‘İnsanlar tavırlarıyla eşit olmadığımızı hissettiriyorlar’

Fatma, tekstil işçisi bir kadın… Ağır çalışma koşulları altında, sağlık sorunları hiçe sayılarak, iş güvencesinden yoksun yıllarca emek vermiş, hala da veriyor. Rutubetli çalışma alanlarında, uzun mesai saatlerinde ayakta durmaya çalışmış.

Hilal, bir öğretmen… AKP’nin özel olarak üzerine düştüğü bir alanda, imam hatiplerle, gerici müfredatla, tarikatlarla kuşatılan, insanlara gerici karanlığın alternatifi olarak piyasacı karanlığın gösterildiği bir ortamda onuruyla mesleğini icra etmeye çalışan bir öğretmen.

Bu iki kadının ortak yönü ise bu toplumsal düzenden mutsuz olmaları. Gelenek için söyleşen iki emekçi kadın, Hilal ve Fatma, yaşadıkları çalışma koşullarını, uğradıkları mobbingi, toplumun büyük çoğunluğuna sirayet eden AKP tipi muhafazakarlaşmayı anlattılar. Ama aynı zamanda neden mutlu olduklarını, neden korkmadıklarını, neden geleceğe umutla baktıklarından da bahsettiler…

Hilal Dereli: Seni TKP’nin Flormar Direnişi’ne destek ziyareti haberlerinde görmüştüm ve coşkundan çok etkilenmiştim… Bugün söyleşeceğim kişinin sen olduğunu öğrenince çok mutlu oldum. Tekstil işçisi olduğunu söylemiştin hala tekstil sektöründe mi çalışıyorsun?

Fatma Akın: Evet, ama sağlık sorunlarım nedeniyle iki yıldır günlük çalışmaya başladım. Tekstilde bodrum katlarında, nemli rutubetli atölyelerde çalışırken gerçekten çürüyor insan. Sabah 08.00’de makina başına oturuyorum akşam 19.30’da kalkıyorum. 

Hilal: Günlük çalışmada sigorta nasıl yapılıyor? 

Fatma: Sigorta mı, ne sigortası! Bir de üstüne günlük aldığım paranın 10 lirasını da taşerona veriyorum. Tam olarak amele pazarı, oradan oraya sürükleniyoruz… Günlük çalışmanın dertleri çalışma ortamı açısından da kötü. Orada çalışan işçiler de günlükçü olduğum için küçümsüyorlar. Maaşlı işçi oldukları için kendilerinde karşısındakini ezme hakkı buluyorlar. 

En son çalıştığım yerde 18 yaşında bir kişi bana bağırıp çağırıp işi fırlatır gibi önüme attı. Düşünüyorum da ben bu insanlar rahat yaşasın, özgür yaşasın diye uğraşıyorum, çabalıyorum, O ise bundan habersiz beni ezmeye çalışıyor. Eminim bu kişi evde insan yerine konulmuyordur, orada ezildiği için o da fırsatını bulduğunda ezmeye çalışıyordur.

Fatma Akın

Hilal: Ezmek kendi suretinden insanlar yaratır. Düzen kendi suretinden insanlar yaratıyor. Bahsettiğin insanların yaptığı şey ülkeyi yönetenlerin yaptıklarıyla aynı. Ezmek üzerine kurulu, sömürmek üzerinden varlığını sürdüren bir düzenin insan ilişkilerine yansıyan kısmı bu. Aynı gücü kendinde hissettiğinde onun yönelimi de ezmek oluyor. Ben de okulda çalışıyorum, rehber öğretmenim. Oradaki ilişkilerde de durum aynı. Özellikle çocuklar ve veliler için, hatta bazen öğretmenler için de… Birçok statü var ve bu statüler sürekli değişiyor, eğitim emekçileri sınıfının farkında değil. Halbuki biz de para karşılığında emeğimizi satıyoruz. Her şey çok basit. 

Fatma: Size çok iş düşüyor, ben de mücadele ediyorum bu düzenle, insanlara da anlatmaya çalışıyorum ama muhatap olduğum insanlar yaşıtlarım, bazısı benden küçük bazısı benden büyük ama sonuç olarak yetişkin insanlar. Ama siz bomboş beyinleri doğru olanlarla dolduracaksınız ki biz sonra uğraşmayalım. Aslında her şeyi bir kenara bırakıp öğretmenleri örgütlemek lazım. 

Hilal: Doğru, bir dönemin örgütlü öğretmenlerinin böyle bir misyonu vardı zaten. 80 darbesi öncesi sendikalarda güçlü bir şekilde örgütlenmiş ve topluma yön veren öğretmenler vardı. Bu mesleğin nasıl bir dönüştürücü gücünün olduğunu görmek için bu döneme bakılabilir. Tabii darbe sonrasında bu aydın öğretmenler devlet tarafından cezalandırılırlar. Bu gücün nasıl bir etki alanının olduğunun farkına varıldığında aslında sistematik bir baskı oluşmaya başlıyor. Bugünün öğretmenlerinin örgütsüzlüğü de bununla ilişkilendirilebilir. Maalesef aydın kimliğinden uzaklaşmış bir öğretmen toplamı var. Tabii bir de öğretmenin her adımını takip eden, sınıfta ne anlatacağını belirleyen, gerici ve bilimsellikten uzak müfredatı dayatan devlet yapısı var. Gerekçeli gerekçesiz KHK’larla işten atılanları görünce de sinmiş bir öğretmen grubu… Yaz tatilini, çalışma saatini diline dolamış, piyasacılığı eğitime de bulaştırmış bir iktidar da olunca, mesleki tatminsizlik yaşıyor insanlar haliyle. Yabancılaşma dediğimiz bu hal de bir duyarsızlığı getiriyor, tam da birilerinin istediği gibi. Öğretmenlerin bu hali en çok bu sistemin devam etmesine yarıyor maalesef. Dolayısı ile öğretmenin bugünkü konumlandırılışı da yapılandırılmış bir süreç. Bu durumda ise öğretmenlerin sınıf kimliğini hatırlamaya ihtiyaçları var. Öğretmenleri örgütlemek gerektiği konusunda haklısın. Şu an böyle gözükse de durum, eşitsizliğin ortadan kalkması adına gelecek günlerde belirleyici olacaklar diye düşünüyorum. Bugün ise yeterince ses çıkarılmayan eşitsizliği her yerde görebiliyoruz. 
Fatma: İnsanlar tavırlarıyla eşit olmadığımızı hissettiriyorlar, tek önemli şey kendileri, “ben duygusu” çok önemli herkes için. Ve bu bana kendimi çok kötü hissettiriyor. Ezildiğini aşağılandığını hissetmek çok kötü birşey, başa çıkmak çok zor bu duyguyla. 

Hilal: Ben hiç etkilenmiyorum bu gibi durumlardan, örgütlüğün gücü de etkili oldu tabii. Ne kadın kimliğimle, ne sahip olmadığım herhangi bir şeyle, ne mesleki kimliğimle değersiz hissetmiyorum. Kim olduğumu belirledikleri sınırlara teslim olmuyorum yani. Kendini bu sınırlar içinde algılarsan tuzağa düşüyorsun, düzen hemen zorbalık yapmaya başlıyor. Amaç yetersiz ve değersiz hissettirmek zaten. İşin diğer yanı başka insanlarda seni bu şekilde algılamaya başlıyor. Öğretmen örneği gibi, zaman içinde etki alanlarından el çektirilince, etkinliği azaldı. Azalınca ‘yeterince iyi değilsin’ yüklemesi yapıldı, ardından velilerin ve toplumun gözüne de bu algı yerleştirildi. Bazı insanlar öğretmenleri değersiz buluyorlar mesela.

Fatma: Bu ne zaman oldu, öğretmenler bizim zamanımızda değerliydi, önemliydi. 

Hilal: İşte az önce öğretmenlerin çok önemli bir gücü var diye konuşmuştuk ya devlet de bu önemli gücü aslında görüyor. Şu an siyaset konuşmak yasak ancak daha önce öğretmenler siyaset konuşabiliyorlardı, zaten siyaset hayattan, ders konularından ayrılamaz. Siyaseti yaşamdan ayırmaya kalktığınızda zaten tuhaf birşey çıkıyor ortaya, şu an yaşadığımız şey çıkıyor belki de. Bu gücün nasıl bir etki alanının olduğunun farkına varıldığında aslında sistematik bir baskı oluşmaya başlıyor. 80 sonrasında da örnekleri çok var. Sonrasında da öğretmen vasıfsızlaştırılmaya başlandı, ne öğreteceği belirlendi, değersizleştirildi.

Fatma: Özel okulların da etkisi oldu bu süreçte aslında. Ne kadar para verirsen o kadar eğitim, öğretmenlere parasını ben veriyorum zaten diye yaklaşıyor veli.

Hilal: Üstelik öğretmenler bunu sadece veliden ya da okul idaresinden duymuyor, artık çocuklardan da bu cümleleri duyanlar var. Senin paranı ben veriyorum, haddini bil diyen öğrenciler var. Özel okullar etkili oldu ama aynı zihniyet devlet okullarında da var. Bir ticarethane algısı toplumun zihnine işlendi, veli gelip öğretmene ben veliyim benimle ona göre konuş diyebiliyor. Karşılığında evet sen velisin, müşteri değilsin burası da okul hatırlatmasını yapmak zorunda kalıyoruz. 

Fatma: Hiç zorlandığın olmadı mı bu süreçte?

Hilal: Elbette oldu, oluyor da. Okulda psikolojik danışmanlık yapınca öğretmenlerden biraz farklı zorlanmalar yaşıyorum, rehber öğretmenlerin anlattığı ders yok sonuçta. Düzenin çürüttüğü insan ilişkileri ile doğrudan karşılaşmak yıpratıcı olabiliyor. Medyaya yansıyan yansımayan pek çok yaşantı ile doğrudan karşılaşıyorsun. Bu yapı bunu üretiyor işte. İnsanın hak etmediği şeyler yaşanıyor her gün. Ve bu sebepten değiştireceğiz bu düzeni. Şu an durum bu olsa da Türkiye’de ‘bu memleket bizim’ diyen öğretmenler var. Sınıfının yanında yer alan, üzerine düşeni gerçekleştirecek bilinci ve sorumluluğu taşıyan öğretmenler var. Bu gerçek bana güç veriyor. Senin partiyle yolların nasıl kesişti?

Hilal Dereli

Fatma: Ben hep sol görüşlüydüm, ailemin de düşüncelerime katkısı çoktur. Adaletin olduğu bir dünyada eşit bir şekilde yaşamak; kim istemez ki? Ben de elimden geldiğince çaba gösteriyorum birşeylerin değişmesi için. Örgütlenmeme ise amcam vesile oldu diyebilirim.  Kendisi Bursa’da yaşıyor, İstanbul’da engelli bir arkadaşı tekerlekli sandalyeyle Cumhuriyet nöbetine gidiyormuş ve amcama serzenişte bulunmuş, ben bu halde gidiyorum sen gitmiyorsun diye. Ben de amcama sen üzülme ben bu akşam senin adına orada olacağım dedim. Eşim de genelde başımın belaya gireceğini düşündüğü için her gittiğim yere benimle geliyor. Yine bensiz gidemezsin dedi ve biz düştük yollara. Nöbet sonrası biri Boyun Eğme gazetesini uzattı ve sohbet etmeye başladık, sonrasında da birbirimize numaralarımızı verdik. Zaten Seda’yı (BE gazetesini satan kişi) tanıyıp örgütlenmeyen insan yoktur bence. Partili olmamın en büyük sebebi Seda’dır, bir de Kemal Okuyan ve Aydemir Güler’in konuşmalarından çok etkilenmiştim. Seda ve eşi Temel’le aile olarak da görüşüyoruz, en son bize geldiklerinde yeğenim de vardı ve yeğenim de partili şu anda. Yeğenimin arkadaşı, arkadaşları şeklinde devam ediyor örgütlenme… (gülüyor)

Hilal: Eşin de artık destekliyor bu durumda?

Fatma: Aslında eşimle çok zordu çünkü AKP’liydi. Olur ya aynı düşünceyi paylaşırsın ama o örgütlü değildir, bu daha kolay. Ama evde “reis reis” diye gezen biri olunca gerçekten çok zor. Başta tehdit ettim, kavga ettik ama AKP’yi desteklememeye ikna edemedim. Sonra kavga etmek yerine örgütlemeye karar verdim. İlk yaptığım şey belgesel izletmek oldu, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana ne bulduysam izlettim. Sonra gördüm ki benim eşim bilmiyormuş, öyle ki Sivas katliamını bilmiyormuş, ki çok yakın tarih. Sonra her hak kaybının ardından birlikte okuyup üzerine konuşuyorduk. AKP elimizde ne var ne yok alıyordu çünkü. Sonra bir gün bana, ben bilinçsizken bazı şeyleri kaldıramıyordum şimdi bilinçliyken nasıl kaldıracağım dedi. Ben de dedim ki bilmek, öğrenmek başa çıkmanı kolaylaştırır. Sonra yavaş yavaş bazen izleyerek bazen birlikte okuyarak aştık bu süreci.

Hilal: İlk hangi kitabı okuttun?

Fatma: Direkt Komünist Manifesto’yu verdim. Dedim anla anlama, zamanla başka şeyler öğrenir ve bu kitapla bağlantısını kurarsın. Şu anda aynı çalışmada birlikte mücadele ediyoruz. Geçenlerde ben toplantıya gidemedim rahatsızlığım nedeniyle aradım ve toplantıyı bana anlatması için kendisine gitmesini söyledim. Bana dedi ki; tamam Fatma ben giderim madem bu yola baş koyduk, elbette gideceğim dedi. Bu konuşma beni çok duygulandırdı. Hayatımda duyduğum en güzel cümlelerden biriydi diyebilirim. 

Ben herkesin örgütlü olması gerektiğini düşünüyorum, insanların bir günü bile örgütsüz yaşamalarına tahammülüm yok. Bu yüzden bazen insanlara fazla baskı yapıyorum ve bazen eleştiriliyorum. Tamam aynı düşüncede olabiliriz ama örgütsüzsen vakit kaybediyorsun, önümüzde düz bir yol var neden ara sokaklarda vakit kaybediyoruz anlamıyorum. Sahi sen nasıl partili oldun?

Hilal: Bu sorunun yanıtı uzun biraz. Çünkü 30 yaşında partili oldum. (gülüyor) Sol görüşlü diyemem aileme, siyaset konuşulmazdı pek evde. Seçim zamanları kimin nereye oy verdiğini bilmediğim bir ev. Uzak durulması gerektiği tembihlendi laf aralarında sık sık. Ben de dolayısıyla örgütlülük fikrinden uzaktım, anlam veremiyorum sanırım, karşılaşmadım da sol ile daha önce. Hani konuştuk ya belirlenmek diye… Toplumsal doğruların pek çoğunu doğru olarak aldım denebilir. Sonra elimde dağıldılar tabii, doğru olmadıkları için değil yanlış yerde olduklarından belki de. Sana doğru diye öğretilen bazı şeylerin öyle doğru olmadığını anladığında hayal kırıklığı oluyor tabii, ama o sınırları terk etmeyi göze alınca özgürleşiyorsun. Benim de böyle bir sürecim oldu. Bu süreç insanın bilincini neler belirliyor sorusuna cevaplar bulduğum bir dönem oldu aynı zamanda. Örgütlenme sürecimdeki en önemli aşama bu sanırım. 

Bu anlam arayışları için bir yandan kitapları kurcalarken, bir yandan bu yılın başı itibariyle Fransa’ya gitmeye karar vermiştim.  Hem sanat eğitimi alırım hem de dil öğrenirim, öğrenmeyi de seviyorum diye kendimi ikna ettim. Hem istediğim gibi yaşarım, bundan önce hep istenildiği gibi yaşadım, istenilen sınırlar içinde… Senaryo güzel gibi.. Sonra ‘peki bu kimin arzusu’ soruları geldi, içimde bir yerler huzursuz. ‘Benim burada anılarım var, sevdiğim insanlar var’ diyen bir yan vardı. Bir yandan da hazırlık yapıyordum. Sonra benim çok sevdiğim, güvendiğim ve gördüğüm en doğal insanlardan biri olan bir arkadaşım örgütlendi. Ben de o dönem toplum ve birey bağını kuruyordum ve konu siyasal bağlanmaya gelmişti. 13 Mayıs’ta seçim dönemi öncesi Kemal Okuyan ve Aydemir Güler’in konuşmaları olmuştu dinlediğim, sonrasında sohbet ederken, ben ne yapabilirim dedim ve o gün form doldurdum. Bu arada şunu farkettim, yaşadığımız bu ahmaklık sadece bu ülkeyle ilgili değil. Tabii Fransa konusu böylece kapanmış oldu, uzun süreli en azından. (gülüyor)

Aslında bir şey yapmamız gerekiyor diyen insanların adresi olduğunu düşünüyorum partinin.  Sık söyledikleri yalanlardan, tekil tekil bireyler olduğumuz, her şeye değer olduğumuz, ne yaparsak kendimize yapacağımız. Halbuki insanın varoluşu ile çelişir bu. İnsan bir topluluğun içinde şekillenir ve varlığı da bir topluluğun içinde anlamlı olur. Tek başına özgür olamazsın, benim özgürlüğüm seninkine bağlı mesela ya da ya hep beraber ya hiç birimiz diyelim. (gülüyor)

Bazen insanlar neden duruyor diye soruyorum. Belki etraftan yaratıcı bir yanıt gelir diye. Gelmiyor genelde yaratıcı yanıtlar. Biraz kurcalayınca öfkelenmeye müsait bir tavır hemen umursamaz görünen bir sessizliğe dönüşüyor. Konu kapatılıyor bazen. Bu düzende canı yanmayan bir avuç insan var oysa. Çoğunluğun ise susuyor olmaları acı çekmedikleri anlamına gelmiyor. Ama başka bir anlama da gelmiyor. Korku öğesi meşrulaşıyor yalnızca. Sürekli acı da bir uyuşukluk bırakıyor galiba. 

Fatma: Kendi açımdan söylersem bir komünist korkmaz, ne atılmaktan korkar, ne baskıdan korkar. İnsanlar işlerini kaybetmek istemediklerini anlatıyor, ben her gittiğim işyerinde ben komünistim dedim ve bu nedenle hiç işten atılmadım.  

Hilal: Evet biz komünistler korkmuyoruz. Güçlüyüz çünkü üretiyoruz, yok olmayacak kadar çokuz. Bize sahip bir mülkümüz yok. Tek tek insanlardan oluşmuyoruz biz, birlikteyiz, dayanışıyoruz, güveniyoruz, birbirimize söylemekten çekinmiyoruz, koskocaman bir sınıfız ve bu sınıfın birlikte dönüştürme gücü her geçen gün artıyor. Gördüm ki o bayrak hep elden ele taşınmış ve biliyorum artık mutlaka taşınacağını. 

Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×