Kapitalizmin Son Masalı: Bilgi Toplumu

Kapitalizm her zaman teknolojik icatlara ihtiyaç duymuş ve bunları üretmiştir. En iyi bilinen ve genel olarak kapitalist ekonomiyi de dönüşüme uğratan örnekler buharlı makinalar, demiryolları, elektrik ve otomobildir. Bütün bu teknolojik gelişmelerin kapitalist ülkelerin sosyal ve kültürel hayatları üzerinde önemli etkileri olmasına karşın, teknolojik ilerleme, değişim için temel belirleyici güç değildir. Değişim serbest pazar ekonomisi içinde sermaye birikimini artırma ve sömürüyü sürdürme ihtiyacından kaynaklanır. Fakat kapitalizm teknolojik yeniliklerle sömürüyü artırırken gerek üretim süreçlerinde gerek toplumsal yaşamda yaşanan değişimleri meşru göstermek ve işçi sınıfının direncini kırmak için teknolojiyi ideolojik bir silah olarak da kullanır. Her teknolojik yenilik insanlığın kurtuluşu olarak sunulur. İşçi sınıfına yöneltilen her saldırı bu ideolojik söylemin kisvesi altında yürütülür. Sosyalist sistemin çözülüşünden sonra tüm dünyayı etkisi altına alan neo-liberal söylemle birlikte bilgi toplumu son yıllarda burjuva ideolojisinin en gözde silahı oldu.

“Bilgi teknolojileri ideolojisine göre bilginin artan kullanımı, bilginin dağıtımı ve üretimi için kullanılan karmaşık teknolojiler, üretim ve dağıtımının özelleştirilmesi, küresel bilgi ekonomisi içerisinde verimliliği artırmak için çok önemlidir. Ve bütün bunlar bilgi teknolojilerinin ve serbest pazar ekonomisinin muazzam entegrasyonu altında kaçınılmazdır.” [BIRDSALL William F., 1997] 1

İşte son 15 yıldır giderek artan bir şekilde kullanılan “bilgi toplumu” söyleminin ve bilgi teknolojilerinin(BT) gelişim çizgisi ve kullanım alanları ile kapitalist sistemin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve bu kriz bağlamında emek örgütlenişi, toplumsal örgütlenme ve teknoloji arasındaki ilişkiler bu yazının konusunu oluşturuyor. Bilgi teknolojileri ile uluslararası işbölümünün yeniden tanımlanması ve gelişmemiş ülkelerdeki BT politikaları ise ülkemiz açısından taşıdığı önem de göz önüne alınarak daha ayrıntılı incelenmek üzere bir başka yazının konusu olarak bu yazının kapsamından çıkarıldı.

Kapitalizmin krizi

Marx ve Engels’in 1847’de Komünist Manisfesto’yu yazmalarının üzerinden 150 yıl geçti. Bu 150 yıllık dönem incelendiğinde kapitalist gelişmenin uzun dalgalarının değişik dönemleri ve kâr oranlarının yükselme ve düşme eğilimine girdiği dönüm noktaları rahatlıkla görülebilir. Kapitalizmin uzun dalgalarının tarihsel dönemlerini ve bu dönemlere damgasını vuran gelişmeleri Mandel şu şekilde özetliyor:

1) 1848-1873 : Serbest rekabetçi sanayi kapitalizminin genişleme dönemi.

2) 1873-1893 : Serbest rekabetçi sanayi kapitalizminin uzun depresyonu.

3) 1893-1913 : Klasik emperyalizmin ve finans kapitalin yükselişi.

4) 1914-1940 : Kapitalizmin çöküş çağının, emperyalist savaşlar, devrimler ve karşı devrimler çağının başlangıcı.

5) 1940(48)-1968 : Savaş sonrası dönem. Fordist üretim tarzının bütün dünyada yaygınlık kazanması, sosyal refah devleti uygulamaları. Kapitalizmin altın çağı.

6) 1968- : Günümüze kadar süren kapitalizmin son kriz dönemi. [MANDEL Ernest, 1991] 2

İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında büyük bir atılım yaşayan kapitalizm “Altın Çağ” olarak adlandırılan tarihsel bir döneme girmişti. Fakat kapitalizmin bir dönem için belli bir ekonomik ve politik dengeye ulaşması ve sürdürmesi onun temel çelişkilerinin üstesinden gelebildiği anlamına gelmiyor. Savaş sonrası dönemde sermaye birikiminin bu kadar artması 1960’larla birlikte kâr oranlarının yeniden düşmeye başlamasını da beraberinde getirdi. Önce 1971 mali krizi, arkasından 1973 petrol krizi ve yüksek enflasyon ve 1974-75’de 1930 bunalımından sonraki en büyük ekonomik kriz yaşandı.

1974-75 krizinden sonra yeni bir rahatlama dönemi yaşandıysa da 1950 ve 1960’ların seviyesi yakalanamadı ve 1981-82’de daha da büyük bir kriz geldi. Bu da günümüze kadar süren 1974-75 krizinin kapitalist gelişmenin uzun dalgalarında yeni bir dönüm noktası olduğunu gösteriyor.

1974-75 krizi bütün kapitalist ekonomiyi yeni bir dönüşümün eşiğine getirdi. Nasıl ki 1950 ve 1960’lara genişleyen pazarlar ve yeni yatırım olanakları damgasını vurduysa, yeni dönemde de belirleyici olan kâr oranları üzerindeki sürekli baskı oldu.

Kapitalizmin krize tepkisi

Sermayenin düşen kâr oranlarına karşı ilk tepkisi üretimden kaçarak spekülatif alanlara yönelmesi ve mali sermayede yaşanan büyük artış oldu. Krizin başladığı dönemden bugüne uluslararası sermaye hareketi içinde üretici sermayenin payı yüzden 90’dan yüzde 5’e gerilerken mali sermayenin payı yüzde 10’dan yüzde 95’e çıkmıştır.

Krizle birlikte sermaye birikimi üretken sanayi yatırımları yerine mali piyasalara yönelirken sanayi sermayesi de kızışan rekabet ortamında maliyetleri düşürmeye yöneldi. Belirsizlik ortamında kapitalizm yeni teknolojilere yatırım yapmak ve emeğin örgütlenişini değiştirmek yerine mevcut koşullar altında bir çözüm arar. Sermaye açısından mevcut koşullardaki çözüm ise işçi sınıfına karşı girişilecek kapsamlı bir saldırı demektir: ücretlerin düşmesi, çalışma koşullarının kötüleşmesi, çalışma saatlerinin artması ve işten çıkarmalar… Ancak kapitalist gelişme için bir dönüm noktası anlamına gelmeyen geçici krizlerde bu bir çıkış yolu olsa da kâr oranlarının düşüş eğilimine girdiği uzun dalga devrelerinde çözüm değildir.

“Kapitalizmin genel bunalımlarını aşması, eskiyen sermayelerin hızla değersizleşmesi, yeniden üretim sürecinin köklü bir kesintiye uğraması, bunalımın yıkımı üzerinde ise sermayelerin teknik bir atılım eşliğinde yeniden yapılanması, yeni dönemin lokomotif sektörlerinin ortaya çıkması ve bu yeni başlangıç noktasından itibaren sermaye birikiminin yeniden ivme kazanabilmesi ile gerçekleşiyor.” [ARMAĞAN Dünya, 1994] 3

Sermayenin bunalımın aşılması ile birlikte giden bu yeniden yapılanması ise bunalımın doruk noktasına ulaşması ve sermayenin değersizleşmesinin yanında kimi dışsal faktörlere de ihtiyaç duyar. Böyle bir altüst oluş ve dışsal faktörlerin yokluğunda bunalımı aşmaya yönelik olarak atılan adımlar ve yeniden yapılanma çabaları sınırlı kalacak, sektörel ya da ülke bazında yaşanan kimi gelişmeler bunalımın aşılmasını değil belki dönemsel bir rahatlamayı ve bunalımın etkilerinin hafifletilmesini getirecektir. 1974-75 sonrası dönemde uluslararası ekonomik ve siyasal dengelerin de etkisi ile devlet müdahalesi bunalımın dibe vurmasını engellemiş, altüst oluş koşullarının yokluğunda krizi aşma çabaları önceki dönemlere göre etkisi daha hafif ama daha uzun süreye yayılan ve kronikleşmiş görüntüsü veren bir bunalım dönemi ortaya çıkarmıştır.

Kapitalizm, krize bir ilk tepki olarak geliştirdiği sermayenin spekülatif alana kayması ve işçi sınıfına dönük saldırıların ardından krizi aşmaya yönelik birtakım çabalara girişti. Bunlardan ilki kapitalist pazarın büyütülmesine yönelik oldu. Sosyalist sistemin varlığında kapitalist pazarın coğrafi sınırlarına ulaşmış olması burjuvazinin o güne kadar devlet kontrolünde olan alanlara göz dikmesini getirdi. Bütün dünyada burjuvazinin özelleştirme saldırısı başladı. Ancak özelleştirme kapitalist devletin elinde olan ve zaten bir şekilde kapitalist pazara dahil olan sektörlerin el değiştirmesinden başka bir şey değil. Dolayısıyla burjuvazinin bazı kesimlerine yeni kar kapıları açsa da yaratılan toplam artı değerin artması ve kar oranlarının yükselmesi gibi bir sonuç doğurmadı.

Burjuvazinin bu dünya ölçeğinde işçi sınıfına karşı yürüttüğü saldırıya liberalizm rüzgarları eşlik etti. Serbest rekabetin baştacı edildiği, sermaye ve meta ticaretinin önündeki tüm engellerin kaldırılması yönünde emperyalist devletlerin başlattığı dayatma bugün de devam ediyor. Gelişmiş ülkeler burjuvazisi artan rekabet ortamında gelişmemiş ülkeler burjuvazisinin aleyhine bir saldırıya geçmişti. Gümrük duvarlarının kalkması, korumacı politikaların terk edilmesi ve sermaye ve kâr transferinin kolaylaşması ile birlikte “küreselleşme” denen şey yaşanmaya başladı. Kapitalist sistemin uluslararası ölçekte entegrasyonunun önündeki tüm engeller kalkmıştı. Emperyalist sermaye tüm ulusal ekonomilerin temel belirleyeni durumuna gelmeye başladı. Ancak ne özelleştirmeler yolu ile burjuvaziye yeni sömürü alanlarının tahsis edilmesi, ne de tüm dünyada yaratılan neo-liberal ortam krize çare değildi. Yeni yatırım ve sömürü alanları bulamayan sermaye, işçi sınıfına daha çok saldırmaya başladı. Sermaye ve meta ticaretinin önündeki engellerin kalkması daha fazla sömürünün peşinde koşan uluslararası tekellerin gelişmiş kapitalist ülkelerdeki fabrikaları kapatarak üretimi emeğin daha ucuz olduğu ülkelere kaydırabilmelerini sağladı. Teknolojik yatırımın emeğe göre pahalı olduğu sektörlerde üretim emeğin ucuz olduğu bölgelere kaydırılırken, teknolojinin işgücü maliyetini düşürdüğü sektörlerde (otomotiv ve çelik başlıcaları) ise hızlı bir teknolojik yenilenme ve sonrasında işçi çıkarmalar yaşandı. Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işsizlik hızla artmaya başladı. Üretimin tüm dünyaya yayılması ve yeni teknolojilerle birlikte emeğin örgütlenişinde de büyük bir değişim yaşanmaya başladı. Kapitalizm işçi sınıfı örgütlülüğünü parçalayan, verimliliği artırıp maliyetleri düşüren, dinamik pazar yapısının ihtiyaçlarına anında uyum sağlayabilen yeni bir emek örgütlenişine yöneldi. Uzun zamandır kullanılan ancak yaygınlık kazanmamış olan esnek üretim kitlesel üretime yönelik Fordizmin yerini almaya başladı.

Kapitalizmin gerek krize verdiği ilk tepkilerin, mali sermayenin yükselişi, gerek daha sonraki krizden çıkma çabalarının, üretimin farklı ülkelere kaydırılması ve dağıtılması, esnek üretim vb. gelişmeleri olanaklı kılan ise bilgi teknolojilerin-de(BT) yaşanan gelişmeler oldu. Bir yandan BT alanında gelinen gelişmişlik düzeyi kapitalizmin bu çabalarını olanaklı kılarken, diğer yandan BT’ye olan talebin artması bu alanda yaşanan teknolojik ilerlemenin itici gücü oldu ve BT kısa sürede kapitalist sistemin en önemli sektörlerinden biri haline geldi. Kriz ortamında kapitalist işletmelerin ihtiyaçları BT’nin gelişim çizgisini de doğrudan belirledi. Burjuvazinin son dönemde ürettiği bütün ideolojik söylemlerinin ve yeniden yapılanma çabalarının kaynağında BT ve BT’ye duyulan “güven” yatıyor. Yazının bundan sonraki bölümlerinde BT’nin gelişim çizgisini, kapitalizmin BT yardımı ile hem emek örgütlenişini, hem kapitalist toplumun sosyal örgütlenmesini değiştirme çabaları ve BT’nin kapitalizmin ve kapitalist üretimin genel yapısında yarattığı değişiklikleri daha ayrıntılı incelemeye çalışacağım.

Bilgi teknolojilerinin yükselişi

Teorik temelleri daha eskilere dayansa da, bilgisayarlar, fiili olarak İkinci Paylaşım Savaşı yıllarında askeri amaçlarla şifre çözücü olarak kullanıma girdiler. Savaş sonrası yıllarda da yine devlet desteği ile gelişen bilgisayarlar 1970’li yıllara kadar ABD başta olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkelerde daha çok askeri amaçlar ve uzay çalışmaları için kullanıldı. Bu dönemde büyük kamu kuruluşları ile bazı tekeller de sınırlı da olsa bilgisayar kullanmaya başladılar. Ancak bilgisayar teknolojilerinin arkasındaki itici güç çok uzun süre askeri teknoloji ve uzay çalışmaları oldu.

Bilgi teknolojilerinin yaygın olarak kullanılmaya başlamaları kapitalist ekonominin krize girdiği 1970’li yılların başına rastlar. Teknolojik olarak ticari üretime ve kapitalist ekonominin hizmetine sunulmaya uygun hale gelen bilgisayarlar yine de hâlâ pahalı olmaları dolayısıyla ancak çok büyük işletmeler tarafından kullanılıyordu. Kullanım amacı da daha çok işletmelerin muhasebe ve satış kayıtlarının bilgisayara girilerek buradan alınacak raporlarla kriz ortamında şirket politikaları hakkında mümkün olduğunca çabuk karar verilebilmesini sağlamaktı.

Şirketlerin bilgisayarlara gösterdikleri bu ilgi bilgisayar alanına yapılan yatırımların ve AR-GE çalışmalarının da artmasını beraberinde getirdi. 1980’li yıllara gelindiğinde artık bilgisayar sektörü oluşmaya başlamış, teknoloji seri üretime izin verecek noktaya gelmişti. Bu arada krizi işçi sınıfı üzerindeki baskıyı ve sömürüyü artırarak atlatmaya çalışan kapitalizm 1981-82’de krizi daha da derinleştiren ikinci bir ekonomik bunalımla karşı karşıya kaldı. Krizin geçici olmadığı ve uzun süreli olduğu anlaşılınca bu sefer uzun dönemli önlem arayışlarına girildi. Bir yandan üretim teknolojilerini yenileyerek verimliliği artırma çalışmaları, bir yandan da şirketlerin hem kendi ekonomik durumları hem de pazarın durumu konusunda doğru ve hızlı bilgiye duyulan ihtiyaç, ucuz emeğin olduğu yerlere taşınmaya başlayan fabrikalarla merkez arasında koordinasyon ve iletişim sorunları bilgisayar talebinde bir patlama yarattı.

Bilgi toplumu, bilgi çağı terimleri de ilk olarak bu yıllarda kullanılmaya başlandı. Üretimin koordinasyonu ve kontrolü açısından bilginin artan önemi ve bilgi teknolojilerini kullanan şirketlerin sağladığı rekabet avantajı bu söylemlerin gerekçesi oluyordu. BT alanında kısa sürede daha önce hiçbir sektörde yaşanmamış bir ilerlemenin yaşanması, beraberinde birçok burjuva ideoloğunun ilgisini bu alana çevirmesini getirdi. BT’nin “kaçınılmaz” yükselişi ve BT sayesinde yaratılacak bilgi toplumu zafer nidalarıyla selamlanmaya başlanmıştı.

“Şimdi tarihin merkezinde yeni ve heyecanlı fırsatların doğduğu, geçmişin ağır işlerinin sonsuz dinamik bir ekonomiyle yer değiştirdiği bir bilgi çağında yaşıyoruz. Bu çağın öncüleri ise üretimin temel aracı olan bilgiyi kafalarında taşıyan bilgi işçileridir.” [DRUCKER P.F., 1993] 4

İlk dönemlerde bilgisayarlar ofis ortamında büyük miktarlardaki bilgileri toplamak ve işlemek için kullanıldı. Ancak BT’nin bir umut haline gelmesi elektronikte yaşanan gelişmelerle mikroçiplerin ve robotların üretimde kullanılmaya başlanmasıyla oldu. Otomotiv, çelik, kimya gibi sektörlerde üretimin otomasyonu büyük bir başarı kazandı. Örneğin bilgi toplumunun öncüsü sayılan ABD’de çelik endüstrisinde 1965-1975 döneminde yıllık ortalama yüzde 1.2 olan verimlilik artışı, 1976-1985 döneminde yüzde 4’e 1986-1995 döneminde ise yüzde 6’ya çıktı. Ancak birkaç sektörde görülen böyle yüksek verimlilik artışlarına karşın sanayi sektörünün toplamı dikkate alındığında verimlilik artış oranlarında savaş sonrası dönemin bile yakalanamadığı görülüyor. 1965-1975 döneminde yıllık ortalama yüzde 2.96 olarak gerçekleşen verimlilik artışı, 1976-1985 döneminde yüzde 2.55, 1986-1995 döneminde ise yüzde 2.58 olarak geçekleşti. [BLS, 1998] 5

“Birkaç sektör dışında, örneğin telefon, yapılan araştırmalar BT’ye yapılan yatırımların verimliliği de artırdığını ispatlamada pek başarılı olamamışlardır. ‘BT verimlilik paradoksu’ olarak bilinen bu paradoks son dönemde teknolojide önemli ilerlemeler olduğu yolundaki genel kanı ile verimlilik artışının henüz 1945 sonrası ortalamasını yakalayamamış olması arasındaki çelişkiden kaynaklanıyor. Otomasyonun ilk uygulamaya koyulduğu 1950 ve 1960’lı yıllarda verimlilikte çok büyük artışlar sağlandı. Ancak BT’ye yapılan yatırımlar hakkında ülke, sektör, firma ve çeşitli ekonomik göstergeler üzerinde yapılan araştırmalar BT ile verimlilik artışı arasında böyle bir bağıntı göstermiyor.” [BIRDSALL William F., 1996] 6

Üretim sürecinde BT kullanımı ile verimlilik ve sömürüde sağlanan artışlar beklentileri karşılamayınca BT’nin gelişim çizgisi daha büyük bir talebin olduğu iletişim, kontrol, gözetim ve ofis otomasyonu gibi alanlara kaydı. Fabrika ortamında üretimden çok bilgi toplamaya yönelik teknolojiler ön plana çıkarken, üretim otomasyonu ofis ortamına doğru kaydı.

“Masaüstü verimlilik kategorisine giren yazılımlar bugün kişisel bilgisayarlar(PC) için satılan toplam yazılımın yüzde 59’unu oluşturuyor. Dünyadaki dokümanların yüzde 80’i bu programlarla yaratılıyor.” [GATES Bill, 1995] 7

İletişim teknolojileri, bilgisayar ağları, ofis otomasyonu ve elektronik denetim sistemleri gibi alanlarda yaşanan gelişmelerin arkasında ise finans sektörü ve Pentagon var. Kapitalizmin krizi ile birlikte finans piyasalarına yönelen sermayedeki muazzam artış bankacılığı hem en büyük istihdam alanlarından biri, hem de BT’nin en büyük müşterisi durumuna getirdi. Bugün dünyadaki bilgisayarların yarısından fazlası bankacılık sektöründe kullanılıyor, bankacılık sektörü dünyanın en büyük bilgisayar ağına sahip. İkinci büyük bilgisayar ağı ise Pentagon’a ait [PAGELS 1997]. Silah sanayisi ve silahlar bilgisayarların icat ve geliştirilme dönemlerindeki temel faktördü. Bugün de BT’nin en fazla ve en ileri düzeydeki kullanım alanlarından biri. İşte bu iki sektör tarafından (silah ve finans) yönlendirilen BT gerek üretim sürecinde, gerek toplumsal alanda kullanım amaçlarıyla kendini doğuran ihtiyaçları yansıtıyor.

Emek örgütlenişinde yaşanan değişimler

1960’lı yıllarda işçi sınıfının yükselen militan mücadelesi sonucunda ABD, Japonya ve Batı Avrupa’da emek örgütlenişinde yeni ve devrimci bir dönüşüme yönelik çalışmalar başlatılmıştı [MANDEL Ernest, 1991] 8 . 1970’li yıllardan itibaren de esnek üretim klasik Fordist üretim tarzına bir alternatif olarak kullanılmaya başlandı. Esnek üretim yöntemi hem işçi sınıfının fabrika örgütlenmesini zayıflatması, hem dinamik pazar yapısı içinde rekabet avantajı sağlaması açısından kapitalizmin önemli bir adımı oldu.

Ancak Fordist üretim tarzının dikey ve hiyerarşik örgütlenmesine, kitlesel üretime yönelik yapısına karşın esnek üretimin parçalı ve dağınık örgütlenme tarzı, kontrolün daha da önem kazanması yüzünden önemli bir dezavantaj getiriyordu. BT’nin iletişim ve kontrol olanakları ile bu dezavantajları yok etmesi esnek üretimin yaygın bir şekilde uygulanmaya başlanmasını sağladı.

“Şirketler rekabetçi ve değişken ekonomik ortamda yaşayabilmek için operasyonlarını süreçlere çevirdiler, üretimi parçaladılar, daha fazla esneklik kazanabilmek için özellikle merkezi öneme sahip olmayan işlerde taşeronlaşmaya gittiler. Genellikle üretimin parçalanması ve dağıtılması güvenilir olmayan bir iletişim ve bilgi akışı demektir. BT böylesi bir esnekliğin düşük maliyetlerle gerçekleştirilebilmesini sağladı.” [DUCHEYNE D., 1996] 9

Esnek üretim bugün dünya genelinde henüz egemen üretim tarzı haline gelmiş değil. Ancak büyük bir hızla yaygınlık kazanıyor. BT’nin de yardımı ile esnek üretimin emek örgütlenişine getirdiği değişiklikleri gözlemek mümkün. Fordizmin kitlesel üretim / kitlesel istihdam / kitlesel tüketim üçlüsünün yerine, esnek üretim, daha küçük ölçekli ama ürün çeşitliliğine dayanan üretim / esnek istihdam / tüketim çeşitliliği üçlemesini getiriyor.

Tek bir standart ürünün seri olarak üretilip hızla tüketilmesi yerine artık tüketicilerin demografik özelliklerini, isteklerini ve satın alma güçlerini dikkate alan, pazarı maksimum düzeyde değerlendirmeyi hedefleyen bir üretim var. 1990’lı yılların başında bir süpermarkette yaklaşık 3 bin olan ürün sayısı 1995’te 30 bin civarına çıktı ve bu artış bugün de devam ediyor.

Üretime göre talep yaratmaya çalışan eski tarzın yerini de talebe göre üretim yapan bir tarz aldı. Bu, üretimin niceliğinin sürekli değişkenlik göstermesi demek. İhtiyaca göre üretim ihtiyaca göre istihdamı gerektiriyor. Bu da işçilerin sayısında ve çalışma sürelerinde sürekli bir değişikliği getirir. Bunun sonucu da işsizler ve part-time çalışanlar ordusunda artış oluyor.

“ABD’de 1990’ların başlarında toplam işgücünün 35’i ya işssizdi ya da part-time işlerde çalışıyordu. Bu eğilim devam ediyor ve 2000 yılında işgücünün yaklaşık yarısı bu kategoride yer alacak.” [RIFKIN J,1995] 10

İşletme kayıtları üzerinden yapılan çalışma istatistiklerine göre işçilerin haftalık çalışma süreleri sürekli bir düşüş eğilimi gösteriyor. ABD’de 1947-1958 yılları arasında ortalama 39.5 saat olan haftalık çalışma süresi 1989-1996 döneminde 34.5 saate düşmüş durumda. Ancak işçiler üzerinden yapılan istatistiklerde 1973’den bu yana yıllık çalışma süresinin en az 100 saat arttığı görülüyor. Bunun sebebi de part-time ve geçici işlerin artması ile birden fazla işte çalışan işçilerin sayısının da artması. İşçilerin saat ücretlerinde de reel olarak bir düşüşün yaşanması hem birden fazla işte çalışmayı, hem daha fazla sayıda aile ferdinin çalışmasını gerektiriyor [BLUESTONE Barry, 1997] 11 . Bilgisayarlar çalışma süresini azaltarak insanları rahata kavuşturacak diyen şarlatanları bizzat kapitalizmin kendi istatistikleri yalanlıyor. İşçiler artık ya iş bulamayıp sefalet içinde yaşayacaklar, ya da daha fazla çalışmak zorunda kalacaklar.

Bu gelişmeler sadece kol işçilerini değil kafa işçilerini de doğrudan etkiledi. İnsan beynindeki bilgiyi bilgisayara aktararak makineleştiren yazılım teknolojileri kafa emeğini de niteliksizleştirerek Taylorizmi bir üst aşamada yeniden ürettiler. BT ideologlarının iddialarının aksine işgücünün niteliğinin artması bir yana, kol emeğinin arkasından kafa emeği de niteliksizleşme sürecine girdi.

Kafa emeğinin niteliksizleşmesi ile birlikte kol emeğindeki esnek istihdam politikaları kafa emekçileri için de uygulanmaya başlandı. BT’nin kafa emeğinde de otomasyonu sağlaması ile özellikle servis sektöründe büyük miktarlarda işten çıkarmalar yaşandı. BT sayesinde dünya çapında bir iletişim ve bilgisayarlar yoluyla bilgiye erişim olanaklı hale geldi. Teknolojinin bu anlamda kullanımı yönetimin önündeki zaman ve mekan sınırlarını kaldırdı ve birçok kişi bunun “sanal ofis”in dünya çapında uygulanışının ilk adımı olduğunu söylemeye başladı. Sanal ofis 90’ların maliyetleri düşürmeyi hedefleyen anlayışının bir uzantısı olarak ortaya çıktı. Her çalışanın bir oda ya da masaya sahip olduğu klasik ofis ortamı, yerini hiç kimsenin özel bir yere sahip olmadığı, BT ile donatılmış ve gerektiğinde çalışana geçici bir yerin tahsis edildiği ofislere bırakmaya başladı. Genelde her üç çalışana bir masa anlayışı ile düzenlenen bu ofisler çalışanların günün büyük bölümünde ofis dışında oldukları düşüncesinden hareket ediyor. İlk örnekleri ABD’de BT sektörünün yoğun olarak bulunduğu Silikon Vadisi bölgesinde görülen sanal ofis sayesinde IBM, Bell, Atlantic, AT&T gibi şirketler büyük yönetim binalarını daha küçük olanlarla değiştirerek işi ofis ortamı dışına taşıdılar. AT&T’de yaklaşık 16000 kişi evinde çalışmaya başladı.

Üretimin dağıtılması, küçülme, tam zamanlı istihdam yerine yarım-zamanlı istihdama yönelme BT yardımı ile ofislerin küçülmesi (tele-çalışma) ve sanal ofis uygulamaları işsizliğin artmasına ve işgücünün merkezi örgütlenmesinin dağılmasına yol açıyor. Kapitalizm emek örgütlenişindeki bu değişiklikleri hem daha fazla sömürünün bir yöntemi olarak, hem de uzun süredir arayışında olduğu işçi sınıfının işyeri bazlı örgütlenmesinin kırılması için kullanıyor.

Kapitalizm çok güçlü denetim ve iletişim araçları ile emek örgütlenişini ve üretimi merkezi yapıdan dağıtık yapıya kaydırırken yetkinin dağıtılması yerine üretim süreci ve işçi sınıfı üzerindeki kontrolünü daha da artırıyor. İşyeri organizasyonundaki dağınık yapı işçiler arasındaki iletişim ve dayanışma olanaklarını zayıflatırken, artan işsizlik ve esnek istihdam da işçiler arasında yeni bir rekabet ortamı yaratmayı hedefliyor.

Emek örgütlenişi sadece fabrika içine sıkışıp kalmıyor, toplumsal yaşam üzerinde de önemli etkilerde bulunuyor. Fordist üretim tarzı kitlesel üretim olanaklarıyla tüketim toplumunun da yaratıcısı olmuştu.

“Fordizm kapitalist toplumsal ilişkiler yoluyla yeniden üretim alanlarına -boş zaman, aile, günlük yaşam- müdahaleyi gerektirdi. Bu büyük oranda tüketimciliğin bir yaşam biçimine dönüşmesiyle sağlandı, kitlesel üretimin olduğu yerde kitlesel tüketim olmak zorundadır.” [ROBINS K., WEBSTER F., 1988] 12

Fordizmin etkisi sadece tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi ile sınırlı kalmadı.

“Fordizmin ikinci önemli etkisi toplum yönetiminde devlet müdahalesinin giderek artmasıydı. Fabrika disiplin metodlarının toplumsal yönetim mekanizmalarına uygulanması ile üretim ve günlük hayatın yeniden üretimi üzerindeki politik kontrol sürekli artma eğilimi gösterdi.” [ROBINS K., WEBSTER F., 1988] 13

Taylorizm’in işçinin kafasındaki bilgiyi çekip alarak parçalayan, kurallara dönüştürerek işgücünü niteliksizleştiren yapısı ile birleşen Fordizm toplumsal yaşamı da etkiledi, üretim sürecinin zamanın ve mekanın parçalanması üzerine kurulu hiyerarşik yapısı günlük yaşamda iş zamanı/özel(boş) zaman, iş yeri/ev ayrımları ile yansımasını buldu.

Kapitalizm üretim sürecini ve emek örgütlenişini parçalayıp dağıtırken gelişmiş iletişim olanakları ve elektronik gözlem araçları ile denetim ve kontrolünü daha da artırıyor. BT mekandan bağımsız olarak yapılabilecek olan işlerin fabrika ve ofis ortamının dışına taşınmasını sağlıyor. İş zamanı/özel zaman arasındaki ayrımın kalkması ile birlikte iş yeri/ev arasındaki ayrım da ortadan kalkıyor.

İşçilerin fabrika ortamındaki örgütlenmesini esnek üretim, işçiler arasında yaratılan rekabet ve elektronik gözlem teknikleri ile yok etmeye çalışan kapitalizm ofislerde çalışan işçileri de iş ortamından uzaklaştırıp evlere hapsederek yalnızlaştırıyor. Sürekli “bireyin artan öneminden” bahseden burjuva ideologları insanın yalnızlaştırılmasını ve toplumsal olanın parçalanmasını kutsuyorlar.

Fordist üretim tarzındaki emek örgütlenişinin toplumsal örgütlenmeyi etkilemesi gibi aynı şekilde esnek üretim tarzı da toplumsal örgütlenmeyi değiştiriyor. Üretim sürecinde kalite çemberleri, çalışma grupları gibi kavramlarla işyerinin demokratikleştirildiği yanılsamasını yaratan kapitalizm nasıl gerçekte işçi üzerindeki denetimini artırdı ve işçiyi örgütsüzleştirdi ise aynı şekilde bilgisayar ağlarının bilgiye erişimi kolaylaştırdığı ve bilginin herkesin kullanımına açık hale geldiği, demokrasinin kapılarının sonuna kadar açıldığı gibi söylemlerle benzeri bir “toplumsal demokratikleşme” yanılsaması yaratmaya çalışıyor.

Elektronik gözetim

Gözetimin bir güç olarak insanlar üzerinde denetim kurmak ve onları kontrol etmek amacıyla kullanılması düşüncesi antik Yunan’a dayanır. Ancak gözetim ve güç arasındaki ilişkinin formülasyonu ilk olarak Bentham tarafından yapıldı ve Panopticon projesi bu formülasyonun simgesi oldu. Panopticon, ortada yükselen bir kule etrafında çember şeklinde dizilmiş hücrelerden oluşan bir hapishanedir. Kulede oturan bir gözetleyici bulunduğu konumdan bütün hücreleri görebilir, ancak ışıklandırmanın da yardımıyla hücrelerde yalnız yaşayan mahkumlar gözetleyeni görememektedir. Burada temel hedef gözetleyenin fiziki yokluğunda bile gözetlemenin etkisinin devam etmesidir, çünkü gözetlemenin nesnesi durumundaki kişi bu yokluğun farkında olmayacaktır. Ayrıca gözetleme alanı dışında tek bir köşenin bile olmaması özellikle önemlidir. Çünkü;

“Bir kişinin girebileceği ve gözetlenmediğini düşündüğü tek bir santimetre kare bile yer olmamalıdır. Korumasız tek bir köşe dahi bıraksanız, burası kesinlikle en kötü mahkumların gizlenme yeri ve bütün kötü işlerin sahnesi olacaktır.” [BENTHAM J., 1962] 14

Panopticon bir hapishane tasarımı olmasına karşılık Bentham’ın da belirttiği gibi gözetimin “gerekli” olduğu diğer durumlarda da kullanılabilir.

“Panopticon veya Gözetim Evi hapishaneler, fabrikalar, hastahaneler, okullar vb. bütün insanların gözetim altında tutulmasını gerektiren her türlü kurumun inşaasında kullanılabilecek yeni bir mimari düşünceyi içerir.” [BENTHAM J., 1962] 15

Bentham’ın Panopticon düşüncesini Foucault, toplum üzerinde güç sahibi olmak için kullanılabilecek bir araç olarak gözetlemenin tanımlanması ve analizinde kullandı. Fakat Foucault, Bentham’ın aksine notlama esasına dayalı bir ödül ve ceza mekanizması ile desteklenen ve herkesin birbirini görebildiği bir mekan düşündü. Böylece ödül ve cezanın nedenlerinin görülmesi, notlamaya baz teşkil edecek standartların olması kişilerin bu standartlara yaklaşmaya çalışmasını sağlayacaktır. Foucault tarafından “normalleştirici yargı” olarak adlandırılan bu durum aynı zamanda gözetleminin yapıldığı kurumun değerlerinin gözetlenenler tarafından içselleştirilmesini getirecektir. Bentham gözetleme ihtiyacından hareket ederken, Foucault Panopticon’u bireyin kurum ilkeleri doğrultusunda bir oto denetim mekanizması kurması için kullanır.

“Kullanandan bağımsız olarak güç ilişkileri yaratan ve sürdüren bir makine, kısaca kişiler bizzat kendilerinin taşıyıcısı oldukları bir güç ilişkisi içerisinde olacaklardır.” [FOUCAULT Michel, 1979] 16

Bentham ve Foucault tarafından düşünsel temelleri atılan gözetim 20. yüzyılın başlarından beri kapitalist işletmelerde kullanılıyor. 1910’lu yıllarda mekanik tuş sayıcılar daktilolarda performans ölçümü için kullanılıyordu. Telefon operatörlerinin derlenmesi ve hızlarının ölçülmesi de oldukça eskilere dayanıyor. Fabrika ve ofislerde gözetim ile elde edilecek yararları Foucault şöyle sıralıyor:

“… eğer bunlar (gözetlenenler) işçiler olursa çalışma hızını düşürecek, kazalara yol açacak veya işin mükemmelliğini azaltacak itaatsizlik, hırsızlık, patrona karşı birleşme gibi şeyler olmayacaktır.” [FOUCAULT Michel, 1979] 17

Gözetimin belli alanlarda eskiden beri kullanılmasına karşın, gözetim ve performans ölçümü şimdi BT’nin yardımı ile inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Bugün ABD’de yaklaşık 30 milyon emekçi elektronik gözetim yolu ile değerlendiriliyor. Foucault’un sözünü ettiği “avantajlardan” yararlanmak isteyen kapitalistler elektronik gözetim araçlarını kapışıyorlar. 1986 yılında günde ortalama 95 adet elektronik gözetim amaçlı makine satılıyordu, 8 yıl sonra 1994’de BT’nin hızlı yükselişi ile birlikte bu rakam günlük ortalama 17 bin 548 adete ulaştı. [MAINPRIZE Steve, 1996] 18

Gözetim, gücün sermaye tarafından ucuz ve etkili bir şekilde kullanılmasının bir aracıdır. Elektronik Panopticon’un “güzelliği” işçinin kontrol ve disipline da-yalı bu sistemin içine çekilmesidir. Çalışma grupları ve toplam kalite yönetimi gibi yönetim anlayışları kapitalist işletmenin daha verimli çalışmasının temel araçlarıdır. Gözetleme ile elde edilen bilginin işçilere geri döndürülmesi işçilerin kendilerini başkaları ile kıyaslamalarını, hiyerarşi içindeki yerlerini öğrenmelerini ve performanslarının işletme tarafından koyulan hedef ve standartlara uyup uymadığını test etmelerini sağlar. Bu da kapitalist değerlerin işçi tarafından içselleşti-rilmesini getirir. Panopticon ile artık disiplinin nesnesi beden değil bilinçtir.

“Mimari ve geometri dışında hiçbir fiziksel araç kullanmadan, Panopticon, bireylere doğrudan etki ederek düşünce üzerinde düşünsel güç yaratır.” [FOUCAULT Michel, 1979] 19

Ancak elektronik gözetimin bugün en büyük uygulayıcısı toplumsal yaşamı sürekli gözetleyen kapitalist devlettir. Denetim olanaklarının artmış olması devletin daha da geriye çekilip gözden iyice uzaklaşmasına yardım ediyor. Sayısal telefon santralleri ve haberleşme uydularında yaşanan teknolojik gelişmeler iletişimin bilgisayar ortamına kaymasını, Internet gibi dünya çapındaki bilgisayar ağlarının yaygınlık kazanmasını hızlandırıyor. Bilginin ve iletişimin bilgisayar ortamına kayması ile birlikte elektronik denetim olanakları da artıyor. Eskiden sadece devletin bir fonksiyonu olan istihbarat çalışmaları artık özel sektörün de ilgi alanlarından biri haline geldi. Pazara göre üretim pazar hakkında, yani bireyler hakkında, daha fazla bilgiye ihtiyaç duyuyor. Bilgi toplumuna giden yolda en önemli adımlardan biri olarak gösterilen Internet’e bağlanan herkes sürekli izleniyor. Nüfus kayıtları, adli sicil kayıtları, ikamet kayıtları vb. mümkün olan her bilgi bilgisayara aktarılırken burjuva devletin toplum üzerindeki denetimi de gittikçe daha fazla artıyor. Elektronik ortamda yaratılan her türlü bilgi de (telefon kayıtları, kredi kartı kayıtları, bilgisayar bağlantıları vb.) gelişen teknolojiyle birlikte sürekli yukarıya doğru, merkeze aktarılıyor. Bilgi toplumu ile birlikte artık sadece hapishaneler ya da fabrikalar değil toplumsal yapının tamamı Panoptic bir araç haline geliyor.

Bilgi Ekonomisi

Bilgi toplumu söyleminin en önemli bileşenlerinden birini bilginin kapitalist ekonomi içindeki yeri oluşturuyor. Genelde bu söylem iki temele dayanıyor: 1) Bilgi üretimi ve bilgi ticaretinin giderek meta üretimi ve ticaretinin yerini alacağı 2) Bilginin insan emeğinin yerine geçerek temel üretici güç haline geleceği. Bu iki savın da temel dayanaklarını bilginin gerek artan otomasyon gerekse bilgisayar yazılımı olarak üretimde giderek daha fazla kullanılması, patent ve lisans hakları ile bilgi üzerinden elde edilen kazancın ekonomideki payının giderek artması oluşturuyor.

Bilgi üretim açısından tarihin bütün dönemlerinde önemli bir rol oynar. En basit anlamıyla emek insan yaratıcılığı ve bilgisinin maddi dünyaya uygulanmasıdır. Bu değişmedi. Değişen sadece üretimde kullanılan bilginin niteliği ve niceliği. İster üretim araçları olarak birikmiş emek biçiminde olsun, ister kafa emeği olarak canlı haliyle olsun bilgi üretim sürecinde ancak kol emeği ile birlikte bir üretici güç olabilir. Bilgi tek başına maddi dünyayı değiştirecek üretici bir güç haline gelemez. Üretimde tam anlamıyla bir otomasyonun sağlanabildiği ve hiçbir canlı emeğe gerek olmadığı durumda bile üretici güç sadece bilgi değil, birikmiş kol emeği ile birlikte bilgi olarak birikmiş kafa emeği olacaktır. Üretimde kullanılan emeğin kafa emeği ağırlıklı mı yoksa kol emeği ağırlıklı mı olduğu sadece teknolojinin gelişmişlik düzeyi ile ilgilidir.

Bilginin insan emeğinin yerine geçeceği türünden bir söylem ideolojik olmanın ötesinde hiç bir anlam ifade etmez, çünkü bilginin bizzat kendisi birikmiş insan emeğidir ve bilgi üretimi herhangi bir meta üretimi gibi bilinçli insan emeği ile gerçekleşir. Üretim insan emeğinin maddi dünyaya uygulanmasıdır, dolayısıyla emeğin, kafa ya da kol emeği, üretici bir güç olabilmesi, üretimden söz edilebilmesi için maddi dünyaya uygulanması, maddi bir biçim alması gerekir. Bilgi, kendisi de bir ürün olarak, kitap, görüntü, ses, manyetik ortam, elektrik akımı hangi biçim altında olursa olsun maddileşmek zorundadır. Bilgi üretimi de herhangi bir mal üretimi gibi kafa ve kol emeğinin ortak sonucudur. Kol emeği açısından çekiç sallamakla tuşa basmak arasındaki fark nicelik sorunudur.

Bilgi üretimi, üretim süreci bakımından diğer meta üretimlerinden temelde bir faklılık göstermese de tüketim aşamasında bir faklılık gösterir: bilgi tüketilmez, biriktirilir. Bilginin tüketimi aynı zamanda bir biriktirme sürecidir. Bilgi, bir emeği de içermesi açısından, biriktirme süreci burjuva ideologlar tarafından sermaye birikim sürecine benzetiliyor. Bilgisayar ağları ile bilgiye ulaşmak herkes açısından “mümkün” olduğu için de sermayenin tüm topluma yayılmasından söz ediliyor. Bir otomobilin nasıl üretileceğinin bilgisine sahip olmakla otomobil fabrikasına sahip olmak bir ve aynı şey sayılıyor. Bilgi birikiminin üretimde kullanılabilmesi ancak üretim araçlarına da sahip olmakla mümkün. Üretim araçlarının mülkiyeti anlamında bir sermaye birikimi ise bilgi ile mümkün değil.

Kaldı ki kapitalist sistemde bilginin metalaştırılması bilginin özel mülkiyetini (“fikri mülkiyet”) de beraberinde getirdi. Bugün ekonomi içinde payı giderek artan bilgi ticareti bilgiye öyle söylendiği gibi herkesin değil, parası olanın ulaşabilmesi demek.

“Pratik ekonomik etkisinin yanısıra ideolojik açıdan da fikri mülkiyet bilgi çağının yasal formudur. Bilgi politikalarının belirlenmesinde, politik ve ekonomik gücün sayısal ortamda dağıtımında fikri mülkiyet merkezi bir yer tu-tar. Eğitimden düşünce özgürlüğüne birçok alanı doğrudan etkiler. Fikri mülkiyet yoluyla korunan “değerin” dünya ekonomisi içindeki payı yüzlerce milyar dolara ulaşmıştır ve her geçen gün artmaktadır.” [BOYLE J., 1997] 20

Bilgi belki temel üretici güç olamayacak ama bilgi üretimi ve ticareti şimdiden kapitalist sistem içerisinde önemli bir sektör haline gelmiş durumda. Bilginin metalaşması ve ekonomik sistemin bir parçası haline gelmesi yeni bir şey değil. Yeni olan BT’deki gelişme ile birlikte bilgi üzerindeki mülkiyetin ulaştığı boyutlardır.

“Bütün dünyada bilgisayarlarda saklanan program kodları üzerinde Microsoft’un hakları olduğu düşüncesine alıştık. Hatta bunun nedenleri konusunda faydacı açıklamalar bile yapabiliriz. Ancak bütün kadınların bedenlerinde Myriad Genetics tarafından patenti alınan kanser genini taşıdıklarını, kan kanserine karşı direnç gösteren Guyami yerlilerinin genlerinin patentinin ABD Ticaret Bakanlığı tarafından alınmaya çalışılmasını düşünmek ilginçtir. Bilgi ekonomisinin bakış açısından her iki durum da benzerdir. Her ikisinde de fikri mülkiyet konusu olan daha ileri araştırma ve buluşlara yol açacağı düşünülen kod dizileridir.” [BOYLE J., 1997] 21

Sonuç

Bilgi teknolojilerinin insanlığın kurtuluşu olacağı şeklindeki burjuva düşüncesi söylem olarak yenilikler içerse de gerçekte teknolojiyi insanın toplumsal gelişiminin temeline oturtan teknolojik determinizm düşüncesine dayanıyor. İnsanın toplumsal tarihini teknoloji ile ilişkilendirerek taş devri’nden başlatıp atom çağı, uzay çağı vb. dönemlerle günümüze getiren teknolojik determinizm şimdi de karşımıza bilgi çağı ile çıkıyor. Teknoloji sınıflar üstü bir konuma sahip değildir ve kapitalist sınıfın elinde sınıf savaşının önemli bir silahı, kapitalizmin egemenliğini sürdürmenin bir aracıdır.

BT ideologlarının “üretimin otomasyonu sayesinde insanlar daha az çalışacak”, “bilgisayar ağları bilgiyi herkesin ulaşımına açarak demokrasinin ilerlemesini sağlayacak”, “bilgi üretimi ve ticareti her türlü mal üretimi ve ticaretinin yerini alacak”, “BT gelişmemiş kapitalist ülkelerin ileri kapitalist ülkeleri yakalamasını sağlayacak” vb. türünden iddiaları kapitalizmin BT’yi kullanmadaki gerçek amaçlarını gizlemeye yöneliktir. Bu türden iddiaların tersine BT, kapitalizmin elinde işçi sınıfının daha çok sömürülmesi, toplumsal yaşam üzerindeki denetimin daha fazla artması, emperyalist devletlerin hegemonyasının daha da pekiştirilmesi için kullanılmaktadır.

İnsanlığın bugün karşı karşıya kaldığı sorunlardan hiçbiri teknolojiden kaynaklanmıyor. Teknolojinin insanın toplumsal örgütlenmesinden bağımsız otonom bir gelişme çizgisi yoktur. Sorun, teknolojinin ve bilimin, varlığını emek sömürüsüne borçlu olan kapitalizm tarafından belirlenen kullanım ve gelişim çizgisindedir. Kapitalizmin içinde bulunduğu krizden bir çıkış umudu olarak sarıldığı BT, şu ana kadar işçi sınıfına saldırıda başarı ile kullanıldı ise de krizin atlatılması anlamında kâr oranlarındaki düşüş eğiliminin tersine çevrildiği söylenemez. Teknolojik ilerleme, kapitalist ekonomiye yeni sektörlerin eklenmesi, üretim biçimlerinin değişmesi gibi kapitalizmin kendi içinde barındırdığı dinamikler krizin atlatılması açısından gerekli olmasına karşın yeterli değildir.

“Bizim kavrayışımıza göre, alçalış (yani, genişleyici bir uzun dalgadan depresif bir uzun dalgaya geçiş) içseldir/endojendir, oysa yükseliş içsel olmayıp, daha çok kapitalist üretim tarzının genel tarihsel ve coğrafi çevresinde meydana gelecek ve ortalama kar oranında güçlü, kalıcı bir yükselmeyi başlatabilecek köklü değişikliklere bağlıdır.” [MANDEL Ernest, 1991] 22

Son zamanlarda üzerinde sıkça durulan kapitalist devletin küçültülmesi politikaları devlet müdahalesinin azaltılarak krizin normal seyri içinde derinleşmesini ve dibe vurmasını sağlayabilir. Bu noktada belirleyici olan sınıf mücadelesi olacaktır. Kapitalizm yeni bir genişleme döneminde ihtiyacı olan teknolojik araçlara ve bu araçlara uygun emek örgütlenişi biçimlerine bugünden sahiptir. Bilgi toplumu söylemleri de bu araçların işçi sınıfına benimsetilmesi, yükselecek sınıf mücadelesinin kapitalizm tarafından mümkün olduğunca “hafif” atlatılması için ideolojik bir araçtır. İnsanlığın sorunları teknolojik değil siyasaldır. Çözümleri de teknolojik değil siyasal olacaktır.

Dipnotlar

  1. BIRDSALL William F.; The Internet and the Ideology of Information Technology, INET’96 Conference Papers, The Internet Society, 1996
  2. MANDEL Ernest; Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları, Yazın Yayıncılık, 1991
  3. ARMAĞAN Dünya; Uluslararası Komünist Hareketin Silkiniş Đhtiyacı, Gelenek No:44, Ocak 1994
  4. DRUCKER P. F.; Post-Capitalist Society, New York, Herper Business, 1993
  5. BLS (ABD İş İstatistikleri Bürosu), Major Sector Productivity And Cost Index, 1998
  6. BIRDSALL William F.; The Internet and the Ideology of Information Technology, INET’96 Conference Papers, The Internet Society, 1996
  7. GATES Bill; The Office of the Future, Fall 1995 Comdex Keynote Address, 14 Kasım 1995
  8. MANDEL Ernest; Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları, Yazın Yayıncılık, 1991
  9. DUCHEYNE D.; The information Society, Gent Works, No:107, Haziran 1996
  10. RIFKIN J.; The End of Work, G. P. Putnam’s Son, 1995
  11. BLUESTONE Barry ve ROSE, Stephen; Overworked and Underemployed: Unraveling anEconomic Enigma, The American Prospect No: 31, Mart-Nisan 1997
  12. ROBINS K. ve WEBSTER F.; Cybernetic Capitalism: Information, Technology, Everyday Life, The Political Economy of Information içinde, editörler V. Mosco ve J. Wasko, University of Wisconsin Press, 1988
  13. ROBINS K. ve WEBSTER F.; Cybernetic Capitalism: Information, Technology, Everyday Life, The Political Economy of Information içinde, editörler V. Mosco ve J. Wasko, University of Wisconsin Press, 1988
  14. BENTHAM Jeremy; The Works of Jeremy Bentham, Russell (2) Russell, 1962
  15. BENTHAM Jeremy; The Works of Jeremy Bentham, Russell (2) Russell, 1962
  16. FOUCAULT Michel; Discipline and Punish: The Birth of the Prison, Random House, 1979
  17. FOUCAULT Michel; Discipline and Punish: The Birth of the Prison, Random House, 1979
  18. MAINPRIZE Steve; Elective Affinities in the Engineering of Social Control: The Evolution of Electronic Monitoring, Electronic Journal of Sociology No:2, 1996
  19. FOUCAULT Michel; Discipline and Punish: The Birth of the Prison, Random House, 1979
  20. BOYLE James, A Politics of Intellectual Property, 1997 http://www.wcl.american.edu/pub/faculty/boyle/intprop.htm
  21. BOYLE James, A Politics of Intellectual Property, 1997 http://www.wcl.american.edu/pub/faculty/boyle/intprop.htm
  22. MANDEL Ernest; Kapitalist Gelişmenin Uzun Dalgaları, Yazın Yayıncılık, 1991