İkinci Cumhuriyet Sıkışırken Sosyalist Devrim İçin Koşullar Olgunlaşıyor
Kitabı sahafta gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Siz olsanız ismi “2. Cumhuriyet Tartışmaları”, ilk yazarı Turgut Özal, son yazarı Recep Tayip Erdoğan olan 1993 baskı böyle bir kitabın varlığına inanabilir miydiniz? 1 Yazar dediysek sakın yanlış anlaşılmasın, Haziran direnişi esnasında Erdoğan’ın hiçbir şey okumadığı ortaya çıktı, dolayısıyla bir şey yazması da mümkün değil, kendisiyle röportaj yapılmış. Turgut Özal o tarihte öldüydü diyeceksiniz, henüz İkinci Cumhuriyetçiler amaçları için ölüsünü mezardan çıkartacak kudret ve özgüvene sahip değillerdi, bir yıl önce 3. İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşma kitaba alınmış.
Özal, İkinci Cumhuriyet meydanlarını süsleyen ilan panolarında Menderes, kendisi ve Erdoğan’ın demokrasi kahramanları ilan edileceğinden habersiz şöyle demiş: “… Bu hedefe ulaşmanın temelinde demokrasiyle elele gelişen serbest pazar ekonomi sistemi yatar. … Kamu İktisadi Teşebbüsleri derhal tasfiye edilmeli, özelleştirilmeli veya kiralanmalıdır.“ 2
O sıralarda Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nı yürüten ve daha sonra Özal’ın vasiyetini kelimesi kelimesine yerine getirecek Erdoğan –artık konuşmasını başkası mı hazırlamış bilemem- “Özellikle Mehmet Altan’ın başını çektiği 2. Cumhuriyet “Batılılaşma süreci” içerisinde bir harekettir. Batılılaşma dün Kemalist olmayı veya sosyalist olmayı gerektirirken; bugün, 2. Cumhuriyetçi olmayı gerektirmektedir” demiş. 3 Şöyle ilave etmiş: “… gerek 2. Cumhuriyetçilerin gerek Yeni-Osmanlıcıların, toplumun düşünce ufuklarının genişlemesi, haklarının farkına varması ve bir kimlik arayışı içine girerek geçmişsiz, geleneksiz kimlik kazanmanın imkansızlığını görmesi açısından büyük faydaları dokunmuştur.” Erdoğan ve Gül ile ABD’nin 1990’ların ortalarında ilk teması kurduğu söyleniyor. 4 Erdoğan’ın yine bu kitapta yer alan sözlerine bakınca bu kadar hırs ve pragmatizmle neden seçildiğini anlamak çok zor değil: “Türkiye’nin emperyal bir vizyon taşıyacak gücü vardır” ve sonradan üzerinde çok konuşulacak olan “Bize göre ise de demokrasi ancak bir araçtır.” 5
Mehmet Altan’dan Yalçın Küçük’e, Cengiz Çandar’dan Ali Bulaç’a kadar İkinci Cumhuriyet’in kurulma sürecinde farklı roller üstlenen kişilerin yazıları olan bu kitap, belki başlıca bir Gelenek makalesini hak ediyor, ama biz kitabı bir kenara bırakıp başlıktaki soruna dönelim.
AKP’nin uzun iktidar yıllarının ilk dönemi devlet kurumları arasındaki çatışmayla geçti. 2010 Anayasa Referandumu ve 2011 Genel Seçimleri’nden sonra AKP’nin düzen içi direnç odaklarını tasfiye etmesi ve devletin kendisi haline gelmesiyle İkinci Cumhuriyet’in kurulduğu saptaması TKP’nin 2011 yılında toplanan 10. Kongre Siyasi Raporu’nda yer alıyordu:
“İçinde bulunduğumuz (İkinci Cumhuriyet’in) inşa süreci derinleştikçe dinselleşme kurumsallaşacak ve hukuksallaşacak, Türkiye militarist ve yayılmacı eğilimlerini ABD emperyalizmi paralelinde hayata geçirecek, içerde bunlarla uyum göstermeyen toplumsal dinamikler şiddet ve baskıya maruz kalacaktır. Bu dönemde düzenin kurum ve mekanizmaları arasındaki sürtünmelerin değil uyumun ön planda olması, AKP iktidarının totaliter yapısının kesinleşmesi öngörülmektedir.” 6
Bu öngörülerin tamamen doğrulandığını yaşayarak gördük. Bunun ötesinde AKP iktidarı; yılların ürünü olan bir zaferi tadarken, Erdoğan’ın devlet başkanlığına, yeni Anayasa’nın yapılmasına, Ortadoğu’da İslamcı rejimler başta olmak üzere uluslararası bir siyasi liderliğe ramak kalmışken büyük bir sarsıntıyla karşılaştı. Hemen şunu belirtelim, AKP bir iktidar bloğu olarak İkinci Cumhuriyet’in kurulmasında büyük bir rol oynadı ve İkinci Cumhuriyet ile neredeyse özdeş kabul edildi. Ancak İkinci Cumhuriyet’i nitelikçe köklü bir dönüşüm olarak tanımlıyoruz, AKP’siz, Erdoğansız, en azından AKP’nin tek başına iktidarda olmadığı dönemlerinin olabileceğini teorik olarak kabul etmemiz gerekiyor. Öngörümüz her durumda meşru olmayan İkinci Cumhuriyet’in ancak sosyalizmle birlikte aşılabileceğidir. Sosyalist bir devrimin olanaklarını gözden geçirmeden önce bir kez sürecin genelini, AKP’nin iktidara taşındığı koşulları ve çözülüş dinamiklerini bir literatür taramasıyla anlamaya çalışalım.
AKP kitapları çözülmeyi öngörüyor mu?
AKP’nin 11 yıllık İkinci Cumhuriyet macerasını değerlendiren birçok kitap basıldı, basılmaya devam ediyor. Çoğu derleme olan bu kitapların ayrıntılı bir incelemesini yapmak hem bu makale kapsamına sığmayacak hem de amaca hizmet etmeyecektir. Bu nedenle ilgili kitapları üç kategori üzerinden değerlendirmeye alacağız. Hemen herkes rejimde yaşanan dönüşümün köklü bir değişim olduğuna katılıyor, ancak niteliği konusunda birlik yok. Bu nedenle öncelikle rejimdeki dönüşümün niteliğinin nasıl saptandığını değerlendireceğiz. Bir diğer kategori ise, rejim değişikliğinin altında yatan sınıfsal bileşim, başka bir deyiş ile iktidar bloğunun yapısı olacak. Yine bu soru dış ve iç etkenlerin, daha açık söylemek gerekirse, emperyalizmin müdahalesi ile Türkiye sermaye sınıfının isteklerinin ne kadar çakıştığıyla ilgili. Üçüncü olarak ise yazarların İkinci Cumhuriyet’in çözülüş dinamiklerine ne kadar girdiğini, bu konuda ne söylediklerini ele alacağız.
a) Dönüşümün niteliği
AKP eliyle yaşanan rejim değişikliğinin ideolojik cephesinin liberal ve dinci ittifakı tarafından oluşturulduğunu biliyoruz. İdeolojik cephenin pekiştirilmesine gazete köşe yazıları ve televizyon ekranı işgallerinin dışında kitaplar da eşlik etti. Bunlardan biri Yunan vatandaşı olan Christos Teazis’in Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde yaptığı doktora tezinden üretilmiş “İkincilerin Cumhuriyeti, Adalet ve Kalkınma Partisi”adlı kitabı. 7 Türkçeyi kelime oyunu yapacak kadar iyi öğrenmiş bu yazar, kitabı liberallerin bütün pespaye tezleri ile doldurmuş. Güçlü devlet geleneği ile değişim için iç dinamik taşımayan Türkiye, islamcı iş adamlarının sermaye birikimini sağlamasıyla bu dinamiğe kavuşuyor vb.
“… Bu çerçevede Osmanlı’dan başlayan ve Cumhuriyet’le sürdürülen her şeyi devletten bekleyen anlayış yıkılırken, “Kutsal Devlet”, “Devlet Baba” anlayışı da sorgulanmaya başlandı. Bu anlayış ilk sarsıntılarını Özal döneminde yaşamış ve Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde de doruk noktasına çıkmıştır. Bu süreçte, …, bireyin girişimci ruhu dünyadaki gelişmelere de paralel olarak öne çıkarılmıştır.” 8
Vesayet rejimi, merkez-çevre dinamiği, sivil toplumun kurulması gibi tüm post-modern ideolojilerin bulamacıyla ilgili çok şey yazıldığı için 9 burada bu konuya girilmeyecek, ancak bu arkadaşın kafası Türkiye’ye geldiğinde bu kadar karışık değildiyse ve biz bozduysak, Türkiye ve Ankara Üniversitesi adına bir özür borçluyuz demektir.
Sermayenin İkinci Cumhuriyet’in kuruluşuna verdiği destek o kadar boyutluydu ki, operasyonlar ve ideolojik müdahale için ele geçirilen onca kanal ve televizyon yetmemiş bir de Taraf gazetesi kurulmuştu. Şimdi konuyla ilgili kitaplara şöyle bir göz atınca 2000’li yılların başında faaliyete geçen Kitap Yayınevi’nin de bir “misyon”u olduğu anlaşılıyor. Bu yayınevinden 2010’da basılan Ak Parti, Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri AKP’nin ve Cemaat’in yurtdışındaki akademisyen ideologlarından Hakan Yavuz tarafından derlenmiş. 10
Hakan Yavuz girişte şöyle yazmış:
“ … Türkiye örneğinde neoliberal ekonomik ve siyasi değerlere dayalı yeni bir toplumsal ve siyasi anlaşma gelişmektedir. Küresel düzeyde gerçekleşen pek çok makro eğilimle ülkenin pozitif bütünleşmesi yönünde imalar taşıdığı için, bu anlaşma Türkiye siyasetinin normalleşme süreci olarak görülebilir. Bu dönüşümlerin bir sonucu olarak AKP bir kimlik partisi değil, tersine en iyi hizmeti sağlamaya çalışan bir partidir.” 11
Aslında İkinci Cumhuriyet’in niteliği açısından benzer saptamalar yapıyoruz, o sermaye sınıfının cephesinden bakıyor ve mutlu oluyor, biz emekçi sınıflar açısından bakıyor ve nefret ediyoruz. Doğal olarak terminoloji farkı var, onun “küresel düzeyde gerçekleşen pek çok makro eğilim”ine biz emperyalist restorasyon, “pozitif bütünleşme”sine emperyalist entegrasyon diyoruz. AKP’nin böyle bir sürecin hizmet partisi olmasını da çok iyi anlıyoruz, tek üzerinde anlaşmadığımız saptama “Türkiye siyasetinin normalleşmesi”. Eğer Hakan Yavuz Türkiye’nin çoktan hak ettiği sosyalist devrim koşullarını kast etmiyorsa, ortada bir normalleşme değil, giderek derinleşen bir yönetememe krizi var, buna sonra tekrar döneceğiz.
b) İktidar bloğunun yapısı
AKP yanlısı liberal-dinci yazarlar, AKP’nin iktidara yürümesi sürecinde bir bürokratik/askeri elit tarafından ezilen ve geleneklerini yaşamasına izin verilmeyen halkın sivil uyanışı tezine destek vermek için “Anadolu Kaplanları”nı çok fazla öne çıkarma eğilimindeler. Örneğin, Hakan Yavuz’a kulak verelim:
“… Bu bağlamda AKP Türkiye’de sessizce gerçekleşen bir devrimin nedeni değil sonucudur. Bu dönüşümün birinci faili Anadolu’da kök salan yeni burjuvazidir.”12
Türkiye’de yaptığı doktora sonrasında aklını toplama şansı çok azalan Teazis ise “MÜSİAD ve onun temsil ettiği Anadolu Sermayesi … devlet destekli kapitalizme geçip kendilerine bağımlı sınıf ve taban desteği ile 2002 yılında siyasi iktidarı elde etmişlerdir” diye yazmış. 13
Mustafa Sönmez bu fikre şiddetle itiraz ediyor:
“… dünya ekonomisi ile bu kadar halvet olmuş Türkiye kapitalizminde “ulusal burjuvazi” diye bir kategori yoktur. … Ulusal burjuvazi dediğiniz, emperyalizme karşı iç pazarının yüksek duvarlarla korunmasını isteyen, yabancı sermayeye, dış kredi kullanımına, emperyalistlerce eşitsiz dış ticarete karşı çıkan bir kategoridir… Türkiye burjuvazisi en büyüklerinden başlayarak ve ona tabi, onunla varolan küçük sermayedarlarına kadar, küresel sermaye ile bütünleşmenin, dış kredi, sıcak para, yabancı sermaye kullanımı ile yaşamayı tarz edinmiş, kırık dökük sermaye birikimini ancak bu yolla elde eden, bu yoldan da sapılmamasını isteyen bir karakterdedir artık.” 14
İkinci Cumhuriyet’in Türkiye burjuvazisinin 1980’lerden beri projesi olduğunu, TÜSİAD da dahil olmak üzere bu köklü dönüşümün arkasında blok olarak durduğunu uzun süredir söylüyoruz. Sorun günümüz sermaye birikim koşulları ile 1923 paradigmasının uyumsuzluğundaydı, bunu aşmaya çalıştılar. Bu kavram daha sonra AKP iktidarının çözülüşünü ve sosyalist devrim koşullarını tartışırken çok gerekli olacak. Evet, AKP iktidarı sermaye sınıfının içinde İslamcı ve yandaş bir organik bileşen yaratmaya çalıştı, sermayenin bir ölçüde el değiştirmesi söz konusu oldu, ancak bu kurulan düzenin sermaye sınıfının tümünün çıkarına olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Ahmet Alpay Dikmen şu saptamayı yapıyor:
“AKP gerek ilk iktidara geldiği 2002 yılında gerekse daha sonraki icraatlarında TÜSİAD’ı hiç karşısına almamıştır. Alamaz da! TÜSİAD Türkiye’nin hala en güçlü sermayedarlarının oluşturduğu birliktir. MÜSİAD’ın 3000 civarında üyeyle ürettiği GSMH’nin %6-8’lik büyüklüğüne karşılık TÜSİAD 576 üyesi ile GSMH’nin yaklaşık %40’ını üretir.” 15
İktidar bloğu içinde özellikle çözülüş dinamiklerinde adı geçen Cemaat ve ona bağlı TUSKON gibi bir sermaye örgütünü nereye koymalı? Merdan Yanardağ’ın konuyla ilgili kitabı aydınlatıcı olacaktır. 16 Cemaat’i bir sermaye grubu olarak sadece rant kaynaklarının paylaşılmasıyla ilişkilendiremeyiz. Cemaat aynı zamanda ABD emperyalizminin Türkiye’de olduğu kadar Balkanlar’dan Afrika’ya kadar yürüttüğü hegemonya ve şekil verme mücadelesinin daha dolayımsız bir aktörü olarak karşımıza çıkıyor. Cemaat’in İkinci Cumhuriyet’te devletin bir parçası olduğunu da unutmayalım. Bunlar çözülüş kısmında işimize yarayacak.
c) AKP iktidarında çözülme öngörüleri
AKP zaferin doruğuna varır varmaz çözülüşün tartışmaya açıldığını görüyoruz. Hakan Yavuz bile o kadar övdüğü AKP’ye satır arasında vurmaktan kaçınmamış:
“Kısacası, AKP’nin rüyası siyaseti kimliğe ve sivil toplumun ihtiyaçlarına göre şekillendirmektir; fakat partinin iktidarı halkın ellerine vermek şeklindeki rüyası, liderlerinin otoriter eğilimleri ve modern Türkiye’nin siyasi kültüründen dolayı tam olarak gerçekleştirilmemiştir.” 17
Bunu emperyalizmin ve sermayenin, Birinci Cumhuriyet’i devirirken gereksinim duydukları şiddetin ürünü olan ve Erdoğan’ın kimliğinde kendisini gösteren güçlü ve görece bağımsız iktidardan rahatsız olmaya başladıkları şeklinde yorumlayabiliriz. Örneğin, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Ortadoğu’da islamcı rejimlerin kurulması için gösterdikleri inisiyatifin bir zıtlık yarattığı biliniyor.
Mustafa Sönmez’in senaryosu ise şöyle:
“Erdoğan’ın ve yakın çevresinin tasfiye edileceği ve ABD-Fettulahçılar-AKP’liler bloğu ile TÜSİAD-Genel Kurmay etrafında yeni bir uzlaşmaya gidiş… İkinci senaryo daha farklı; Bu uzlaşma arayışını, tasfiyesini öngörülen Erdoğan ve çevresi baltalıyor, vuruşma tercih ediliyor, böylece çatışma daha da derinleşiyor ve bir bilinmeze doğru ilerliyor.” 18
2010 yılından bugünlere uzanmak için keskin bir bakış olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak öngörüsünde iktidar bloğu içinde bir tepişme tarif ediyor, emekçi sınıflara bir göndermenin dışında işçi sınıfı siyasetine reel siyasette şans vermiyor. Merdan Yanardağ da 2023’e uzayan bir AKP döneminin olanaksızlığını vurguluyor ve fırtınalı bir siyasi iklim tarif ediyor, buna karşılık sosyalizme şans verdiğini söyleyemeyiz:
“Yön duygusunu kaybeden Türkiye’nin 2010-20 aralığında çatışmalı bir siyasi dönem yaşayacağını öngörebiliriz. Dengelerin her an değişebileceği bu dönem, bir uzlaşma ve melez bir rejimle de kapanabilir, sert tasfiyelerin yaşandığı bir sürecin ardından Cumhuriyet’in yeni bir restorasyonuyla da sonuçlanabilir.” 19
AKP’nin düşüş dinamiklerini tartışan yeni bir kitaba geldi sıra. Burak Cop’un Mart 2013’de basılan AKP’nin Yükselişi ve Düşüşü adlı kitabı 20 , öncelikle AKP’nin gücünün nereden geldiğini anlatıyor, AKP’nin ve Erdoğan’ın kentli kadınları, Kürtleri, laik kesimleri ve ulusalcıları kazanamadığını ve milliyetçiliğe savrulduğunu söyledikten sonra olası çözüm önerilerine geliyor:
“Erdoğan gitgide bir “MC Adam”a dönüşürken (1970’lerin Milliyetçi Cephesi kast ediliyor), Gül daha ılımlı, merkezci, liberal bir profil çizmeye gayret etti. … CHP’nin 2012 boyunca Gül’e yakın bir konum alması… Günümüzde, Türkiye’deki iktidar yapısı değişecekse, bu (söz gelimi Gül tarafından temsil edilen) daha ılımlı, daha merkezci ve liberal söylemli yeni bir sağ partinin oluşturmayı başaracağı, AKP iktidarına son derece yabancılaşmış toplum kesimlerini (başta laikler olmak üzere) de içine alan yeni bir “seçmen koalisyonu”yla olabilir pekala.” 21
Rejim değişikliğini devlet mekanizmasını tek elde toplayarak ve toplumun önemli bir kısmını düşman kapsamında tanımlayarak gerçekleştiren AKP iktidarının bir siyasi krize yola açacağı ve bir yerden sonra alternatif üretmenin zorunlu olacağı burjuvazinin kafasında dolanıyordu ve Haziran’dan sonra bu ihtiyaç çok daha fazla kendini hissettirdi. Burak Cop siyasi krizi tanımlayarak burjuvazinin aklını okumuş gibi yazmış.
AKP iktidarını konu alan kitapların hiç birisinde düzen dışı bir çözüme şans verilmiyor, bu kuralın dışında kalan tek kitap Sosyalistlerin Meclisi tarafından derlenen ve 2012’nin Ekim’inde basılan “İkinci Cumhuriyet’in Düzeni”. İzzettin Önder’in “Neden Sosyalizm” adlı genel olarak sosyalizmin zorunlu olduğunu anlatan yazısının dışında 22 , Korkut Boratav’ın, Wallerstein’dan marksizmi konusunda şerh de koyarak yaptığı alıntıyla birlikte vurgusu önemli: “‘kapitalizmin 20 yıllık bir ömrü vardır ve çökecektir.’ Ama arkasından ne geleceğini öngöremeyiz, bu yirmi yıl içinde solun yapacağı işlere bağlı.” 23 Kitapta “İkinci Cumhuriyet ne kadar sağlam?” başlıklı makalesinde Aydemir Güler AKP’nin yakın dönemde biriken kriz dinamiklerini tek tek açıyor, işçi sınıfını, Alevileri, aydınlamacı kentli damarı, iktisadi krizi, Kürt siyaseti ile AKP’nin geliştirdiği sürecin düzen içindeki çözümsüzlüğü, AKP’nin Suriye’de yaşadığı bozgunu ve emperyalist ülkeler arasında yoğunlaşan rekabeti inceliyor ve şöyle bitiriyor:
“Marksist düşünce sınıf mücadelelerinin gözlemcisi olmakla yetinmez. Dolayısıyla yanıtlar sosyalist politik mücadelenin içinden süzülecek. Şimdilik kesin olan şey, İkinci Cumhuriyet’in Türkiye’yi dinginleştirmediği, tersine yeni, derin ve değişim potansiyeli çok yüksek dinamiklere yataklık ettiğidir.” 24
Sosyalist bir devrim için olanaklar artıyor mu?
Haziran Direnişi Aydemir Güler’i haklı çıkardı. Gelenek’in Haziran Direnişi’nden 6 ay önce çıkan sayısında Meriç Algün’ün makalesi de Haziran’a işaret ediyor:
“Öte yandan iktidarını kurumsallaştıran AKP karşısında artık “yeni” toplumsal muhalefet odakları şekillenmektedir ve AKP henüz bununla gerçek anlamda bir karşı karşıya geliş yaşamamıştır. Geride bıraktığımız yıllarda birkaç küçük örnek ile gelişini duyuran bu odakların, AKP’nin şimdiye kadar alışık olduğu muhalefeti ezme taktikleriyle teslim alınması mümkün olmamıştır.” 25
2013 Haziran’ındaki halk hareketlenmesinin şiddeti sadece bizi değil, AKP’ye bir alternatif aramaya başlayan emperyalist merkezleri, liberal odakları da haklı çıkardı. AKP şu anda büyük ölçüde zora başvurarak gidişini ertelemeye çalışsa da Erdoğanlı veya bu haliyle AKP’li bir çözüm imkansızlaştı ve kızışan bir sınıf savaşına davetiye çıkarılmış oldu. Bu koşullarda Erdoğan’ın veya AKP Hükümeti’nin indirilmesi her olasılıkta hareketlenen emekçi kitlelere büyük bir özgüven, geleceğe dair umut ve derin bir politizasyon getirecektir. Ancak böyle bir durum sosyalist devrim olmayabileceği gibi İkinci Cumhuriyet’in sonu anlamına da gelmeyecektir. Buna karşılık İkinci Cumhuriyet bir sosyalist devrimle sonuçlanacaktır.
Sosyalist devrim için olanaklar artıyor mu?
Sorunun yanıtının olumlu olduğu belli, ancak biraz açmakta yarar var. Bir kere sosyalist propaganda için oldukça pürüzsüz bir alan açıldı önümüze. Çiller “Dünyanın son sosyalist devletini biz yıktık” dediği zaman her zamanki akılsızlığıyla söylediği gaflarından biri sanmış, derinliğini anlayamamıştık. Gerçekten Türkiye, 1980 öncesi yaygın kamuculuğu ile düzeni korumakta, emekçileri kapsamada çok daha yeterliydi. Öte yandan egemen sınıf tarafından son derece kötü yönetilen kamu ağırlıklı düzen, toplumsal mülkiyeti ideolojik olarak savunmak için yetersiz kalıyor, özelleştirmeci ideolojilere teslim olunmasını kolaylaştırıyordu. Oysa şimdi, elimizde hemen hiçbir şey kalmadı, topluma ait tüm üretim araç ve nesneleri, mali ve ticari olanaklar AKP döneminde sermaye sınıfına devredildi. Bu, düzeni iktisadi krizlere, toplumsal felaketlere, en nihayet toplumsal ayaklanmalara karşı korunaksız ve kırılgan yapıyor. Üstelik egemenlik ve bağımsızlıktan, sosyal devlete, kalkınmadan çevrenin korunmasına kadar her başlığın toplumsal mülkiyete bağlanmasına izin veriyor. Hatta beyhude yere sosyalizmsiz bir demokrasi arayan sol kesimlere karşı, demokrasiyi de toplumsal mülkiyetle ilişkilendirme zorunluluğu doğuyor. Üretim araç ve nesneleri yağmalanmış, varlığını sürdürmek üzere gözü dönmüş bir sermaye sınıfına devredilmiş bir ülkede emekçi halka ait olmayan bir mülk nasıl yönetilecek de burjuva anlamıyla dahi bir demokrasi olacak? Dinci gericilik ve baskı rejimi bir tesadüf değil, ölmekte olan bir düzenin refleksleri olarak kabul edilmeli. AKP eliyle dönüştürülen ve tek kumandaya bağlanan devletin hileye dayalı ve bir yağmayı yöneten tüm kurumlarının saygınlığı dibe vurmuş oldu. Düzeni koruyan mekanizma inandırıcılığını ve meşruiyetini hızla kaybediyor.
Meriç Algün daha önce bahsettiğimiz makalesinde şöyle demiş:
“Kararlı duran, meşruiyet çizgisi oluşturabilen ve geniş toplumsal kesimlerle buluşmayı kafasına koyup, kırılmayan bir siyasi çizginin bu saldırganlığı büyük bir olanağa çevirme şansı vardır. Komünist hareket bu açıdan çok özel bir rol üstlenebilir.” 26
Komünistler yakın zamana kadar bu ülkede toplumsal hareketlenmelere müdahale edemiyorlardı, 1908’de doğmamıştık, 1923’de katılmamıza izin vermediler, 1960’da ortalıkta yoktuk, 15-16 Haziran’da başka şeyle ilgileniyorduk, Büyük Madenci Yürüyüşü’nde henüz parti kurulmamıştı vb. Ancak şimdi çok kıvamında bir parti ve ortam var. Tekel direnişinden bu yana Parti her yerde müdahale edebilecek büyüklük ve olgunlukta, her müdahalede bir örgütlenme hamlesi yapacak kakarlılıkta bulunuyor. Böyle bir ortamda sosyalist devrimci bir özne tarihin akışını değiştirme olanağını ısrarla arayacaktır.
Peki, 1970’lerin CHP’si gibi, devrimi içine alıp boğacak bir sahte solu düzenin üretme şansı var mı? Buna peşinen hayır demek mümkün değil, Yunanistan Komünist Partisi emin adımlarla yürürken, karşısına çıkarılan Syriza/Altın Şafak ikilisini unutmayalım. Buna karşılık Ecevit halüsinasyonunun, büyük ölçüde, bir aşama peşinde koşan solun saflığından kaynaklandığını bugün biliyoruz. Bugün devrimi çalacak bir sol alternatifin şansı düşük gözüküyor. Türkiye solunun göz aldanması Kürt siyasi hareketi ise, bugüne kadar asimetrik gücü ile gündeminde hiç sosyalist devrim olmadığı halde sol üzerinde bir “vesayet” oluşturmuştu. Henüz bu süreç çok fazla çalkantıya gebe olmasına karşın, Kürt siyaseti statükocu bir konuma doğru hızla evrildi ve en azından vesayet büyük yara aldı. Ayrıca solu kapsamayı geçtik, AKP sonrasında burjuva siyaseti içinde kararlı bir alternatif yaratmanın zorlukları ortada.
Haziran Direnişi’nin bize bir kez daha hatırlattığı olay Türkiye’nin bağrında taşıdığı olağanüstü zıtlık oldu. Türkiye hem çok geri, hem çok gelişkin bir toplum örneği veriyor. Bir yandan gericiliğin boğmaya çalıştığı bir ülke, bir yandan çok fazla üniversite mezunu gence sahip, bir yandan insani gelişmişlik indeksinde 85. sırada, diğer yandan gelişkin sanat, edebiyat ve bilimsel ürünleri veren bir ülke. Bir yandan ikinci sınıf bir sanayi ülkesi, diğer yandan dünyada basılmış hemen birçok kitabın çevirisini bulabiliyorsunuz. Entelektüel gelişmişlikle ülkenin geri ve geleceksiz bırakılması arasındaki çelişkinin büyüklüğü sosyalist devrime bir davetiye gibi. Dünya görüşünden bağımsız olarak sadece Türkçe yazan kadın yazarların sayısı bile, bu ülkeyi sosyalizmden aşağısının kurtarmayacağını söylüyor. Dinci gericiliğin devrimi boğmak üzere örgütlenmesi büyük bir tehdit ama Türkiye için bu olanağı yitirmiş gözüküyorlar, aksine dinci gericiliğin devlet haline gelmesi kitleleri devrimcileştiriyor.
Düzen, tarımı tasfiye ederek kendisine dayanak olan bir dalı daha kesmiş oldu. Türkiye bir küçük tarım ülkesiydi ve burjuva siyaseti de küçük mülke dayanan bu vasattan büyük ölçüde yararlanıyordu. Kamusal sübvansiyonların kesilmesi, kamu alımlarının ve tarıma dayalı sanayinin tasfiyesi, ticaret makasının tarım aleyhine açılması büyük bir yıkım getirdi. Korkut Boratav sadece 1998-2007 yılları arasında topraktan 3,4 milyonluk bir nüfusun koparıldığını belgeliyor. 27 Boşalan köyler ve kentlere doluşan işsiz yığınlar düzenin kırılganlığını bir kez daha artırıyor.
Ahmet Haşim Köse, Serdal Bahçe ve Yücel Günaydın’ın yakında yayınlanacak Türkiye’de ampirik verilere dayanan sınıf profilini inceleyen çalışmasını heyecanla bekliyoruz. Ahmet Haşim Köse neyse ki biraz biraz bu verileri sol gazetesinde paylaşıyor. 28 Bu verilere göre üç büyük kentte kentli emekçileri, nitelikli emekçileri ve işsizleri topladığınız zaman faal nüfus içindeki yerleri %80’i buluyor. Burjuvazi neresinden baksanız büyük kentlerde birçok katmanıyla dev bir işçi sınıfı tarafından kuşatılmış durumda. Haziran Direnişi, büyük kentlerde çoğunluğu örgütsüz bu yığınların, çeşitli siyasi dolayımlar üzerinden de olsa, bu çelişkiye öfkesinin ürünüydü. Sosyalist devrimci bir özne için içinde devinebileceği, örgütleneceği bundan daha iyi bir ortam olabilir mi?
Bir yandan emperyalizmin giderek derinleşen iktisadi, siyasi ve ahlaki krizi, bir yandan güçlü ülkeler arasındaki iktisadi, askeri rekabet, bir yandan sınırların önemsizleşmesi ve değişime açık hale gelmesi, Türkiye’nin çivisini bir kez daha yerinden oynatıyor. Kendi sınırlarını korumak yerine, başka ülkelerde kriminal maceralara yönelmek AKP’nin sonunu getiren çok önemli bir parametreydi. Buradan burjuva siyasi düzeninin bir kazanımı olmadı, ama düzeni koruyan en önemli mekanizmalarda biri olan ordunun meşruluğu halkın gözünde azaldı. Ordu tabi ki hâlâ yeri gelince emekçi sınıflara karşı kullanılabilir, ama ne Birinci Cumhuriyet koşullarında olduğu gibi rejimi koruma kollama iştahı bulunacaktır, ne de kendi içinde ahlaki bir dayanak.
Son olarak bu çalkantılı ortam sadece Türkiye’ye özgü değil, bütün dünyada zayıf halka adayları beliriyor. Sadece çok sıcak geçen Haziran ve Temmuz aylarında bile Brezilya, Mısır, Tunus ve Bulgaristan’da büyük halk hareketlenmeleri oldu. Paris Komünü bir kente sıkışmıştı, Ekim Devrimi tek odakta oldu ama karşı devrimi içine alıp onu boğabilecek yüksek kapasiteli bir ülkede gerçekleşti. Muhtemelen çok odaklı, çok ülkeli bir devrime doğru dünya ilerliyor.
Angajman kuralları değişti
Davutoğlu’nun Suriye macerası ve hüsranı bizi bazı diplomatik/askeri deyimlerle tanışık yaptı. Bunlardan biri de angajman kuralları. Uzun gericilik yılları, umudu tarihselci bilinçten üreten ama somut yaşamda bunu besleyecek bir kanıt bulamadan yaşamak, partilileri daha tedirgin ve hesaplı yapmıştı. Şimdi işte angajman kurallarının değiştiği bir döneme girdik. Tüm parti üyelerinin çok daha fazla mücadeleye angaje oldukları, partililiği yaşamlarının merkezine yerleştirdikleri bir dönem başlıyor.
Yine, 30 yıla uzanan gericilik, en azından AKP’nin 11 yılı, nispeten tek düze bir siyasi iklim sunuyordu. Toplumsal hareketlenmenin zayıf olduğu, düzenin bir istikrar içinde yürütüldüğü, dinci ve milliyetçi akımların güçlü olduğu, kitlelere sosyalizm propagandası ile ulaşmanın güç olduğu, işçi sınıfının düzen içine hapsedildiği görece homojen bir dönemden geçtik. Şimdi İkinci Cumhuriyet’in dalgalanmaya açık koşulları farklı iklim ve coğrafyaları koşulluyor. Temel bilimlerden destek almak gerekirse, 10 milyon yıl öncesine kadar Afrika ormanlarla kaplı ve benzer bir iklime sahiptir. Bu sırada gerçekleşen tektonik bir çöküntü Afrika’nın doğusunda iklimi ve coğrafyayı büyük ölçüde değiştirdi. Yer yer çöller, göller, savanlar, orman kümeleri ile kaplı heterojen bir coğrafyaya uyum, canlıların da evriminde büyük bir hızlanmaya neden oldu. Şimdi İkinci Cumhuriyet koşullarında sosyalizme varana kadar, toplumsal hareketlenmeler ve ayaklanmalar, baskı rejimlerinin çeşitli türleri ve bunları izleyen liberal uğraklar, iç ve dış savaş koşullarından vb. oluşacak çeşitliğe Parti esnekliğini artırarak hazır olmalı; öte yandan ama çeşitliliğin kendisi de partiyi güçlendirecektir.
Hani ne derlerdi eskiler buna; çeliğe su verilecektir.
Dipnotlar
- Metin Sever, Cem Dizdar, 2. Cumhuriyet tartışmaları, Başak Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1993.
- Age. s. 5-13.
- Age. s. 417-434.
- İlhan Uzgel, “AKP: Neoliberal dönüşümün yeni aktörü”, Editörler: İlhan Uzgel, Bülent Duru, AKP Kitabı, Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix, 2. Baskı, 2010, Ankara, s. 11-39.
- Metin Sever, Cem Dizdar, age., s. 417-434.
- TKP 10. Kongre Siyasi Raporu, 2011.
- Christos Teazis, İkincilerin Cumhuriyeti, Adalet ve Kalkınma Partisi, Mızrak yay., 2. Baskı, 2011, İstanbul.
- Christos Teazis, age., s. 185.
- Nevzat Evrim Önal, “Dinci liberalizmin ideolojik kaynakları”, Gelenek, 105-106:45-54, 2009; Erhan Nalçacı, “İkinci Cumhuriyet’in kuruluşuna eşlik eden ideolojik salgı: Vesayet rejimi”, Editörler: E. Nalçacı, S. Özeren, İkinci Cumhuriyet’in Düzeni, Yazılama, İstanbul, 2012, s.29-37; Can Soyer, Zozan Baran, “İkinci Cumhuriyet modernleşme ile hesaplaşırken liberal-Muhafazakar ittifakı”, Gelenek, 117:57-74, 2012.
- Hakan Yavuz, Ak Parti, Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri, Kitapyayınevi, İstanbul, 2010.
- Hakan Yavuz, “Giriş: Türkiye’de İslami Hareketin Dönüşümünde Yeni Burjuvazinin rolü”, age., s. 9.
- Hakan Yavuz, “Giriş: Türkiye’de İslami Hareketin Dönüşümünde Yeni Burjuvazinin rolü” Age., s. 7.
- Christos Teazis, age., s. 187.
- Mustafa Sönmez, “2000’ler Türkiye’sinde AKP, Hakim Sınıflar ve İç Çelişkiler”, Editörler: İlhan Uzgel, Bülent Duru, AKP Kitabı, Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix, 2. Baskı, Ankara 2010, s. 179-191.
- Ahmet Alpay Dikmen, “Sermayenin Hükümeti Hükümetin Sermayesi”, Editörler: E. Nalçacı, S. Özeren, İkinci Cumhuriyet’in Düzeni, Yazılama, İstanbul, 2012, s. 75-92.
- Merdan Yanardağ, Fettullah Gülen hareketinin perde arkası, Türkiye nasıl kuşatıldı?, Siyah-Beyaz, 8. Baskı, İstanbul, 2007.
- Hakan Yavuz, age.
- Mustafa Sönmez, age., s. 191.
- Merdan Yanardağ, 1. Cumhuriyet’in Sonbaharı, Destek Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul, 2011, s. 42.
- Burak Cop, AKP’nin Yükselişi ve Düşüşü, Destek Yayınevi, İstanbul, Mart 2013.
- Burak Cop, age., s. 135-138.
- İzzettin Önder, “Neden Sosyalizm”, Editörler: E. Nalçacı, S. Özeren, İkinci Cumhuriyet’in Düzeni, Yazılama, İstanbul, 2012, s. 239-243.
- Korkut Boratav, “Emperyalizm Krizini nasıl aşmaya çalışıyor?”, Editörler: E. Nalçacı, S. Özeren, age, s. 71-74.
- Aydemir Güler “İkinci Cumhuriyet ne kadar Sağlam?” Editörler: E. Nalçacı, S. Özeren, age, s. 244-261.
- A. Meriç Algün, “AKP ve 2013: Nasıl geldi, nasıl gidecek?”, Gelenek, 118, 92-109, 2013.
- A. Meriç Algün, age, s. 107.
- Korkut Boratav, “AKP’li yıllarda Türkiye Ekonomisi”, Editörler: İlhan Uzgel, Bülent Duru, age, 2. Baskı, Ankara, 2010, s. 463-491.
- Ahmet Haşim Köse, “İstanbul değişen ve dönüşen işçi sınıfının kentidir”, Sol, 272, s.7, 30 Haziran 2013.