İkinci Kuzey Irak denemesi: Suriye

Türkiye bir yandan S-400 alımı nedeniyle ABD’yle olan ilişkilerde sonu ekonomik yaptırımlarla bitebilecek bir krizin kapısını aralarken bir yandan da Suriye’deki sıkışmışlığın içinde dümeni tümden Washington’a kırmanın yollarını arıyor. Erdoğan bu hamleyle içeride yaşadığı sıkışmayı da emperyalizmle yeni bir anlaşmaya vararak aşmayı planlıyor. Erdoğan, Çuval Krizi sonrası Kuzey Irak’ı petrol hattı ve inşaat sektörüyle kendisine bağladığı gibi Suriye’nin kuzeyi için de kolları sıvamış durumda… Ancak Suriye sahası hâlâ bir dizi belirsizliğe gebe.

Türkiye bir yandan Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alarak ABD ile ikili ilişkilerde 1964’deki Johnson mektubundan 1 bu yana en ciddi krizlerinden birini yaşıyor, diğer yandan Suriye ordusunun operasyonuna karşı İdlib’deki cihatçı gruplara desteğini artırarak Rusya ile ipleri olabildiğince geriyor.  Türkiye’nin bölge politikası kaotik ve anlaşılmaz görünse de, aslında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ABD’nin bölgesel planlarında Türkiye’ye daha fazla ihtiyaç duyulduğunu görüyor.

ABD, Suriye’yi fiilen parçalayabilmek için Türkiye’yi bir şekilde oyuna dahil etmesi gerektiğini biliyor. Zira vekil gücü YPG’nin kontrolündeki bölgeler ekonomik olarak Şam’a hâlâ bağımlı ve ancak Türkiye’nin sınırları açması durumunda ayakta kalabilir. Erdoğan böyle bir anlaşmayla hem Türk sermayedarlarına, yıkılmış ancak zengin kaynakları olan bir bölgeyi vaat edebilir hem de “terör koridoru” olarak nitelendirdiği Rojava’yı tıpkı Çuval Krizi sonrasında Kuzey Irak’ta olduğu gibi ekonomik olarak kendisine bağlayabilir. Ancak Suriye sahası hâlâ bir dizi bilinmezle birlikte, yeni planlar için de bir mayın tarlası olmayı sürdürüyor.

S-400 Krizi neden derinleşiyor?

15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından Türkiye, Rusya ile S-400 hava savunma sisteminin alımı için anlaşmaya vardı. İlk etapta sistemin Ankara’daki Akıncı Hava Üssü’ne yerleştirileceği gündeme gelmişti. S-400’ler için yapılan bu lokasyon seçimi, Erdoğan’ın yeni bir darbe girişiminde 15 Temmuz’da olduğu gibi savaş uçaklarının kendisine karşı kullanılmasını engelleme çabası olarak yorumlanmıştı. Türkiye de aynı dönemde S-400 kararını batılı ülkelerin uzun menzilli hava savunma sistemlerini Türkiye’ye vermeye yanaşmamasına dayandırıyordu. Ancak anlaşma gerçeklik kazandıkça ABD’nin uyarıları sertleşmeye başladı ve hatta yaptırımlarla tehdide vardı. Bu açıdan en önemli uyarı eski ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’ın Savunma Bakanı Hulusi Akar’a yazdığı mektup oldu. İçeriği ve üslubu nedeniyle Johnson mektubuna benzetilen 6 Haziran tarihli metinde Türkiye’nin S-400 alımından vazgeçmemesi durumunda 31 Temmuz tarihi itibariyle yaptırımlara başlanacağı belirtiliyordu. İlk etapta F-35 savaş uçağı eğitimlerine Türk pilotların alınmayacağı, ardından F-35’lere parça üreten Türk şirketlerin 2020’ye kadar programdan dışlanacağı ve nihayetinde Türkiye’nin ‘ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşı Koyma Yasası’ kapsamında ekonomik yaptırımlara maruz kalacağı hatırlatıldı. 2

Mektupta dikkat çeken nokta, ABD’nin Türkiye’ye Rusya ile yaptığı anlaşmayı iptal etmek dışında hiçbir seçenek bırakmıyor oluşu… Nitekim, Kıbrıs’a S-300’lerin konuşlandırılması krizinde Yunanistan çözümü, S-400’lerin öncülü sayılan bu sistemi Girit’e yerleştirerek bulmuştu.3 Sistem bugün NATO ve İsrail uçaklarının S-300 sistemine karşı yaptığı tatbikatlarda kullanılıyor. Türkiye’nin de kapalı kapılar ardından Girit opsiyonuna benzer bir teklifle ABD’ye anlaşmayı iptal etmek yerine S-400’leri NATO uçaklarının bilgilerine erişemeyecek önemsiz bölgelere yerleştirme önerisiyle gittiği iddia ediliyordu. ABD, S-400’ler aracılığıyla Rusya’nın F-35 başta olmak üzere NATO uçaklarına ait kritik bilgilere ulaşabileceğini iddia ediyor ve reaksiyonunu da buna dayandırıyor. Ancak bu nedenin ne kadar gerçekçi olduğu tartışmalı zira Rusya aynı bilgileri Lazkiye’deki ya da NATO yığınağının tırmandığı Baltık Bölgesindeki S-500 sistemleri sayesinde elde edebilecek durumda…

S-400 sisteminin Türkiye’ye yerleştirilmesi Suudi Arabistan ve Hindistan gibi bu sistemle ilgilendiğini açıklayan ülkeleri de cesaretlendirmesi açısından Washington’u kaygılandırıyor. Ayrıca S-400 sistemi için Türk personelin eğitilecek olması, Türkiye’nin açıkladığı ortak teknoloji üretimi de düşünüldüğünde Rusya’ya Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ilk kez bu denli yakından temas etme olanağı da sağlamış olacak. Son olarak S-400’ler, Türkiye’nin Rusya ile artan ticari hacminin de nişanesi olarak duruyor. Gerek Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşası ihalesini Rusya’nın alması, gerekse Ukrayna’yı bypass ederek Avrupa’ya Rus gazının ulaştırılmasını sağlayan Türk Akımı Boru Hattı aynı dönemde nihayete ermiş büyük projeler olarak dikkat çekici.

Eklemekte fayda olacak bir diğer nokta ise şu: silah satışlarına büyük önem veren Rusya için hava savunma sistemlerinin satışı hiçbir zaman tek başına getireceği kâr açısından önemli olmadı. Bu sistemler bugüne kadar Rusya’nın yeniden sahneye çıkışına dair stratejinin parçası olarak kurgulandı. Rusya açısından ABD hava gücünün üstünlüğünün zedelenmesi, Washington’un arka kapısından üçüncü ülkelerle temas kurmanın da bir aracı.

Ancak tablo bundan ibaret sayılmaz.

Kriz aynı zamanda fırsat

Erdoğan’ın S-400’lerin alımı konusundaki ısrarı Rusya ile yeniden papaz olmamak veya Suriye’de işgal edilmiş topraklara ilişmemesi için Moskova’ya bir çeşit rüşvet vermekle de tek başına açıklanamaz. S-400’lerin alımı, NATO içinde de “Türkiye ittifaktan kopuyor” kaygısını körüklüyor ve bu da kriz yönetmekte kendine güvenen Erdoğan’ın Suriye ile ilgili pazarlıklarda elini güçlendiriyor. Zira gerek NATO içinde ve gerekse ABD yönetimi içinde Türkiye ile yola nasıl devam edilmesi gerektiğine dair bir tartışma olduğunun kokusunu almak çok da zor değil.

Önce dikkatlerden kaçan bir detayı aktarmak gerekli. Türkiye ile ABD arasında YPG’ye yapılan destek nedeniyle yaşanan gerilimde ilk yol haritası daha sonra ‘sembolik’ olduğu anlaşılsa da Suriye’nin Halep kentine bağlı Membiç konusunda varılan mutabakattı.4 Ancak Membiç mutabakatı görüşmelerinin ilginç bir arabulucusu vardı: ABD’nin Avrupa ordusu yani EUCOM.5Normalde Membiç, ABD’nin Ortadoğu’dan sorumlu ordusu olan Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın  (CENTCOM) sorumluluk alanındaydı. YPG yardımları ve bu örgütle Suriye’de girişilen maceranın da birinci dereceden sorumlusu CENTCOM.

Türkiye ile görüşmeleri EUCOM’un yürütmesi tek başına Türkiye’nin NATO karargahında bu güçle muhatap olmasıyla ilgili değil. Trump’ın 2019 başında aldığı ancak Membiç mutabakatıyla benzer bir akıbete uğrayan Suriye’den asker çekme kararının da en büyük destekçisi EUCOM, muhalifi ise CENTCOM veya bu ordudan gelen ve o dönem ABD Savunma Bakanlığı’nın yönetim kademelerini oluşturan eski subaylardan oluşuyordu. Zira EUCOM’un o dönem komutanlığını yapmakta olan General Curtus Scaparotti, ABD’nin YPG ile birlikte çalışma kararını Türkiye ile ilişkileri zedeleyen bir hata olarak görüyordu.6 Scaparotti’nin yakın çevresine “Türkiye bizim gerçek evliliğimiz, YPG ile yaşanan ise sadece bir flört” dediği ve Washington’da bu plandan vazgeçilmesi için girişimlerde bulunduğu ancak etkisiz kaldığı belirtiliyor.

Suriye’den çok Rusya’ya karşı yığınakla ilgilenen EUCOM için Türkiye’nin ittifaktaki yokluğu veya ikircikli kalması bile büyük bir kayıp. Bugün NATO, Macaristan ve Polonya’yı Rusya’ya karşı cephenin ileri üsleri haline getirmeye çalışsa da, Ukrayna, Kırım ve Gürcistan gibi NATO’nun Rusya’yı çevrelemek için ihtiyaç duyduğu bölgelere erişim yalnızca Türkiye’nin aracılığıyla mümkün. Üstelik EUCOM bu konuda yalnız da değil. ABD’nin Rusya karşıtı cephesini, Suriye’nin de parçası olduğu İran karşıtı kampanyadan daha öncelikli gören İngiltere için de Türkiye’nin ABD’nin Suriye politikasından duyduğu rahatsızlığın aşılması önemli. İngiltere, NATO ittifakı içinde YPG ile birlikte çalışılmasının yanlış olduğunu kamuoyu önünde dillendiren tek ülke oldu.7Ayrıca TSK’nın Afrin operasyonunu da yüksek sesle desteklemişti.8

Böylece S-400 krizi bir yandan ABD’nin Türkiye’yi Rusya ile daha kararlı bir karşıtlığa zorladığı ancak diğer yandan Türkiye’nin de NATO ve ABD yönetimi içindeki fay hatlarını harekete geçirdiği çift taraflı bir müdahale aracına dönüşmüş durumda.

Türkiye’nin kaygısı

Ankara S-400 krizi ile meşgulken kapısında bir başka kriz adayı daha belirdi: İdlib… Suriye ordusunun Nisan ayı sonunda başlattığı operasyonlarda Türkiye cihatçı gruplara lojistik desteği tırmandırmış durumda ve bu tavrı batılı ülkelerin de desteğini alıyor.

Öncelikle İdlib’de bugüne nasıl gelindiğini özetlemek gerekiyor: İdlib, 2011 yılındaki patlak veren savaştan bu yana Suriye ordusunun “en sona bıraktığı cephe” olarak görülüyordu. 2013’te Lübnan Hizbullahı’nın savaşa Suriye ordusunun yanında dahil olmasıyla birlikte, vekalet savaşı yoluyla Şam’da rejim değişikliğine gidilemeyeceği ABD’de artık yüksek sesle telaffuz ediliyor ve yeni bir strateji gerektiği Washington’da kabul görüyordu. 2014 Eylülü’nde yeni plan, dönemin ABD Başkanı Barack Obama tarafından “IŞİD’i geriletme planı” olarak çerçeveleniyordu. Oysa ki o güne kadar IŞİD, ABD’nin Suriyeli cihatçı gruplara destek programından faydalanmıştı ve hatta 2017’de Obama’nın Dışişleri Bakanı John Kerry’nin itiraf edeceği gibi “Esad’ı müzakerelere ikna etmek için, güçlenmesi izlenmiş ve Şam’a dayanmasına seyirci kalınmış” bir örgüttü.9

ABD, IŞİD’in varlığını 2 yıl sonra hatırlamaya ve ‘bölgedeki müttefiklerimiz palazlandırdı’ hatırlatmasını yapmaya, Suriye’ye yönelik vekalet savaşının şeklini ve seyrini değiştirmek için girişti. 2013 sonrası ABD, Suriye’ye doğrudan bir saldırıda bulunmadan vekalet savaşının istenilen sonucu getiremeyeceğini görmüştü. Ancak dört nedenle ABD doğrudan bir müdahaleye yeltenemedi: Birincisi ABD’nin bölgesel müttefikleri olan Katar, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında kriz patlak vermişti. Suudiler, Katar ve Türkiye’yi İhvan bağlantılı grupları desteklemekle suçluyordu. Bu da sahada desteklenen grupların destekçi ülkeye göre farklılaşmasına ve hatta birbirleriyle çatışmasına yol açıyordu. Yani Suriye içindeki vekil güçler bir bütünlük arz etmiyordu. İkincisi ABD’nin batı cephesinde de işi yaver gitmiyordu. Suriye’ye yönelik saldırıya İngiltere parlamentosu ‘hayır’ demiş, Almanya Başbakanı Angela Merkel de Eylül 2013’te Rusya’nın St. Petersburg kentinde doğrudan müdahaleye karşı olduğunu Obama’ya bildirmişti. Üçüncüsü, Suriye’nin Lübnan Hizbullahı gibi güçlü bölgesel müttefikleri vardı. Ve bu güçler savaşı kolaylıkla İsrail’e taşıyabilecek durumdaydı. Dördüncüsü Suriye ordusu hâlâ beklenilen dağılmayı yaşamamıştı ve kent merkezlerini elinde bulunduruyordu. Ayrıca nüfusun büyük bir kısmının Şam yönetimini desteklediği de görülüyordu. Bu tablo nedeniyle, Washington açısından Suriye’de Libya senaryosunun uygulanması sonu belirsiz bir macera olarak görülecekti.

2014 yılının Eylül ayında ilan edilen yeni strateji ise vekil güç aracılığıyla IŞİD topraklarını ele geçirme kılıfı altında, Suriye’nin hayati öneme sahip kaynaklarını kontrol etme imkanı veriyordu ve bu, istenilen rejim değişikliği için ileride koz olarak kullanılabilirdi. Obama’nın yeni strateji açıklamasından 5 gün sonra, 15 Eylül 2015’te IŞİD’in Kobani’ye yaptığı saldırı ABD’nin Suriye’deki yeni vekil gücü YPG ile birlikte ilk kez açıkça ortak hareket ettiği yer oldu.10YPG’nin sahada ABD’nin vekil gücü oluşu ve Pentagon programından faydalanması Türkiye’nin alarm zillerinin çalmasına yol açtı. Zira Türkiye egemen sınıfı tarihi boyunca ABD’nin bölge planlarında kendisine rakip çıkmasından korkmuştu ve bu kez rakip kendileriyle savaş halinde olan bir örgütün Suriye koluydu.

Esasında Türkiye’nin, çokça dillendirmiş olsa da, Suriye’nin toprak bütünlüğü diye bir kaygısı yoktu ve bilakis Türkiye, Suriye’nin parçalanması konusunda ABD’ye “YPG’yi değil beni seç” diye baskıda bulundu.11Türkiye’nin ABD’nin yeni planı nedeniyle yaşadığı panik ve bu plana yönelik itirazı ise ABD planlarını sekteye uğratmak yerine güçlendirmiş oldu. Örneğin 2015 yılında Türkiye’nin İdlib’deki cihatçı grupları silah ve mühimmat yönünden ihya ederek Şam’ın kontrolünden çıkarması, Suriye ordusunun batı cephesiyle meşgul olmasını ve dolayısıyla Suriye’nin doğusunda YPG’nin önünün açılmasını sağladı. Suriye ordusu İdlib’de savaşırken, YPG Haseke kırsalını Fırat Nehri havzasına kadar ele geçirdi. 2015-2017 arasında da Suriye ordusu Halep ve Şam cephelerine odaklanırken, YPG Deyr Ezzor kırsalına ulaşmıştı.

Türkiye ve Rusya: Dost düşmanlar

2015 momentinde bir diğer gelişme ise Rusya’nın Suriye savaşına doğrudan müdahil olmasıydı. Rusya’nın Türkiye destekli cihatçı grupları hedef alması ile ikili ilişkilerde gerilim tırmanmış ve 24 Kasım 2015’te bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesiyle gerilim zirveye ulaşmıştı. Rusya, uçağının düşürülmesine cevaben S-500 hava savunma sistemini Lazkiye’ye getirdi ve Türk uçaklarının Suriye’ye sokulmasını engelledi. Aynı dönemde Türkiye destekli gruplar, sınır hattına kadar Rus uçaklarının hedefi oldu. Türkiye’nin Suriye’ye uzanan müdahalesine yönelik bu felç edici hamle sahada etkisini hemen göstermeye başladı. Suriye ordusu Halep’teki cihatçı grupları kuşatmaya alırken, Fırat Nehri’nin batısına geçen YPG Halep kırsalında Tel Rıfat’ı kontrol altına aldı.

Türkiye, yeniden oyuna dahil olabilmek için Rusya ile barışmak zorundaydı ve barıştı da… Ancak bunun bedeli Ankara açısından ağır oldu. 2017’de Türkiye, Rusya’ya destek vererek Şam yönetiminin Halep’i tümüyle kontrol altına almasına yardımcı oldu. Benzer bir biçimde Suriye’nin güneyindeki cihatçıları İdlib’e çekilmeye Türkiye ikna edecekti. Sonrasında Astana Mutabakatı 12ve Soçi Görüşmeleri’yle 13 Rusya Türkiye’nin İdlib’deki sorunun tarafı ve hatta cihatçılar adına garantör ülke olmasına izin verdi. Ancak bu, Türkiye’nin tümüyle taraf değiştirdiği ve YPG nedeniyle ABD’ye kızarak Moskova ile müttefiklik ilişkisine girdiği anlamına gelmedi. Bilakis iki taraf sahada hâlâ düşman grupları destekleyerek aslında hem ortaklık hem de düşmanlığa (bugün İdlib’de bir kez daha görüldüğü üzere) devam ediyorlar.

Rusya Türkiye’yi İdlib’e soktu zira sahada eli daha güçlü olan Ankara’nın ABD planlarına zarar verebileceğini kestiriyordu. Ayrıca Türkiye’nin İdlib’deki cihatçı çöplüğünün bekçisi yapılması Suriye ordusunun doğuya yönelmesini ve YPG’den önce Deyr Ezzor’a ulaşmasını sağladı. Ordu birlikleri buradan Fırat Nehri’nin batı kıyısını takip ederek Irak sınırına ulaştı ve ABD’nin YPG bölgesiyle, Ürdün sınırında yine kendisine bağlı ÖSO güçlerinin kontrolündeki Tanif hattını birleştirmesinin önüne geçti. Ve böylece ABD’nin önce Obama döneminde “IŞİD’le mücadele” adı altında başlatılan ve halefi Trump dönemimde “İran’ın Akdeniz’e ulaşan koridorunu kesme”ye dönüşen planı yara aldı.

Ancak Rusya Türkiye hamlesiyle ABD planlarına zarar verse de felç edemedi. Hatta Türkiye’nin varlığı yer yer ABD planlarına da yaradı. Örneğin Türkiye’nin Suriye’deki müdahaleleri ABD’nin YPG’yi ‘Kürt bölgesinin’ yüzlerce kilometre güneyine inmeye ve Şam’ı kızdıracak adımlar atmaya ikna etmesini kolaylaştırdı.

Suriye ekonomik olarak felç edildi

Suriye ordusunun Irak sınırına ulaşması ve güneyde Ürdün-İsrail sınır bölgesini, başkent Şam cephesini ve Halep’i kapatmasıyla gözler bir kez daha İdlib’e çevrildi. Zira Türkiye Astana ve Soçi’de verdiği sözleri tutmayarak İdlib’de kendi himayesindeki cihatçılarla El Kaide bağlantılı grupları ayrıştırmamıştı. Ayrıca Lazkiye’yi Şam ve Halep’e bağlayan M4 karayolu ve Şam-Halep bağlantısını sağlayan M5 karayolunu söz verdiği halde sivil geçişlerine açmamıştı. Türkiye’nin İdlib’de bulunan 12 gözlem noktası ise ateşkes rejimini izlemekten ziyade El Kaide emirliğinin güvenlik çemberine dönüşmüştü. Rusya şimdi 2015’ten beri elde ettiği kazanımları korumak adına “Cihatçı çöplüğünün” belini doğrultamayacak hale gelmesi gerektiğini hesap ediyor. Bunun en önemli nedeni ise İdlib’in Suriye yönetiminin Fırat’ın doğusuna odaklanmasını engelliyor oluşu.

Ancak Suriye’nin doğusu artık vakit kaybedilmeyecek derecede önemli hale geldi. Ülkede savaşın toplam maliyetinin 1,3 trilyon dolara ulaştığı belirtiliyor ve yeniden inşa faaliyetleri için Şam yönetiminin acilen 5 milyar dolara ihtiyacı var. Ayrıca YPG kontrolündeki bölgede bulunan kaynaklara bağımlı Suriye sanayisi, ABD ve AB’nin yaptırımları altında can çekişiyor. Suriye medyasında ordu kontrolündeki bölgede petrol ve mutfak tüpü bulunmadığı, elektriğin hâlâ birçok bölgede kesik olduğu belirtiliyor.14

Rakamlar, Suriye’nin nasıl bir cenderede olduğunun daha net anlaşılmasını sağlıyor. Haziran 2019 itibariyle:

  • Suriye topraklarının yüzde 4,16’sı cihatçıların, yüzde 41,98’i Suriye ordusunun kontrolünde. YPG bölgesi Suriye’nin yüzde 30,4’üne tekabül ediyor. Üstelik bu rakama ABD askerlerinin de konuşlandırıldığı Ürdün sınırındaki Tanif bölgesi de eklendiğinde ABD’nin doğrudan ya da dolaylı olarak kontrol ettiği alan yüzde 34’e kadar ulaşıyor.
  • Bağdat-Irak bağlantısını sağlayan karayolu Tanif’te ABD güçleri tarafından kesilmiş durumda. Suriye’nin ticari kalbi Halep’in başkent Şam ve limanlarla bağlantısını sağlayan yolları ise İdlib’de Türkiye destekli cihatçılarla kesilmiş durumda ve ulaşım tali yollar aracılığıyla sağlanabiliyor. Şam’ın Deyr Ezzor kenti ile bağlantısını sağlayan yollar ise çöle dağılmış küçük IŞİD gruplarının saldırıları yüzünden oldukça tehlikeli. Halep’i Rakka ve Haseke’ye bağlayan yollar ise büyük oranda YPG’nin kontrolünde.
  • ABD’nin IŞİD’le mücadele planı öncesinde Suriye’nin petrol rezervinin yüzde 80’i IŞİD, yüzde 12’si YPG ve yüzde 8’i Suriye tarafından kontrol ediliyordu. Bugün YPG’nin elindeki rezerv yüzde 90’a ulaşırken Suriye ordusu yüzde 10’luk bir dilime sahip. ABD, YPG bölgesinden Şam’a yapılan petrol ticaretini kesti.
  • Suriye’nin doğalgaz kaynakları da büyük ölçüde YPG’nin elinde. Ülkenin en büyük gaz sahası ve gaz tesisi Koiko YPG’nin elinde kalmış durumda.
  • Ülkenin en büyük üç hidroelektrik santralinin üçü de YPG’nin elinde. Bunlar arasında El Esad gölü Halep’in içme suyunu karşıladığı için hayati öneme sahip.
  • Ayrıca YPG, Haseke’nin Fırat havzası bölgesini de elinde tutuyor ki, bu bölge tüm Suriye tahılının ve pamuğunun neredeyse yüzde 80’ini üretiyor.

Türkiyesiz olmaz

Suriye’ye yönelik ekonomik cendere hem Rusya hem de ABD açısından Türkiye’nin önemini artırıyor. Rusya İdlib’i bir şekilde kontrol altına alarak artık Suriye’nin doğusuna yönelmek istese de Türkiye açısından İdlib oldukça kritik. AKP kurmayları İdlib’e yönelik müdahaleci tutumu “Mülteci krizi” ile açıklamaya çalışsa da uluslararası medyaya isimsiz olarak konuştuklarında daha net olabiliyorlar. Örneğin Katar destekli MEE sitesinde bir Türk yetkili adını vermeden İdlib’deki savaşta neden Rusya’yı kızdırabilecek bir tutum aldıklarını şöyle açıklıyor: “İdlib’de muhaliflerin kaybettiği her 1 kilometrelik toprak, pazarlık kozumuzdan götürmektedir. İdlib’in kontrolü olmadan Türk kontrolündeki Afrin ve sınır boyunca diğer bölgelerin kontrolünü sağlamak imkansız olacaktır.”

Türkiye’nin ayrıca İdlib karşılığında Rusya’dan YPG-Suriye ordusu ortak komutasındaki Tel Rıfat’ı istediği şeklinde iddialar da mevcut. Ankara’nın Rusya’ya yeşil ışık yakmakta diretmesi ABD’nin de işine geliyor zira Suriye ordusunun bu kente yaptığı operasyonlar hem Türkiye-Rusya mutabakatını zorluyor hem de Şam’ın YPG bölgesine yönelmesini engelliyor. Gerek ABD Dışişleri Bakanlığı’nın günaşırı yaptığı “İdlib’de kimyasal silah kullanılırsa Suriye’yi vururuz” tehditleri ve gerekse Türkiye’ye kendi desteklediği cihatçı gruplara ABD yapımı Tow tanksavar füzesi vermesi konusunda yeşil ışık yakmasıyla ABD ayrıca İdlib’i Türkiye’yi kendi planlarına dahil edecek bir çıpa olarak görüyor.

Ancak ABD eğer Türkiye ile uyumunu tam olarak 2015 öncesine döndürmek istiyorsa, daha fazlasını yapmalı; bu da Trump’ın Suriye konusunda yaşanan ihtilafı çözmek için atadığı James Jeffrey’in gündemi… ABD, Türkiye’ye YPG bölgesinin bir bölümünü hibe ederek onu ‘Tampon bölge’ planının parçası haline getirmeye çalışıyor. Ancak bu Türkiye’nin 2011’den beri ısrarla istediği tampon bölge değil, zira ABD Türkiye ile YPG’yi bir şekilde masaya oturtarak, bu bölgenin müşterek şekilde kontrol edilmesini istiyor.15 Jeffrey’in altyapısını oluşturmaya gayret ettiği plan gerçekleştirildiği takdirde ABD’nin kontrolündeki bölge yeniden Afrin’e kadar uzanacak. Ancak daha önemlisi Suriye’nin kaynaklarının büyük bir kısmını elinde bulunduran YPG’nin fiilen Suriye’den kopardığı bölgede ayakta kalabilecek bir yönetim inşa etmesi de mümkün hale gelecek. Zira YPG Suriye kaynaklarının büyük kısmını elinde bulundursa da, Haseke’nin pamuğu Halep’in tekstiline, Deyr Ezzor petrolü de Humus’taki rafineri ve pompa istasyonlarına ihtiyaç duyuyor. Bu da YPG bölgesini ekonomik olarak Şam’a bağımlı kılıyor. YPG’yi ekonomik olarak Şam’a mahkum olmaktan kurtarabilecek bölgedeki yegane ABD müttefiki ise Türkiye… Bu zengin kaynaklara ve yıkılmış kentlere sahip bölgenin Türkiye sermayesinin iştahını kabarttığı muhakkak.

Planda yol alınıyor

Türkiye’nin PKK nedeniyle böyle bir plana asla yanaşmayacağını düşünenler ise yanılıyor. Hatırlanacak olursa Irak’ın işgali sonrası Türkiye bu ülkenin kuzeyindeki Barzani ailesi liderliğindeki Kürt bölgesini kendine bu şekilde bağlamıştı. Bugün Erbil ayakta kalmasını, Türk firmalarının inşa ettiği ve gelirini Kerkük-Yumurtalık hattıyla dünyaya pompaladığı petrole borçlu. Ve bu durum, Kürt yönetimini, Türkiye’nin uydusuna dönüştürmüş durumda.

Jeffrey’e göre şu anda Ankara ile pazarlık, Suriye’deki tampon bölgenin derinliği… Türkiye’nin 30 kilometre derinliğinde bir bölge istediğini kaydeden Jeffrey, Trump’ın “Avrupalı müttefiklerimiz de olacak” sözlerinin aksine hiçbir AB üyesinin bölgedeki planın parçası olmadığını söyledi.

Pentagon’un Türkiye ve YPG arasında doğrudan görüşmelerin yapıldığını kamuoyuna açıklamasıyla16 PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesine 8 yıl sonra izin verildi. 17 Avukatlarının okuduğu ilk mektupta Öcalan’ın, YPG’yi ‘Türkiye’nin hassasiyetlerine duyarlı olmaya’ çağırması dikkat çekmişti.

Yine de Suriye sahası hâlâ bir dizi bilinmeze sahip. Nitekim Türkiye’nin sınır boyuna dizilmiş tüm Kürt kentlerini tampon bölge içine almak istemesi, YPG’nin ve elinde bulundurduğu bölgenin statüsü gibi konular görüşmeleri sonuçsuz bırakabilecek potansiyele sahip.

Erdoğan için içeride yaşadığı sıkışmayı emperyalizmle yeni bir anlaşmayla aşmak ve Kuzey Irak’ta olduğu gibi Türk sermayesinin akabileceği bir pazar yaratmak alınmaya değer bir risk olarak görülebilir. Üstelik olası bir anlaşma yeni bir çözüm sürecini de beraberinde getirebilir.

Dipnotlar

  1. Dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Kıbrıs’ta müdahaleye hazırlanan Türkiye’ye 5 Haziran 1964’te sert bir üslupla kaleme alınmış bir mektup yolladı. Mektupta, Türkiye’nin olası bir saldırısının NATO ittifakında çatlamaya yol açabileceği belirtilirken, Ankara’ya ABD’nin sağladığı ekipmanı kullanamayacağı ve olası bir Sovyet müdahalesinde yalnız bırakılacağı ifade edilmişti.
  2. https://www.al-monitor.com/pulse/originals/2019/06/turkey-united-states-russia-s400-crisis-three-scenarios.html?utm_source=dlvr.it&utm_medium=twitter
  3. http://en.people.cn/90001/90777/6323968.html
  4. Türkiye ve ABD arasında yapılan Membiç mutabakatı, YPG’nin IŞİD’den aldığı bu kentte müşterek devriyeler oluşturulmasını ve kentteki YPG unsurlarının tekrar Fırat’ın doğusuna çekilmesini öngörüyordu. 2018’de Türkiye’nin “Büyük bir başarı” olarak lanse ettiği adım, sembolik kalmış, Türk-ABD devriyelerinin kentin kırsal bölgelerinde devriye gezdiği ve YPG’nin gücünü Fırat doğusuna çekmediği ortaya çıkmıştı.
  5. https://www.dailysabah.com/diplomacy/2018/06/12/us-european-command-mediates-manbij-talks-between-turkey-centcom
  6. https://www.theamericanconservative.com/articles/americas-fling-with-the-kurds-could-cause-turkey-and-nato-to-split/
  7. https://www.kurdistan24.net/tr/news/671594d8-f3ce-4a66-bef2-f672577ffdfe/%C4%B0ngiltere–ypg-ile-operasyon-y%C3%BCr%C3%BCtmek-yanl%C4%B1%C5%9F
  8. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/910672/ingiltere_den_operasyonun_3._gununde__Afrin__aciklamasi__Turkiye_ile_beraber_calisacagiz.html
  9. http://haber.sol.org.tr/dunya/john-kerry-isidin-guclenmesini-esadi-muzakereye-zorlamak-icin-uzaktan-izledik-181415
  10. YPG ile ABD’nin ilk ortaklığı Kobani olsa da aslında taraflar arasındaki görüşmeler, ABD’nin yeni bir plan ve yeni bir vekil güç aradığı 2013 döneminde başlamıştı (https://foreignpolicy.com/2014/10/07/washingtons-secret-back-channel-talks-with-syrias-kurdish-terrorists/). ABD’nin o dönem Suriye Büyükelçisi olan Robert Ford, Türkiye’nin hışmını çekmemek adına YPG’yle gizlice görüşmeleri başlatan kişi oldu. IŞİD’in stratejik bir önemi olmayan Kobani’ye saldırma kararı alması da örgütün dergisi Amak’ta ABD’nin YPG bölgesinde kendisine karşı bir güç oluşturmaya çalışmasıyla açıklanıyordu. Nitekim Amak, IŞİD’in tasfiye ettiği bazı cihatçı grupların YPG bölgesine sığındığını ve burada ABD’nin gözetiminde ortak bir güç oluşturmak amacıyla YPG’yle bir araya geldiklerini iddia ediyordu. Bugüne kadar Kobani Savaşı öncesinde ABD’nin Kürt bölgesinde herhangi bir faaliyeti olup olmadığı açıklığa kavuşmadı ancak IŞİD’in yağmaya karıştıkları veya hırsızlık yaptıkları suçlamalarıyla tasfiye ettiği bazı cihatçı gruplar gerçekten de YPG bölgesine sığınmıştı.
  11. Türkiye her fırsatta Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsediyor olsa da, aslında sahada bunun tam tersi istikamette seyretti. 2013 yılından sonra dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Esad sahilde bir Alevi devleti peşinde” iddiası aslında Şam’a ilerlemek için gereken ABD yardımını alamayacağını anlayan Türkiye’nin Suriye yönetiminin elinden olabildiğince büyük bir toprağı koparma planıydı. 2013 yılında bu amaçla ‘Sahil’ adı verilen ve Lazkiye’den Tartus’a uzanan, Alevi yoğunluklu bölgede bir dizi provokasyon ve saldırının arkasında Türkiye’nin tertibi bulunuyor. 2013 yılında cihatçı grupların Lazkiye kırsalındaki Alevi köylerine sızmaları ve Tartus’un Sünni nüfusa sahip Banyas kasabasında patlak veren olaylar bu planın parçalarıydı. Türkiye ABD’ye de YPG yerine kendi himayesi altındaki ÖSO gruplarının tercih edilebileceğini belirtmişti. Hatta Erdoğan, 2017’de o dönem IŞİD’in başkenti kabul edilen Suriye’nin Rakka kentini TSK ve ÖSO müşterek gücünün alabileceğini belirtmiş, ancak ABD kurmayları planı yetersiz bularak reddetmişti (http://www.gazetevatan.com/rakka-icin-munbic-sarti-985296-gundem/). Washington Post’a konuşan ABD’li yetkililer Erdoğan’ın ABD’nin Suriye’yi vekil güçle işgal planına dahil olmak istediğini ancak elinde sadece ‘Tek boynuzlu at ordusunun’ olduğunu söylüyordu (https://www.washingtonpost.com/gdpr-consent/?destination=%2fworld%2fnational-security%2fobamas-white-house-worked-for-months-on-a-plan-to-seize-raqqa-trumps-team-deemed-it-hopelessly-inadequate%2f2017%2f02%2f02%2f116310fa-e71a-11e6-80c2-30e57e57e05d_story.html%3f&utm_term=.f01d9def6da2)
  12. 14-15 Eylül 2017’de Kazakistan’ın başkenti Astana’da Türkiye, Rusya ve İran, Suriye konusunda görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerin neticesinde ortak bir bildiri yayımlandı. Ortak bildiride, taraflar Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğine saygılı olduklarını belirterek, Suriye’nin kuzeybatı kenti İdlib’de bir çatışmasızlık bölgesi oluşturdu. Cihatçı gruplarla Şam yönetimi arasındaki, sorunun silahla değil siyasi bir diyalogla sonuçlanmasını karara bağladı. Ancak anlaşmada hem Irak-Şam İslam Devleti hem de o dönem El Kaide’nin Suriye kolu olarak görülen Nusra Cephesi’nin ateşkes kapsamı dışında tutulacağı belirtiliyordu.
  13. Suriye ordusu, Halep’ten sonra başkent Şam ve güneydeki Dera vilayetinde silahlı grupları yenilgiye uğratmasının ardından, İdlib kırsalına yığınak yapmaya başladı. Nitekim Astana mutabakatı işlememiş ve İdlib’de El Kaide bağlantılı gruplar kontrollerini artırmıştı. Ancak hem Türkiye’nin itirazı hem de ABD’nin yeni bir kimyasal silah senaryosuyla Suriye’yi vurmakla tehdit etmesiyle Rusya geri adım attı. 17 Eylül 2018’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Soçi kentinde bir araya geldi. Görüşmenin ardından Türkiye ve Rusya, 15 Ekim 2018’e kadar hayata geçirilecek şekilde, Suriye ordusu ve cihatçı gruplar arasında bir tampon bölge oluşturulmasını kararlaştırdı. Ayrıca Türkiye Astana’da El Kaide grupları ile kendi desteklediği cihatçıları ayrıştırmayı, Halep’i Şam’a ve Lazkiye’ye bağlayan iki karayolunu sivil geçişlerine açmayı taahhüt etti.  Türkiye Soçi’de verdiği bu sözleri tutmadı ancak Soçi ve Astana’yı gerekçe göstererek İdlib’de 12 adet gözlem noktası oluşturdu.
  14. https://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2019/06/russia-syria-reconstruction-challenges.html
  15. https://www.al-monitor.com/pulse/originals/2019/06/us-syria-envoy-jim-jeffrey-role-europe-safe-zone.html
  16. https://ahvalnews.com/turkey-usa/pentagon-clarifies-sdf-and-turkey-are-not-talking-each-other
  17. https://odatv.com/8-yil-sonra-ocalan-avukatlariyla-gorusturuldu-06051952.html
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×