Karanlıkta kar yağıyor: İspanya İç Savaşı’nın Türkiye solunda yansımaları
İspanya İç Savaşı, işçi sınıfının mücadele tarihinde hakkında en çok sayıda kitap, dergi, makale basılan olaylardan biridir. Bununla birlikte, konuyla ilgili üretimlere bakıldığında çoğunun bir dereceye kadar tahrifat içerdiği ya da eksik bilgiler bulundurduğu görülmektedir. Özellikle Sovyetler Birliği dış politikasını ve Stalin’i yermeye yönelik, taraflı yazılmış yazılar ve kitaplar dikkat çekmektedir. Türkçe’de bulunan kaynaklar da benzer bir nitelik taşımaktadır. Oysa siyasi ve askeri olarak savaşta öncü bir rol almış ve daha sonra da İspanya İç Savaşı’nda Komünistler kitabını kaleme almış olan Juan Ambou’nun söylediği gibi “Dün emekçi halkımızın ve işçi sınıfımızın verdiği kavgaya dair yanlış bilgilere sahip olup, kurtuluş savaşımıza dair bilgileri örtbas ederek veya çarpıtarak sınıfsız topluma doğru ilerlemek olası değildir.” Bugünün devrimcilerinin İspanya İç Savaşı’nın derslerini, tüm boyutlarıyla, çalışması gerekmektedir.
İspanya’da Franco liderliğindeki milliyetçilerin galip gelmesiyle sonuçlanan İspanya İç Savaşı, faşizmin uluslararası nitelik taşıyan, işçi sınıfının uyanışını, eşitlik ve özgürlük mücadelesini olduğu kadar, Sovyetler Birliği’ni de hedef alan, birleşik bir saldırısıydı. Hemen ardından başlayacak olan emperyalist savaşın askeri bir provasıydı. “İkinci Dünya Savaşı’nın birinci perdesi” olarak adlandırılması boşuna değildir. 2Bu süreçte Hitler Almanyası vahşi savaş yöntemlerini ve araçlarını geliştirmek açısından pek çok deneyim elde etmişse, işçi sınıfı da kolektif ve uluslararası çapta bir direnişi örgütleme yeteneği bakımından önemli deneyimler edinmiştir. İspanya halkının diktatörlüğe karşı olduğu kadar bağımsızlığı için de verdiği mücadele, sathı bütün insanlık olan bir mücadeleye dönüşmüştür. Yalnızca İspanya topraklarına, yalnızca Avrupa topraklarına sınırlı olduğu düşünülmemelidir, söz konusu olan dünya barışı için verilen bir mücadeledir. Dayanışmanın, ortak bir amaç için eylem birliğinin ne olduğunu dünya halklarına göstermiştir. Bugün hâlâ enternasyonalizm için en diri ilham kaynaklarından biridir. En nihayetinde İspanya İç Savaşı, bir kuşak emekçinin, aydınların, devrimcilerin politik bilinçlerinin ve eylemliliklerinin zirve yaptığı bir kesit, sınıf savaşımının bir veçhesi olarak görülmelidir.
İspanya İç Savaşı’nın genel seyrine, Komintern’in birleşik cephe politikası ve komünist partilerin bununla bağlantılı tutumlarına çeşitli vesilelerle değinilen kitabın bu bölümünde, özel bir başlık, İç Savaş sırasında Türkiyeli komünistlerin durumu ve Uluslararası Tugaylar’a Türkiye’den katılan gönüllüler incelenecektir.
Uluslararası Tugaylar
İspanya İç Savaşı’nda savaşmak üzere gönüllülerin gönderilmesi kararı Komintern Sekreteryası tarafından 18 Eylül 1936’da alındı3. Dünyanın dört bir yanından, toplamda 53 ülkeden Cumhuriyetçilere destek olmak üzere İspanya’ya gelen binlerce gönüllü olduğu bilinmektedir. Tarihçiler gönüllülerin tam sayısı ile ilgili farklı görüşler bildirmekte, faşist kaynakların sayıyı sistemli olarak abartma eğiliminde olduğu belirtilmektedir4. Yine de en fazla sayıda gönüllünün, coğrafi yakınlığın da etkisiyle, üçte bir oranında Fransa’dan geldiğinde ortaklaşılmaktadır.
Başlangıçta eğitim ve komuta kolaylığı nedeniyle geldikleri ülkelere ve konuştukları dillere göre gruplandırılan tugaylar (İtalyanların Garibaldi Tugayı, Almanların ve Avusturyalıların Edgar Andre ve Thälmann Tugayları gibi), daha sonra gönüllü akışının azalması, bir araya getirilmelerinin zorluğu ve güncel ihtiyaçlardan ötürü karma taburlara dönüştürülmüştür. Sınırlı sayıda cephede savaşmış olsalar da, gönüllüler cesaretleri ve yetenekleri ile Cumhuriyetçilerin mücadelesine damga vurmuş, vuruştukları cephelerde, özellikle Madrid savunmasında belirleyici olmuşlardır.
Tugaylara işçi sınıfının çeşitli kesimlerinden gönüllülerle birlikte, çok sayıda yazar, şair, gazeteci, aydın da hem Cumhuriyetçilerin saflarında mücadele vermek, hem uluslararası kamuoyunun bilincini yükseltmek ve cepheden muhabirlik yapmak amacıyla katılım göstermiştir.
Bilindiği kadarıyla Türkiye bu uluslararası kampanyanın bir parçası
olmamış, Anadolu’dan Pireneler’e Uluslararası Tugaylar’a katılmak üzere gönüllü
olan örgütlü bir toplam oluşmamıştır. Coğrafi uzaklık bunun belki bir
nedenidir, ancak diğer nedenlerine yakından bakılacaktır. Öte yandan, katılım
gösteren tek tük devrimcinin varlığına dair kayıtlar söz konusudur.
Uluslararası desteğin bir diğer boyutu olan aydınlar cephesinde yürütülen
ideolojik ve siyasi mücadeleye ise Türkiyeli aydınların katkısı incelenmeye
değerdir.
Türkiye’de burjuva hükümetin İspanya İç Savaşı karşısındaki tavrı
Mimarlığını Fransa ve İngiltere’nin yaptığı, metni Fransız hükümetince hazırlanan müdahale etmeme (ademi müdahale, non-intervention) deklarasyonu 1936 Ağustos’unda İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Portekiz, ve ardından SSCB’nin imzalaması ile yürürlüğe konmuştur. Daha sonradan aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 27 Avrupa devleti bu deklarasyonla tanımlanan politikayı uygulamıştır. Diplomatik dilin burjuva devletlerin seçtiği tarafı maskelemek için kullanıldığı bu deklarasyon, İspanya’nın meşru cumhuriyet hükümetinin yanında yer alarak, silah ve mühimmat göndererek faşizme karşı “müdahale etme” olanağı varken, bunu yapmamayı, yani cumhuriyetçilere silah ambargosunu seçerek aslında saldırının önünü açan, aynı zamanda Almanya, İtalya ve Portekiz’in Franko güçlerine yardımını da gizleyen bir nitelikteydi. İç Savaş’ın bilançosunda üç yüz bin yabancı askerin İspanyol faşistlerin emrine yığıldığı gerçeği, müdahalesizliğin ne kadar tehlikeli bir politika olduğunu bir kez daha hatırlatmalı.5Bu deklarasyonun imzalanmasında, İngiltere’nin İspanya’da komünistlerin, Sovyetlerin de desteğiyle, etkin olmasını istememesi ve Akdeniz’deki çıkarlarının başat rol oynadığı görülmektedir. İmzalandığı anda ihlal edileceği belli olan bu ikiyüzlü deklarasyon üzerine bir komite oluşturulmuş ve bu komite 1939’a dek varlığını Londra merkezli olarak sürdürmüştür. Deklarasyondan kısa bir süre sonra Almanya ve İtalya’nın falanjistlere açıktan desteği üzerine Sovyetler Birliği çekildiğini ilan etmiş ve Cumhuriyetçilere silah ve asker yardımına başlamıştır.
İç Savaş’ın başından beri resmi cumhuriyet hükümetini muhatap alan, fakat Franco tarafı ile de temasları olan Türkiye hükümeti, dengeci ancak özgün olmayan bir politika izlemiştir. Türkiye Avrupa ülkelerinin müdahale etmeme eğilimini benimsemiş, Milletler Cemiyeti çerçevesinde kalmış,6pasif ve dolaylı yoldan da olsa faşistlerin galibiyetine katkıda bulunan bu politikanın bir parçası olmuştur. O sırada ikinci on yılında bulunan Türkiye’deki burjuva hükümeti, kapitalist bir birikim süreci içindeydi ve Sovyetler’le yaptığı ittifak bu kuruluş yıllarında yaşanan kalkınmada büyük etkiye sahipti. Ancak 1930’larda Sovyetler Birliği, “Türk dış siyasetinin biricik dayanağı” olmaktan çıkmıştı.7Türkiye, Sovyetler ile ittifakını korurken Avrupa’daki emperyalist devletlerle, başta İngiltere ve Fransa ile olumlu ilişkiler geliştirmek isteyen, bir yandan da Nazi Almanyası ile çatışmaktan kaçınan bir tutum sergilemiştir. Zira Almanya ile ekonomik ilişkiler geçmekte, ticaret artmaktadır. Diğer yandan, 1936’da İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nı Türkiye’nin denetimine bırakan Montrö Sözleşmesi sayesinde Boğazlar’dan Sovyet gemilerinin geçmesi ve Cumhuriyetçilerin yardımına yetişmesi mümkün olmuştur. Ayrıca hükümetin “İç Savaş’ın Akdeniz’in doğusuna yayılmasından” endişe duyduğu, askerî açıdan yeterince hazırlıklı olmadığının farkında olduğu anlaşılmaktadır.8 Mustafa Kemal İngiltere ile yakınlaşmanın bir vesilesi olarak da müdahalesizlik anlaşmasına katılma ve Akdeniz’de güvenliğin sağlanması hususlarını ön plana çıkarmıştır. 1939’da İç Savaş henüz resmi olarak bitmeden, Fransa’nın Franco hükümetini tanımasının akabinde, Türkiye hükümeti de tanımıştır.9
Müdahalesizlik ilkesinin Tugayları da ilgilendiren önemli bir boyutu, deklarasyonu imzalayan ülkelerden İç Savaşa gönüllü katılımının engellenmesiydi. Türkiye hükümeti de vatandaşların katılımını yasaklayan, yasağa rağmen gönüllü yazılanlar hakkında yaptırım uygulanacağını ilan eden bir kararnameyi Şubat 1937’de yayınlamıştır10.
Müdahalesizlik politikası pek çok ülkede resmi politika olarak yürütülmüş
olsa da, bu ülkelerin aydınları ve emekçilerinin Tugaylara katılmasının önünde
bir engel oluşturmaya yetmemiştir. Ne yazık ki o dönemde Türkiye’de
devrimciler, Kemalist cumhuriyet hükümetinin resmi politikası olan
müdahalesizlik tercihini kırabilecek nüfuza ve örgütlülüğe sahip değildir.
TKP’nin 1930’lardaki durumu
Kuruluşu Komintern’in bir seksiyonu olarak gerçekleşmiş olan TKP, daha sonra Kemalist hükümetin çeşitli baskılarına maruz kalacak, “her ileri çıkışında başı ezilecek”tir. Sovyetler Birliği’nde eğitim almış kadroların öncülüğü, dar ve kesintili bir mücadele yürütülmesinin önüne geçmeye yetmeyecektir. İdeolojik olarak ise iktidar perspektifinden uzaklaşılacak, bunun zor koşullarda gerçekleştirilmeye çalışılan örgütlenmeye de olumsuz etkisi olacaktır. 1936’da Komintern tarafından bir desantralizasyon kararı alınacaktır. Bu karar, TKP’nin Komintern ile bağlantısının kopması ve parti olarak mücadelenin likide olması, çalışmaların CHP gibi legal örgütlerde, sendikalarda sürdürülmesi anlamına gelmiştir. Komintern’in yedinci kongresinin Halk Cephesi politikasının Türkiye’ye yansıması “ayırma/separat” olmuştur. Tugaylara katılımın komünistler aracılığıyla örgütlü bir şekilde sağlanamamış olmasının bir nedeni olarak bu sayılabilir. Bu dönemde Türkiye Komünist Partisi’nin burjuvazinin siyasal iktidarını konsolide etmesiyle belirlenen değişimden doğan stratejik açılım gereksinimine tatminkâr bir yanıt üretemediği11 “pusulasız kaldığı” not edilmelidir.
Komintern döneminde, yani 1920-43 arası yıllarda TKP’nin yaşadığı tıkanma,
yönetimindeki ve faaliyetlerindeki kesintiler, hizipler, kopuşlar yanında,
Türkiye işçi sınıfının, özellikle de sanayi proletaryasının gelişkin ve
kitlesel olmayışını, genel anlamda örgütsüzlüğünü de hesaba katmak gerekir.
Türkiyeli Aydınların İç Savaş Tepkisi
Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’den de ilerici, demokrat, sosyalist kesimlerden aydınlar, bu olaya sessiz kalmamış, Cumhuriyetçilerle dayanışmayı eserleriyle sürdürmüşlerdir. Bu başlıkta ilk olarak İç Savaş hakkında şiirler, çok sayıda makale ve bir roman yazmış olan Nâzım Hikmet’in eserlerine bakmak gerekir12. Özellikle Lorca’nın öldürülmesinin Nâzım’ı derinden etkilediği bilinmektedir. Hatta Nâzım’ın dönemin etkili aydınlarından biri olan ve İç Savaş’a gönüllü muhabir olarak katılmış olan Sovyet yazar İlya Ehrenburg ile Bilbao’da buluşup gönüllülere katıldığı yönünde söylentiler de ortaya atılmışsa da bu doğru değildir.13Bizzat katılmamış olsa da yakından takip ettiği gelişmeleri ve aydın dostlarından edindiği bilgileri değerlendirip Türkiye kamuoyunu aydınlatmayı görev bilmiştir. “Mühimmat sanayi tröstlerinin hissedarlarına insan kanının bedelini harp kârı olarak dağıtılacağını”14yazmış, savaşın gerçekte neye hizmet ettiğine işaret ederek halkını uyarmıştır.
Nâzım’ın enternasyonalist bir devrimci olarak İç Savaş’ta çarpışanların cesaretini ve acısını derinden duyumsadığını yansıtan eserleri daha yakından incelenmeyi hak ediyor. İspanyol İç Savaşı’na ve Tugaylar’a ithafen yazdığı “Talihsiz Yusuf’un Gemisiyle Barcelona Seyahati”15 adlı dört bölümlük şiiri 1937-38’de yayınlanmıştır16. Henüz oluşmakta ve dönüşmekte olan Türkiye’nin işçi sınıfına dair gözlemlerini yansıttığı ünlü eseri Memleketimden İnsan Manzaraları’nda, Ibarruri’nin derin ve aydınlık sesinden bahsetmekte, romanda İspanya İç Savaşı yıllarında yazdığı bu şiirin en çarpıcı dördüncü bölümü de bulunmaktadır. Karanlıkta Kar Yağıyor adlı bu şiirde Nâzım Cumhuriyetçilerle dayanışmanın yolunu, onları yakın tarihte ya da daha öncesinde bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesi vermiş savaşçılarla, Sibirya’da Kolçak’ı yenenlerle, Kurtuluş Savaşı sırasında Dumlupınar’da hayatını yitiren Anadolu insanıyla ilişkilendirerek bulmuştur.
1938 yılının 1-22 Ocak günleri arasında Haber – Akşam Postası gazetesinde tefrika edilen Yaşamak Hakkı adlı romanı 1936 yılı Temmuz ayında “Akdeniz’e açılan bir İspanyol limanı”nda geçer. Biri ferdi Halk Cephesi üyesi bir tersane işçisi, diğeri ise falanjistlerin üyesi olan bir ailenin yaşantısı üzerinden İspanya halkının bölünmüşlüğünü işleyen Nâzım, roman karakterlerinden birinin ağzından falanjistleri şöyle tanımlar: “Orada büyük ihtiraslarını tahakkuk ettirememiş küçük münevverlere, büyük yolları kesmek isteyen arka sokak serserilerine, sosyal sınıfları, muhitleriyle bağlarını koparmış deklaselere rastlarsınız.” İspanya’da cizvit papazlarının sahibi olduğu bankalardan, soyluların sahip olduğu milyonlarca hektar topraktan bahseder, faşizmin yükselişini hazırlayan koşulları resmeder. Ne yazık ki bu roman, “donanma içinde askeri isyana teşvik faaliyetleri ile dikkat çeken” komünist Nâzım’ın aynı yıl içinde tutuklanması nedeniyle bitmemiş bir roman olarak kalacaktır.
Nâzım’ın şiirleri uluslararası çapta yankı bulur. Ancak dönemin aydınları arasında İspanya İç Savaşı’yla yakından ilgilenen başkaları da vardır. Türkiye Komünist Partisi üyesi olan yazar Vedat Türkali’nin de 1939’da yirmili yaşlarında yazdığı “Barselona’dan Mektup” adlı şiir İspanyol İç Savaşı’nı konu edinir. Öğretmen Okulu mezunu toplumcu gerçekçi şair Hasan İzzettin Dinamo, Kavga Şiirleri kitabındaki bir şiirinde Sivas Öğretmen Okulu’ndan öğretmeni “Şazi”nin Tugaylara katılan tek Türk olduğunu, Amerika’dan İspanya’ya geçtiğini ve İspanya toprağında kaldığını yıllar sonra öğrendiğinden bahseder.17
Dikkat çekici bir başka tanıklık, İç Savaş sırasında Amerika’da bulunan muhalif, burjuva demokrat bir aydın olan gazeteci Sabiha Zekeriya’nın Tan gazetesi için Temmuz 1937’de Amerikan Yazarlar Birliği’nin toplantılarından izlenimlerini aktardığı yazılardır. Amerikan Komünist Partisi ve Amerika’daki çeşitli dayanışma ve yardım örgütlenmelerinin faaliyetlerini Türkiye kamuoyuna taşımış olan Sabiha Zekeriya, “Ben, Sabiha Zekeriya, İspanya’da dövüşenlerin kavgasını, demokrasi ve hürriyetle, barbarlığın bir çarpışması telakki eden bir insan sıfatile, ve bu sahnenin karşısında coşan bir halkın yanında kendimi çok küçük görüyorum.” sözleri ile duyarlılığını ifade etmiştir.18
Tugaylara katılanlar olmuş muydu ve kimlerdi? 19
İspanya İç Savaşı’na katılan Türkiye’den örgütlü bir katılımdan söz etmek oldukça zor olsa da, bireysel katılımlar olduğuna dair bilgilere ulaşılabiliyor.20XV. Tugay ya da diğer adıyla Abraham Lincoln Tugayı arşivlerinden anlaşıldığı kadarıyla Türkiye doğumlu olup İspanyol İç Savaşı’na katılanlar bulunuyor. Bunlar arasında Türkiye’den Amerika’ya ya da Avrupa’ya göçen Sefarad Yahudileri var.21Ayrıca Balkan Savaşları ve emperyalist paylaşım savaş sonrasında Anadolu’dan göçen, 1900’lerin başlarında doğmuş, hatta Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ordusu’na alınmış Türkiye kökenli Rumlar arasında Abraham Lincoln Tugayı’na katılanlar olduğu kayıtlara geçmiş. 1915 sonrasında ABD’ye göç eden Ermeni ailelerin fertleri arasından da gönüllüler olduğu anlaşılıyor. Terzi, makinist, aşçı, çeşitli meslek gruplarından işçiler… Kayıtlarda bir bölümünün yüksek eğitimli olduğu yazıyor. Ancak bu gönüllülerin dönemin TKP’si ile ya da Türkiye’de faaliyet gösteren herhangi bir sosyalist oluşumla ilişkisi bulunduğu kolaylıkla söylenemez. Yine Lincoln Arşivleri’nde daha önce Ermeni Ordusu’nda görev yapmış, ABD’ye göçmüş ve oradan Tugay’lara katılmış olanlara dair bilgiler bulunuyor. Bunların dışında ABD’ye çalışmak için göç etmiş, orada sosyalistlerle ilişkilenmiş ve Tugaylar’a yazılmış işçilerden söz ediliyor. Ibarurri’nin de Abraham Lincoln Tugayı’nın parçası olan Türkiyeli gönüllülere teşekkür ettiği kaynaklara yansıyor.
Güvenilirliği daha düşük olsa da başka bir kaynakta 13. Tugay, Chapaev Tugayı’nda Türklerin bulunduğuna dair bir ifade var.22
Tugaylara katılanların Türkiye’de bulundukları sırada sosyalist mücadele
ile herhangi bir ilişki içinde bulunduklarına dair kanıt olmamakla birlikte,
Türkiye’de yirminci yüzyılın başında işçi sınıfı hareketlerinin içinde
gayrimüslimlerin çoğunlukta olduğunu hatırlatmak gerekir. Gönüllülerin çoğunun
gayrimüslim Türkiye göçmenleri olması, kendilerinin ya da ondan bir önceki
kuşağın Anadolu ve Trakya’daki mücadele ile yakınlaşmış olabileceklerini
düşündürmektedir.
Troçkist bir yazar tarafından Türkçe yazılmış bir kitapta, yazar bir dipnotunda İngiliz istihbaratının açıkladığı listeleri incelediğini ve Türkiye’den Uluslararası Tugaylar’a katılan tek bir ismin olduğu bilgisine ulaştığını ifade eder. Adı Mustafa İbrahim olan bu kişi 47 yaşındadır ve 14. Tugay mensubudur. Kişiye ya da İç Savaş’taki faaliyetine dair başka bir bilgi sunulmamaktadır. Ayrıca yazar “konunun uzmanlarından Erden Akbulut sayının daha fazla olması gerektiğine dikkatimi çekti” diyerek kişisel görüşmelerinden bir ekleme yapmıştır.23 Nitekim, Yahudi Askeri Arşivleri’nde de Alper Asa isminde, Lincoln Tugayı’na katılmış Yahudi bir Türk’ten bahsedilmekte, yine aynı kaynağa göre Türkiye kökenli başka Yahudi gönüllüler olduğu da anlaşılmaktadır.24 Warwick Üniversitesi dijital koleksiyonunda bulunan Uluslararası Tugaylar Derneği (International Brigades Association)’ne ait bir kaynakta, Lincoln Tugayı’na katılmış olanların çıkardığı Volunteer for Liberty dergisinin 1942 tarihli yedinci sayısında, Tugaylar’a mensup Alper Asa’nın daha sonra Burgos hapishanesinde mahkum olduğu, frankistlerin Miranda del Ebro toplama kampından kaçmayı başardığı ancak ardından tekrar ölüm cezasına çarptırıldığı yazmaktadır.25Olasılıkla Anadolu’ya İspanya’dan göçmüş, kökleri İspanyolca ve İbranice’den gelen ve modern İspanyolca’ya çok benzeyen Ladino dilini konuşan, ve bu sayede cephede rahatça iletişim kurabilmiş olan, Sefarad Yahudileri’ndendir.26
1934 yılında TKP tarafından kendisi gibi tütün işçisi Zehra Kosova ile birlikte Moskova’ya Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne (KUTV) eğitime gönderilen Mustafa Özçelik, Moskova’daki eğitimleri sırasında İspanya İç Savaşı’na gönüllü gitmek için hazırlık yaptıklarından ancak idareciler tarafından eğitimlerine devam edilmesi istendiğinden katılamadıklarını belirtir.27
Son olarak Dinamo’nun şiirindeki Şazi, anonim bir şiir karakteri miydi, savaşa gerçekten katılan bir öğretmen miydi, ayırt etmek zor. Ancak şairin anlatımdaki canlılığı, ve Şazi’nin Amerika’dan İspanya’ya geçmiş olduğu ayrıntısı, anlatının kurgu olmadığını düşündürüyor.28
Sonuç: “İspanyol Maçı’ndan Beynelmilel Olimpiyatlara”
Nâzım Hikmet 1937 yılında Tan gazetesinde “İspanyol Maçı” başlığıyla ve muhtemelen dönemin baskı ortamı nedeniyle “Adsız Yazıcı” rumuzuyla bir makale yazar. Makaleye başlığını veren maç benzetmesi Madrid Müdafaa Heyeti’nin kumandanı general Miaja’nın “Unutmayınız ki harp hakiki maçtır” sözünden gelir. Nâzım, Miaja’nın bu kötücül benzetmesine verdiği karşılıkta, “Harp, her yerde yalnız hakiki değil, kanlı bir maçtır. Fakat İspanyol maçının diğerlerine karşı ayrı bir hususiyeti vardır. … Milli takımlardan sonra, beynelmilel takımların sahaya çıkması, beynelmilel maçların, büyük bir cihan olimpiyatının kurulması muhtemeldir. İspanyol maçı, arkasında bütün Avrupa’nın, İspanya’nın, Afrika’nın siyasi ve içtimai mukadderatını saklıyor.” 29diyerek, İç Savaş’ın uluslararası boyutunu ortaya koymuştur. Nâzım’ın öngördüğü gibi, emperyalizmin ve tekellerin işçi sınıfına karşı ulusal sınırları aşan birlikteliği, ne kadar çok kan dökebileceğinin sinyallerini İspanyol İç Savaşı’nda vermiş, arkasından insanlığın gördüğü en kanlı savaşa sebep olmuştur.
Uluslararası Tugaylar ise, davalarının evrenselliğine, işçi sınıfının enternasyonalizmine inananların, ve ortak amaçları için her türlü fedakarlığı göstermiş olanların bir araya geldiği eşsiz bir olgudur. Komintern’in çağrısı ile tereddütsüz harekete geçenler, nerede doğduklarından, hangi millete ya da etnik kökene mensup olduklarından bağımsız, faşizme ve emperyalizme karşı bir ortak paydada buluşmuş, devrimci cesaret ve dayanışmanın özel bir örneğini oluşturmuştur. Bugün ismine ulaşılan ve henüz ulaşılamamış olan binlerce gönüllü, İspanya’dan ve dünyanın her köşesinden devrimcilerin mücadelesinde yaşamaktadır.
KARANLlKTA KAR YAĞIYOR
Ne maveradan ses duymak,
ne satırların nescine koymak o «anlaşılmayan şeyi»,
ne bir kuyumcu merakıyla işlemek kafiyeyi,
ne güzel laf, ne derin kelam . . .
Çok şükür
hepsinin
hepsinin üstündeyim bu akşam.
Bu akşam
bir sokak şarkıcısıyım hünersiz bir sesim var;
sana,
senin işitemiyeceğin bir şarkıyı söyleyen bir ses.
Karanlıkta kar yağıyor,
sen Madrit kapısındasın.
Karşında en güzel şeylerimizi
ümidi, hasreti, hürriyeti
ve çocukları öldüren bir ordu.
Kar yağıyor.
Ve belki bu akşam
ıslak ayakların üşüyordur.
Kar yağıyor
ve ben şimdi düşünürken seni
şurana bir kurşun saplanabilir
ve artık bir daha
ne kar, ne rüzgar, ne gece . . .
Kar yağıyor
ve sen böyle «No pasaran»
deyip
Madrit kapısına dikilmeden önce
herhalde vardın.
Kimdin, nerden geldin, ne yapardın?
Ne bileyim,
mesela:
Astorya kömür ocaklarından gelmiş olabilirsin.
Belki alnında kanlı bir sargı vardır ki
kuzeyde aldığın yarayı saklamaktadır.
Ve belki varoşlarda son kurşunu atan sendin
«Yunkers» motorları yakarken Bilbao’yu.
Veyahut herhangi bir
Konte Fernando Valaskeros de Kortoba’nın çiftliğinde ırgatlık
etmişindir.
Belki «Plasa da Sol»da küçük bir dükkanın vardı,
renkli İspanyol yemişleri satardın.
Belki hiçbir hünerin yoktu, belki gayet güzeldi sesin.
Belki felsefe talebesi, belki hukuk fakültesindensin
ve parçalandı üniversite mahallesinde
bir İtalyan tankının tekerlekleri altında kitapların.
Belki dinsizsin,
belki boynunda bir sicim, bir küçük haç.
Kimsin, adın ne, tevellüdün kaç?
Yüzünü hiç görmedim ve görmeyeceğim.
Bilmiyorum
belki yüzün hatırlatır
Sibirya’da Kolçak’ı yenenleri ;
belki yüzünün bir tarafı biraz
bizim Dumlupınar’da yatana benziyordur
ve belki bir parça hatırlatıyorsun Robespiyer’i.
Yüzünü hiç görmedim ve görmeyeceğim,
adımı duymadın ve hiç duymayacaksın.
Aramızda denizler, dağlar,
benim kahrolası aczim
ve «Ademi Müdahale Komitesi» var.
Ben ne senin yanına gelebilir,
ne sana bir kasa kurşun,
bir sandık taze yumurta,
bir çift yün çorap gönderebilirim.
Halbuki biliyorum,
bu soğuk karlı havalarda
iki çıplak çocuk gibi üşümektedir
Madrit kapısını bekleyen ıslak ayakların.
Biliyorum,
ne kadar büyük, ne kadar güzel şey varsa,
insanoğulları daha ne kadar büyük
ne kadar güzel şey yaratacaklarsa,
yani o korkunç hasreti, daüssılası içimin
güzel gözlerindedir,
Madrit kapısındaki nöbetçimin.
Ve ben ne yarın, ne dün, ne bu akşam
onu sevmekten başka bir şey yapamam.
Nâzım Hikmet, 1937
Dipnotlar
- Bu yazı, İspanya İşçileri Komünist Partisi (PCTE)’nin daveti üzerine Uluslararası Tugaylar ile ilgili bir kitabın bölümü olarak kaleme alınmıştır.
- Azcarate, M, Sandoval J. İspanya İç Savaşı (1936-1939),1969
- Casanova, J. İspanya İç Savaşı’nın Kısa Tarihi, 2012
- Broue, P, Temime E. The Revolution and the Civil War in Spain, 1970
- Blum’un önerisi olan bu deklarasyona İkinci Enternasyonal’in de göz yumduğunun altını çizmek gerekir. Ne yazık ki ihanet de bir gelenek.
- Birlik, GK, İspanya İç Savaşında (1936-1939) Türkiye’nin Dış Politikası, CTAD, 2016:24: s. 122 – 155.
- Zürcher, EJ, Modernleşen Türkiye Tarihi, 2004
- Güçlü, Y. The Nyon Arrangement of 1937 and Turkey, Middle Eastern Studies, 2002:38:1, 53-70.
- Aladağ, S. İspanya İç Savaşı ve Türkiye, 2011
- Birlik, GK. age
- Güler, A. Türkiye Sol Tarihinde Yöntem ve Tartışmalar, 2010
- Nâzım Hikmet ve TKP’nin bu yazıda ayrı başlıklarda ele alınması,1930’lu yıllarda Nâzım’ın TKP ile ilişkisindeki özel durumla da ilgilidir. “Nâzım, belli sınırlar içinde örgütsüz siyaset yapma olanağını yaratmış ve TKP’nin etkisizleştiği bir dönemde kişisel olarak etkili olmuştur” (Kuzulugil,M, Nâzım Vesilesiyle, Gelenek 64, 2001)
- Göksu, S, Timms, E. Romantic Communist: The Life and Work of Nâzım Hikmet, 1999
- Hikmet N. Yazılar 5 (1937-62), “Harp çok kazançlı bir iştir”, 1993
- De Yusuf desafortunado con su barca viaje a Barcelona adıyla İspanyolca’ya çevrilmiştir.
- Aydoğdu, T. Nâzım Hikmet ve Pablo Neruda’nın İspanya İç Savaşı’na değinmeleri, 2016
- Dinamo, Hİ. Şazi’nin İspanya Destanı, Kavga Şiirleri içinde, 2000
- Çatal, B. Amerika’da İspanya İç Savaşı’na Destek Faaliyetleri ve Sabiha Zekeriya’nın Tanıklıkları, Toplumsal Tarih, 288, Aralık 2017
- Falanjistler tarafına Türkiye’den katılan burjuva sınıfından bir mühendis ile ilgili, liberal bir yayın organında, “İspanya İç Savaşı’na katılan tek Türk: Ama bir faşist!” gibi iddialı bir başlıkla bir yazı yayımlanmıştır. Başlıktaki bu kullanım, başlangıçta bahsettiğim çarpıtmaların yalnızca bir örneğidir. Bu yazıda İç Savaş’ın Türkiye solundaki etkileri merkeze alındığından faşizm taraftarlarına ayrıca değinilmesi tercih edilmemiştir.
- Gezgin, UB. İspanya İç Savaşı, Darbe, Direniş ve Tarih Yazımı, 2017 https://dunyalilar.org/ispanya-ic-savasi-darbe-direnis-tarihyazimi.html/#_ftn4
- Onlardan biri, Picasso ile birlikte çalışmış ressam Fernando Gerassi, 1899 Türkiye doğumlu bir Sefarad Yahudisi, yirmili yaşlarında Avrupa’ya göç ediyor. İkinci Dünya Savaşı’nın başında ise ailesiyle ABD’ye geçiyor. (http://www.wikiwand.com/en/Fernando_Gerassi)
- http://es.knowledger.de/0168257/BrigadasInternacionales
- Aydar, FB. İspanya İç Savaşı’nın İzinde, 2017
- Sugarman, M. AJEX Archives of the Jewish Military Museum in Hendon, 2016 https://www.marxists.org/subject/jewish/spanjews.pdf adresinden indirilmiştir.
- International Brigade Association, The Volunteer for Liberty. Vol. 3, No. 7, https://cdm21047.contentdm.oclc.org/digital/collection/scw/id/14098/rec/4 adresinden indirilmiştir.
- Tarihin bu ironisi, Anadolu’dan İspanya’ya bu dönüş, aynı zamanda direnişin evrenselliğine bir örnek sayılmalı. Sanıyorum daha önce konu ile ilgili kaynaklarda Tugaylar’a katılan bu kişinin bilgisi hiç yer almadı.
- Aladağ, S. İspanya İç Savaşı ve Türkiye, 2011 http://acikerisim.ege.edu.tr:8081/jspui/bitstream/11454/5801/1/secilaladag2011.pdf adresinden indirilmiştir.
- Bu konuda Özgün E. Bulut imzasıyla Kasım 2017’de yayımlanan bir yazıda aynı şiirden ve Tugay’lara katılan Şazi’den bahsedilir. Ancak bu yazıda şiirde Dinamo’nun öğrencisi olduğunu söylediği, “öğretmen, Sivas öğretmen okulunda” dediği Şazi, Dinamo’nun arkadaşı ve okulda okuyan bir öğrenci gibi aktarılır. Olayın doğrusunu öğrenmek mümkün değilse de, şiirden çıkan bahsi geçen Şazi’nin Dinamo’nun öğretmeni olduğu. (https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/11/15/sazi-manusyan-ali-haydar/)
- Hikmet N. Yazılar 5 (1937-62), 1993