İspanya İç Savaşı’na Nesnel Bakış ve bir Hamiş

Komintern ve İspanya İç Savaşı

Edward Hallett Carr

Çeviren: Ali Selman

İletişim Yayınevi, İstanbul, 2010, 183 Sayfa

 

 

Kuruluşundan mülga olana kadar ne olduğu, ne işe yaradığı, nasıl ilişkiler kurduğu sürekli tartışma konusu olan Komintern’in dünya komünist hareketi ile olan gerilimli ilişkileri daha uzun süre gündemde kalacağa benziyor. Aslında, çok kısa bir süre haricinde, bu tartışmaların odak noktasını Sovyetler Birliği ve “kardeş partiler” arasındaki kıldan ince kılıçtan keskin yol belirlemişti. Bir “Dünya Devrimi Partisi” olarak kurulan Komintern ile dünya devriminin geri çekiliş konjonktüründe ve tek ülkede sosyalizmin korunması-savunulması-dernleştirilmesi denkleminde yer alan Komintern arasında işlev ve ilişki olarak muazzam farklılıklar olduğunu kabul etmek zorundayız.

Bir tür “çatı partisi” olarak Komintern’in çok sıkı bir disiplin ve esnek olmayan bir programatik doğrultu ile hareket ettiği döneminde murat edilen açıktır: Avrupa’ya yayılacak olan devrimin koordinasyonu ve Komintern’e üye partilerin “bolşevizasyonu”. Komintern’in meşhur üyelik şartlarının ağırlığı, dünyadaki devrimci dalganın birtakım programatik nüansları ortadan kaldıracağına dönük güçlü bir inanca dayanıyordu.

Uzun uzadıya III. Enternasyonal tarihi anlatmaya gerek yok. Fakat bu “Dünya Devrimi Partisi” olma halinin devrimin geri çekilişinden sonra nasıl devam ettirileceği ayrı bir muamma olarak Bolşeviklerin önünde duruyordu. Tüm program farklılıklarını silen devrimci dalga geri çekildiğinde, tek işçi devleti Sovyetler Birliği’nin yaşatılması problemi, içinde birçok değişken barındırarak ortaya çıkıyordu. Sovyetler Birliği’nin dış politika hamleleri nasıl anlamlandırılacaktı? İngiltere ile ticaret antlaşması imzalayan Bolşevik kadrolar ile, İngiliz emperyalizmine karşı ayaklanma planlayan Hintli bir komünist arasındaki açının sorgulanması meşrudur.

Buradaki soru şudur: Komintern’in Sovyet dış politikası ile uyumlu bir strateji belirlemesi, “dünya devrimi”ne sırt çevirmesi anlamına mı gelmiştir? Daha bu topraklardan bir örnek vermek gerekirse, Komintern’in Türkiye Komünist Partisi’ne Kemalistlere destek görevini vermesi, bu topraklardaki sosyalist devrim umudunu bir başka bahara mı ertelemiştir?

Kanımca, kardeş partiler üzerindeki şu maruf “Sovyet baskısı” efsanesi bir tarafa bırakılmalıdır. Biraz kaba olmakla birlikte, yukarıdaki soruların karşısına şu soruların çıkarılması da gayet meşrudur: Kardeş partilerden herhangi biri iktidarı alacaktı da, buna Komintern mi engel oldu?

Bu sorunun neden meşru olduğunu daha sonra İspanya İç Savaşı vesilesiyle göreceğiz. Şimdilik şunu söylemek yeterlidir: Komintern’in, bütün o kongrelerden kongrelere değişen yalpalamalarının en üzücü sonucu, komünist partilerin birçoğunun kişiliksizleşmesine ek katkı sunmuş olmasıdır. Yeterli birikime türlü nedenlerle sahip olmayan komünist partiler, Sovyet dış politikası ile kendi ülkelerindeki devrimci programlarını bir tür yaratıcılık sergileyerek dengeye kavuşturamamışlar ve amiyane tabirle, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranmışlardır.

Bu uzun girizgahı İspanya İç Savaşı boyunca Komintern’in aldığı tutumu belgeleriyle ortaya koyan İngiliz tarihçi Edward Hallett Carr’ın kitabı vesilesiyle yaptık.

Komintern’in Yedinci Kongresi’nde aldığı “anti-faşist halk cephesi” kararı uyarınca İspanya Komünist Partisi (PCE)’nin  liberallerle, sosyalistlerle ve anarşistlerle Halk Cephesi’ni oluşturması ve cephenin iktidara gelmesi iç savaşın başlangıcına vesile olacaktı. O dönem için, PCE’nin önündeki görev “burjuva demokratik devrimi”ni tamamlamak ve “faşizme ve karşı-devrime karşı savaşan halk cephesinin çıkarları doğrultusunda” hareket etmekti. 1

Ağustos 1936’da Fas’taki bir İspanyol garnizonunda patlak veren Cumhuriyet karşıtı isyanın başına Franko’nun gelmesiyle beraber, “uzun zamandır beklenen” savaş başlayacaktı. PCE’nin bu isyan üzerine yaptığı ilk iş, işçileri ve anti-faşistleri yasadışı saldırılar karşısında Cumhuriyet’i savunmaya çağırmak olacaktı. Hükümet de Cumhuriyet’i Frankoculara karşı savunmak için halkı “gönüllü birlik”ler kurmaya teşvik ederken, ilk adım PCE’nin meşhur “Beşinci Alay”ı kurmasıyla atılıyordu. Franko ise, Almanya ve İtalya’ya çağrıda bulunarak yardım istiyordu. Çağrısı karşılıksız kalmayacaktı.

Komintern ve SSCB’nin ilk tepkileri kararsızlık olacaktı. Bunun sebeplerini Carr sıralıyor:

“Faşist güçlerin tehdidi karşısındaki siyasal müttefikler olan Fransa ile Britanya’nın çizgisini izleyen bir dış politikaya bağlılık, o günlerin Moskova’sında hakim olan yaklaşımdı.

(…)

Moskova’daki Fransız Askeri Ataşesi… 13 Ağustos 1936’da Paris’e gönderdiği raporda, Komintern’de iki hizip bulunduğunu belirtiyordu; Stalin’in de içinde yer aldığı ‘ılımlılar’, ‘Almanya ve İtalya’yı kışkırtmamak için herhangi bir müdahaleden uzak durmak istiyordu’. ‘Aşırılar’ ise ‘SSCB’nin sessiz kalamayacağını ve yasal hükümeti desteklemesi gerektiğini’ savunuyorlardı.” 2 

Daha sonra ise, Fransa’nın ortaya attığı “müdahale etmeme” deklerasyonu fikrinin, bir mutabakat halinde Avrupa devletleri tarafından kabul edildiğini görüyoruz. Elbette ki iç savaşın seyri, adı geçen mutabakatın mütemadiyen delinmesiyle sonuçlanacaktı.

Milliyetçi Franko güçlerinin Madrid’e yaklaşmasıyla istifa eden Giral hükümetinin yerine kurulan yeni hükümette, komünistler iki bakan ile temsil edilecekti. Böylece komünist olmayan bir hükümette komünist bakan ilk kez görülüyordu.

İç Savaş sırasında İspanya’ya Komintern delegesi olarak gönderilecek Togliatti ise gerçekçi bir bakış açısıyla karşımıza çıkıyor. Togliatti, Komintern Sekreteryası’nda ortaya çıkan, İspanyol devriminin durumuna ilişkin ihtilafta, İspanya’da gerçek bir komünist partisinin sadece 1931’den beri yer aldığını vurgulayacaktı.

Bu noktaya daha sonra döneceğiz. Vurgulanması gereken bir konu şu: Sovyet askeri danışmanlığının İspanya’daki Cumhuriyetçi kuvvetlerin yardımına yetişmesinden sonra, Beşinci Alay’ın içinde, Kızıl Ordu’ya benzer birimler oluşturulmaya başlanıyor. Cumhuriyetçi ordunun tek bir çatı altında toplanma girişimi ve milislerin başına siyasi komiserler atanması bu çabalardan bazıları olarak karşımıza çıkıyor. Ve en önemlisi, dünya komünist hareketinin tarihinde enternasyonal dayanışmanın en önemli örneği olan Uluslararası Tugaylar’ın kurulması gerçekleşiyor. İlk tugayın komutanı, daha önce Çin’de görev yapmış bir Komintern askeri uzmanı, İspanya’ya General Kleber olarak gelen Stern idi. 3 SSCB’nin silah sevkiyatı ise yakın tarihlerde, büyük bir gizlilik içinde başladı.

Komintern, PCE’nin önündeki acil görevi “faşist isyancıların yenilgiye uğratılması” olarak belirlemişti. “Zamansız” çıkışların cepheyi bölen bir işlev göreceği iddia ediliyordu. Bu çıkışlar, “proletarya diktatörlüğü”, “toprakların kamulaştırılması” vb. sosyalist taleplerdi. PCE’nin önünde duran temel iş, faşizme karşı en geniş birlikteliği sağlamaktı.

Burada önemli bir not düşmek gerekiyor. Carr’ın da tespit ettiği gibi, Sovyetlerin İspanya’ya yaptığı bütün silah yardımları ve siyasi destek, Cumhuriyet’in uygulamalarının gittikçe büyüyen derecelerde SSCB’nin etkisi altına girmesi anlamına geliyordu. Sovyet danışmanlar İspanya Hükümeti’nin birçok kurumuna girmişti. PCE’nin bu “destek” sayesinde üye sayısı 250 bini geçiyordu. 4 

Bu nokta önemli, çünkü Sovyetler Birliği ile kardeş partiler arasındaki ilişkiyi güzel özetliyor. Togliatti, 1937 yılında Komintern’e gönderdiği gizli raporda, PCE’nin durumunu özetliyor:

“Parti, düşman güçlerini bozacak tutarlı bir halk cephesi politikası uygulamasını sağlayacak siyasal eylemlilik düzeyine henüz ulaşamamıştır.

(…)

Şimdiden söyleyebileceğim, parti çalışmasındaki en zayıf noktanın bu olduğu [işçi çalışmalarını kastediyor, bg]. Şu anda, tüm zorlukların etrafında kümelendiği sorunlardan birisi bu… “ 5 

Togliatti, kimi Komintern “danışmanları”nın PCE’deki komünistlere olan bakışını da başka bir raporunda açıkça yazıyor:

“’Danışmanlarınız’, İspanyol yoldaşların işe yaramaz olduğuna inanarak, kendilerini partinin ‘patronu’  gibi görmeyi bir kenara bırakmalıdır; işlerin ‘daha hızlı’, ‘daha iyi’ vb. olacağı bahanesiyle onların yerini almaktan vazgeçmelidirler.” 6 

Bütün bu örnekleri şunun için veriyorum: Komintern’in, İspanya İç Savaşı’na bakışının kararsızlık, yardım ve tekrar geri çekiliş ekseninde bir seyir izlemesi, yalnızca Komintern ile Sovyet dış politikası arasındaki ilişki ile alakalı değildir. İspanya komünistlerinin durumu, kitleler içindeki yeri, diğer müttefiklerle olan ilişkileri, faşist saldırının yoğunlaşması… Bütün bunları ciddiye almadan nasıl yorum yapılabilir?

Kaldı ki, herkes kendi payına ölür. Komintern’in faşizme karşı birleşik cephe kararının altında yatan neden, ya sadece Sovyet devletinin güvenliği ile ilgili değil de, diğer ülke komünist partilerinin ve ülkelerin “devrimi hazırlıksızlığı” ise?

Böylece, yukarıda bizim açımızdan meşru olduğunu öne sürdüğümüz soruya dönmüş oluyoruz. Güçlü ve deneyimli kadrolara sahip olamayan bir komünist partisinin, Sovyet yardımıyla ayakta durmasının o komünist partisi açısından hiçbir mazareti olamaz. Madrid’in faşistlerin eline geçmesini engellemek için umutsuz ve kahramanca bir direniş gerçekleştiren İspanyol komünistlerinin yaptığı ne kadar meşruysa, iç savaştaki yenilgiyi gören ve kuvvetlerini geri çekerek faşizme karşı nihai savaşı vermeye hazırlanan Sovyet komünistlerinin yaptığı da o kadar meşrudur.

Komintern’in hoyratlığı ve sürekli çizgi değiştirmesi eleştirilmeye değerdir. Aynı şekilde, mücadele ettiği ülkeye dair tutarlı bir çizgi oturtamayan komünist partilerin giderek kişilik kaybını ifrada vardırmaları da o kadar eleştirilmelidir. Burada bir tür kantar yoktur. 20. yüzyıl uluslararası komünist hareketi, ister istemez Sovyetler Birliği’nin o büyük gölgesi ve tek tek komünist partilerin kendilerine hareket alanı yaratmaya çalışması arasındaki gerilim etrafında düğümlenecekti.

Yazıyı, kitabın “sunuş”u talihsiz bir biçimde eline düşen Ömer Laçiner’e ithaf edilen bir hamiş ile bitirmemek ise olmaz. Carr’ın ortaya koyduğu belgeleri kendi anti-sovyetik manifestosuna kan taşımak için buharlaştıran Laçiner, Komintern’in daha önce sosyal demokrasiye karşı izlediği “sekter” tutumun faşizmi iktidara getiren yanlışlardan birisi olduğunu vurgularken, Komintern ve PCE’nin İspanya’daki Halk Cephesi ittifakının, Sovyetler Birliği’nin Fransa ve Britanya’yı “proletarya diktatörlüğü peşinde olmadığının gösterilmesi” anlamına geldiğini savunuyor. Duyan da, Ömer Laçiner’in ömrünü proletarya diktatörlüğünü kurmaya vakfettiğini zanneder.

Yine Laçiner, PCE’nin anarşistlere güçlü konumları nedeniyle ses çıkaramadığını, ama uygun fırsat geldiğinde ayaklarını kaydırmayı planladıklarını söylüyor. Duyan da, anarşistlerin kendi yağlarında kavrulan, birazcık delikanlı çocuklar olduğunu zanneder. Düzenli orduya katılmayı reddeden, fabrikaları güya “işçi özyönetim organları” haline getiren anarşistlerin de, komünistlerin defterini dürmek için pek istekli davrandıkları vakıadır.

Komintern ve Sovyetler Birliği, askeri yardımda bulunarak Cumhuriyetçiler üzerindeki nüfuzunu artırıp, İspanya’daki “devrimci durum”u yatıştırmak için kullanmış. Ergenekon menşeili komploculuk, Laçiner’i retro-tarih yazımında tahrifata vardırıyor. Komintern İspanya’yı hiç önemsemedi, ama önemsediği zaman da bastırmak için önemsedi, savaşı kazansa da bastıracaktı, bastır Komintern, bastır…

Uluslararası Tugaylar evlerine dönünce İspanya “ruhu” ölmüş. O ruhu “öldürenin”  Sovyetler Birliği olduğuna inanıyorsun da, “doğuranın” olduğuna neden inanmıyorsun?

Olmuyor. Ne Sovyetler Birliği’ni, ne İspanyol komünistlerini, ne de dünya devrimini anlayabiliyorlar. O yüzden, Sovyetler Birliği’nde “devletin sönümlenmesi”ni bekleyecek kadar ahmak olabiliyorlar.

Ahmaklık ayıp değil tabii ki. Lakin ahmaklıkta ısrar, ahmaklığı Sovyetler Birliği’ne küfrederek sağlama almak gülünç ve öfke uyandırıcı.

Komintern üzerine yazılan bir Carr kitabını yorumlamak ise ahmaklara göre bir iş değil.

 

Dipnotlar

  1.  Carr, E.H., Komintern ve İspanya İç Savaşı, çev. Ali Selman, İstanbul, İletişim:2010, s. 49-50.
  2.  Age, s. 60-62.
  3.  Age, s. 73-74. Bu arada, İspanya Bankası’nın altın rezervlerinin faşistlerden kaçırılarak Moskova’ya taşınması hadisesi de oldukça önemlidir. Daha sonra ortaya atılan, bu altınların “Sovyetler’in yardımının bedeli olduğu” iddiasına ise Carr hiç yüz vermiyor, s. 77.
  4.  Age, s. 80.
  5.  Age, s. 164 ve 167.
  6.   Age, s. 170-171.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×