Klasiklerde Felsefe ve Yöntem

Bu çalışmanın amacı Marx, Engels ve Lenin’in felsefe üzerine yazdıklarına kısa bir bakış.

Böyle bir yazı değişik şekillerde yazılabilir. Akademik yönün ağır bastığı ama buna karşın, akademik titizlik nedeniyle, siyasal yönünü törpülenmesiyle ya da siyasal uzantıları vurgulamak adına “alt yapı üst yapıyı belirler” sınırlarını aşamayan ve vulgarizasyonlardan korunmadan… Bunların dışında bir yol daha var: Akademik titizlikten çok uzak düşmeden ama bütünselliği sergileme adına da siyasal özü küllendirmeden somut siyasal pratiğe bağları kurarak.

Marx, Engels ve Lenin’in felsefe üzerine yazdıklarının salt düşünsel kaygılarla kağıda döküldüğünü düşünmek büyük bir safdillik olur. Felsefe üzerine yapılan çalışmaların, hiçbir zaman siyasal kaygılardan uzak yazılmadığını, tam tersine siyasal pratiğin önünü kesen engelleri ortadan kaldırmaya yönelik olduğunu, özellikle de bu yapıtların, pratikte geri adımların atıldığı, ve Marksizmin “arı”lığını sulandırmaya çalışanların yoğunlaştığı dönemlerde, bir sonraki döneme daha güçlü, daha sağlıklı girmeyi hedefleyerek yazdığını söyleyebiliriz.

Klasik teori içerisinde yer alan öngörülerin bazıları gerçekleşmedi. Örneğin, devrimin önce en gelişkin ülkelerde olacağı. Değişen dünya ile birlikte, yeni katkıların olması da kaçınılmazdı. Marksizmin bütünselliği ve onun kendi içine kapalı bir sistem olmayışı, karşılaşılan yeni sorunların, marksizmin içinde kalarak çözülmesine olanak sağlıyor. Burada önerilen çözümlerin, marksizm içi-marksizm dışı kalması problemi ortaya çıkıyor. Önerilen çözümlerin marksizme içsel mi yoksa dışsal mı olduğuna nasıl karar vereceğiz. İşte bu noktada yöntem üzerine klasiklerde yazılanlar çok önemli bir konuma sahip oluyor. Yöntem bir kenara bırakıldığında Marx, Engels ve Lenin’in değişik tarihlerde yazdıklarını ve siyasal pratiklerini karşı karşıya getirmek pek de zor olmayacaktır. Böyle bir anlayış ise şablon üretimini aşamayacak, tarihteki olayların arasına karbon kağıdı koyup beklemeyi beraberinde getirecektir.

Dar pratikçilikten korunmak, klasikleri okurken karşılaşılan sorunları marksizm içinde kalarak çözmeye çalışmak, marksizmin ana yönelimlerinden sapmamak için marksist klasiklerde yöntem üzerine yazılanları sürekli gündemde tutmak, Marx, Engel ve Lenin’in kendi dönemlerinin olgularına yaklaşırken kullandıkları yöntemi güncelleştirmek, tıkanıklıkları aşmada bize önemli katkılar sağlayacaktır. Marksist yöntemi sürekli güncelleştirmenin, marksizmi daha da güçlü kıldığını sosyalistler farketmese de marksizmi yanlışlamaya çalışanlar, yöntemin önemini çok iyi biliyorlar. Bunlardan biri de K.R.Popper’dir. Poper, Marx’ın yönteminin yanlışlanmasıyla, Marx’ın yazdıklarının tümünün yanlışlanabileceğini iddia ediyor.

Marx “Benim diyalektik yöntemim Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil onun tam karşıtıdır da”1 diyor. Hegel felsefesinde nesnenin tarihiyle, nesnenin bilgisinin tarihi eş zamanlıdır. Oysa, Marx, nesnenin tarihinin, nesnenin bilgisinin tarihinden önce geldiğini savunur ve buradan da bilincin, maddenin bir yansıması olduğu sonucuna ulaşır. Buradaki yansıma burjuva bilimcilerin iddia ettiği gibi ya da Marksizmin ekonomist yorumlarına ileri sürüldüğü gibi bire bir ve dolaysız değildir. Lenin,  Materyalizm ve Ampriyokritisizm’de “yansıtılan şey”le imge arasında bir özdeşlikten söz etmenin olanaksızlığını vurgular.2 Marx’ın nesnenin bilgisinin tarihini, nesnenin tarihinden sonra koyması, bilgilerimizin görece yapısını da beraberinde getirir. Bilgilerimiz tarihsel bir süreç içinde daha sağlam hale gelmektedir.

Popper, Marx’ın “11.tez”ini marksist sistem içinde bir çelişki olarak görüyor. Popper’e göre, marksist felsefede insanlar değiştirme özgürlüğüne sahip değildirler. Bir tek şey yapabilirler; o da toplumsal ebelik. Popper bunları 1936’da yazıyor.3 Popper’in söyledikleri aslında yeni şeyler değil. Çünkü Popper’in söylediklerini yıllar önce Dühring dile getiriyor. Dühring, Marx’ın yadsınmanın yadsınması yasasına saygılı olmamızı istediğini iddia edip, bu yasayı geleceği doğurtan ebe kadın olarak tanımlarken, hem Popper’e öncülük yapıyordu, hem de Engels’in en şiddetli eleştirilerini bu noktaya çekmiş oluyordu.4

Marx’ı düalizmle suçlayanların anlamadığı şu: Eğer, her şey önceden belirlenmiş olsaydı, tarihte toplumsal girişkenliğe de yer olmayacaktı. Oysa Marx yaşamı boyunca eylemlerinin sonuçlarını göze aldı ve bedelini de ödedi.

Marx, 11.tezle, tarihsel girişkenliğin altını çizer. Marksizmi kendinden önceki felsefelerden ayıran önemli özelliklerden biri daha önceki felsefelerin tarafsızlığı savunmalarına karşın, felsefenin militan karakterini öne çıkarmasıdır.

Marx, Engels ve Lenin’in vurgularından biri de bir felsefenin yanlışlığını ilan etmekle, o felsefenin üstesinden gelinmiş olunmayacağıdır. Bilgilerimizin tarihsel süreç içerisinde mutlaka yaklaşması nedeniyle, idealizm en ufak deliklerden bile yararlanıp bilginin içerisine sızabilmektedir. Ancak militan bir felsefe idealizmi saklandığı her köşeden söküp atabilir.

H.Carr’a göre, “On dokuzuncu yüzyılda İngiliz tarihçilerinin hemen hepsi tarihin akışını ilerleme ilkesinin bir serimlemesi olarak kabul etmişlerdir:Onlar oldukça hızlı bir ilerleme durumundaki bir toplumun ideolojisini dile getirmektedir. İngiliz tarihçileri için, tarih istenen yolda gidiyor gibi göründüğü sürece, anlam doluydu; şimdi yanlış bir yöne döndüğüne göre, artık tarihin bir anlamı olduğuna inanmak bir sapkınlık olmuştur”.5 Carr, yine aynı yapıtında, ilerlemenin öldüğü varsayımından yola çıkan şüphecilerin büyük çoğunluğunun insan ilerlemesinin önde yürüyen bölgelerinden ve toplumsal sınıflardan gelmesini anlamlı buluyor.

Frankfurt okulu ile ilgili bir kitaba yazılmış bir önsözde, Frankfurt Okulu’nun “dünyayı değiştirme çabası yenik düştü şimdi bir kez daha anlamak gerekiyor” dan yola çıktığı söyleniyor.6 Spartakistler yenilmeseydi, Frankfurt Okulu ortaya çıkabilir miydi? Alman devriminin başarıya ulaşması durumunda Almanya’da Marx’ın 11.tezle yorumlamanın önemini teslim ettiğini, ama, bunun yetmediğini önemli olanın dünyayı değiştirmek olduğunu öne çıkaran felsefi geleneğin oluşturacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Marx’a kaba bir maddeciliği atfetmeye çalışanlar genellikle, hamurları yenilgi mayasıyla yoğrulmuş batıdan çıkıyor. “Elveda Proletarya” sloganı ile proletaryanın zincirinden başka kaybedecek şeyleri olduğu anlatılmaya çalışılırken ekonomist bir yöntemle hareket edilmektedir. Batı’da işçi sınıfının yığınsal ekonomik grevlerine sık sık şahit olabiliyoruz. Batı’da eksik olan “tarih bilinci”dir. Tarih bilinci ancak yenilgi psikolojisinin aşılmasıyla kazanılabilir. “Tarihsel bilinç bireysel bir ben’i aşan bir tutum için vardır”.7 Batı aydını özgürlüğü ararken bunu, tek başına kendi küçük dünyasında gerçekleştirebileceği gibi bir yanılsamaya kapılmaktadır. Bunun varabileceği en uç nokta ise, tekil aydın başkaldırısıdır. İnsan, üzerinde yaşadığı dünyayı değiştirebildiği oranda özgürlüğe yaklaşıyor.

Marksist felsefeyi, diğer felsefelerden ayıran en önemli özelliklerden biri de, diyalektiğin yasalarının doğa ve insan toplumu tarihinden çıkartılmalarıdır. D.Hume için nedensellik zihnimizin kurduğu bir kategoridir, Kant için zaman ve mekan insan duyarlılığının formlarıdır. Hegel’de ise diyalektiğin yasaları salt düşünme yasaları olarak dile getirilirler. Oysa, marksizm için “Doğa diyalektiğin deneme tezgahıdır”.8

L.Goldmann, İngiliz felsefesinin duyumcu özünü, İngiltere’nin erken evriminin, İngiliz burjuvazisinin soylularla uzlaşmasına Fransız felsefesinin akılcılığını da 1789’a bağlar. Almanya’da ise felsefe genellikle ahlak dizgeleri olarak gelişir çünkü, Almanya sürekli savaşlar ve geciken burjuva devrimi nedeniyle hastalıklı bir toplumdur.9 Descartes ve Kant’ın yaşadığı dönemde burjuvazi muhalefettedir. Hegel’in yaşadığı çağda ise burjuvazi iktidarı ele geçirmiş ve yükselme dönemini tamamlayıp, tutuculaşmaya başlamıştır. Hegel burjuva devleti tarihsel bir süreç olarak görmez. Hegel için burjuva devletle tarih sonuna gelmiştir. Hegel’in burjuva devleti ebedileştirmeye çalışmasıyla onun tutucu yanı açığa çıkar.

Marksizmin önünde, bilimsel gelişmelerden korkmak türünden bir olasılığın mevcut olmaması da, temel alındığı toplumsal sınıfın en ilerici sınıf olmasından kaynaklanır.

Marksizmin tarihi mutlaklaştırdığı yolundaki iddialar, kavramların hep mutlak olarak algılanmasından kaynaklanır. Bilginin göreceli yapısı, burjuva bilim adamlarında rölativizme, özne ve nesnenin kesin sınırlarla birbirinden ayrılamayacağı subjektivizme ve her türlü bilgiyi inkara dönüşür. Engels Anti Dühring’de bilimleri, cansız doğa bilimleri, canlı doğa bilimleri, ve tarihsel bilimler diye üç öbeğe ayırdıktan sonra, birincisinden üçüncüye doğru giderken, ölümsüz doğrular peşinde koşan birisinin, özellikle üçüncü uğrağa geldiğinde “en kötü cinsten yavanlıklar ve beylik düşünceler dışında çok az bir avla10 yetinmek zorunda kalacağını söyler.

Marksist diyalektiğe göre, “Ölümsüz doğa yasaları da giderek tarihsel yasalara dönüşürler.11 Bizim tüm zaman ölçümlerimiz, aynı zamanda uzayın da ölçümleridir. Bir şeyin Hegel’in varsaydığı gibi uzayın içinde ama, zamanın dışında olması olanaklı değildir.

Popper, öndeyinin, öndeyiye konu olan olay üzerindeki etkisine “Oidipus etkisi” adını öneriyor.12 Popper’in söyledikleri çok daha önce Engels tarafından dile getiriliyor. Engels’e göre toplumda hiçbir olay, bilinçli bir amaç olmadan gerçekleşemez, ancak eylemlerimiz istemediğimiz sonuçlara da yol açabilir, sayısız iradenin ve bunların dış dünya üzerindeki etkilerinin bileşkesi tarihi oluşturur.13

Marksizm ve Leitmotiv

“Materyalizm, doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır”.14 Engels’in burada anlatmak istediği şey çok açık: Yenilenme. Bilginin asimtotik bir eğri gibi mutlak’a yaklaştığını söyleyip, aynı zamanda yenilenmeye karşı durmak olanaksızdır. Engels’in öne çıkardığı, biçimin kendisine sürekli yeni zenginlikler katmasıdır. İçerikte ise yenilenmeden söz edilmediğine göre içeriğin sürekli yinelenmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Marksizmin değişmeyen özü nedir? “Modern sosyalizm, içeriği bakımından her şeyden önce, bir yandan modern toplumda varlıklar ile varlıksızlar, ücretliler ile burjuvalar arasında egemen olan anarşinin bilincine varmanın ürünüdür”.15 Engels, Anti Dühring’i yazmaya bu sözlerle başlıyor. Buradan müzikten bir kavramı yardıma çağırabiliriz: Leitmotiv. Klasik müzikte her yapıtta bir leitmotiv vardır. Değişik aletlerle leitmotiv sürekli tekrarlanır. Yan temalar, leitmotive bağlıdır. Yan temalar çeşitlenir, değişir ama leitmotiv hep aynı kalır. Marksist klasiklere kısa bir bakış bu yapıtların leitmotivinin sınıf karşıtlıkları olduğunu gösterir. Sınıfsallık ya da antagonizma; Rusya’da narodnik teorilerle hesaplaşma dönemlerinde Lenin, Halkların Dostları’nda, Kapital’in iskeletinin antagonizmaya dayandığını ileri sürer. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi ise bu antagonizmanın Rusya’yı nasıl kapladığını anlatabilmek için yapılan bir çalışmadır.

Ütopikler için proletarya tüm insanlığı kurtaracaktır. Marx ve Engel’in 1845 sonrası yapıtlarında ise proletarya önce kendisini kurtaracaktır. O da iktidara geldiğinde, kendi çıkarlarını evrensel çıkar olarak gösterecektir. Ütopikler için siyasal güç olmak gibi bir sorun yoktur. Bütün mesele, toplumun korunmaya en muhtaç kesimi olan proletaryayı korunması için burjuvaziyi ikna etmektir. Oysa sınıf karşıtlıklarını öne çıkartmak, siyasal güç olmayı, iktidar perspektifini zorunlu kılar. Marx ve Engels önlerini açabilmek için en çok kendilerine en yakın olanları eleştirmiş ve kendilerine en yakın olanlarla ayrımlarını netleştirmişlerdir.

Lenin ve Katkıları

Lenin 1908’de yazdığı “Marksizm ve Revizyonizm” adlı yazısında Materyalizm ve Ampiryokritisizm’i yazacağının sinyallerini verir. 1907 sonrasında Rusya Marksizmi yenilgiyi yaşamaktadır. Bolşevikler kadrolarının büyük bir kesimini kaybederler. İçlerinde devrim sonrasının Kültür Bakanı olan Lunaçarski’nin de bulunduğu aydınlar “yeni” teorilerle ortaya çıkarlar. Bunların “yeni”likleri Lenin tarafından tırnak içine alınır. Yapılmaya çalışılan Dühring’in tekrarıdır. Lenin bu yazısında revizyonistlerin, “arıtılmış” (ve devrimci) diyalektiğin yerine “basit” (ve sessiz) “evrimi” koyarak… Kapitalizmin yaklaşmakta olduğu “çöküş teorisinin” tutamaksız olduğu, çünkü sınıf karşıtlıklarının törpülenmesi ve ılımlılaştırılması yolunda bir eğilimin ortaya çıktığını iddia ettiklerini söyler.16 Aynı yazısında Lenin, Bernstein’in “hareket her şeydir nihai hedef hiç bir şeydir” sözünün revizyonizmin özünü açıkladığını söyler.

Lenin 1909’da Paris’te kütüphanelere kapanıp Materyalizm ve Ampiryokritisizm’i yazarken, Bolşevikler Lenin’e bir delegasyon gönderip, felsefi çalışmalarını bırakıp siyasete dönmesini istediklerinde buna şiddetle karşı çıkıyordu.17 Lenin böyle yapmakla hiç de “pratikten kopuk bir entellektüel” olmuyordu. Burada durup düşünmek gerekiyor. Oizerman, “hem geçmişte, hem de şimdi, kuramsal bilginin doğması, ancak, bilginin pratikten görece bağımsız olabilmesi ölçüsünde gerçekleşir”18 diyor. Lenin’in felsefe üzerine çalışmaları olmasaydı, Marksizmi sürekli olarak güncelliğe ve batıya hapsetmeye çalışanlara karşı, Rusya’da Bolşevizm önemli silahından yoksun kalmaz mıydı? Lenin’in yoğun felsefi katkıları olmasaydı Bolşevizm, 1912’de Menşevikleri partiden silip, yeniden yapılanma ve atılımı yaşayabilir miydi? I. Dünya Savaşı başladıktan sonra Lenin, Hegel’i yeniden okuma ihtiyacı duyuyor. Lenin’in felsefe çalışmaları sonucunda “emperyalizm sosyalist devrimin prelüdüdür” sonucuna ulaşması hiç de zor olmuyor.

Marx, diyalektik mantık üzerine yazmayı düşündüğüne Engels ve Dietzgen’e yazdığı iki mektupta değinir.19 Ancak Kapital üzerine süren çalışması buna izin vermez. Marx ve Engels çabalarını daha çok tarihsel materyalizm üzerinde yoğunlaştırırlar. Engels’in Anti Dühring’i bir polemik yazısıdır. Almanya’da Marksizmi çarpıtma çabalarına karşı ve yığınları felsefeye çekmek için yapılan bir çalışmadır. Bu nedenle yöntem üzerinde çok fazla yoğunlaşmaz. Lenin, Marx’ın bize “Mantık” bırakmadığını ama “Kapital” mantığını bıraktığını, Hegel’de değer taşıyan ne varsa aldığını ve ilerlettiğini ve bunu “Kapital“de uyguladığını vurgular.20

 “Gelişme karşıtların mücadelesidir”21 der, Lenin. “Diyalektik Üzerine” adlı yazısında, gelişmeyi, tekrarlanma ve karşıtların birliği olarak ikiye ayırır. Birincisi cansız ve kurudur. İkincisi canlıdır. “Yalnız ikincisi varolan her şeyin kendini hareket ettirmesinin anahtarını verir,” “sıçramaların”, “süreklilikte kesintinin”, “karşıta dönüşümün”, eskinin yıkılmasının ve yeninin doğmasının anahtarını yalnız o verir.22 Diyalektik bakışta devrim, hem bir sürekliliğin hem de bir kesikliğin oluşturduğu bütünselliktir. Sürekliliğe büyüme tekabül eder. Büyüme ve gelişme birlikte yürümesine karşın, büyüme nicelikseldir. Gelişme ise kesikliliğe tekabül eden niteliksel sıçramadır. Sosyalizm, bir sıçramadır. Felsefi anlamda nicelikle yetinip sosyalizme ulaşmak olanaksızdır. Sürekli olarak niceliği öne alanlar “ilkeler”in saflığını koruyamazlar. Koruyamadıkları gibi, büyüme onlar için her şey olduğundan, önce araçları tespit edip, bu araçlara tekabül eden amaçlar saptamaktadırlar. Bu anlayışla üretilen politikalar, sosyalist değil pozitivist olabilir ancak. İktisadi anlamda ise sosyalistleri asli olarak ilgilendiren, bölüşümün niceliği değil, niteliğidir.

Daha önce “marksizmin leitmotivi nedir?” sorusunu sormuştuk. Şimdi de “diyalektik olanla olmayanı ayıran nedir” sorusunu sorabiliriz. “Karşıtların birliği şartlıdır, zamana bağlıdır, geçicidir, rölativdir. Birbirini dışlayan karşıtların mücadelesi mutlaktır, gelişmenin ve hareketin mutlak olması gibi.23 Engels, materyalizmin bilimdeki her yeni gelişmeyle birlikte biçimini değiştirmek zorunda olduğunu söylüyordu. Lenin de Mach’çıları yalnız biçimi eleştiriyorlarmış gibi gözüküp içeriği çarpıttıkları için şiddetle eleştirir.

Batı marksistleri, 1920’lerde komplekslerinden kurtulamadıkları için Bolşevizmi Rusya’ya hapsetmeye çalışıyordu. Günümüzde ise global sorunlar öne çıkartılarak, Marx, Engels ve Lenin’in bıraktığı mirasın yeterli olmadığı, “dar sınıf çıkarları”nın bir kenara bırakılması öneriliyor. Yeni yazılan bir program tasarısında, “Marx ve Engels kendilerinden önceki insanlık düşüncesine nasıl yaklaştılarsa, biz de marksizme öyle yaklaşacağız” denmesi, “inkar yanı belirgin, aynı zamanda niteliksel kopuşu ifade eden yeni bir sistem kuracağız demektir.” diye yorumlanırken vurgulanan buydu.

Lenin, Felsefe Defterleri’nde Hegel’den şu alıntıyı yaptıktan sonra, “Sadece soyut olarak bir evrensel değil, tikelin zenginliğini de kendi içinde taşıyan evrensel” yanına “Tres bien”24 diye not düşer.25 Marksist diyalektikte, özel ile genelin birliği kavramı var. Bu şunu anlatır: Genel’in özel’le olan diyalektik etkileşimi koparıldığında, “genel” canlılığını kaybeder. Genel tarihsellikten koparılıp, özelle olan bütünselliği bir kenara bırakıldığında ise sonunda ilahilere dönüşebilir. Böylesi bir bakışta genel çok uzaklardadır. “1917” bunu çok iyi bir şekilde önümüze serer: Menşevizm, geneli özelden kopardığı için 1905’de olduğu gibi, iktidarın burjuvaziye bırakılmasından yanadır. Lenin ise genel ile özel’in diyalektiği açısından olaylara baktığından, 1917 Nisan-Ekim’i arasında hiç “yapıcı” olmamıştır. Özel’in zenginliğinin hakkının verilmesiyle, özel ile genel arasındaki çelişki aşılabilmiştir. Özelin zenginlikleri yakalanamadığı sürece, özel’in bir potansiyel olarak içinde taşıdığı dezavantajları, avantaja çevirmek olanaklı olmayacaktır. Hep bilinir ve tekrarlanır: Marksizm bir doğma değildir, yaşayan ve canlı bir öğretidir. Marksizmin canlılığı ise tek tek özellerin kendi zenginliklerini genel’e taşımalarıyla yaşam kazanır. Bu, hem yapı-özne arasındaki ilişkide hem de ulusal ve uluslararası olanın ilişkilerinde böyledir.

Yaşanılan topraktaki sosyalist potansiyeli, sosyalizmin güncelliğini, çevre, barış gibi global sorunlar içinde törpülemeye çalışmak, barış ve çevre sorunlarına katkı olamaz. Bugün dünya barışına ulusal birimlerin yapacağı en kalıcı katkı, tek tek bu ülkelerde sosyalizmi kurup, emperyalizmin can damarlarını kesmektir.

Marksist diyalektik için doğru, yanlışı da içinde barındırır. Bugünün doğrusu yarın yanlışlanabilir. “Bilgilerimizin nesnel, mutlak gerçeğe yaklaşıklık sınırları tarihsel olarak görelidir.26 Bilginin tarihsel bir süreç içinde mutlak’a yaklaşması, insan bilgisinin parçalı olmasını da beraberinde getirir. Tarihsel gelişmeyle baştaki çelişkiler aşılır, yerlerini yeni çelişkiler alır. 1917’de Rusya’daki sermayeyle emek arasındaki çelişki aşılmıştır. Aşılan bu çelişkinin yerini bir başka çelişki alır.Bir çelişkinin yerini bir başkasına bırakması için mutlaka onun aşılması gerekir. Hangi çelişkinin önce geldiğini ise içlem ve kapsam belirler. Bugün Sovyetler Birliği’nde sosyalist toplumsal ilişkilerin üzerinde gelişen felsefenin, sermaye-emek çelişkisini odak alması ne kadar anlamsızsa, sermayenin diktatörlüğünün sürdüğü bir ülkede de emek-sermaye çelişkisini odağa almamak o kadar anlamsızdır.

Her bir özel düşünce, evrensel ile tikel arasında bir çelişkiyi yansıtır.Tikel ile evrensel arasındaki çelişki ise, çelişkiyi yumuşatarak değil, çelişkiyi aşarak kalıcı bir uyumluluğa kavuşur. Çelişkiyi yumuşatarak sağlanan uyumlulaşma kalıcı değil geçici olabilir. Bu nedenle de buradaki hareket helezonik değil daireseldir.

Türkiye solunda yönteme ilişkin ve artık kronikleşmeye başlayan hatalardan biri de iç dinamik-dış dinamik diyalektiğini yakalayamamaktır. Örneğin 1930’larda izlenen ulusalcı politika yalnızca kemalizmin yurtseverliğiyle açıklanır. 1945 sonrası emperyalizme entegrasyon ise İnönü’nün kişiliğine bağlanır. Ancak, 1930’lar dünyası incelendiğinde Türkiye’nin ulusalcılık dışında bir politika izlemesinin nesnel koşullarının olmadığı ortaya çıkar. 1945’den sonraki eklemlenmeyi ise İnönü değil Türkiye ve dünya kapitalizminin gerekleri dayatmıştır. Bugün ise Batı Avrupa’da 1945 sonrası güncelleşen “demokrasi programları” Türkiye gündemine sokulmaya çalışılıyor. 1945 sonrasında Avrupa’da ileri sürülen bu programların batı için bir anlamda nesnelliği vardır. Oysa 1980’ler Türkiye’sinde tüm umutları batıdan gelecek baskılarla demokrasi programlarının uygulanabileceğine bağlamak, iç dinamiği silikleştirmektir. Türkiye’de geçmişte tekrarlanan bir söz vardı: “Emperyalizm Türkiye’yi kolay kolay bırakmaz.” Peki emperyalizmin kolay kolay terkettiği kovulmadan terkettiği bir tek ülke var mı?

Lukacs’ın “devrimin güncelliği dediği” psikolojiyi içselleştirip, kalıcılaştıramayanların gözlerini sürekli dışarıya dikmeleri, kurtuluşu hep kendi dışındaki olaylardan beklemeleri kaçınılmazdır. Hep bir “oldubitti” beklenir. Onun içinde olaylar, “komplo mantığı” ile, “iyi”ler ve “kötü”ler arasındaki mücadelelerle açıklanmaya çalışılır.

Marksizm ve Görelilik

Engels, Anti Dühring ve Doğanın Diyalektiği’nde görelilik konusunu ele alır. Konunun enine boyuna tartışılması ise Lenin’de bulunabilir. Lenin’in kalkış noktası da Engels’in kısa değinmeleridir. Konunun Lenin’le belli bir zenginliğe ulaşmasının nedenlerinden biri de, fiziğin çektiği sancılar sonucu diyalektik materyalizmi doğurması ve bilimlerdeki gelişmelerdir. Bir diğer etken Lenin’in zengin siyasal pratiği ve Rus toprağının zenginliğidir.

“Bilgi, düşüncenin ebedi sonsuz olarak nesneye yaklaşmasıdır”.27 Engels’e göre de mutlak gerçek göreli gerçeklerin bütünleşmesinin bir sonucudur. 18.yüzyıl ve öncesinin bilimi de, felsefesi de sürekli olarak mutlak’ı arar. Aranan bilgi, 2+2=4 kadar kesin olandır. Newton fiziği ve Newton fiziğinin bir yansıması olan Kant felsefesinde uzay ve zaman mutlaktır. Newton fiziği, Euclid geometrisine göre kurulmuştur. Euclid dışı geometrilerde işe yeni bir boyut katılır: zaman. Bir cismin uzay içinde koordinatlarını saptarken mutlaka zamanın da belirtilmesi zorunludur.

Bilim, bilgilerimize yeni mutlaklıkların katılması ile değil, yanlışların ayıklanması ile ilerliyor. Lenin, fizikçilerin mekanizme karşı savaşırken pireyle birlikte yorganı da yaktıklarını, işi maddenin inkarına kadar götürüp, solipsizme vardıklarını söyler. Bilgilerimizin göreceli yapısını, maddenin nesnel varlığı ile karıştırmak materyalizmi terketmektir. “İnsan bütün doğayı, ”dolayımsız bütünlüğü” içinde hiç eksiksiz olarak kucaklayamaz, yansıtamaz, tasarımlayamaz; soyutlamaları, kavramları, yasaları, evrenin bilimsel bir tablosunu, vs., vs., yaratıp kurarak, sürekli şekilde buna yaklaşabilir, insan sadece“.28 Doğadaki sınırların oynak ve koşula bağlı olması maddenin özgür aklın yaratılarıyla kurulabileceği anlamına gelmez. Nesnenin bilgiden önce gelmesinin direkt bir sonucu da, nesnenin her zaman bilgiden daha karmaşık ve zengin olmasıdır. Yanlışın doğrunun içinde olması gibi mutlak bilgi de göreli bilginin içinde vardır. Rölativizme göre ise mutlak’a ancak sonsuzda ulaşılır. Diyalektik, göreceliliği kendi içinde taşımasına karşın asla göreceliliğe indirgenemez. Lenin, rölativizm ve bilginin göreceli yapısı ve bunların Marksist diyalektikle olan ilişkilerini şöyle anlatıyor: “Bilimin, sözcüğün en kötü anlamında bir dogma haline gelmesini, ölü, donmuş, kemikleşmiş bir şey olmasını engellemek bakımından, doğrusu oldukça ‘belirsizdir’, ama bizimle inancılık, bilinemezcilik, felsefi idealizm arasında, Hume’cuların ve Kant’çıların bilgiçliği arasında kesin ve silinmez bir sınır çizgisi çekecek kadar belirgindir.”29

Marksizmi ütopiklerden ayıran sınıf savaşımını öne çıkarmasıydı. Bu bugün için de geçerlidir. Sermaye-emek çelişkisinin son “1cm2″de de yok olmasına kadar bu teori nesnel bir gerçekliği yansıtacaktır. Bu çelişkinin tek tek ulusal birimlerde çözümü, mutlaka farklı renkler taşıyacaktır. Hiçbir sosyalist devrim “Ekim”in tekrarı olmayacaktır. Lenin, Sol Komünizm’’de diğer ülkelerin yakın geleceklerine “Ekim”in ışık tutacağını söyleyip, daha sonra da Rusya’da devrim için avantajlar sağlayan ulusal ve uluslararası özelliklerden söz eder. Krasin’e göre de, “Rölativizm devrimin yasalarındaki değişimi incelemeyi değil bu yasaların kalıcılığını inkar etmeyi önerir”.30

Lenin’in hangi yazısına ya da pratik tavrına bakarsak bakalım, her öğenin diyalektik bir bütünsellik taşıdığı görülür.

1905: Menşevizm, devrimin burjuva karakterini saptar. Bu nedenle de  iktidar tamamen burjuvaziye bırakılmalıdır ve burjuvazi programını uygulamalıdır. Menşevizm, tikel’de, genel’den sapmayı görememektedir.

1917 Ekim: Klasik teoride, aynı anda çok ülkede devrim gerçekleşecektir. Oysa Lenin’in tavrı çok açık: “Tek ülkede girişilir ve görülür…”

Parlamento: Batı “sol”ları için zamanını doldurmuştur. Lenin için ise, özellikle de bu kurumun içinde çalışılabilinir, çalışılmalıdır da. Ancak katılma mutlaklaştırılmamalıdır.

Barışçıl geçiş: Bir olanaktır, sonuna kadar zorlanmalıdır ama, umutları buna bağlamak ahmaklıktır…

1917 sonrası savaş komünizmi, N.E.P., tek ülkede sosyalizmin kuruluşu, bunlar hep genel teori içinde öngörülenlerden sapmadır. Bu özgünlüklerin görülememesi ise genel’e hiç bir zaman ulaşılamamakla eş anlamlıdır.

Özne-Nesne

Marksist diyalektikte, öznel ile nesnel arasındaki sınırlar mutlak değildir. Günümüzde bilimlerdeki gelişmeler özellikle de kuantum fiziğindeki gelişmeler, her ölçümün, ölçüleni etkilediğini ortaya koyuyor. Klasik fizikte, ölçen ve ölçülen kesin sınırlarla birbirinden ayrılır. Bu nedenle de elde edilen bilgiler mutlaktır. Günümüz fiziğinde ise ölçüm, ölçülen ile ölçenin etkileşiminden oluşmaktadır. Buradaki ölçümün sonucu mutlak değil görecelidir. Bugün için atom altı parçacıkların bilgisine ulaşmak istediğimizde hız veya konumuna etkide bulunuyoruz. Onlar ya bizim için bilinemez olarak kalacaklar ya da, onların bilgisine ulaştığımızda parçacıkların nesnelliğine müdahale etmiş olacağız. Bu, yalnızca mikroevrende değil, makroevrende de geçerlidir. Ancak, makroevrendeki sapma ihmal edilebilir boyutlardadır. Ölçüm sırasında oluşan sapma ölçülenin büyüklüğü ile ters orantılıdır. Diyalektik materyalizm için her özne bir diğeri için nesnelliğin bir parçasıdır.

Yukarıda anlatılmaya çalışılan özne-nesne diyalektiği yalnızca fizik ile sınırlı değil, evrendeki tüm ilişkilerde geçerlidir. Öznenin nesne üzerindeki etkisi toplum bilimlerde daha da önem kazanmaktadır. Güçlü bir özne, nesnelliğin doğal akışına müdahale edebilir.

“Erekleriyle dış doğanın kölesi durumunda kalan insan, aletleri ile dış doğa üzerinde egemen duruma geçer”.31 Lenin, Hegel’in bu sözlerinin yanına “Hegel ve tarihsel maddecilik” notunu düşmüştür. Lenin’e göre toplumsal varlık ile toplumsal bilincin özdeş olmaması sonucu özellikle kapitalist toplumlarda “insanlar birbirleriyle ilişki kurduklarında, aralarında kurulan toplumsal ilişkilerin ve bu ilişkilerin gelişmesine hükmeden yasların vb. ne türden olduklarının bilincinde değildirler”.32 Sınıfa dışarıdan bilinç taşıyan özne’nin önemi bu noktada bir kez daha karşımıza çıkar. Siyasal etkinlik anlamında güçlü bir özne nesnelliği değiştirme şansına sahip olabilir ama, sürekli olarak kendi öznel geriliklerini veri alarak politika üretenlerin böyle bir şansı hiçbir zaman olmayacaktır. L.Goldmann “olası bilinç”, “gerçek bilinç” ayrımını yaptıktan sonra, bir sınıfın olası bilincini, o sınıfın tarihin çok dar bir kesitinde sahip olabileceği gerçek bilincinden ayırmanın zorunluluğunu belirtir.33 Öncü ile sınıf arasındaki ayrım da burada netleşiyor. Öncü sınıfın ancak çok dar bir kesitte görebildiği şeyleri, önceden görebilen ve verili gündemden bir anlamda kopup, kendi gündemini, ülke gündemi haline getirebildiği oranda “öncü” sıfatını hak edecektir. Bu koşulun dışındaki “öncü”lük iddiaları potansiyel bir “öncü”lüktür. Belirlenen bir hareket “öncü”lük vasfına sahip değildir. Ancak belirleyen bir hareket “öncü” harekettir. Burada öncülük derken yalnızca “ideolojik öncülükten” bahsedilmediği ise çok açık olmalıdır.

Kapitalist bir ülke zamanın genel akışı içinde “devrimci durum”a gebedir.Her devrimci durum ise her zaman devrimle sonuçlanmaz. Sosyalist hareket “devrimci durum” sonrasında, öncesine oranla gerileyebilir de. Ancak, buradan şu sonuca ulaşmak burjuvaziye teslim olmaktır: Her devrimci durum yada kriz sonrasında burjuvazi daha da güçlenmektedir; bu nedenle de sosyalistlerin görevi krizi körüklemek olamaz!.. Günümüzde Türkiye gündeminde “Yeni politik kültür” ile dayatılan aşağı yukarı budur. Böylesi bir anlayışı savunup Marksizm içinde kalmak olanaklı değildir.

Lenin Devlet ve Devrim’de,  Marksizmin devrimci özünün “tashih” edilip, burjuvazi için kabul edilebilir bir hale getirmeye çalışıldığını söyler. Marksizmi sulandırmaya çalışanların adları anılmaz olmasına karşın, Marksizmin yaşayan özünü koruyanların adları, tarihe silinmemecesine yazılmıştır. İnsanlar Bernstein yada Kautsky’yi yeniden güncelleştirmekte özgürler. Ancak, bunu Marksizm içinde kalarak yaptıklarını iddia ettiklerinde yalnızca kendilerini kandırabileceklerdir.

 

Dipnotlar

  1. Marx; “Kapital”, Sol yay., Almanca ikinci Baskıya Önsöz, s.28
  2. Lenin; “Materyalizm ve Ampiryokritisizm”; Sol yay., s.361
  3. Popper; “Tarihselciliğin Sefaleti”, İnsan yay., s.81
  4. Engels; “Anti Dühring”, Sol yay., s.231
  5. Carr E.H.; “Tarih Nedir?”, Birikim yay., s.58
  6. Koçak Orhan; “Akıl Tutulması’na ‘önsöz'”, Metis yay., s.7
  7. 8) Goldmann L.; İnsan Bilimleri ve Felsefe Kavram yay. s.19
  8. Engels; a.g.y., s.73
  9. Goldmann L.; “Kant Felsefesine Giriş”, Metis yay., Birinci bölüm.
  10. Engels; a.g.y., s.73
  11. Engels; “Doğanın Diyalektiği”, Sol yay., s.302
  12. Popper; “Tarihselciliğin…”, s.41
  13. Engels; “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”, Sol yay., s.57
  14. A.g.y., s.30
  15. Engels; Anti…”, s.65
  16. Lenin; “Marksizm ve Revizyonizm”, İşçi Sınıfı Partisi Üzerine içinde, Sol yay., s.283-4
  17. Deutscher I.; “Stalin”, Ağaoğlu yay., s.164
  18. Oizerman T.; “Felsefe Tarihinin Sorunları”, Amaç yay., s.76
  19. Aktaran Nutku U., “Lenin’in Felsefe Defterleri’ne yazılan dipnottan”, Maya yay., s.113
  20. Lenin; “Felsefe Defterleri”, Sosyal yay., s.266
  21. Lenin; “Diyalektik Üzerine” Felsefe Defterleri içinde, Maya yay., s.90
  22. A.g.y.
  23. “Gündem: TBKP Program Tasarısı Üzerine” Gelenek Kitap Dizisi, Aralık 87,s.11
  24. Çok iyi
  25. Lenin; “Felsefe…”, s.81
  26. Lenin; “Materyalizm…”, s.143
  27. Lenin; Felsefe…. s.159
  28. Lenin; a.g.y. s.148
  29. Lenin; Materyalizm…. s.144
  30. Karasin Y.; Devrim Sürecinin Diyalektiği Konuk yay. s.161
  31. Lenin; Felsefe…. s.154
  32. Lenin; Materyalizm…. s.125
  33. Goldman; İnsan Bilimleri s.125
Not ekle
Yükleniyor...
İptal
İşaret/Notlar
Yükleniyor...
İşaretle
Kapat
Okur Giriş

Parolanızı mı unuttunuz
×
Signup

Already have an account? Login
×
Kayıp Parola

×