Kadın Sorunu Üzerine Güncel Değerlendirmeler Konumuz Patriyarka mı?

                                                                                                 Kadın ve erkeklerin hayatını

                                                                                                       Bizi birleştiren kelimeyle

                                                                                                            Birleştirmek lazımdır,

                                                                                                                             Yoldaşlar.

                                                                                                                          Mayakovski

Kadın sorunu ile sosyalizm mücadelesinin kadınlarının kurduğu bağın sağlıklı bir düzlemde ilerlemesi gerekiyor. Tarihin ve sınıflı toplumların başlangıcı kadar eski bir sorunun çözümüne dair öncelikle net olunması gerekiyor. Soruna yabancılaşma, sorunu abartma kadar tehlikelidir. Bu tehlike biz komünistlerden uzak kalacak. Ne aşağılanma düşüncesiyle hareket edeceğiz, ne de görmezlikten geleceğiz. Komünistlerin sınıflı toplumların yarattığı her soruna bir çözümleri, bu çözümü hayata geçirecekleri bir yöntemleri vardır. Kadın sorununu çözüme kavuşturmak da ellerimizdedir.

Sorun nerede?

Kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikler, işbölümünün ve mülkiyetin ortaya çıktığı tarihlere dayanır. İlkel toplumlarda soyun devamı analık hukuku ile belirlenirken, toprağa bağımlı, hayvancılığın geliştiği ve savaşlar yoluyla toprak, ganimet ve köle sahibi olunan dönemlerle beraber, asıl malvarlığına sahip olan erkeğin, mirasını çocuklarına bırakabilmesi için erkeğe dayalı soy zinciri hayata geçirilmeye başlanmıştır. O günden bugüne sınıflı toplumların tarihi boyunca kadın ikinci cins olmaya, hem kağıt üzerinde hem de fiili olarak erkek karşısında eşitsiz bir varlık olmaya mahkum kılınmıştır.

Kadın sorunu, üretim ilişkilerinin en geri olduğu çağlardan bugüne ciddi bir evrim geçirmiştir.

İşçi sınıfının gelişkinlik düzeyi ve üretimin toplumsallaşması, kolektif mülkiyete dayalı, işçi sınıfı da dahil bütün sınıfların yok olacağı toplumsal sistemin nesnel koşullarını hazırlamıştır.

Bu süreç aynı zamanda kadının özgürleşmesini sağlayacak olanaklara da işaret etmektedir.

Kapitalizm öncesi dönemlerde, eve ve toprağa dayalı ekonomi içerisinde ciddi bir yeri olan kadın, sanayileşme ile beraber üretim süreci içerisinde yer almıştır. Ama bu yer alış her zaman ciddi eşitsizlikler barındırmıştır. Özellikle sanayileşmenin ilk dönemlerinde kadın ve çocuk emeği, ucuz işgücü olarak kullanılmıştır. Benzer bir durum bugün için belli bölgelerde ve çalışma alanlarında kendini göstermektedir. Vasıfsız ve ucuz emek gücüne dayanan alanlarda ağırlıklı olarak kadınlar çalıştırılmaktadır.

Kadın tarih boyunca hep üretim sürecinin içerisinde yerini korumuştur. Fakat bu durum ya sonuçları ve yükü kesinlikle göz ardı edilen çocuk bakımı ve ev işleri ile sınırlanmıştır ya da bu çerçevenin dışına çıktığı koşullarda da niteliksiz ve ucuz işgücü olarak kullanıldığı işlerde çalışmak zorunda kalmış, dışarıda çalışma ev içindeki yükümlülüklerini ise kesinlikle azaltmamıştır.

Bugün elbette, kadınların erkeklerle eşit koşullarda, ev işlerini olabildiğince dış kaynaklar üzerinden çözdüğü örnekler mevcuttur ama bu asıl olarak orta sınıflara özgü bir durumdur. Emekçi sınıflar açısından şartlar çok da değişmemiştir. Bugün ev temizliği, çocuk bakımı, yemek gibi ihtiyaçların karşılanması sorununun bırakın emekçi aileleri için kamu olanakları ile çözülmesini, emekçi kadınlar orta sınıf ailelerin bu tür ihtiyaçlarının karşılanmasında istihdam edilmektedirler. Kapitalizmin emekçi kadınlara vaat edebileceği başka bir şey yoktur.

Sosyalizm kadını özgürleştirir

Kadın sorunu, sınıflı toplumların yarattığı, bugün itibariyle kapitalizmin beslediği bir sorundur. Kadın ve erkeğin eşitsiz yetiştiği bir toplumsal sistemde kadın-erkek eşitliğinden bahsetmek mümkün değildir.

Sınıflı toplumların ortadan kaldırılması açısından bir geçiş süreci olan sosyalizm yeni insanın yaratılması yolunda da ciddi adımlar atacaktır. Marksizmin dünyayı dönüştürmeye dair yöntemi, kadın sorunun da nasıl ortadan kalkacağına dair bize fikir verir. Kadının kurtuluşu insanın kurtuluşunun bir parçası olacaktır. Bu anlamıyla kadının kurtuluşu sorununa marksizm dışı çözüm yöntemleri aramak beyhude çabalardır.

Sosyalizmin kuruluş süreci ile kadının kurtuluşuna dönük çalışma birbirinden bağımsız başlıklar değildir. Sömürünün bütün siyasal, ekonomik mekanizmalarının ortadan kaldırıldığı, üretimin ve toplumun örgütlenmesinde kadının birinci dereceden rol aldığı yeni insanın yaratılmasına dönük eğitim, insan ilişkileri, ahlak vs. konularında ciddi hamleler yapıldığı bir toplumsal sisteme dönük “ama kadın sorunu…?” diye yaklaşmak işgüzarlıktır. Kadın sorunu da dahil sınıflı toplumların insanlığın başına bela yaptığı bütün sorunlardan kurtulma konusunda eğer samimi düşünülüyorsa sosyalizm mücadelesi saflarında yer almak dışında gerçekçi bir yol yoktur.

Yukarıdaki satırları okuyan kimilerinin “işte indirgemeci, ertelemeci değerlendirmeler burada da var!” dediğini duyar gibi oluyorum. Sivil toplumcu, gençler kendi sorunları ile ilgilensin, kadınlar patriyarkaya karşı mücadele etsin, çevreciler doğayı korumaya baksın, kısacası herkes kendi evinin önünü temizlesin anlayışı bizden uzak olsun. Biz, kadınları sosyalizm mücadelesine nasıl örgütleyeceğimizi, kadınların sosyalizmde özgürleşmesinin yollarını tartışacağız.

Kadın sorunu sınıflar mücadelesinden bağımsız düşünüldüğünde iş sınıfların bütününü kesen bir kadın kamplaşması yaratmaya kadar varıyor. 8 Mart tüm sınıflardan kadınların günü olarak kutlanmaya kalkılıyor. Ya da feminizmin aşağıdaki tipte yorumlarına rastlanıyor:

“Yirmi birinci yüzyılın temel çelişkisini cins çelişkisi, olarak tanımlayabilen bir politik bilinçle kendi coğrafyasının sınırlarını aşarak bir dünya kadın hareketi olmaya doğru evrilen bu hakeret, savaş koşullarının dayattığı zorlukları aşma mücadelesi veriyor.” 1

Bu bakış açısı aslında pek çok farklı alanda karşımıza çıkıyor. Kapitalizmin yarattığı ve beslediği sorunlar sistemin topyekün dönüşümüne dönük mücadele araçları ile deği,l bir kısmından tutarak, yukarıda da kullandığımız bir ifade ile herkesin kendi evinin önünü temizlemesi bakış açışı ile ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.

Birincisi kadın sorununu sınıflı toplumların sonuçlarından bir tanesi olarak görmek, ikincisi yaratılacak bir kadın hareketinin sosyalizm mücadelesinin bir parçası haline gelmedikçe sönümlenmeye ve savrulmaya mahkum kalacağını bilmek gerekiyor.

Kadının kurtuluşunun yolu, üretim sürecine katılması, eve bağımlı işlerden kurtulması, toplum içerisinde erkek ile eşit konumunun şartlarının yaratılmasından geçer. Sosyalizm Programı bu konuda bize fikir verebilir:

“Yeni insanın yaratılması mücadelesinin önemli bir parçası, iki cins arasında toplumsal etkinlik, fırsat eşitliği ve toplumsal roller açısından tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkmış fark ve çelişkilerin ortadan kaldırılmasıdır.

(a) Parti yasalarla güvenceye alınan kadın haklarının yaşamın bütün alanlarında gerçek kılınmasını sağlar. (b) Kadının ev işleri ve çocuk bakımına bağımlılığının nedeni olan cinsiyet farklılığına dayalı işbölümünün bütün toplumsal ve ideolojik yönleriyle tasfiye edilmesi için gereken mücadele verilir. Yemek, temizlik ve çocuk bakımı gibi kapitalist toplumda kadının üzerine çöken yükler, kolektif olanaklar seferber edilerek toplumun bütünü tarafından üstlenilir. Bu doğrultuda planlı kentleşmenin önemli bir parçası olan kreş, yemekhane ve çamaşırhaneler yaygınlaştırılır. (c) Kadınların siyasal ve kültürel yaşama etkin bir biçimde katılmaları için her tür örgütsel olanak yaratılır. (d) Cinsellik aşkın doğal ve ayrılmaz bir parçasıdır. Cinselliğin bu temelde özgür bir biçimde yaşanmasının önündeki her tür engel kaldırılır. Toplumda cinselliğin kadın-erkek eşitliğini zedeleyici ideolojik roller üstlenmesinin önüne geçilir.” 2

Kadınlığın tek bir ideolojisi var mıdır?

Kadınların bütününü tek bir safta görüp bunun üzerinden perspektif geliştirmeye çalışan feminist hareket ve bağımsız bir kadın hareketini onaylayan solcular, ciddi bir ideolojik bulanıklık ile karşı karşıyadırlar. Örneğin yakın geçmişimizdeki dinci gericiliğin önemli siyasal direnç noktalarından birini oluşturan türban gündemi, kadın hakları içerisinde sayılmış ve kimi kesimlerce “türban mağdurları”na sahip çıkılmıştır. Bu başlık 8 Mart başlığında konu olabilmiştir. Kadının esareti konusunda eline su dökülemeyecek bir sistemin, şeriatın siyasetini yapanlara kadın hakları adına sahip çıkmak feministlerin siciline yazılıyor.

Burjuva siyasetinin ve sermaye sınıfının üyelerine ne demeli? Bu konuda temcit pilavına dönse de Tansu Çiller, Güler Sabancı gibi örneklerin gerçekten de anlamı vardır.

Önemli bir mücadele günü olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününün içeriğinin boşaltılması çabalarına bu ideolojik bulanıklık da hizmet etmiştir.

“Kadın, erkek egemen ideoloji yerine kadın eksenli ideolojiyi yaratmalı. Yoksa taraf olmadığı bu politikalardan zarar görmeye devam edecek. Türkiye’de aydınlar, demokrasi ve barış isteyenler mevcut değişimleri gözönüne alarak kalıpçı, dar yaklaşımları aşmalı. Bu da bu kesimin handikapı sanırım. Türkiye’de egemen ideolojiye karşı biz kadınlar, daha örgütlü olmalıyız ve karar mekanizmalarında kadın olarak yerimizi almalıyız. Savaş ve sömürü kadının yaşamında yoktur, kadın bunların tarafı değildir.” 3

Savaş ve sömürü bugün kadının yaşamının merkezindedir. Bugün burjuvaziyi ve işçi sınıfını, Kürt hareketini ve onu yok etmeye çalışan egemen sınıfı nasıl kadınlardan bağımsız düşünebiliriz? Bu taraflar arasındaki çelişkiler kadınlardan bağımsız olarak salt erkekler arasında mı oluşmuştur? Asıl bu kadını ikinci plana atan bakış açısı değil midir?

Kadınlar ve siyasi mücadele

Kadının tarih boyunca geri planda kalmış olmasının sonuçlarından birisi de olağan dönemlerde siyasi mekanizmaların içerisinde yer almamış olmalarıdır. Ama büyük tarihsel dönüşümlerin, kadın erkek toplumun genelini saran bir siyasallaşmanın yaşandığı dönemlerde kadınlar eşitsiz gelişimin güzel bir örneğini sergileyerek kendilerini göstermişlerdir. Fransız Devrimi’nde, 19. yüzyılın ortalarındaki ayaklanma ve devrimlerde ve özellikle 8 Mart 1857’de greve giden binlerce New Yorklu dokuma işçisi kadının mücadelesinde Paris Komününde Ekim Devriminde 1940’larda faşizme karşı mücadelede kadınların siyasi mücadeleye aktif katılımlarının güzel örnekleri yaşanmıştır.

“Aşifteler, koruyucularının -ailenin, dinin ve herşeyin üstünde mülkiyetin koruyucuları olan kiriş-kıranların- ardından gitmişlerdi. Onların yerine ortaya, ilkçağ kadınları gibi kahraman, soylu ve özverili gerçek Paris kadınları çıktı. Çalışan, düşünen, savaşan, kanayan yeni bir toplum yaratmakla meşgul, kapılarına dayanmış yamyamları neredeyse unutan, tarihsel girişkenliğinin coşkusu içinde ışıldayan Paris!” 4

Bugün kadının siyasete katılımını burjuva siyasetinin toplumun bütünü ile kurduğu ilişki üzerinden incelendiğinde elbette ortada ciddi bir sorun vardır. Bu sorunun kaynağında burjuva demokrasisinin işleyiş mantığı yatar. Buradan baktığımızda toplumun kadın-erkek bütününün siyasi mekanizmalarda yer almasındaki sorunu görürüz. Sermaye sınıfının temsiliyeti üzerinden işleyen mekanizma elbette ki toplumun büyük bölümünü oluşturan emekçi sınıflara rol vermez. Bu emekçi kadınlar için de geçerlidir. Sermaye sınıfının içerisinden gelen ve temsil konusunda büyük çaba sarf edenler, kadın-erkek, “hak ettikleri” yeri alırlar. Örneğin Mesut Yılmaz’ın performansı ile karşılaştırıldığında Tansu Çillerin eksiği değil fazlası bile vardır. Burjuva demokrasisinin kadın-erkek eşitliği konusunda ulaştığı nokta işte budur!

Sosyalizm mücadelesinde kadın

Türkiye toprağında sosyalizmin toplumsallaşmasının önemli halkalarından birisi emekçi kadınların örgütlenmesidir. Kadınlar içerisinde parti çalışması bir alan olarak tarif edilebilir. Bu çalışmanın tutamak noktası kadınların, kadın olmalarından kaynaklı problemlerine eğilmek olarak tarif etmek ciddi handikaplar barındırır. Bugün emekçi kadınların savaş sorunu vardır, ekmek sorunu vardır, iş sorunu vardır. Çocuğunu sağlıklı bir biçimde büyütme okuyup iyi bir meslek sahibi yapabilme sorunu vardır. Tıpkı erkekler gibi! Diğer taraftan kadının elbette şiddet, taciz gibi sorunları da vardır ve azımsanabilecek sorunlar değildir bu başlıklar.

Bakış açımız ne olmalıdır? Kadınların tacize ve şiddete uğramamaları için kadın sığınakları kurarak kapitalizmin vicdanı olmaya çalışmak mı yoksa bu sorunların da ortadan kalkacağı toplumsal bir sistem için mücadele etmek mi? Toplumun bütünün eğitim ve kültür seviyesinin yükseltilmediği, kadın vücudunun cinsel bir meta olarak kullanıldığı, bunun tam da cinsel bastırılmışlık üzerinden beslendiği bir düzende kaç tane sığınma evi sorunu çözer?

Özel mülkiyetin devamının önemli yasal gereklerinden biri olan miras hukuku ortadan kaldırılmadıkça, kadınların baba ocağından koca evine gitme zorunluluğu ekonomik ve ideolojik olarak ortadan kaldırılmadıkça, çocuk büyütmek tek başına annenin değil, kamunun bir görevi haline getirilmedikçe bugünkü aile kurumunun zararları ile istediğimiz kadar mücadele edelim neye yarar? Vicdanımızı rahatlatmaya mı?

Bugün kapitalizmin yarattığı pek çok problem sermaye gruplarının önayak olduğu veya desteklediği dernekler, vakıflar vs. aracılığıyla gündeme getirilip delik orasından burasından yamanmaya çalışılmıyor mu? Koruyucu hekimliğin yolu açılmadıkça Lösemili Çocuklar Vakfı, eğitim her düzeyde eşit ve parasız hale getirilmedikçe Eğitim Gönüllüleri Vakfı “buna da şükür” mü dedirtmeli? Bu tür vakıfların sermaye gruplarının hem prestij hem de “para” kapısı olarak kullanmaları ise görmezden mi gelinmeli?

Örnekler çoğaltılabilir…

Uzun lafın kısası kadınların kadın olmalarından kaynaklı sorunlarının çözümü sosyalizmdir.

Bugün emekçi kadınların taraf olacakları yer sosyalizm mücadelesinden, işçi sınıfı ideolojisinden başka bir koordinat değildir. Savaşı ve sömürüyü kadının yaşamından atmak için… Burjuvazinin kadınları ise sınıfı ile beraber zaten yok olmaya mahkumdur.

Kadınlara biçilen rollerin ise daha ileri bir toplumsal sistemde nasıl olacağı (kadın ve erkeğin bugünkü tanımlarından daha farklı bir tanımı olup olamayacağı, kadın ve erkek arasındaki ilişkinin nasıl olacağı…) tartışması bugün için siyasal bir değer taşımıyor. Bu konu ancak bir ara sohbetin konusu olabilir diye düşünüyor ve bu başlığı geçiyorum.

Pozitif ayrımcılık derde deva mı?

“Partide, her türlü organ seçimlerinde kadın üyelerin seçimi için, aday olmaları halinde organ tam sayısının en az yüzde 30’u oranında lehte ayrımcılık uygulanır. Kadın aday sayısının organın üye sayısının yüzde 30’undan fazla olması halinde lehte ayrımcılık ilkesi kadın üyelerin oranına eşit oranda uygulanır. Ancak bu lehte ayrımcılık uygulaması parti üyeleri arasındaki eşitlik ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz.” 5

Konuyu ÖDP’den açmışken değinmeden edemeyeceğim. Biz yıllardır ÖDP’nin solda tasfiye operasyonunun bir halkası olduğuna dair yazdık, çizdik konuştuk. Meğer ÖDP sadece solun değil feminizmin de likidasyonunun nedenlerinden biri olmuş bilginize!

“Aynı zamanda -nedendir bilinmez- feministler için büyük bir “çekim merkezi” olduğundan bu parti, feministlerin bir karma yapı içinde nasıl likide edilebileceğini de herkese göstermiştir.” 6

Dönem dönem, ülkemizde ve dünyada kimi partilerde de tartışılan bir başlıktır şu kota meselesi.

Pozitif ayrımcılık, kadınların toplum içerisinde ve dolayısıyla siyasette ezilmişliğinin parti içerisinde telafisine dayanır. Bu kadınlar zaten eziliyorlar, bir de biz ezmeyelim, karar mekanizmalarında yer verelim, ya da yer veriyormuş gibi propaganda edelim anlayışının ürünüdür.

Eğer niyet “dostlar alışverişte görsün” değil ise kadınların partinin karar mekanizmalarında yer almalarının biçimsel değil, siyasal araçları bulunmalıdır.

Diğer bir deyişle, kadınların siyasete aktif katılımın yolları siyasal mücadelenin başlıkları dışında herhangi bir suni zorlama ile hayata geçmez. Sosyalizm için parti saflarında mücadele eden kadınların parti içerisinde alacakları sorumlulukların yolu kota vs. uygulamalardan değil, kadınların bizzat kendilerinin verdikleri emek birikim, siyasal kavrayış ile açılır.

Kadınlar için parti erkekler ile değil, düzen ile mücadelenin aracıdır. Parti işleyişini düzenleyen her tür başlık bu ilke üzerinden belirlenmelidir.

Leninist bir parti, sosyalizm mücadelesinin insanlarının, mevcut düzenin yarattığı zaafların izlerini taşıyabileceklerini bilir ve parti kapısından içeri girilir girilmez “arınılacağı” varsayımından hareket etmez. Kontrol mekanizması üyelik normları, işleyiş ilkeleri ve her şeyden önemlisi yarattığı siyasal kimliktir. Bu çerçeveye sığamayanların ise partide barınması zaten mümkün değildir. Bunların dışında bit yeniği aramak, partinin siyasal hattına ve kadınlar da dahil kadro bileşenlerine güvensizlik dışında bir anlam ifade etmemektedir. Komünistler kadın-erkek ayrımını meşrulaştıracak bütün zeminleri bertaraf etmekle yükümlüdürler. Kadın ve erkeğin birbirine saygısının tesis edilebilmesinin yegane yolu Mayakovski’nin de dediği gibi aynı yolu, paylaştığımızın hissedilebilmesinden geçer.

Rosa Luxemburg, Clara Zetkin, Behice Boran ve daha niceleri sizce yeterli değil midir?

Sosyalist hareketin tarihindeki örneklere bizim topraklarımızdan önemli ekler yapacağımıza dair hiçbir kuşkumuz yok.

Komünist kadınlar olarak bu soruna bu kadar rahat bakabiliyor olmamız, sorunu küçümsememizden değil, kendimize güvenmemizdendir.

Dipnotlar

  1. Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi ile söyleşi, Feminist Çerçeve, 8 Mart 2002, s.181.
  2. Sosyalizm Programı.
  3. HADEP Merkez Kadın Kolları Yönetim Kurulu Üyesi Ayten Fırat ile söyleşi, Feminist Çerçeve, 8 Mart 2002, s.192.
  4. MARX Karl, “Fransa’da İç Savaş”, Sol yay., s.69.
  5. ÖDP Tüzüğü, www.odp.org.tr.
  6. Feminist Çerçeve, 8 Mart 2002, s.195.
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×