2016 başları 2013 Haziran Direnişi’nin dört başı mamur bir değerlendirmeye tabi tutulması ve devrimci mücadelenin bugün ve yarını için geliştirici referanslar çıkarsamak için yeterli olgunluğu bize sunmuyor. Sol yeni bir toplumsal ve politik hamle -tamamlayıcı unsurları olarak ideolojik ve örgütsel boyutları sağlam bir hamle- gerçekleştirebildiği ölçüde bu değerlendirme olanaklı hale gelecektir. Bunun eşiğindeyiz ve çok uzun olmayan bir zaman sonra daha temellendirilmiş Haziran derslerine sahip hale geleceğiz.

Haziran HDP’lileşti mi?

Bu soru fazla sol içi kaynaklardan beslenmektedir, zira o günlerde onlarca kentin alanlarını dolduran milyonları doğrudan ilgilendirmemekte, zihinlerini meşgul etmemektedir. Ama yine de ortaya konup yanıtlanmalıdır, çünkü solda bir süredir bu yönde bir izlenim var.

Kürt hareketi ya da siyaseti değil HDP diyeceğim, çünkü Kürt siyaseti ile Haziran olgusu arasındaki bağ HDP’de içerilen veya HDP müttefiki olarak konumlanan sol kesimler aracılığıyla kuruldu. 2013 direnişinin ana ve yaygın kitlesinde belirleyici ideolojik tema -çok sayıda diğer temanın içinde öne çıkan- laiklikti. Laiklik Türkiye’de son derece nadiren halkçılıkla ve özgürlükçülükle buluşmuştur.

Ancak halkçılık ve özgürlükçülük Haziran ile Kürt siyaseti arasında köprü olmaya yetmedi. İki nedenle: Birincisi, Kürt sorunu bölgesel emperyalist yeniden yapılandırma çerçevesinde anlam bulmaktadır ve bu çerçeveye sığmayan bakış açıları marjinal kılınmıştır. Haziran Direnişi emperyalizme ilişkin detaylandırılmış bir netliğe sahip olmamakla birlikte yurtsever karakter çizgileri barındırıyordu.

İkincisi, Kürt siyasi hareketinin AKP ile kurduğu ortaklık ilişkisiydi. Kitle hareketini anti-demokratik bir darbenin toplumsal tabanı olarak yorumlamakta siyasi iktidar ve Kürt muhalefeti anlaştılar… Kuşkusuz Kürt hareketinin, Haziran Direnişi’ni kendi stratejisi açısından bir değişim vesilesi olarak değerlendirmesi teorik olarak mümkün olabilirdi. Olmadı ve olmadığına göre, bizim de bu imkân hakkında konuşmamız gereksizleşiyor.

Bu iki kaynağın birleştiği yerde Kürt sorununun din kardeşliği zemininde çözülebileceği tezi yeşerir. Din kardeşliği formülü önce Erdoğan tarafından dile getirilmiş, ama ardından Kürt kamuoyuna taşınırken Abdullah Öcalan imzasıyla sunulmuştu.

Konumuza dönersem, Kürt hareketiyle Haziran kitlesi arasındaki bağlantı HDP veya HDP’nin sol yüzü tarafından kurulmuştur. Bu yüz ideolojik ve politik olarak sol-liberaldir.

Haziran Direnişi’nde söz konusu kesimin negatif bir rol oynadığını söylemek durumundayım. Bu unsurlar milliyetçilik fobisinin yükseltilmesine ağırlık vermişler ve bu yolla kitle hareketinin içindeki iberal kirlenmeyi aklamışlardır. Yine bu unsurlar park forumlarının abartılması yoluyla hem kitlenin hızla “solculara” daralmasına, aynı anlama gelmek üzere kitlesizleşmesine neden olmuşlar, hem de daha gelişkin örgütlenmelerin önünün kesilmesine katkı koymuşlardır.

Yeri gelmişken sol-liberalleri, komünizm adına günah keçisi haline getirme yanlışına karşı okuru uyarmak isterim. Kitlenin daralmasında da, gelişkin örgütlenmelerin ortaya çıkmamasında da birincil neden, hiç tartışmasız AKP’nin gerici baskısıdır. Sol, yanlışlarıyla bu ölçüde dramatik sonuçlar yaratacak bir güce zaten sahip değildi. Bir de, TKP faktörü unutulmamalıdır. 2013’de solda en önemli gücü temsil eden TKP’nin bir yıl sonra patlak verecek olan iç gerilimleri Haziran direnişinin katalizörlüğünde serpilmiş, parti hattından uzak düşecek olan çevre, devrimci sınıf siyaseti, öncü örgüt ve işçi sınıfının rolünün kitle hareketi tarafından ikame edilebileceği yanılsamasına kapılmıştı. Üstelik laikliğin kitle mücadelesine dayanan halkçı karakterinden, aynı kitlenin baskın biçimde seçmeni olduğu CHP’nin derin bir endişe duymuş olması da bu tabloya eklenmelidir.

Ara başlıktaki soru Haziran Direnişi’nin “Kürdileşmesinin” olanaksız olduğu biçiminde yanıtlanabilir.

Kürt siyasi hareketinin başka dinamiklerle kurduğu ilişki kural olarak likide edicidir. Likidasyon müttefik sosyalist örgütler üstünde test edilmiş bir pratik… Kürt hareketi soldan müttefiklerini, ister istemez boşa düşürmektedir. Radikallikse radikallik, kitlesellik zaten Kürt hareketinde!

Kürt hareketinin başta eğitim emekçileri ve genel olarak kamu emekçileri sendikalarıyla kurduğu ilişkinin de benzer etkiler yarattığı açıkça görülmektedir. Aynı etki son yıllarda Alevi örgütleri üstünde de ortaya çıkmıştır.

Haziran Direnişi’nin kitlesinin siyasal alanda yeterli temsil olanağına sahip olmadığı açıktır ve HDP’nin sol unsurları gibi pek kısıtlı aracılar üstünden bile olsa Kürt hareketinin belirli girdileri olabilmektedir.

Bu girdilerin diğer ve aslında ilkinden daha sonuç alıcı kanalı ise 2015 Haziran seçimleri öncesinde liberal medyanın HDP’yi sunuş biçimiydi. Bu sayede modern ve özgürlükçü kesimlerden belirli bir oy toplamının Haziran’da HDP’ye kayması sağlandı. Bu tabanın önemli bir kısmının Kasım başında geri döndüğünü kestirebiliyoruz.

Bunların tamamında baskın ideolojik temalar demokratizm ve sol-liberalizmdir.

Kaçan fırsat mı?

Tarih, “öyle olması zorunlu ve başka türlü olamayacak bir olaylar dizisi” olarak görülemez. Bu yöntemin adı kadercilik olur ve bizi bilimsellik adına insan iradesini küçümsemeye sürükler. İradenin geçmişe ilişkin küçümsenmesi, “tarihte durduğu gibi durmayacak” ve bir yöntem mertebesine ulaşarak bugünkü mücadeleleri ve geleceği de bağlayacaktır.

Hayır; bunu yapmayalım. Lakin Haziran’ın maddi sınırlarını da bilelim.

Haziran Direnişi, dünyada ve Türkiye’de öncesi ve sonrasıyla bir politik bağlamın içine yerleştirilmek durumundadır. Daha donanımlı bir komünist hareketin varlığı, CHP’ciliğin (yani devletin ve düzenin bekasını temel alan burjuva-konformist bir teslimiyetçiliğin) bu partinin içindeki ilericiler nezdinde ve dışındaki kesimlerde biraz daha kırılmış olması, maddi koşullara havale edilemez. Bunlar pekâlâ o konjonktürde de mümkün olabilirdi…

“Başka türlü olsaydı” dizisinden “kaçırılan fırsat” sonucu çıkartılmaması kaydıyla…

Kaçan fırsat tarifi, yalnızca Türkiye’nin toplumsal dinamiklerinin bir bütün olarak taşıdığı zaafların ihmal edilmesi pahasına ortaya atılabilecek bir formüldür.

Haziran Direnişi’nde bir devrim veya devrimci atılım kaçırılmadı. Bir toplumsal atılım, siyasal içeriğin bizim 2013 örneğimizdeki ölçülerde zayıf olması durumunda kendiliğindenci hareket düzeyinde kalır. Devrimci siyaset ve örgütsel öncülük misyonunu gereksizleştirecek bir başka dinamik icat edilmedi.

Bu kadar iddialı fırsat tarifleri yapanların ayakları daha sonra suya erdi. Ancak daha az sakıncalı olmayan bir formül varlığını bugün bile sürdürüyor. Haziran Direnişi’nde polis saldırısı karşısında birbirlerine el uzatan BDP ve Türk bayrağı taşıyan eylemcilerin fotoğrafından (kadraja eliyle kurt işareti yapan MHP’li üçüncü bir kişi de girmişti) salgılanan romantizm, ideoloji ve siyasetin kitleler ayağa kalkınca önemsizleştiği tezine dayanıyordu. MHP çok uçta kaldığı için bu romantizm yerini daha makul bir CHP özlemine bırakacaktı. AKP diktatörlüğünün iki kitlesel muhalifi olarak CHP ve HDP birlikte davranmalıydı. Bu akımların arasını açan kemalizm/Türk ulusalcılığı ve Kürt ulusalcılığının kolay kolay uzlaştırılamayacağını herkes anlayabileceği için kolaylaştırıcı bir faktöre, bir arabulucuya ihtiyaç duyuluyordu. Sosyalist hareketin payına da bu düştü.

Haziran’ın çok öncesinde komünistler AKP’nin muhalefete karşı güttüğü siyasetin barındırdığı tuzağa işaret etmişlerdi. İktidar Kürt hareketine saldırırken Kemalistlerin açık/örtük desteğine, tersi yönde hareket ederken de Kürt hareketinin sempatisine dayanıyordu. Taraflar biri diğerinin aynı düşman tarafından ezilmesinden keyif alıyorlardı!

Bu eleştirimiz iki muhalefet kampı arasındaki mesafenin giderilebilir olduğunu ileri sürmüyor, genel olarak düzen içi muhalefetin dinci faşizmin yükselişi karşısındaki yetersizliğini teşhir ediyordu. AKP sürekli, birbirini izleyen konjonktürler halinde CHP ve HDP’yi hırpalayarak yeni rejim inşasında yol aldı. Güçlü bir teşhir, ilgili özneleri kendi pozisyonlarını gözden geçirmeye zorlayabilirdi. Ancak eleştirinin içsel kurgusundan “haydi cepheleşin” politik önermesi çıkartılamaz. Zaten AKP rejimiyle uyum arayışını sürdüren ve siyaseti “germekten” çeşitli nedenlerle uzak durmayı tercih eden CHP ve HDP, bu baskıyı kendi içlerindeki sosyalist unsurlara yer açarak ve demagojik bir solculuğu zaman zaman vitrine çıkartarak göğüslediler.

Ama sosyalist solda olmayacak duaya amin sesleri bir politik strateji halini alabildi. Solun, emperyalizmle de dinselleşmeyle de temelden bir derdi olmayan yeni sosyal-demokrat kardeşleri nerede birleştirebileceğini anlamış değilim! Akla gelen tek argüman Haziran Direnişi’nin eski dargınlıkları unutturması!

Haziran kitlesine nasıl yaklaşmalı?

“Yeniden görebilsek nasıl yaklaşacağımızı da düşünürüz” yanıtı fazla karamsar olur. Haziran direnişinin kitlesi AKP’nin ara ara yeni başarılar elde etmesi ve baskıcı karakterini tahkim etmesi karşısında umutsuzluğa kapılıyor olmalıdır.

Ancak umutsuzluğun kitleyi olası bir yeni hareketlenmeden uzak tuttuğu ne denli doğruysa, bu ölçekte bir toplumsal hareketin, geriye umudun kırıntısını bırakmayarak buharlaştığı da o denli yanlıştır. Toplumun çoğunluğunun sempatisini, temel bileşeni genç ve kentli emekçiler olmak üzere, seçmen nüfusun dörtte birine yakınının aktif eylemliliğini içine alan bir mücadelenin yok olması da mümkün değildir.

Haziran kitlesi 2016 başında iki buçuk yıl önceki biçimini tekrarlayacağa benzemiyor. Direnişin içine doğduğu gündem maddeleriyse silinmemiştir, toplum benzeri bir atmosferi solumaya devam etmektedir. Dinci taassup artmış, özgürlükler daha da budanmış, savaş kışkırtıcılığı resmi politika haline gelmiş, rejimin yozlaşması derinleşmiş…

Ancak başta söylediğim gibi, “yeniden patlama” yalnızca bir beklenti olarak gerilemekle kalmıyor. Haziran direnişinin olduğu gibi tekrarlanmasının, toplumsal dinamikleri ilerletici bir sonuç vereceğinin herhangi bir güvencesi yoktur.

Tersine, bir kere AKP çok daha deneyimlidir. İktidarın edindiği en büyük dersin polisiye teknikler olduğu sanılmasın. Asıl donanım politiktir ve AKP artık engelleyemediği toplumsal sıkışmanın bir toplumsal kalkışmaya yol açma olasılığının farkındadır. “Bir şey olmaz” günleri geride kaldı. O halde iktidar toplumsal kalkışmaya sıkışan gazın veya biriken enerjinin tahliyesi imkânı olarak yaklaşabilecektir. Tahliye ve tasfiye! 2013’te direnişin, aslında minimum kanla atlatıldığı açıktır. Fütursuzca kullanılan devlet terörünün bir yandan da büyük katliamlara taşınmamasına bizzat siyasal iktidar “özen gösterdi.” Şimdi ise olası bir patlamanın son derece vahşi bir bastırmayla karşılanması 2013’e göre daha olasıdır.

Bizim taraftaysa halkın siyasetsizliği, programsızlığı ve örgütsüzlüğü giderilmiş olmaktan uzak. Bu unsurlar ne ölçüde zayıfsa, liberal ve uzlaşmacı etkilere o kadar manevra sahası var demektir.

Devrimci mücadelede dileklere yer varsa, diyebiliriz ki, solun Haziran günlerinin olduğu gibi tekrarını arzulaması büsbütün saçma olur.

Haziran’ın aktif olmayan kitlesi üstündeki liberal ve (dincilikle, militarizmle, yozlaşmayla vb) uzlaşmacı akımların etki alanı daraltılmalıdır. Bu müdahalenin sonuç alıp almadığı aktif kitle mücadelesi günlerinde test edilecektir elbette. Testin sonucuna ilişkin sağlıklı bir öngörüde bulunmak örgütlülüğe bağlıdır. Türkiye’de sol hareket 2013’teki kitlesel örgütlenme pratiklerinden geri çekilmiş, kitleselliğin önemsizleştireceği zannedilen liberal girdiler ve örgütsüzlük özgür kalmışlardır. Komünist siyaset ve örgütlülük bu zaafı giderme yönünde toplumsal bir atılım yapmadan önce yaşanabilecek toplumsal patlamaların, sınıf mücadelesinde bir ilerlemeye vesile olması çok ama çok düşük olasılıktır.

Haziran’da aktivizmi tanıyan kitlelere örgütlülük pratikleri sunamayan sol siyaset, şimdi titiz bir hazırlık yürütmekten sorumludur. Siyasi önderliğin tesisi kendiliğinden parlamaların önüne geçmelidir.

Stratejisizleşme

Haziran Direnişi soldaki dizilimi dağıttı. Direnişin geri çekilmesini takip eden sürede, geçici olarak şekillendiği çok belirgin olan dizilimler yeniden eskidi.

2013’te kitle hareketine önderlik etmeyi değil, ama kendini kitlelere sunmayı başaran ulusal sol akım aynı yılın kış ayları itibariyle nihai olarak kulvar değiştirdi. Gülen cemaati tarafından sarsılan AKP iktidarının uzattığı eli tutmakta sakınca görmeyen ulusal solun 2015 başlarında Vatan Partisi’ni doğurması şaşırtıcı değildir. Ulusalcılık kendi yarım yamalak solculuğundan bile arınma ihtiyacı duymuştur.

Haziran Direnişi’ni liberal etkiler ve milliyetçilik fobisiyle idrak eden devrimci demokrat hareketler, sarsıntıyı atlatan AKP iktidarı altında zemin kaybetmeye başlamışlardı. Bu cenahın neredeyse istisnasız biçimde Kürt siyasetine sığındığını söyleyebiliriz. Bu siyasal-örgütsel bir düzenleme olmanın çok ötesinde ideolojik biçimlenme bağlamında değerlendirilmelidir. Türk devrimci-demokrasisi aslında liberalizme teslim olmuş, dinci gericilikten ve emperyalizmle hayırhah ilişkilerden rahatsızlık duymaz hale gelmiştir.

CHP 2011 seçimleriyle kazandığı “içinde sosyalizme pencere açma” özelliğini kusmuş, AKP’nin İkinci Cumhuriyet denemesinin parçası olmuştur. Haziran Direnişi’nin CHP’ye denk düşen umut dalgası deforme edilmiş ve kırılmıştır. Bu koşullarda sosyalizmin sosyal-demokrat çatı altında mücadelesini sürdürebileceği, hatta dinci-faşizmin yükselişi karşısında bunun doğru yol olduğu fikirleri kadük olmuş, inandırıcılıklarını yitirmişlerdir.

Türkiye’de sosyalist devrim programı güncellikle arasındaki bağ anlamında stratejisini güncellemek ve buradan toplumsal bir hamleyi örgütlemek göreviyle yüz yüze bulunuyor. Değişen koşulların sosyalist devrim hattını yalnızlaştırması, 2016 başı itibariyle solda bir olumsuzluk değil, tekleşme biçimini almaktadır. Solun CHP ve HDP kaynaklı sosyal-demokrat baskıların boşa düşmesiyle şekillenmeye başlayan ideolojik kimliği, ilerici muhalefetin komünistleşmesi yolundaki resmi giderek netleştirmektedir. Solda sosyalist devrimci hegemonya ve tekleşme siyasal tabloyu baştan aşağı değiştirmeye adaydır.

Bu doğrultuda yaşanacak gelişmeler, kuşkusuz Haziran Direnişi değerlendirmelerimizin olgunlaşması için daha elverişli bir ortam yaratacaktır…